8 Eylül 2015 Salı

DOĞRU ERKEK NASIL BULUNUR? 20. Bölüm

Çağla, cumartesiye kadar tamamen iyileşti. Süleyman beyin doğum gününe şirketçe katılacaklardı. Kimse yanında kız ya da erkek arkadaş getirmiyordu. Elif ile Berna’ya erkeklerine dikkat edeceğinin sözünü verdi.
Partinin yapılacağı yere geldiğinde görevliler kendisini oturacakları masaya yönlendirdi. Güzel bir otelin restoranında kutlama yapılacaktı.
Süleyman Bey ve eşi kendisini karşıladığında elindeki hediyesini de vermişti. Hasta yatarken hazırladığı bir resimdi. Tüm çalışanların photoshoplu fotoğraflarından oluşan bir resim yapmıştı. En üstte Süleyman Bey vardı.
Süleyman Bey, en tepede olan resmine baktığında kahkahayı koyuvermişti. Çünkü orada büyük patron edası ile oturan oldukça kilolu biri vardı. Sadece yüzü patrona aitti. Diğer tüm personel de photoshop ile değiştirilmişti. Espriler hazırlanırken Tayfun beye iltimas geçmişti. Sadece bir top sakal eklemişti. Aslında iltimas ona değil kendineydi, çünkü ne tepki vereceğini bilemediği için onun resmi ile az oynamıştı. 


Süleyman Bey eşine de gösterdiği resme bakıp bakıp gülüyordu. Seviyordu bu adamı Çağla.
Masada kendisine ayrılmış yere yürürken, Tayfun yanına gelmiş, kendisini aile büyüğü babaannesi ile tanıştırmak istediğini söylemişti. Çağla, daha önce methini duyduğu bu kadın ile tanışmayı çok istiyordu.
Tayfun, babaannesinin neden özellikle Çağla ile tanışmak istediğini gayet iyi biliyordu. Ona o gece her şeyi anlatmıştı. Yine de kendisi Çağla ile konuşmadan, ona bir şey belli etmemesi için çok dil dökmüştü. Annesinin bile bilmediği şeyi bilen babaannesi konuşmamak için rüşvet istemişti. Bu yaz babaannesi ile kısa bir tatil yapacaktı. Bundan çok keyif alacağını biliyordu. Çılgın bir kadındı. Onunla asla sıkılmayacaktı!
Çağla tanıştığı kadının ne kadar dinç olduğunu görüp hayret etti. Seksen yaşını bitirmiş olmasına rağmen sağlıklı ve güler yüzlüydü.
“Afife Hanım, çok memnun oldum. Bana sırrınızı söyler misiniz?” Çağla son cümleyi kulağına doğru eğilerek söylemişti. Şaşkın bir yüzle yanıtladı Afife Hanım onu. “Hangi sırrımı?”
“Nasıl bu kadar dinç ve güzel kaldınız? Hayatınıza erkek sokmadınız desem, değil. İki oğlunuz olmuş. Bu sırrı mutlaka öğrenmeliyim.”
Genç kızı biraz daha kendisine yaklaştırıp kulağına “Çok sevdim ve çok sevildim.” dedi. Afife Hanımın sesi çok içtendi. Çağla, yaşlı kadının hüzünlenmesine izin vermemek için “İkisi de aynı erkek miydi?” diye sordu. Afife hanımım bu kez gözlerinde muzip kahkahalar uçuştu.
“Çok şanslıydım ki aynı erkekti. Ben kocamı, o da beni çok sevdi.”
“Darısı başıma dersem amin der misiniz?” Çağla bu isteğinde çok içtendi.
“Amin canım. Amin… Tayfun?”
İki kadını ayakta dinleyen ve gülümseyen Tayfun babaannesinin seslenmesi ile biraz eğilmişti. “Efendim, Afife hatun?”
“Çağla kızımın sandalyesini benim yanıma koysunlar. Burada doğru düzgün konuşacağım birileri olması güzel.”
Tayfun, babaannesinin bu sözlerine şaşırmamıştı. Çağla gibi neşeli insanları her zaman yakınlarında isterdi. İki gelinini de severdi. Onların da neşeli yapılarından gençlik aşısı aldığını söylerdi. Çağla’yı yanında istemesinin bir nedeni bu neşeli hali ise diğer nedeni onu tanıma isteğiydi. Önce biraz çekinse de sözünü tutacağını bildiği için isteğini hemen yerine getirdi. Garsonlar da servisi taşıyarak düzenlemeyi bitirdi. Tayfun garsonlara teşekkür etti. Çağla zaten aksi bir tavrını görmemişti bugüne kadar.  
Çağla yerine oturmadan önce Tayfun Beyin annesi ile de tanıştı. Bilmese ana oğul değil, abla kardeş diyebilirdi. Çok genç bir kadındı. “Sizin ailede genç kalmak zorunluluk galiba? Tayfun bey annem demese asla tahmin edemezdim.”
“İltifat ediyorsunuz.” Ümran genç kızın tavrını önce samimiyetsiz sansa da bir sonraki cümle ile yanıldığını anladı. “Ben iltifat etmeyi bilmem, Ümran Hanım. Neyse onu söylerim. Bazen kötü oluyor tabii ama böyle durumlarda da rahatlık veriyor. Kayınvalideniz sırrını sizinle de paylaşmış sanırım.”
“Bir sırrı mı varmış annemin?”
“Çok sevmiş ve sevilmiş.”
“A evet, o sırrı bizlere de aşıladı.” Kendisi hakkında söyledikleri doğruydu. Evet bu kız açık konuşan kızlardandı. Abartılmadığı durumlarda çok severdi açık sözlülüğü.
“Ne kadar şanslısınız.” Çağla, çok içtendi.
“Gerçekten şanslıyız. Umarım sen de o şansı yakalayanlardan olursun.”
“Ben umutsuz vakayım. Hala arıyorum.”
“Erkekler mi aptal? Sen mi seçicisin?” Annesinin cümlesini duyan Tayfun bir an ne diyeceğini şaşırdı. Aptal mı? Aptal falan değildi, sadece bu kız kendisini bir türlü görmüyordu.
Çağla, bu kez de Ümran Hanıma biraz daha eğildi, “Bence erkekler salak. Ben de hep o salakları seçiyorum.” Ümran Hanım kahkahayı basmıştı. “Bir gün akıllısını bulursun, o da seni görürse sorun yok. O zamana kadar aramaya devam.”
“Çok uzun sürmese iyi olur.”
“O niye?”
“Bir sürü salakla çıkmak, prensi bulmak için kurbağaları öpmeye benziyor.”
“Öpme sende!”
Tayfun annesi ile Çağla arasında geçen konuşmanın o anında beyninden vurulmuşa döndü. Onun başkaları ile öpüştüğünü düşünmek çok canını yakmıştı. Elini sinirle saçlarının arasından geçirirken Çağla’nın yanıtını duydu.
“Ayyy öpmem zaten. Öpüyormuş gibi yaparken bile anlıyorum artık.”
Tayfun tuttuğunu fark etmediği nefesini bıraktı. Bu kız kendisini mahvediyordu.
Ümran hanım, bu dürüst konuşmayı zevkle yapıyordu. İki kadın konuşurken Afife Hanım da onları izliyor, duyamadığı zamanlarda eğilerek dinliyordu.
Masada oturan iki genç kızın Tayfun’un kardeşleri olduğunu tahmin etti. Tayfun önce büyük kız kardeşi Melis ile sonra da en ufakları Selin ile tanıştırdı. İki kız da ağabeylerinin tanıştırdığı kızı tepeden tırnağa süzdüler. Tayfun onların akıllarından geçenlerin ne olduğunu az çok tahmin ediyordu. Nurgül ile olan birlikteliğinde kızların nefretini her an hissetmişti. Üstelik en fazla üç kez bir araya gelmişlerdi.
Çağla, “Ne kadar şanslısınız ben okulları hep anamın dizi dibinde okudum. Tadını çıkartıyorsunuzdur umarım.” dediğinde Tayfun öksürerek kendini belli etti. Çağla hiç istifini bozmadan “Tayfun Bey, siz bizi mi dinliyorsunuz?” diye sordu.
“Sen kardeşlerimi ayartmazsan ben de dinlemek zorunda kalmam.”
“Ben sizi ayarttım mı kızlar?” Yüzüne yerleştirdiği masum ifade ile iri gözleri daha da güzelleşmişti. İki kız da gülümsüyordu. “Asla, hiç öyle şeyler ima etmedin.” 
Tayfun, Çağla’nın kız kardeşlerinin de gönlünü çaldığının farkındaydı. Bunu özel bir çaba harcayarak yapmaması onu daha da çekici kılıyordu. Neyse oydu. Kızların yüzünden onunla tanışmaktan memnun olduklarını anlamak daha da keyiflendirdi Tayfun’u. Doğru yolu takip ettiğinin farkındaydı.
Nihayet masadaki diğer aile fertleri Süleyman Beyin eşi ve iki kızıyla, onların kocaları ile tanıştırıldı. Bir hafta önce doğum günü olan ufaklık da oradaydı. Sapsarı saçları ile çok tatlı olan yeğeni masanın etrafında koşup duruyordu. Masanın diğer ucu hala boştu. İş arkadaşları henüz gelmemişti.
Oldukça kalabalık bir partiydi. Çağla, Nurgül’ün partide olmadığını fark etti. Neden gelmemişti? İşi vardı belki! Ya da assolistler gibi en son gelecek ve o muhteşem vücudu ile herkesi kendine baktıracaktı. Masayı kontrol ettiğinde Ümran Hanımın yanında yeri olan Tayfun’un hemen yanında kız kardeşinin oturduğunu gördü. Kendi yanında da Süleyman Beyin eşi oturuyordu. Yani ne yanında ne de karşısında Nurgül için yer ayırmamıştı! Bana ne, diyerek masadaki yeni yerine yani Afife Hanımın yanına oturdu.
Ordöv tabağındakilerden sevdiklerini iştahla yiyordu. Afife hanımın biber dolmasını büyük bir keyifle yediğini görünce kendi tabağındakini de onun tabağına aktarmıştı. Afife Hanım, ona teşekkür ettikten sonra “Sevmez misin?” diye sordu.
“Severim.”
“Sevdiğin şeyleri hep paylaşır ya da başkalarına verir misin?”
“Sadece benden daha çok sevdiğini düşündüklerime…”
Tayfun bu sahneyi izlediğinde leblebi üzümü anımsadı. “Babaanne, leblebi üzümünü isteme ama. Onu kesinlikle kimseye vermiyor.”
Çağla, “Size ikram etmiştim ama!” dediğinde Afife de Tayfun da gülümsedi.
Afife Hanım, “Dolma ya da leblebi üzüm neyse de bu bir erkek olursa, vazgeçmek için bu kadar hevesli olma.”
“Sevdiğim erkeği kimse ile paylaşacağımı sanmam.”
“Ailesi ile?”
“Aile ‘kimse’ değildir. Ama başka biri elimden falan almaya kalkarsa ve evdeki adamın gitmeye niyeti yoksa o kadının vay haline.”
“Adamın gitmeye niyeti varsa?”
“Eh aptallığına yansın. Beni kaybeder.”
“O kadar kendine güveniyorsun yani?”
“Sevgimi hak etmeyene neden kal diyeyim? Gitsin tabii. Rahmetli eşiniz başkasını sevdiğini söyleseydi bırakmaz mıydınız?” Çağla, aşık olduğu erkeği bulursa onu kaybetmemek için çok şey yapardı ama başkasını sevdiğini söyleyen erkeği hemen bırakırdı. Bundan emindi.
“Aman iyi ki söylememiş. Bırakırdım ama kahrolurdum.” Afife Hanım gülerek söylemişti bunları.
“Ben de kahrolurdum. Yine de bırakırdım. Bari o mutlu olsun derdim.”
“Buna artık yüce gönüllülük denmiyor biliyorsun değil mi?”
“Aptallık deniyordur. Densin. Benim kitapta hala anlamı yüce gönüllülük.” Çağla, arada neredeyse altmış yaş olan bu kadınla çok rahat konuşabildiğini gördü. Gerçekten ruhu gençti.
Yemeğin ilerleyen saatlerinde tüm iş arkadaşları gelmişti. Dans müzikleri eşliğinde masadaki erkeklerin çoğu ile dans etti. Yakup ve Ali ile dans ettikten sonra Doğan ile kalkmıştı. Caner’den sonra Fatih ile dansa kalkmıştı. Çağla tam yorulduğunu söyleyecekken Süleyman Bey yanına geldi. Partnerini değiştirdikten sonra dansa devam etti.
“Sizi şişmanlattım diye kızmadınız değil mi?”
“Olur mu öyle şey? O resmi odama koyacağım ve asla öyle olmamak için dikkat edeceğim.”
“Siz öyle olmazsınız.”
“Teşekkür ederim. Bizim ailede kimse şişmanlamaz. Şişmanlayanı annem zayıflatır.”
“Afife hanıma despot demeye kalkmıyorsunuz değil mi?”
“Annem asla despot değildir. Sadece istediğini daima alır.”
“Müthiş bir özellik.”
“Bu göreceli bir kavram. Onun istediği olurken senin istediğin olmuyor demektir.”
“Sizler karşı gelerek, onun kazanmasını mı sağlıyorsunuz, yoksa hep bileğinin hakkı ile mi kazanıyor?”
“Bizi yakaladın. Evet, bazen o mutlu olsun diye bizim de istediğimiz şeyleri sanki istemiyor gibi davranıyor ve onu canlı tutuyoruz.”
“Çok dinç gerçekten.”
“Evindeki kapalı havuzunda yaz kış yüzer. Bizleri de parmağında oynatır. Nasıl dinç olmasın?”
“Ve babanızı çok sevmiş.”
“Evet, onlarınki büyük aşktı.”
“Müthiş bir şey.”
“Kesinlikle müthiş. Ama ben onun kadar dinç değilim. Yoruldum oturalım mı?”
Çağla da yorulmuştu. Biraz dinlenmek iyi gelecekti. Yerine oturup pisti izlemeye başladı. Masadaki erkeklerin hepsi oturuyordu. Biri hariç. Sadece Tayfun Bey dans ediyordu. Diğer masada oturan genç bir kız vardı kollarında.  O sırada Tayfun ile bakışları karşılaştı. Çağla ne yapacağını bilemeyince hafifçe gülümsemişti. Tayfun’un ise yüzü gülmüyordu. Müzik bitmeden dans ettiği kızı yerine oturttu. Sonra da salonun dışına doğru yürüdü. Zaten çok az oturmuştu masada. Genelde başka masalardaki insanlarla konuşuyordu. Annesinin yanındaki sandalyesi hep boştu.
Çağla dalgın şekilde arkasından baktığını fark ettiğinde kendine gelip başını masaya çevirdi. Yanında oturan Afife Hanım ile bakışları karşılaştı. Yaşlı kadın gülümsüyordu. Çağla da ona gülümsedi.
On dakika kadar sonra Tayfun yine içeri girmiş asık yüzü ile sandalyesine oturmuştu. Elindeki telefonunu çevirip duruyordu. Dışarı çıkarken de yüzü asıktı ama şimdi ciddi şekilde kaşları çatılmıştı. Çağla merak ediyor ama soramıyordu. Neden bu kadar tadı kaçmıştı küçük patronun?
“Tayfun, amcan görmesin yüzünü. Ne o ben de yaşlanıyorum diye mi üzülüyorsun?”
“Babaanne, sana çekmişim ben yaşlanmayacağım. Sadece densiz biri canımı sıktı.”
Çağla, o kişinin partiye gelmeyen Nurgül olduğundan emindi.
“Senin canını sıkan başka şey ama neyse. Hadi beni dansa kaldır. Otur otur bacaklarım uyuştu.”
Tayfun sinirini yatıştırıp babaannesine baktı. “Benim için bir zevk. Salonun en güzel kadını ile dans edeceğim.”
“Pazartesi göz doktoruna gidiyorsun.” Tayfun ilk kez gülümsedi.
Çağla çok nadir gördüğü gülümsemeye takılı kalmıştı. Genelde de o gülme dudaklarından gözlerine ulaşmazdı. İlk kez gözleri ile güldüğünü görüyordu. Üstelik bunu babaannesine yönlendirmişti. Gülerken daha da yakışıklı oluyordu.
Piste çıktıktan kısa süre sonra tango çalmaya başlamıştı. Tayfun babaannesi ile tango yaparken çok keyifliydi. Afife hanım genç kızlara taş çıkartan hareketleri ile torununa uyum sağlıyordu. Çağla bilmese en fazla elli yaşında olduğunu söylerdi. Düzenli sporun ne kadar büyük faydası olduğunun en büyük kanıtıydı Afife Hanım.
Tango bitince, dans müziği çalmaya başlamıştı. Afife Hanım, torununu biraz çekerek “Sen hala benimle mi dans edeceksin? Kaldırsana Çağla’yı dansa! Kız orada öyle oturuyor.”
“Babaanne sen de gördün o benim farkımda değil.”
“Sen öyle san. Kaldır bakalım dansa neler olacak? Ah ah biz gençken zamanı bu kadar boşa harcamazdık.”
Tayfun, babaannesinin teşvik etmesi ile Çağla’ya dans teklif etti. Çağla da ikiletmeden kalktı. Piste yürürken elini beline koymuştu. Hasta olduğunda da aynı şekilde yönlendirmişti kendisini. Tam bundan ne kadar hoşlandığını düşünürken aklına hastayken hiç aramadığı geldi. Tayfun Beyin kendisini aramamış olması bu kadar önemli miydi?
Evet, çok önemliydi.
Çünkü Tayfun Beyden çok hoşlanıyordu. Hoşlanıyor muydu? O kadar basit miydi, hissettikleri? Onunla ilgili dikkat ettiği noktaları düşündü. Neredeyse her şeyine dikkat ettiğini fark etti. O sinirliyse yatıştırmak istediğini, üzgünse yüzünü güldürmek istediğini, üzeni boğmak istediğini fark etti. Kendisi ile ilgilenmeyince alındığını, üzüldüğünü fark etti. Dokunmasından ne kadar çok hoşlandığını….. o an kollarındaydı ve orada olması çok doğal geliyordu. Keşke daha yakın durabilse, keşke sarılabilseydi…
Nihayet aylardır dillendiremediği, düşüncelerinde bile isim veremediği gerçeği kabullendi.

Tayfun’a aşıktı…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder