5 Ekim 2015 Pazartesi

YAKIŞIKLI 1. Bölüm




Yakışıklı

“Çok yakışıklısın biliyor musun?”
Başını boynuna biraz daha yaklaştırıp küçük bir öpücük kondurdu. “Sana her an âşık olabilirim. Hatta oldum sanırım!”
“Emin misin?” Arkasından gelen ses ile irkilen genç kız toparlandı. Gülümseyerek geri döndüğünde kendi yaşlarındaki kadına “Yenge korkuttun beni. Hoş geldin. Ağabeyim de geldi mi?” Konuşurken bir yandan da yengesine doğru da yürüyordu.
“Yenge mi oldum yine? Desene kızgınsın bana! Ağabeyin bu saatte burada olacak öyle mi? Mümkün mü? Bugün cumartesi ve en önemli iş günü! Akşama beni almaya geldiğinde görüşürmüşsünüz… Senin yakışıklı bu mu?”

“Evet. Beğendin mi?”
“Ece, bunun neresi yakışıklı Allah aşkına? Ne kadar zayıf!”
“Çünkü son iki aydır iyi beslenmemiş. Ve sevgili yengeciğim, bir sene sonra göreceksin çok şey değişecek. Hadi gel annem bekliyordu seni.” Evlerin olduğu tarafa doğru yürümeye başladı. Yengesinin kendisini takip edeceğini biliyordu. Arkasından gelen genç kız üzgün sesi ile söyleniyordu. “Bak hala yenge diyor! Üzme beni ya. Geçen hafta gelemedim, çok kötüydüm. Bu hafta düzelip burada aldım soluğu.”
Ece, gülerek bakıp çevik adımlarla yürümeye devam etti. “Tamam ya sana da naz yapamaz oldum. Hadi Asude gel, yoksa ben yakışıklımın yanına döneceğim.”
Boxlardan çıktıklarında arkalarında gerçekten zayıf ama yine de safkan Arap atı olduğunu belli eden asil duruşu ile yakında pistlerde fırtına gibi esecek bir at bıraktılar.
Siyah üstüne belli belirsiz gri benekleri olan at, toynağı ile yeri eşelerken iki genç kadının arkasından bakıyordu.


*****

“Hazırlıklar tamam mı?”
“Sayılır.”
“Ne demek sayılır? Sen ne yapıyorsun orada?” Sinirle elindeki kadehi kafasına dikti. Başkasına iş yaptırmaktan nefret ediyordu. Kendi işini kendi halletse şimdiye çoktan kurtulmuştu hepsinden!
Telefon ucundaki titrek ses konuşmaya devam ediyordu. “Sayılır dedim çünkü aklımdakilerin hepsini henüz yapamadım. Ama o tarihe kadar gereken her şey yapılmış olacak.”
“Umarım. Ne zaman?”
“Üç hafta sonra.”
“Tamam, bitir bu işi. Yapamayacağını anlasın ve bıraksın.”
“Ne zaman yarım bıraktım işimi?”
Telefon kapanmıştı bile…


*****


Ece, Asude’nin koluna girmeden önce gözlerinin rengindeki yeşil yazmasını düzeltmek için elini başına götürdü. Eline batan samanı saçlarının arısından zorlukla çıkarttıktan sonra yazmanın iki ucunu biraz çekerek daha da sıktı. Asude’nin koluna girip yanağından sesli bir şekilde öptü. İki arkadaş gülüşerek yürümeye başladılar.
Boxlar evlerine oldukça uzaktı. On dönümlük bir alanı ev, ahırlar, çalışma alanları ve süs bahçesi için ayırmışlardı. On atın yan yana rahatlıkla koşabileceği iki bin metrelik kulvar ile atlarını yarışlara hazırlıyordu. İlk başlarda babası, bu arazinin çok verimli bir bağ olabileceğini söylese de Ece vazgeçmemişti. “Ben bağlardan çok daha fazla para kazanacağım, ama bağlarımıza da atlarım kadar iyi bakacağım.” demiş, inatla atlar için hem on boxlık binayı hem de parkurun yerini kapmıştı. Atların rahatça otlayıp, koşturabileceği alanı da ortada bırakmış, böylece tüm ihtiyaçlarını karşılamıştı. Yürürken Ali Seyisin taylara start box çalıştırmasını izlediler kısa bir süre. İki tayın da eğitimi bitmek üzereydi. Dişi tay ara sıra start boxa girmekte ya da çıkmakta inat ediyordu. Diğer atlarla birlikte yarış için çalıştırdıklarında ise o huysuzluğu kalmıyordu.
“O kamçı canını yakmaz mı?” diyen Asude yüzünü buruşturuyordu. Ece gülerek, “Genelde vurmayız. Gerekmedikçe canlarını yakmanın gereği yoktur. Çoğu at onun acısı tattıktan sonra görse bile tepki verir. Yarışlarda dikkat et iyi jokeyler ata kırbaç vurmaz, kırbacı gözünün önünde sallar. At da ne istendiğini anlar ve hızını arttırır.”
“Baksana nasıl sesi geliyor kırbacın? Vücuduna gelse belli ki acıtacak.” Asude, sesindeki üzüntüyü saklayamıyordu. Ne olursa olsun eğitimde o kırbacın vurulduğunu biliyor ve üzülüyordu.
Ece gülümseyip içini rahatlatmaya çalışan sesi ile takıldı yengesine. “Sen bu aralar daha mı fazla yufka yürekli oldun? Geçenlerde de çiftleştirirken canı yanacak diyordun.”
“O koca aygırı görünce korktum bir an. Ama elbette biliyorum canı yanmayacak. Ne oldu o kısrak hamile kaldı mı?”
“Sen benim aygırıma beceriksiz mi demek istedin? On ay sonra yeni bir tay gelecek.”
“Senin mi olacak, satacak mısın?”
“Bilmem. Son box boş. Belki tutarım elimde.”
“Delisin sen. Bazen atları mı, bağları mı daha çok seviyorsun diye düşünüyorum.”
“İkisinin de yeri ayrı. Asla vazgeçmem ikisinden de.”
“Asla, asla deme, derler.”
“Onu diyenler beni bilmeyenler.”
Asude, yürüdükleri yolu ve evin etrafında bulunan alandaki bahçeleri ve ara sıra girmekten keyif aldığı havuzu zevkle izliyordu. Ece çok şanslıydı. Bunu yüksek sesle söylediğinde ikisi de gülümsedi.
Ece de bunu biliyordu. Babası on yıl kadar önce yeni bir ev yapmak için köyün dışından oldukça büyük ve yüksekteki bu araziyi almış, neredeyse elindekinin tamamını harcayarak çok güzel ve modern bir ev yaptırmıştı. O zaman henüz bekâr olan iki oğlunun ısrarı ile evin arkasına havuz ekletmişti. Ece, ağabeylerinin babalarını ikna ettikleri zamanları düşünüp gülümsedi. İki abisinin olması çoğu zaman kendisini deli etse de bazen işe yarıyorlardı! Uzun yıllarını büyük şehirlerdeki özel üniversitelerde geçirmeleri, bu süreçte kendilerine ait bir evde kalmaları ve sitenin havuzundan sıkça yararlanmaları, havuz isteklerinde önemli rol oynamıştı. Yine onların ısrarı ile evin alt katında bir odaya bir sürü spor aleti alınmıştı. Hem spor yaptıkları hem de ara sıra gelen arkadaşları ile vakit geçirdikleri bir köşe olmuştu. Elbette bunların hepsi bir anda olmamış, yeni istekler yüzünden iki yıla yakın evin inşaatı bitmemişti. Annesinin o günlerdeki isyanlarını anımsıyordu. “Ben bu tozlardan kurtulamayacak mıyım?”
İnşaat devam ederken Ece’nin istediği ahır ve atlar için koşu alanları da hazırlanmıştı. Yeni eve yerleşmelerinden kısa süre sonra babasının hediyesi olan ilk atını boxa yerleştirmişti. Birincilikleri olan soylu Arap atı babasına çok pahalıya patlamıştı. Henüz küçük yaşına rağmen atını civardaki yetiştiricilere tanıtmış ve çiftleştirmek için onlarla pazarlıklar yapmıştı. İki salkım üzümü pazarlık yaparak satamasa da atının çiftleşmesi için sağlam pazarlık yapabiliyordu.
Damızlık atından kazandığı para ile ilk kısrağını satın almıştı. Yine yarıştan çıkma olan kısraktan birer yıl ara ile iki yavru almış, o sırada aygırını yine çiftleştirmeye devam edip ikinci kısrağı da ahırına yerleştirmişti. Ondan aldığı ilk tayı kendi köyünde yaşayan Mehmet Ali Sümer’e satmıştı. Ece, at yetiştiriciliği yaparken Mehmet Ali atlarını yarıştırıyordu. Yetiştirmekle uğraşmak istemediğini söylüyordu.
Mehmet Ali’nin yarıştırdığı atlar Ece’de at yarıştırma isteğini doğurmuştu. İlk taylarını yarış atı olarak yetiştirmek için bir seyis bulmuşlar, seyis için ahırların arkasına bir ev inşa ettirmişlerdi. Şimdi o evde üç seyis yaşıyordu. Atlarının sayısı da dokuzu bulmuştu.  
Kendine ayırdığı atlar yarışlardan çekilecek yaşa gelmişti. Artık yeni bir aygırı vardı. Yine soylu ve şampiyonluklar kazanmış aygırın yaşı da gençti. Son yarışından önce ayağını sakatlamış, yarışlardan çekilmek zorunda kalmıştı. Sahibi de o sinirle satmıştı atını. Yarışlardan çekeceği üç atının yerine iki tayı hazırlanıyordu. Son aldığı tay da yaza kadar yarışabilecek hale gelecekti. Atları yarışa hazırlamak her zaman büyük keyif vermişti Ece’ye. Başkaları için de at yetiştirmek istiyordu. Onluk boxı ellilik tavlaya dönüştürmek ve yarış atı yetiştiriciliğini büyütmek istiyordu. Yine de bu iş için acelesi yoktu. Önceliği başkaydı.
“Daldın yine!”
“Atlarımı düşünmeye başlamıştım.”
“Yarışlar var mı bu aralar?”
“Evet. Son kez yarışacak atlardan biri. Diğer ikisinin de önümüzdeki ay yarışları var. Sonra onları da çekeceğim sanırım.”
“Tayların yarışmasına ne kadar var?”
“İki tanesi iki ay sonra yaşını tamamlıyor. Onları yarıştırabileceğim. Yakışıklımın ise dört ayı var.”
“Haziranda yarışabilecek yani. Peki, o zamana kadar toparlanacak mı?”
“Toparlarız.”
“Neden aldın o cılız atı?”
“Seneye neden olduğunu anlarsın tatlım. Şimdi söylesem de anlamazsın. Ama ben sana ‘bugünkü yarışı izle’ dediğimde izleyecek ve ne demek istediğimi anlayacaksın.”
“Çok iddialısın. Sen eskiden daha mütevazı idin!”
“O eskidendi canım. Seneye sizi tanımazsam şaşırmayın.”
“Görelim bakalım şu atın marifetlerini. Sonra belki bir tane de ben isterim tay.” Elini henüz belli olmayan karnında gezdirdi. Ece gülümsedi. “Eğer yeğenim isterse ona da bir at yetiştiririm. Ama o zamana kadar ilk doğacak tayın sahibi var.”
“Yeğenin atı olsun isterse köye dönmek zorundayız demektir. Yoksa balkonda at bakmak biraz güç olabilir. Sen sonra doğacaklara da başkalarını bul.”
“Ozan’ınkini bir sağ salim teslim edeyim, sonra yenileri sıraya girer.”
Mehmet Ali Sümer’e verecekti doğacak tayı. Daha doğrusu üç yaşındaki oğluna söz vermişti. Mehmet Ali köyde pek sevilmiyordu. Karısı iki sene önce evin merdivenlerinden düşerek ölmüştü. Köylü, karı kocanın bir gün önce kavga ettiklerini duyduğu için bu ölümü şüpheli görmüştü. Oysa jandarma genç kadının evde tek başına olduğunu ve merdivenden düşerek boynunu kırıp öldüğünü tespit etmişti. Ailesi tek oğluna bakmak için yeniden evlenmesini istemiş ama Mehmet Ali buna yanaşmamıştı. Oğluna bakmaları için annesini, kız kardeşini ve eniştesini yanında oturmaya ikna etmişti. Karısının ölümünden sonra uzunca bir süre merdivenden yuvarlayanın o olduğu dedikodusu köyde dolaşmış Ece de etkilenmişti söylenenlerden. Aradan geçen zaman genç adamın yüzündeki üzüntü izlerini azaltacağına arttırmış, Ece de, kendi düşüncelerinden utanır olmuştu. Zamanla yine aralarında güzel bir arkadaşlık kurulmuştu. Oğlu ise neredeyse yakışıklısından sonraki en büyük aşkıydı. Annesine benzeyen çocuk, sarı saçları ve mavi gözleri ile etrafta koşturduğunda Ece keyifleniyordu. 
“Mehmet Ali evlenmeyi düşünmüyor mu hala?”
“Sanmıyorum.” Derken dalgındı Ece. “Annesi de çok istiyor ama o nedense uzak duruyor.”
“Acaba evlenmek istediği kişi onun duygularının farkında olmayabilir mi? Adam da konuşamıyor, açılamıyordur.” Asude’nin sesindeki imaları fark etmemişti.
“Bilmem ki. Belki de öyledir ama Mehmet Ali çekingen biri değil. O da yıllarca köyden uzakta yaşadı. Hâlâ da bir ayağı İstanbul’da. Belki de orada bir sevgilisi vardır.”
“Olsa üzülür müsün?”
“Neden üzüleyim ki?”
“Off Ece, sen hala atları çiftleştirmeye uğraş. Kendin ne zaman çiftleşeceksin acaba?”
“Ohh, bu da neydi böyle? Senin hormonlar gerçekten azıtmış. Nereden çıktı benim çiftleşmem? Hem ne kadar tuhaf bir tanımlama bu böyle.”
“Kibar söylesem değişecek mi tavrın? Bak kızım bu adam sık sık buraya geliyor. Oğlunu da getiriyormuş. Annem söyledi. Yani annen söyledi. Senin etrafından ayrılmıyor. Belki de amacı senin duygularını anlamaktır. Neden bir şans vermiyorsun?”
“Asude, sen benim ağzımı aramak için mi ahırlara geldin? Seni annem mi yolladı?”
“Ne alakası var? Ben merak ediyorum.”
“Bak tatlım, ilk ve şimdilik tek yeğenimi doğuracak olmasan seni bir güzel pataklardım. Mehmet Ali ile sadece atlar için bir araya geliyoruz. İkimizin de aşk hayatı birbirinden çok uzak. Benim zaten aşk hayatım yok. Onun varsa da ben bilmiyorum. Anlatabildim mi? Kısa süre sonra ona yeni bir tay daha verecek, yarıştırdığı atını da aygır olarak bir süre isteyenlerle çiftleştireceğim. Bunu da benim çiftlikte yapacağız. Bundan başka, bir de yarışların antrenmanlarını bizim parkurda yapıyoruz. Tüm ilgimiz alakamız bu.”
“Bu ne uzun açıklamaydı? Acaba bir şeyleri gizlemek için mi bu kadar detaya girdin?” Asude artık kızdırmak için özellikle uğraşıyordu. Ece de bunu anlayıp gülmeye başladı. “Kapa çeneni ve biraz daha hızlı yürü. Senin temponu gören üç değil sekiz aylık hamile sanacak.”
“Tamam sustum. İzmir’e mi gideceksin yine?”
Asude yine merakla sormuştu. Ece, atlarını İzmir yarışlarına sokuyordu. Yarış zamanları bir iki gün önceden İzmir’e gidiyor ya da atlarını önden gönderip kendisi yarış günü gidip ertesi gün dönüyordu. “Evet, İzmir’e gideceğim. İstediğin bir şey var mı?”  
“Biraz deniz getir bana oralardan.”
“Senin bu deniz düşkünlüğün ne olacak? Duyan da tüm hayatın deniz kenarında geçmiş sanacak. Oysa denizi ilk gördüğünde on sekiz yaşındaydın.”
“O yaşımdan beri de aşığım denize. Evlenmeseydim belki de yerleşirdim bir sahil kasabasına.”
“İlkay olmasaydı belki. Ama artık şansın yok.”
“Moralimi bozma. Belki bir gün ikna ederim ve deniz kenarında bir şehre taşınırız. İzmir’e mesela! Neden olmasın? Hem sen de yarışlara gittiğinde arkadaşlarında kalacağına bizde kalırsın. Bebeği sana bırakır kocamla gezmeye çıkarım. Ah çok sevdim bu planı. İlkay’ı ikna çabalarıma başlayayım. Nasılsa hamileyim diye ne istesem yapıyor garibim.”
“Bebek bakmak mı? Bunu İlkay’a çıtlamam şart oldu.” Ece, kardeşlerine bakarak büyüdüğü için evde sık sık bebek bakmaktan bıktığını söylerdi. Aslında durum tam tersiydi. Severek bakmıştı kardeşlerine. Yeniden bir bebek büyütmek güzel olabilirdi. Ama artık kendi bebeklerini istiyordu. Tabii bunu asla ağzından kaçırmayacaktı. 
“Aman sakın ha. Tamam, bebek bakmak istemiyorsan biz de Antalya tarafında bir yer alırız.”
“Şu benim yakışıklımı Antalya’da bir çiftlikten aldım. Orayı da satacaklar sanırım. Merkeze uzak ama evin bir deniz manzarası var. Tam senlik.” Müzayedeye gittiğinde eve ve manzarasına hayran olmuştu. Kendi evini ve köyünü çok sevmese taşınmayı bile düşünebilirdi. Asude ise olayın başka bir boyutundaydı. “Neden satıyorlar?”
“İflas etmişler. Neden olduğunu bilmiyorum ama ellerindeki hemen her şeyi yok pahasına satacaklardı.”
“Aman kalsın, ‘ah’lı mal istemem ben.” Ece onun cümlesi bitmeden gülmeye başlamıştı. “Kaynanasının gelini. Tay yüzünden başımın etini yiyor annem. İnsanlar zordaymış da ben onların malını ucuza almışım da…” Annesi düşüncelerini dile getirse de ucuza alma konusunda kızının günahını alıyordu.  
Henüz yarış adını koymadığı yakışıklısı satışa çıkartılan atlar içinde en kötü durumda olanıydı. Soyağacı çok iyi olsa da tayın babası sadece üç yarışta koşmuş bir ikincilik iki birincilik almış yarışlardan çekilmişti. Zayıflıktan kemikleri gözüken taya kimse ilgi göstermemiş, açık arttırmaya katılan olmadığı için açılış fiyatından satın almıştı. İstese fiyatı düşürebilirdi de. Ama bunu istememiş başkalarının içinde bulunduğu zor şartlardan yararlanmak kendisine ters gelmişti. Arttırma sonrası kendisine yöneltilmiş, iş bilmez olduğunu ima eden bakışlara aldırmadan, çelimsiz atı uzun süre okşamış ve yeni hayatının güzel olacağını kulağına fısıldamıştı.
O atı alarak hayvanın hayatını kurtardığını biliyordu. Ama asıl kimsenin bilmediği o atın gün gelip kendisinin hayatını değiştireceğiydi. Çok para kazanacağından emindi. Ata gösterdiği ilgiyi görenler ve kendisini tanıyanlar çelimsiz ata yaklaşmaya, bacaklarını kontrol etmeye başlamışlardı bile. Bir iki tanesi “Çok uğraşacaksın, bir senesi boşa geçecek.” Diye yatırımının kıymeti olmadığını, geç alınmış bir at olduğunu ima etmişti. Yine de bu satışın ardındakini merak etmiyor değillerdi. Ece yetiştirdiği ve yarıştırdığı atlarla tanınan biriydi artık. 

3 yorum: