17 Eylül 2015 Perşembe

DOĞRU ERKEK NASIL BULUNUR? 29. bölüm

Tayfun az önce gelmiş, uzun zamandır görülmeyen neşeli yüzü ile herkese günaydın diyerek odasına geçmişti. Çağla kendisine özel bir bakış göndermemesine biraz bozulsa da moralini bozmayacaktı. Henüz saklayacakları on günleri vardı. Üzülmeyeceğim, derken ekrana gelen mesaj ile yüzü güldü. “Çok güzelsin. Günüm nihayet aydınlandı.”
Çağla, içinden yükselen mutluluğun derecesini ölçemeyecekti. “Teşekkür ederim. Sen de çok neşelisin.”
Ekrana düşen yeni mesajla yüzü gülümsedi. “Sayende. Öğlen işin var, yemeğe çıkma sakın.”
“Öyle mi? Öğle paydosumun yasal hakkım olduğunu sanıyordum.” Tayfun ile böyle şakalaşmanın nerdeyse imkansız olduğunu sanırdı.
“Senin sözleşmene yeni bir madde ekledim. Öğlenlerin de diğer her saatin gibi bana ait. Burada yiyeceğiz. Tamam mı?”

“Ben imza attım mı o maddeye? Anımsamıyorum. Karşılığında ne alacağım?”
“Benden başka istediğin bir şey var mı?”
“Yok.”
“Anlaştık o zaman.”
“Anlaştık. Patronum kızmasın işime döneyim.”
Bir sonraki mesajın gelmesi uzayınca Çağla merakla beklemeye başladı. Ne yazıyordu bu kadar uzun?
“Tamam canım. Bu arada önümüzdeki hafta salı çarşamba bir iş toplantısı olacak. Gelmek ister misin? Caner ile Fatih gelecekti. Fatih yerine sen gelir misin?”
Abant’dan sonra ilk kez bir iş gezisine ikisi beraber gidecekti. “Olur? Nereye gidiyoruz?”
“Avrupa yakasında bir otelde seminerimiz var. Sabah erken saatte başlayacağı için şirket yetkilileri de akşamdan otele geçiyormuş. Biz de trafiği dert etmeyelim. Akşamdan gideriz.”
“Çok iyi.”
“Tamam, ben düzenlemeleri yaparım.”
Yazışmayı bitirdiklerinde Çağla’nın aklında tek bir soru vardı. ‘Düzenlemeden kastı ne? Aynı odada kalacağımızı sanmıyor değil mi?’
Aklındakinin Tayfun’a uymadığını biliyordu. O böyle oldubittilere getirecek biri değildi. İçi rahatlayarak işine döndü. Az önceki yazışmaları yüzünden bir süre kafasını toparlayamasa da sonunda MP3 ünü kulağına takıp çalışmaya başladı.
Öğlen olduğunda herkes çıkarken Çağla işi olduğunu söyledi. Tayfun da amcasına aynı şeyi söylemişti. Herkes gidince Tayfun odasından çıkıp Çağla’nın masasına geldi. Çağla kulaklığını çıkartmış kendisine yaklaşan erkeği süzüyordu. Bu adamı nasıl bunca zaman görmemişti? O kadar aptalca davrandığı için kendisine çok kızıyordu. Özlemle baktığı erkek yanına gelince elinden tutup masadan kaldırmıştı. Yavaşça beline sarılan kollar içini ürpertiyordu.
“Çok özledim seni.” diyerek dudaklarına eğildi. Aslında iş yerinde ve kapı açıldığı an birilerinin göreceği yerde öpüşmek çok tehlikeliydi. Yine de umursamıyorlardı.  Dudaklarını ayırdığında nefes nefese konuştu Tayfun, “Gerçekten çok özlemişim. Ne kadar zormuş aynı yerde olup da uzak durmak.”
“O zaman ben başka şirkete geçeyim!”
“Aklından bile geçirme. Ben işkenceye razıyım.”
“Ne yiyeceksin? Söyleyeyim yemeklerimizi.”
“Sen yemek düşünebiliyor musun? Nasıl aşk bu? Benim canım yemek yemek istemiyor.”
“Yemezsek güçsüz düşeriz.”
“Tamam sen ne istiyorsan bana da söyle.”
Çağla, yemek siparişi verdikten sonra mutfağa geçti. Nasılsa çalışacağını söylemek bahaneydi. Tayfun da onu takip etti. Masaya oturup yemeklerini beklerken Tayfun hafta sonu ne yapacağını sordu.
“Jülide’nin çeyizi gidecek. Ev yerleştireceğiz.”
“O ne demek? Çeyiz gitmesi köylerde olur sanırdım.”
“Elbette köylerdeki adetler gibi değil. Ama bizim kız illa çeyizlerinin beyaz bohçalara sarılıp kırmızı kurdeleler ile götürülmesini istiyor.”
“Ne yani şimdi o dantel falan mı yaptı?” Tayfun şaşkınlıkla sormuştu. Çağla küçük bir kahkahanın ardından yanıtladı, “Hayır, evine bir tane dantel sokmaz o. Bohçaların içinde CD’lerinin olduğu bir koli, kitaplarının olduğu bir sürü koli, kıyafetleri falan olacak. Tabii tabak çanak olacak biraz da.”
“O da senin gibi eğlenceli biri galiba?”
“Benim arkadaşlarım hep neşelidir. Hayat üzülmeyecek kadar kısa.”
Tayfun masanın üstünden eğilip elinin tersi ile yanağı okşarken “Haklısın. Beni üzmezsin yani… Hayat kısa.” dedi.
“Ben seni üzmem. Kıyamam.” Bunun için çok çaba harcaması gerekse de onu üzmeyecekti. Oysa Tayfun şimdiden üzüldüğünü söylüyordu; “Ama iki hafta sonra bensiz izin yapacaksın.”
Çağla, dünden beri düşündüğü tatili onun da düşündüğünü anlayınca “Keşke kızlarla plan yapmadan önce açılsaydık birbirimize. O zaman onlarla gitmezdim. Burada seninle kalırdım.” Sesi ayrılığın vereceği üzüntüyü olduğu gibi yansıtmıştı Tayfun’a. İnanmamış olarak sordu. “İzin yapmaz mıydın yani?”
“Yapmazdım…” Aklından geçen yanıt ‘seninle yapardım’dı ama dilinden dökülen bu olamadı. “Daha iki hafta var izne çıkmama. Şimdiden düşünüp üzülmeyelim. Hem zaten görüntülü konuşma falan yaparız. Özlemezsin beni.”
“Çağla, sen özlemeyeceksin galiba? Yetecek mi görüntülü konuşma?” Bu kadar rahat yanıt vermesine bozulmuştu.
“Yetecek demedim. Sadece daha az özlersin demek istedim. Ben de özleyeceğim. Çok özleyeceğim. Akşamdan sabaha bile özlüyorum ben seni. Ama kızlara söz verdim. Şimdi vazgeçsem kırılırlar.”
Tayfun onun da üzgün olduğunu görerek üstüne gitmekten vazgeçti. “Haklısın, çok var daha. Sonra konuşuruz.”
Kapı çalıp yemekleri gelince iştahla yemeye başladılar. Hem konuşup hem de yemeklerini yerken zamanın nasıl geçtiğini anlamadılar. Diğerleri gelmeden Tayfun alıştığı öpücüğünü çalmaya kararlıydı.

*****

Hafta sonu geldiğinde kızlarla birlikte Jülide’nin evine gidip sözde çeyiz yerleştirdiler. Evin zaten büyük bölümü yerleşmişti. Beyaz saten bohçalara sarılı çeyizler geldiğinde Ali’nin ablaları ile birlikte kızlar kurdeleleri çözüp içinden çıkan kitapları, CD’leri birbirlerine gösterip el emeği göz nuruymuş gibi bağırışıp durdular. Uzun süre kahkahalar eksik olmadı evde… Bir saat kadar sonra tüm işler bitmişti.
Evi çok güzel döşemişler, her yere kendilerinden izler koymuşlardı. Kızlar evin dekorasyonunu hakkında konuşarak biraz daha oyalandılar. Elif’in telefonu çalınca arayanın Doğan olduğunu anladılar. Berna, Elif’in konuşmasını fırsat bilip Fatih’i aradı.
Çağla, Tayfun’un aramasını bekliyordu. Kaç saat geçmesine rağmen hala aramamıştı.
Akşamüstü kızlarla birlikte çıktılar evden. Elif ile Berna sevgilileri ile buluşacaktı. Yeşim evine gidiyordu. Çağla ne yapacağını bilemez bir şekilde düşündü. En sonunda aramaya karar verdi. Tayfun açar açmaz “Çağla, bitti mi işiniz? Alayım mı seni?” diye sorunca rahatladı.
“Of Tayfun, benim tilkilerimi harekete geçirme bir daha.”
“Ne tilkisi? Ne diyorsun?”
“Doğan, Elif’i aradı. Berna da benim başım kel mi dedi Fatih’i aradı. Ben ne yaptım?”
“Ne yaptın?” Tayfun onun kızacağını bile bile gülüyordu telefonun ucunda.
“Gülme. Hem suçlusun hem gülüyorsun. Gülme.”
“Suçluyum öyle mi? O zaman kendimi affettirmem lazım. Nerdesin, adres ver bana. Ben de evden kaçmış olurum böylece.”
“Beni annenden kurtulmak için bahane olarak kullanıyorsan senin canına okurum.”
“Sen annemi bilmezsin. Asıl o insanın canına okur.”
“O standart bir sorun. Benim annem de öyle. O yüzden beni kadına karşı doldurmaya kalkma. Hem tanıyorum ben anneni unutma. En fazla sana odanı toplamanı ya da tül asmanı söylemiştir.”
“Nerden bildin? Tülleri taktırdı bana. Evi temizlemeye gelen kadının neden yapmadığını sorduğumda da benim ne işe yaradığımı soruyor.”
“Annem kardeşimi evde yakaladığında mutlaka tül yıkıyor. Ya da odasını toplatmak için etmedik işkence bırakmıyor. Hepsi aynı demek ki!”
“Tatlım, senle konuşurken evden çıktım, arabaya kadar da indim ama hala nereye geleceğimi söylemedin.”
Çağla bulunduğu yeri tarif edip bir kafenin bahçesinde oturdu. Meyve suyu içerek oyalandı. Yirmi dakika sonra Tayfun gelmişti. Yanağından öpüp yanına oturdu.
“Yoruldun mu, canım? Yüzün neden soluk?”
“Yorulmadım. Zaten kızlarla çeyiz yerleştirmek adına laklak yaptık. Jülide’yi kızdırdık biraz. Haftaya düğünü var ya. Ona takıldık. İlk…” İlk gece için gözünü korkutmaya çalıştık diyecekken sustu. Tayfun yarım kalan cümlesinin tamamlaması için sordu. “İlk ne?”
“Aman yok bir şey. Öyle işte. Kızsal muhabbetler.”
Tayfun anlamıştı bu kez yarım kalan cümlenin devamını. Sıkıştırmak istemedi. “Aç mısın? Bir şeyler yiyelim mi?”
“Aç değilim. Sen açsan iste. Buranın keki güzel. Islak keki iyi yaparlar.”
“Ben senin yaptığından daha güzelini bulamayacağımı biliyorum. Ben de bir meyve suyu içeyim. Akşam yemeğine çok yok. Tıkamayalım kendimizi.”
“Bu şimdi bana akşam yemeğini sormuş halin mi?”
“Sormuyorum kadın, emrediyorum.”
“Senin bu maço tarafların nereye saklanmıştı? Ben şu maddelerimi gözden geçirmeliyim. Hiç böyle biri yoktu o maddelerde.”
“Çağla, o maddelerde benim gibi biri yoktu. Çünkü sen beni görmüyordun bile. Sarışınmış, kumralmış. Ama bak esmere kaldın.”
“Ne yapayım, etrafta sarışın ya da kumral kalmayınca seninle idare edeceğim.”
Tayfun, önce kollarını masaya koydu. Sonra sandalyesinin ön ayakları üstünde iyice öne yaslanıp kulağına doğru eğildi, “Kaşınma istersen güzel surat! Yoksa burada öperim seni.” Kısık sesi ve yüzünde gezinen nefesi Çağla’yı çok etkilemişti. “Bu güzel bir ceza, kaşınsam mı acaba?” o da sesini kısarak yanıt verince Tayfun’un gözlerinde kıvılcımlar uçuştu. Bu kadın kendisini deli ediyordu. Onu şimdi omzuna atsa ve arabaya götürse, sonra da günlerce hiç çıkmadan sevişecekleri bir yere gitseler? Hayaller güzeldi ama uygulayamayacağı şeylerdi.
“Rahat dur tatlım. Ben soğuk bir şeyler içeceğim ve sana da aynısından isteyeceğim. Ev sorun olur mu? Akşam yemeği için haber versen artık.”
“Tamam. Ama ufak bir yalan olacak. Çünkü seni anneme de söylemedim.”
“Neden söylemedin? Beni istemez mi kızının yanında?”
“İster ama anneleri bilirsin. Hemen sorular başlar. Üstelik o soruların çoğuna yanıt veremeyeceğime göre şimdilik bilmesin.”
“Hımmm sorular sorar demek ki.” Yanlarına gelen garsona bol buzlu iki kayısı suyu söyledi.
Çağla’ya sormamıştı bile ne içeceğini. Ama biliyordu şeftali ya da kayısı içebileceğini, Vişne suyu içince midesinin yandığını! Garson meyve sularını sayarken “Vişne olmaz, o midesinde yanma yapar” deyişinden bunları bildiğini anlamak çok güzeldi. Kendisini bu kadar yakından tanıması mutlu ediyordu. Yüzünde gülümseme ile bakıyordu Tayfun’a. Oysa Tayfun’un aklında başka şeyler vardı. “Gelelim az önce yarım kalan konuşmaya. Annen neler sorar?”
Çağla düz bir sesle yanıtladı. “Önemli değil. Her annenin soracağı sorular işte. Üstelik onlar için gerçekten çok erken.”
“Erken mi? Hala bizden şüphen mi var? Neden erken diyorsun?”
“Ama daha üç gün oldu. Erken değil mi?”
“İki yıl üç gün desek daha doğru. Ama evet ikimiz de birbirimizi sevdiğimizi söyleyeli üç gün oldu. Bence bu süre bile kısa değil. Sadece biraz daha yakından tanıyalım diye zamanın geçmesini bekliyoruz. Annene beni anlat. Sorarsa ki soracaktır. Ciddi olduğumu söyle. Seni elimden kaçırmayacak kadar akıllı olduğumu da söyle. Ve yine sorarsa seni çok sevdiğimi de söyle. Çünkü ben anneme seni aynen böyle anlattım.”
“Annene anlattın mı? Ne zaman?” İşte bunu gerçekten beklemiyordu.
“İlk önce amcamın doğum gününde, seninle tanıştıktan kısa süre sonra öğrendi. Sonra da üç gece önce artık seninle birlikte olduğumuzu söyledim.”
“Ümran hanım ne dedi?”
“Önemli mi?”
Çağla, kendisini beğenmediklerini düşündü bu yanıttan sonra. O doğum gününde kendisini yanlış tanıtmış olmalıydı. Aslında en doğal halini görmüşlerdi. Doğal, konuşkan, neşeli ve patavatsız! İşte bu! Kesin kadın patavatsızlığı yüzünden istememişti Çağla’yı.
“Önemli olmasa sormam. Ama sanırım kötü şeyler söyledi. Mümkün olduğunca yumuşatarak söyle de kendimi az kötü hissedeyim.”
“Tamam o zaman. Biraz yumuşatayım. Şöyle dedi ‘Nihayet, doğru düzgün, yapma bebekler gibi ortalıkta salınmayan birini bulabildin. Kız akıllıysa senden kaçar ama umarım onu elinde tutarsın’ “
“Ama… Ama burada kötü bir şey yok ki.” Gözlerinin içi gülmeye başlamıştı. İstenen kişi olmak çok güzeldi. Tüm neşesi ile oturuyordu.
“Senin için yok tabii. Benim için var ama. Annem seni elimden kaçırabileceğimi söyledi. Hiç hoşuma gitmedi bilesin.”
“Benim biraz deli bir tarafım var biliyorsun değil mi?”
“Biliyorum.”
“Tamam, ben deliyim ama ‘biraz’ deliyim. Seni elimden kaçırmayacak kadar akıllıyım.”
“Bunu da biliyorum. Çağla, babaannemin tepkisini hiç sormadın!”
Oturduğu yerde doğruldu, “Aman Allahım. Afife Hanım da biliyor mu? O da mı doğum gününde öğrendi?”
“Hayır, o zaten sana aşık olduğumu anladığımdan beri biliyordu.”
“Yani doğum gününde benimle tanıştığında aslında beni sevdiğini biliyordu, öyle mi?”
“Evet.”
“Buna rağmen beni sevdi, öyle mi?”
“Evet.”
“Ben tüm bu olanlara inanayım mı?”
“Evet.”
“Çok güzel. Hadi iç şu meyve suyunu eridi buzları.”
“Allahım, senin romantizmin kaç saniye sürüyor?”
“Sanırım en fazla bir dakika. Hadi iç erimesin iyice. Su bozar meyvenin tadını.”
“Seni duyan da dünyanın en önemli şeyi bu sanır.”
“Aslında en önemli şey az önce söylediklerin.” Zaman kazanma çabası işe yaramıştı. Artık daha net düşünebiliyordu.
“Hangisi?”
“Anneme iletmemi istediklerin. Ciddi oluşun ve beni sevişin.”
“Seni çok aceleye getirmek istemiyorum. Ama bundan eminim. Hayatımı seninle geçirmek istiyorum. Sadece ikimize biraz süre vermeliyim gibi geliyor.”
“Bu? Seni doğru mu anlıyorum?” Çağla, içindeki patlamaların neden olduğunu anlamıyordu. Ama hava biraz daha güneşlenmiş, etraftaki insanların sesleri kesilmiş gibiydi. Sanki tüm dünya bu sorunun yanıtın bekliyordu.
Tayfun, yine masanın üstüne eğildi, bu kez kimseyi umursamıyordu! Önce yanağına küçük bir öpücük kondurdu. Sonra yüzüne düşen saçı kulağının arkasına attı. En sonunda da çenesini tutup gözlerinin içine baktı.
“Aşkım, ki bak bu kelimeyi kullanacağımı hiç sanmazdım, ama senin yanında çok normal geliyor söylemek, ben ciddiyim derken seninle evlenmek istediğimi ifade etmeye çalıştım. Belki bir iki ay böyle devam ederiz ama bu işin uzamayacağından emin olmalısın.”
Çağla, ne yanıt vereceğini bilemeden kaldı öyle. Bir iki ay… Bu süre sonunda onun karısı mı olacaktı? İşte bu müthiş bir olaydı. Tüm bedeninin mutlulukla dolduğunu hissetti. O da eğilip sevgilisinin yanağına küçük bir öpücük bıraktı.
Tayfun’un sevgisinin büyüklüğünden emin olmasa da bu konuşma içinde yeni bir umut doğurmuştu. Hamile kalması için azalan süreden bahsetmeyebilirdi. Bunu anlatmadan da evlenirler, o da hemen hamile kalmaya çabalardı. Tedbir almasına gerek yoktu. Tayfun’a aldığını söylerdi.
Yine yanlış düşündüğünü anlaması için ilk düşüncenin üstünden en fazla üç saniye geçmişti. Kime yalan söyleyecek, kimden neyi saklayacaktı?
-Bu erkek hayatının aşkı mıydı?
-Evet
-Bu erkek kendisi ile evlenmek istiyor muydu?
-Evet
-Bu erkek dürüst olunmayı hak ediyor muydu?
-Evet
O zaman, nasıl saklamayı düşünebiliyordu? Bir çocuklu ya da çocuksuz bir evliliği kabullenmesini bekleyecekti? Bunu da saklayarak yapacaktı. Saçmalıyordu. Kendisini tekmelemeyi çok istese de yapamadı.
Bulduğu ilk fırsatta bu konuyu mutlaka açacak ve konuşacaktı. İkisi de bunu hak ediyordu. Belki de şu an anlatmalıydı! Henüz çok erkendi. Anlatmaktan vazgeçti. O düşüncelere dalmışken Tayfun’un sesi ile kendine geldi.
“Düğüne ne giyeceksin?”

“Neden sordun?”
“Senin Abant da giydiğin kıyafeti gördükten sonra iş haricindeki kılıkların ciddi sorun oldu benim için. Ne giyeceksin tatlım?”
“Beyaz deri bir şort, üstüne de sırttan, şöyle kalçamın üstünden ve boyundan tek bantı olan yelek.”
Tayfun meyve suyunu büyük güçlükle yuttuktan sonra “Asla olmaz” dedi. Gözleri kocaman açılmış aklında kıyafeti Çağla’ya çoktan giydirmişti bile. Mini eteklerinden gözüken bacaklarının üst kısmını tahmin etmek güç değildi. Abant da giydiği bluzdan karın kısmını ve belini hayal etmek de güç değildi. Onun o halde düğüne gidebileceğinden emindi. O yüzden hemen itiraz etmişti.
“Ne demek asla olmaz. Hani senin on maddenin içinde vardı bu. Seni deli etse bile tarzımı değiştirmemem gerektiğini söylüyordun. Ne çabuk değiştin.”
“O kıyafeti benim için giy. Ama o kadar insanın içine giyme. Çocuklardan öğrendiğime göre nişanda bir sürü erkek varmış etrafında. Voleybolcular mı neymiş. Onlar yine orada olacak ve seni o kıyafetin içinde süzecek. Arkadaşının düğününde olay çıkmasını istemezsin.”
“Sen çocuklara nişanı mı sordun?” Bunu asla tahmin etmezdi.
“Yakup anlatıyordu. Bilirsin susmayı bilmez. Ama senin etrafındakileri anlatırken biraz abarttı mı, yoksa üstünü mü örtmeye çalıştı anlayamadım.” Tayfun o günden beri içini kemiren soruyu nihayet sormuştu. Çağla çıktığı iki kişiyi düşündü ve elini havada sallayarak yanıtladı. “Boş ver o nişanı da geçmişteki her şeyi de…”
“Sen yine de olay çıkmaması için anlattığından daha az açık bir şeyler giy. İnan beni kimse tutamaz artık.”
“Ben seni tutarım. Ve sen de her dediğime bu kadar çabuk inanma. Annem müthiş bir elbise dikti. Bayılacaksın. Hiçbir şey göstermeyen ama hayal kurduran tarzda.”
Tayfun keyiflenmişti. “Allahım sen aklımı koru.”
“Bir şey daha var.”
“O ne?”
“Benim yanımda sevgilim var. Bana ne başkalarından! Benim gözüm kimseyi görmez.” Konuşurken baygın gözlerle bakmayı ihmal etmedi. Tayfun onun bu haline gülerken “Bak işte bu harika. Ama bu seni başkalarının görmesini engellemiyor.” dedi.
“Kıskanmandan hoşlanıyorum biliyor musun? Yine de bırak şimdi kıskançlığı bir kenara. Çünkü o zaman benim de kıskanacağım bazı anlar aklıma geliyor. Mesela sinemada gördüğüm kişi gibi… Canımı onunla sıkamam. Yanımda sen varken hep güzel şeylerden konuşmak istiyorum.”
“O zaman güzel şeylerden bahsedelim.”
 “Şu düğün… O gün herkesin bizimle uğraşma ihtimalini göz ardı etmemelisin.”
“Şirkettekiler ses çıkartamaz. Ne de olsa patronum. Ama kızlar için yapılacak şey yok.”
“Onlar bir süre benimle uğraşacak. Neden onlara anlatmadığımı merak edecekler.”
“Nasıl kurtulacaksın?”
“Sonuna kadar çenelerini çekmek zorundayım. Kurtuluş diye bir şey yok. Ne zaman gündemdeki konu değişecek o zaman “Nasıl bizden saklarsın?” sorusu unutulacak.”
“Anladım.”
“Anlaman beni yine de kurtarmaz. Ben annemi arayayım da akşamı haber vereyim.” Çantasından telefonunun çıkartırken Tayfun,“Benimle olduğunu söyle.” diyerek onu yönlendirdi.
“Eminsin değil mi?”
“Evet, eminim. Söyle ve saat en geç on bir de evde olacağını da ekle. O saatte ayakta olurlar mı?”
“Evet. Neden sordun?”
“Belki bana bir kahve ikram ederler.”
“Hop hop hop, dur babamın yüreğine indirme. Bak önümüzdeki hafta seninle iş gezisine gideceğim. Hayatta bırakmaz. Aklına kötü şeyler getirmeyelim.” Tayfun’u kendisi tanıyordu ama ailesinin tanıması için süreye ihtiyaç vardı. Tayfun hakkında kötü düşünmelerini istemiyordu. Hak veren Tayfun, “Annene söyle yine de. Baban sonra da öğrense olur. Ama şunu bil tatlım. En kısa zamanda evleneceğiz ve kimse kötü şeyler düşünemeyecek.” diye yanıtladı.

“Bu evlenme teklifi mi? Yanıtlamam lazım mı?” 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder