Çağla, cumartesiye kadar
tamamen iyileşti. Süleyman beyin doğum gününe şirketçe katılacaklardı. Kimse
yanında kız ya da erkek arkadaş getirmiyordu. Elif ile Berna’ya erkeklerine
dikkat edeceğinin sözünü verdi.
Partinin yapılacağı yere
geldiğinde görevliler kendisini oturacakları masaya yönlendirdi. Güzel bir
otelin restoranında kutlama yapılacaktı.
Süleyman Bey ve eşi
kendisini karşıladığında elindeki hediyesini de vermişti. Hasta yatarken hazırladığı
bir resimdi. Tüm çalışanların photoshoplu fotoğraflarından oluşan bir resim
yapmıştı. En üstte Süleyman Bey vardı.
Süleyman Bey, en tepede
olan resmine baktığında kahkahayı koyuvermişti. Çünkü orada büyük patron edası
ile oturan oldukça kilolu biri vardı. Sadece yüzü patrona aitti. Diğer tüm
personel de photoshop ile değiştirilmişti. Espriler hazırlanırken Tayfun beye
iltimas geçmişti. Sadece bir top sakal eklemişti. Aslında iltimas ona değil
kendineydi, çünkü ne tepki vereceğini bilemediği için onun resmi ile az
oynamıştı.
Süleyman Bey eşine de
gösterdiği resme bakıp bakıp gülüyordu. Seviyordu bu adamı Çağla.
Masada kendisine ayrılmış
yere yürürken, Tayfun yanına gelmiş, kendisini aile büyüğü babaannesi ile
tanıştırmak istediğini söylemişti. Çağla, daha önce methini duyduğu bu kadın
ile tanışmayı çok istiyordu.
Tayfun, babaannesinin neden
özellikle Çağla ile tanışmak istediğini gayet iyi biliyordu. Ona o gece her
şeyi anlatmıştı. Yine de kendisi Çağla ile konuşmadan, ona bir şey belli
etmemesi için çok dil dökmüştü. Annesinin bile bilmediği şeyi bilen babaannesi
konuşmamak için rüşvet istemişti. Bu yaz babaannesi ile kısa bir tatil
yapacaktı. Bundan çok keyif alacağını biliyordu. Çılgın bir kadındı. Onunla
asla sıkılmayacaktı!
Çağla tanıştığı kadının ne
kadar dinç olduğunu görüp hayret etti. Seksen yaşını bitirmiş olmasına rağmen
sağlıklı ve güler yüzlüydü.
“Afife Hanım, çok memnun
oldum. Bana sırrınızı söyler misiniz?” Çağla son cümleyi kulağına doğru
eğilerek söylemişti. Şaşkın bir yüzle yanıtladı Afife Hanım onu. “Hangi
sırrımı?”
“Nasıl bu kadar dinç ve
güzel kaldınız? Hayatınıza erkek sokmadınız desem, değil. İki oğlunuz olmuş. Bu
sırrı mutlaka öğrenmeliyim.”
Genç kızı biraz daha
kendisine yaklaştırıp kulağına “Çok sevdim ve çok sevildim.” dedi. Afife
Hanımın sesi çok içtendi. Çağla, yaşlı kadının hüzünlenmesine izin vermemek
için “İkisi de aynı erkek miydi?” diye sordu. Afife hanımım bu kez gözlerinde
muzip kahkahalar uçuştu.
“Çok şanslıydım ki aynı
erkekti. Ben kocamı, o da beni çok sevdi.”
“Darısı başıma dersem amin
der misiniz?” Çağla bu isteğinde çok içtendi.
“Amin canım. Amin… Tayfun?”
İki kadını ayakta dinleyen
ve gülümseyen Tayfun babaannesinin seslenmesi ile biraz eğilmişti. “Efendim,
Afife hatun?”
“Çağla kızımın sandalyesini
benim yanıma koysunlar. Burada doğru düzgün konuşacağım birileri olması güzel.”
Tayfun, babaannesinin bu
sözlerine şaşırmamıştı. Çağla gibi neşeli insanları her zaman yakınlarında
isterdi. İki gelinini de severdi. Onların da neşeli yapılarından gençlik aşısı
aldığını söylerdi. Çağla’yı yanında istemesinin bir nedeni bu neşeli hali ise
diğer nedeni onu tanıma isteğiydi. Önce biraz çekinse de sözünü tutacağını
bildiği için isteğini hemen yerine getirdi. Garsonlar da servisi taşıyarak
düzenlemeyi bitirdi. Tayfun garsonlara teşekkür etti. Çağla zaten aksi bir
tavrını görmemişti bugüne kadar.
Çağla yerine oturmadan önce
Tayfun Beyin annesi ile de tanıştı. Bilmese ana oğul değil, abla kardeş
diyebilirdi. Çok genç bir kadındı. “Sizin ailede genç kalmak zorunluluk galiba?
Tayfun bey annem demese asla tahmin edemezdim.”
“İltifat ediyorsunuz.”
Ümran genç kızın tavrını önce samimiyetsiz sansa da bir sonraki cümle ile
yanıldığını anladı. “Ben iltifat etmeyi bilmem, Ümran Hanım. Neyse onu
söylerim. Bazen kötü oluyor tabii ama böyle durumlarda da rahatlık veriyor.
Kayınvalideniz sırrını sizinle de paylaşmış sanırım.”
“Bir sırrı mı varmış
annemin?”
“Çok sevmiş ve sevilmiş.”
“A evet, o sırrı bizlere de
aşıladı.” Kendisi hakkında söyledikleri doğruydu. Evet bu kız açık konuşan
kızlardandı. Abartılmadığı durumlarda çok severdi açık sözlülüğü.
“Ne kadar şanslısınız.”
Çağla, çok içtendi.
“Gerçekten şanslıyız.
Umarım sen de o şansı yakalayanlardan olursun.”
“Ben umutsuz vakayım. Hala
arıyorum.”
“Erkekler mi aptal? Sen mi
seçicisin?” Annesinin cümlesini duyan Tayfun bir an ne diyeceğini şaşırdı.
Aptal mı? Aptal falan değildi, sadece bu kız kendisini bir türlü görmüyordu.
Çağla, bu kez de Ümran
Hanıma biraz daha eğildi, “Bence erkekler salak. Ben de hep o salakları
seçiyorum.” Ümran Hanım kahkahayı basmıştı. “Bir gün akıllısını bulursun, o da
seni görürse sorun yok. O zamana kadar aramaya devam.”
“Çok uzun sürmese iyi
olur.”
“O niye?”
“Bir sürü salakla çıkmak,
prensi bulmak için kurbağaları öpmeye benziyor.”
“Öpme sende!”
Tayfun annesi ile Çağla
arasında geçen konuşmanın o anında beyninden vurulmuşa döndü. Onun başkaları
ile öpüştüğünü düşünmek çok canını yakmıştı. Elini sinirle saçlarının arasından
geçirirken Çağla’nın yanıtını duydu.
“Ayyy öpmem zaten.
Öpüyormuş gibi yaparken bile anlıyorum artık.”
Tayfun tuttuğunu fark
etmediği nefesini bıraktı. Bu kız kendisini mahvediyordu.
Ümran hanım, bu dürüst
konuşmayı zevkle yapıyordu. İki kadın konuşurken Afife Hanım da onları izliyor,
duyamadığı zamanlarda eğilerek dinliyordu.
Masada oturan iki genç
kızın Tayfun’un kardeşleri olduğunu tahmin etti. Tayfun önce büyük kız kardeşi
Melis ile sonra da en ufakları Selin ile tanıştırdı. İki kız da ağabeylerinin
tanıştırdığı kızı tepeden tırnağa süzdüler. Tayfun onların akıllarından
geçenlerin ne olduğunu az çok tahmin ediyordu. Nurgül ile olan birlikteliğinde
kızların nefretini her an hissetmişti. Üstelik en fazla üç kez bir araya
gelmişlerdi.
Çağla, “Ne kadar
şanslısınız ben okulları hep anamın dizi dibinde okudum. Tadını
çıkartıyorsunuzdur umarım.” dediğinde Tayfun öksürerek kendini belli etti.
Çağla hiç istifini bozmadan “Tayfun Bey, siz bizi mi dinliyorsunuz?” diye
sordu.
“Sen kardeşlerimi
ayartmazsan ben de dinlemek zorunda kalmam.”
“Ben sizi ayarttım mı
kızlar?” Yüzüne yerleştirdiği masum ifade ile iri gözleri daha da
güzelleşmişti. İki kız da gülümsüyordu. “Asla, hiç öyle şeyler ima
etmedin.”
Tayfun, Çağla’nın kız
kardeşlerinin de gönlünü çaldığının farkındaydı. Bunu özel bir çaba harcayarak
yapmaması onu daha da çekici kılıyordu. Neyse oydu. Kızların yüzünden onunla
tanışmaktan memnun olduklarını anlamak daha da keyiflendirdi Tayfun’u. Doğru
yolu takip ettiğinin farkındaydı.
Nihayet masadaki diğer aile
fertleri Süleyman Beyin eşi ve iki kızıyla, onların kocaları ile tanıştırıldı.
Bir hafta önce doğum günü olan ufaklık da oradaydı. Sapsarı saçları ile çok
tatlı olan yeğeni masanın etrafında koşup duruyordu. Masanın diğer ucu hala
boştu. İş arkadaşları henüz gelmemişti.
Oldukça kalabalık bir
partiydi. Çağla, Nurgül’ün partide olmadığını fark etti. Neden gelmemişti? İşi
vardı belki! Ya da assolistler gibi en son gelecek ve o muhteşem vücudu ile
herkesi kendine baktıracaktı. Masayı kontrol ettiğinde Ümran Hanımın yanında
yeri olan Tayfun’un hemen yanında kız kardeşinin oturduğunu gördü. Kendi yanında
da Süleyman Beyin eşi oturuyordu. Yani ne yanında ne de karşısında Nurgül için
yer ayırmamıştı! Bana ne, diyerek masadaki yeni yerine yani Afife Hanımın
yanına oturdu.
Ordöv tabağındakilerden
sevdiklerini iştahla yiyordu. Afife hanımın biber dolmasını büyük bir keyifle
yediğini görünce kendi tabağındakini de onun tabağına aktarmıştı. Afife Hanım,
ona teşekkür ettikten sonra “Sevmez misin?” diye sordu.
“Severim.”
“Sevdiğin şeyleri hep
paylaşır ya da başkalarına verir misin?”
“Sadece benden daha çok
sevdiğini düşündüklerime…”
Tayfun bu sahneyi
izlediğinde leblebi üzümü anımsadı. “Babaanne, leblebi üzümünü isteme ama. Onu
kesinlikle kimseye vermiyor.”
Çağla, “Size ikram etmiştim
ama!” dediğinde Afife de Tayfun da gülümsedi.
Afife Hanım, “Dolma ya da
leblebi üzüm neyse de bu bir erkek olursa, vazgeçmek için bu kadar hevesli
olma.”
“Sevdiğim erkeği kimse ile
paylaşacağımı sanmam.”
“Ailesi ile?”
“Aile ‘kimse’ değildir. Ama
başka biri elimden falan almaya kalkarsa ve evdeki adamın gitmeye niyeti yoksa
o kadının vay haline.”
“Adamın gitmeye niyeti
varsa?”
“Eh aptallığına yansın.
Beni kaybeder.”
“O kadar kendine
güveniyorsun yani?”
“Sevgimi hak etmeyene neden
kal diyeyim? Gitsin tabii. Rahmetli eşiniz başkasını sevdiğini söyleseydi
bırakmaz mıydınız?” Çağla, aşık olduğu erkeği bulursa onu kaybetmemek için çok
şey yapardı ama başkasını sevdiğini söyleyen erkeği hemen bırakırdı. Bundan
emindi.
“Aman iyi ki söylememiş.
Bırakırdım ama kahrolurdum.” Afife Hanım gülerek söylemişti bunları.
“Ben de kahrolurdum. Yine
de bırakırdım. Bari o mutlu olsun derdim.”
“Buna artık yüce gönüllülük
denmiyor biliyorsun değil mi?”
“Aptallık deniyordur.
Densin. Benim kitapta hala anlamı yüce gönüllülük.” Çağla, arada neredeyse
altmış yaş olan bu kadınla çok rahat konuşabildiğini gördü. Gerçekten ruhu
gençti.
Yemeğin ilerleyen
saatlerinde tüm iş arkadaşları gelmişti. Dans müzikleri eşliğinde masadaki
erkeklerin çoğu ile dans etti. Yakup ve Ali ile dans ettikten sonra Doğan ile
kalkmıştı. Caner’den sonra Fatih ile dansa kalkmıştı. Çağla tam yorulduğunu
söyleyecekken Süleyman Bey yanına geldi. Partnerini değiştirdikten sonra dansa
devam etti.
“Sizi şişmanlattım diye
kızmadınız değil mi?”
“Olur mu öyle şey? O resmi
odama koyacağım ve asla öyle olmamak için dikkat edeceğim.”
“Siz öyle olmazsınız.”
“Teşekkür ederim. Bizim
ailede kimse şişmanlamaz. Şişmanlayanı annem zayıflatır.”
“Afife hanıma despot demeye
kalkmıyorsunuz değil mi?”
“Annem asla despot
değildir. Sadece istediğini daima alır.”
“Müthiş bir özellik.”
“Bu göreceli bir kavram.
Onun istediği olurken senin istediğin olmuyor demektir.”
“Sizler karşı gelerek, onun
kazanmasını mı sağlıyorsunuz, yoksa hep bileğinin hakkı ile mi kazanıyor?”
“Bizi yakaladın. Evet,
bazen o mutlu olsun diye bizim de istediğimiz şeyleri sanki istemiyor gibi davranıyor
ve onu canlı tutuyoruz.”
“Çok dinç gerçekten.”
“Evindeki kapalı havuzunda
yaz kış yüzer. Bizleri de parmağında oynatır. Nasıl dinç olmasın?”
“Ve babanızı çok sevmiş.”
“Evet, onlarınki büyük
aşktı.”
“Müthiş bir şey.”
“Kesinlikle müthiş. Ama ben
onun kadar dinç değilim. Yoruldum oturalım mı?”
Çağla da yorulmuştu. Biraz
dinlenmek iyi gelecekti. Yerine oturup pisti izlemeye başladı. Masadaki
erkeklerin hepsi oturuyordu. Biri hariç. Sadece Tayfun Bey dans ediyordu. Diğer
masada oturan genç bir kız vardı kollarında.
O sırada Tayfun ile bakışları karşılaştı. Çağla ne yapacağını
bilemeyince hafifçe gülümsemişti. Tayfun’un ise yüzü gülmüyordu. Müzik bitmeden
dans ettiği kızı yerine oturttu. Sonra da salonun dışına doğru yürüdü. Zaten
çok az oturmuştu masada. Genelde başka masalardaki insanlarla konuşuyordu.
Annesinin yanındaki sandalyesi hep boştu.
Çağla dalgın şekilde
arkasından baktığını fark ettiğinde kendine gelip başını masaya çevirdi.
Yanında oturan Afife Hanım ile bakışları karşılaştı. Yaşlı kadın gülümsüyordu.
Çağla da ona gülümsedi.
On dakika kadar sonra
Tayfun yine içeri girmiş asık yüzü ile sandalyesine oturmuştu. Elindeki
telefonunu çevirip duruyordu. Dışarı çıkarken de yüzü asıktı ama şimdi ciddi
şekilde kaşları çatılmıştı. Çağla merak ediyor ama soramıyordu. Neden bu kadar
tadı kaçmıştı küçük patronun?
“Tayfun, amcan görmesin
yüzünü. Ne o ben de yaşlanıyorum diye mi üzülüyorsun?”
“Babaanne, sana çekmişim
ben yaşlanmayacağım. Sadece densiz biri canımı sıktı.”
Çağla, o kişinin partiye
gelmeyen Nurgül olduğundan emindi.
“Senin canını sıkan başka
şey ama neyse. Hadi beni dansa kaldır. Otur otur bacaklarım uyuştu.”
Tayfun sinirini yatıştırıp
babaannesine baktı. “Benim için bir zevk. Salonun en güzel kadını ile dans
edeceğim.”
“Pazartesi göz doktoruna
gidiyorsun.” Tayfun ilk kez gülümsedi.
Çağla çok nadir gördüğü
gülümsemeye takılı kalmıştı. Genelde de o gülme dudaklarından gözlerine
ulaşmazdı. İlk kez gözleri ile güldüğünü görüyordu. Üstelik bunu babaannesine
yönlendirmişti. Gülerken daha da yakışıklı oluyordu.
Piste çıktıktan kısa süre
sonra tango çalmaya başlamıştı. Tayfun babaannesi ile tango yaparken çok
keyifliydi. Afife hanım genç kızlara taş çıkartan hareketleri ile torununa uyum
sağlıyordu. Çağla bilmese en fazla elli yaşında olduğunu söylerdi. Düzenli
sporun ne kadar büyük faydası olduğunun en büyük kanıtıydı Afife Hanım.
Tango bitince, dans müziği
çalmaya başlamıştı. Afife Hanım, torununu biraz çekerek “Sen hala benimle mi
dans edeceksin? Kaldırsana Çağla’yı dansa! Kız orada öyle oturuyor.”
“Babaanne sen de gördün o
benim farkımda değil.”
“Sen öyle san. Kaldır
bakalım dansa neler olacak? Ah ah biz gençken zamanı bu kadar boşa
harcamazdık.”
Tayfun, babaannesinin
teşvik etmesi ile Çağla’ya dans teklif etti. Çağla da ikiletmeden kalktı. Piste
yürürken elini beline koymuştu. Hasta olduğunda da aynı şekilde yönlendirmişti
kendisini. Tam bundan ne kadar hoşlandığını düşünürken aklına hastayken hiç
aramadığı geldi. Tayfun Beyin kendisini aramamış olması bu kadar önemli miydi?
Evet, çok önemliydi.
Çünkü Tayfun Beyden çok
hoşlanıyordu. Hoşlanıyor muydu? O kadar basit miydi, hissettikleri? Onunla
ilgili dikkat ettiği noktaları düşündü. Neredeyse her şeyine dikkat ettiğini
fark etti. O sinirliyse yatıştırmak istediğini, üzgünse yüzünü güldürmek istediğini,
üzeni boğmak istediğini fark etti. Kendisi ile ilgilenmeyince alındığını,
üzüldüğünü fark etti. Dokunmasından ne kadar çok hoşlandığını….. o an
kollarındaydı ve orada olması çok doğal geliyordu. Keşke daha yakın durabilse,
keşke sarılabilseydi…
Nihayet aylardır
dillendiremediği, düşüncelerinde bile isim veremediği gerçeği kabullendi.
Tayfun’a aşıktı…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder