Tayfun az önce gelmiş, uzun zamandır
görülmeyen neşeli yüzü ile herkese günaydın diyerek odasına geçmişti. Çağla
kendisine özel bir bakış göndermemesine biraz bozulsa da moralini bozmayacaktı.
Henüz saklayacakları on günleri vardı. Üzülmeyeceğim, derken ekrana gelen mesaj
ile yüzü güldü. “Çok güzelsin. Günüm nihayet aydınlandı.”
Çağla, içinden yükselen mutluluğun
derecesini ölçemeyecekti. “Teşekkür ederim. Sen de çok neşelisin.”
Ekrana düşen yeni mesajla yüzü
gülümsedi. “Sayende. Öğlen işin var, yemeğe çıkma sakın.”
“Öyle mi? Öğle paydosumun yasal hakkım
olduğunu sanıyordum.” Tayfun ile böyle şakalaşmanın nerdeyse imkansız olduğunu
sanırdı.
“Senin sözleşmene yeni bir
madde ekledim. Öğlenlerin de diğer her saatin gibi bana ait. Burada yiyeceğiz.
Tamam mı?”
“Ben imza attım mı o
maddeye? Anımsamıyorum. Karşılığında ne alacağım?”
“Benden başka istediğin bir
şey var mı?”
“Yok.”
“Anlaştık o zaman.”
“Anlaştık. Patronum
kızmasın işime döneyim.”
Bir sonraki mesajın gelmesi
uzayınca Çağla merakla beklemeye başladı. Ne yazıyordu bu kadar uzun?
“Tamam canım. Bu arada
önümüzdeki hafta salı çarşamba bir iş toplantısı olacak. Gelmek ister misin?
Caner ile Fatih gelecekti. Fatih yerine sen gelir misin?”
Abant’dan sonra ilk kez bir
iş gezisine ikisi beraber gidecekti. “Olur? Nereye gidiyoruz?”
“Avrupa yakasında bir
otelde seminerimiz var. Sabah erken saatte başlayacağı için şirket yetkilileri
de akşamdan otele geçiyormuş. Biz de trafiği dert etmeyelim. Akşamdan gideriz.”
“Çok iyi.”
“Tamam, ben düzenlemeleri
yaparım.”
Yazışmayı bitirdiklerinde
Çağla’nın aklında tek bir soru vardı. ‘Düzenlemeden
kastı ne? Aynı odada kalacağımızı sanmıyor değil mi?’
Aklındakinin Tayfun’a
uymadığını biliyordu. O böyle oldubittilere getirecek biri değildi. İçi
rahatlayarak işine döndü. Az önceki yazışmaları yüzünden bir süre kafasını
toparlayamasa da sonunda MP3 ünü kulağına takıp çalışmaya başladı.
Öğlen olduğunda herkes
çıkarken Çağla işi olduğunu söyledi. Tayfun da amcasına aynı şeyi söylemişti.
Herkes gidince Tayfun odasından çıkıp Çağla’nın masasına geldi. Çağla
kulaklığını çıkartmış kendisine yaklaşan erkeği süzüyordu. Bu adamı nasıl bunca
zaman görmemişti? O kadar aptalca davrandığı için kendisine çok kızıyordu.
Özlemle baktığı erkek yanına gelince elinden tutup masadan kaldırmıştı. Yavaşça
beline sarılan kollar içini ürpertiyordu.
“Çok özledim seni.” diyerek
dudaklarına eğildi. Aslında iş yerinde ve kapı açıldığı an birilerinin göreceği
yerde öpüşmek çok tehlikeliydi. Yine de umursamıyorlardı. Dudaklarını ayırdığında nefes nefese konuştu
Tayfun, “Gerçekten çok özlemişim. Ne kadar zormuş aynı yerde olup da uzak
durmak.”
“O zaman ben başka şirkete
geçeyim!”
“Aklından bile geçirme. Ben
işkenceye razıyım.”
“Ne yiyeceksin? Söyleyeyim
yemeklerimizi.”
“Sen yemek düşünebiliyor
musun? Nasıl aşk bu? Benim canım yemek yemek istemiyor.”
“Yemezsek güçsüz düşeriz.”
“Tamam sen ne istiyorsan
bana da söyle.”
Çağla, yemek siparişi
verdikten sonra mutfağa geçti. Nasılsa çalışacağını söylemek bahaneydi. Tayfun
da onu takip etti. Masaya oturup yemeklerini beklerken Tayfun hafta sonu ne
yapacağını sordu.
“Jülide’nin çeyizi gidecek.
Ev yerleştireceğiz.”
“O ne demek? Çeyiz gitmesi
köylerde olur sanırdım.”
“Elbette köylerdeki adetler
gibi değil. Ama bizim kız illa çeyizlerinin beyaz bohçalara sarılıp kırmızı
kurdeleler ile götürülmesini istiyor.”
“Ne yani şimdi o dantel
falan mı yaptı?” Tayfun şaşkınlıkla sormuştu. Çağla küçük bir kahkahanın
ardından yanıtladı, “Hayır, evine bir tane dantel sokmaz o. Bohçaların içinde
CD’lerinin olduğu bir koli, kitaplarının olduğu bir sürü koli, kıyafetleri
falan olacak. Tabii tabak çanak olacak biraz da.”
“O da senin gibi eğlenceli
biri galiba?”
“Benim arkadaşlarım hep
neşelidir. Hayat üzülmeyecek kadar kısa.”
Tayfun masanın üstünden
eğilip elinin tersi ile yanağı okşarken “Haklısın. Beni üzmezsin yani… Hayat
kısa.” dedi.
“Ben seni üzmem. Kıyamam.”
Bunun için çok çaba harcaması gerekse de onu üzmeyecekti. Oysa Tayfun şimdiden
üzüldüğünü söylüyordu; “Ama iki hafta sonra bensiz izin yapacaksın.”
Çağla, dünden beri
düşündüğü tatili onun da düşündüğünü anlayınca “Keşke kızlarla plan yapmadan
önce açılsaydık birbirimize. O zaman onlarla gitmezdim. Burada seninle
kalırdım.” Sesi ayrılığın vereceği üzüntüyü olduğu gibi yansıtmıştı Tayfun’a.
İnanmamış olarak sordu. “İzin yapmaz mıydın yani?”
“Yapmazdım…” Aklından geçen
yanıt ‘seninle yapardım’dı ama dilinden dökülen bu olamadı. “Daha iki hafta var
izne çıkmama. Şimdiden düşünüp üzülmeyelim. Hem zaten görüntülü konuşma falan
yaparız. Özlemezsin beni.”
“Çağla, sen özlemeyeceksin
galiba? Yetecek mi görüntülü konuşma?” Bu kadar rahat yanıt vermesine
bozulmuştu.
“Yetecek demedim. Sadece
daha az özlersin demek istedim. Ben de özleyeceğim. Çok özleyeceğim. Akşamdan
sabaha bile özlüyorum ben seni. Ama kızlara söz verdim. Şimdi vazgeçsem
kırılırlar.”
Tayfun onun da üzgün
olduğunu görerek üstüne gitmekten vazgeçti. “Haklısın, çok var daha. Sonra
konuşuruz.”
Kapı çalıp yemekleri
gelince iştahla yemeye başladılar. Hem konuşup hem de yemeklerini yerken
zamanın nasıl geçtiğini anlamadılar. Diğerleri gelmeden Tayfun alıştığı
öpücüğünü çalmaya kararlıydı.
*****
Hafta sonu geldiğinde
kızlarla birlikte Jülide’nin evine gidip sözde çeyiz yerleştirdiler. Evin zaten
büyük bölümü yerleşmişti. Beyaz saten bohçalara sarılı çeyizler geldiğinde
Ali’nin ablaları ile birlikte kızlar kurdeleleri çözüp içinden çıkan kitapları,
CD’leri birbirlerine gösterip el emeği göz nuruymuş gibi bağırışıp durdular.
Uzun süre kahkahalar eksik olmadı evde… Bir saat kadar sonra tüm işler
bitmişti.
Evi çok güzel döşemişler,
her yere kendilerinden izler koymuşlardı. Kızlar evin dekorasyonunu hakkında
konuşarak biraz daha oyalandılar. Elif’in telefonu çalınca arayanın Doğan
olduğunu anladılar. Berna, Elif’in konuşmasını fırsat bilip Fatih’i aradı.
Çağla, Tayfun’un aramasını
bekliyordu. Kaç saat geçmesine rağmen hala aramamıştı.
Akşamüstü kızlarla birlikte
çıktılar evden. Elif ile Berna sevgilileri ile buluşacaktı. Yeşim evine
gidiyordu. Çağla ne yapacağını bilemez bir şekilde düşündü. En sonunda aramaya
karar verdi. Tayfun açar açmaz “Çağla, bitti mi işiniz? Alayım mı seni?” diye
sorunca rahatladı.
“Of Tayfun, benim
tilkilerimi harekete geçirme bir daha.”
“Ne tilkisi? Ne diyorsun?”
“Doğan, Elif’i aradı. Berna
da benim başım kel mi dedi Fatih’i aradı. Ben ne yaptım?”
“Ne yaptın?” Tayfun onun
kızacağını bile bile gülüyordu telefonun ucunda.
“Gülme. Hem suçlusun hem
gülüyorsun. Gülme.”
“Suçluyum öyle mi? O zaman
kendimi affettirmem lazım. Nerdesin, adres ver bana. Ben de evden kaçmış olurum
böylece.”
“Beni annenden kurtulmak
için bahane olarak kullanıyorsan senin canına okurum.”
“Sen annemi bilmezsin. Asıl
o insanın canına okur.”
“O standart bir sorun.
Benim annem de öyle. O yüzden beni kadına karşı doldurmaya kalkma. Hem
tanıyorum ben anneni unutma. En fazla sana odanı toplamanı ya da tül asmanı
söylemiştir.”
“Nerden bildin? Tülleri
taktırdı bana. Evi temizlemeye gelen kadının neden yapmadığını sorduğumda da
benim ne işe yaradığımı soruyor.”
“Annem kardeşimi evde
yakaladığında mutlaka tül yıkıyor. Ya da odasını toplatmak için etmedik işkence
bırakmıyor. Hepsi aynı demek ki!”
“Tatlım, senle konuşurken
evden çıktım, arabaya kadar da indim ama hala nereye geleceğimi söylemedin.”
Çağla bulunduğu yeri tarif
edip bir kafenin bahçesinde oturdu. Meyve suyu içerek oyalandı. Yirmi dakika
sonra Tayfun gelmişti. Yanağından öpüp yanına oturdu.
“Yoruldun mu, canım? Yüzün
neden soluk?”
“Yorulmadım. Zaten kızlarla
çeyiz yerleştirmek adına laklak yaptık. Jülide’yi kızdırdık biraz. Haftaya
düğünü var ya. Ona takıldık. İlk…” İlk gece için gözünü korkutmaya çalıştık
diyecekken sustu. Tayfun yarım kalan cümlesinin tamamlaması için sordu. “İlk
ne?”
“Aman yok bir şey. Öyle
işte. Kızsal muhabbetler.”
Tayfun anlamıştı bu kez
yarım kalan cümlenin devamını. Sıkıştırmak istemedi. “Aç mısın? Bir şeyler
yiyelim mi?”
“Aç değilim. Sen açsan
iste. Buranın keki güzel. Islak keki iyi yaparlar.”
“Ben senin yaptığından daha
güzelini bulamayacağımı biliyorum. Ben de bir meyve suyu içeyim. Akşam yemeğine
çok yok. Tıkamayalım kendimizi.”
“Bu şimdi bana akşam
yemeğini sormuş halin mi?”
“Sormuyorum kadın,
emrediyorum.”
“Senin bu maço tarafların
nereye saklanmıştı? Ben şu maddelerimi gözden geçirmeliyim. Hiç böyle biri
yoktu o maddelerde.”
“Çağla, o maddelerde benim
gibi biri yoktu. Çünkü sen beni görmüyordun bile. Sarışınmış, kumralmış. Ama
bak esmere kaldın.”
“Ne yapayım, etrafta
sarışın ya da kumral kalmayınca seninle idare edeceğim.”
Tayfun, önce kollarını
masaya koydu. Sonra sandalyesinin ön ayakları üstünde iyice öne yaslanıp
kulağına doğru eğildi, “Kaşınma istersen güzel surat! Yoksa burada öperim
seni.” Kısık sesi ve yüzünde gezinen nefesi Çağla’yı çok etkilemişti. “Bu güzel
bir ceza, kaşınsam mı acaba?” o da sesini kısarak yanıt verince Tayfun’un
gözlerinde kıvılcımlar uçuştu. Bu kadın kendisini deli ediyordu. Onu şimdi omzuna
atsa ve arabaya götürse, sonra da günlerce hiç çıkmadan sevişecekleri bir yere
gitseler? Hayaller güzeldi ama uygulayamayacağı şeylerdi.
“Rahat dur tatlım. Ben
soğuk bir şeyler içeceğim ve sana da aynısından isteyeceğim. Ev sorun olur mu?
Akşam yemeği için haber versen artık.”
“Tamam. Ama ufak bir yalan
olacak. Çünkü seni anneme de söylemedim.”
“Neden söylemedin? Beni
istemez mi kızının yanında?”
“İster ama anneleri
bilirsin. Hemen sorular başlar. Üstelik o soruların çoğuna yanıt veremeyeceğime
göre şimdilik bilmesin.”
“Hımmm sorular sorar demek
ki.” Yanlarına gelen garsona bol buzlu iki kayısı suyu söyledi.
Çağla’ya sormamıştı bile ne
içeceğini. Ama biliyordu şeftali ya da kayısı içebileceğini, Vişne suyu içince
midesinin yandığını! Garson meyve sularını sayarken “Vişne olmaz, o midesinde
yanma yapar” deyişinden bunları bildiğini anlamak çok güzeldi. Kendisini bu
kadar yakından tanıması mutlu ediyordu. Yüzünde gülümseme ile bakıyordu
Tayfun’a. Oysa Tayfun’un aklında başka şeyler vardı. “Gelelim az önce yarım
kalan konuşmaya. Annen neler sorar?”
Çağla düz bir sesle
yanıtladı. “Önemli değil. Her annenin soracağı sorular işte. Üstelik onlar için
gerçekten çok erken.”
“Erken mi? Hala bizden
şüphen mi var? Neden erken diyorsun?”
“Ama daha üç gün oldu. Erken
değil mi?”
“İki yıl üç gün desek daha
doğru. Ama evet ikimiz de birbirimizi sevdiğimizi söyleyeli üç gün oldu. Bence
bu süre bile kısa değil. Sadece biraz daha yakından tanıyalım diye zamanın
geçmesini bekliyoruz. Annene beni anlat. Sorarsa ki soracaktır. Ciddi olduğumu
söyle. Seni elimden kaçırmayacak kadar akıllı olduğumu da söyle. Ve yine
sorarsa seni çok sevdiğimi de söyle. Çünkü ben anneme seni aynen böyle
anlattım.”
“Annene anlattın mı? Ne
zaman?” İşte bunu gerçekten beklemiyordu.
“İlk önce amcamın doğum
gününde, seninle tanıştıktan kısa süre sonra öğrendi. Sonra da üç gece önce
artık seninle birlikte olduğumuzu söyledim.”
“Ümran hanım ne dedi?”
“Önemli mi?”
Çağla, kendisini
beğenmediklerini düşündü bu yanıttan sonra. O doğum gününde kendisini yanlış
tanıtmış olmalıydı. Aslında en doğal halini görmüşlerdi. Doğal, konuşkan,
neşeli ve patavatsız! İşte bu! Kesin kadın patavatsızlığı yüzünden istememişti
Çağla’yı.
“Önemli olmasa sormam. Ama
sanırım kötü şeyler söyledi. Mümkün olduğunca yumuşatarak söyle de kendimi az
kötü hissedeyim.”
“Tamam o zaman. Biraz
yumuşatayım. Şöyle dedi ‘Nihayet, doğru düzgün, yapma bebekler gibi ortalıkta
salınmayan birini bulabildin. Kız akıllıysa senden kaçar ama umarım onu elinde
tutarsın’ “
“Ama… Ama burada kötü bir
şey yok ki.” Gözlerinin içi gülmeye başlamıştı. İstenen kişi olmak çok güzeldi.
Tüm neşesi ile oturuyordu.
“Senin için yok tabii.
Benim için var ama. Annem seni elimden kaçırabileceğimi söyledi. Hiç hoşuma
gitmedi bilesin.”
“Benim biraz deli bir
tarafım var biliyorsun değil mi?”
“Biliyorum.”
“Tamam, ben deliyim ama
‘biraz’ deliyim. Seni elimden kaçırmayacak kadar akıllıyım.”
“Bunu da biliyorum. Çağla,
babaannemin tepkisini hiç sormadın!”
Oturduğu yerde doğruldu,
“Aman Allahım. Afife Hanım da biliyor mu? O da mı doğum gününde öğrendi?”
“Hayır, o zaten sana aşık
olduğumu anladığımdan beri biliyordu.”
“Yani doğum gününde benimle
tanıştığında aslında beni sevdiğini biliyordu, öyle mi?”
“Evet.”
“Buna rağmen beni sevdi,
öyle mi?”
“Evet.”
“Ben tüm bu olanlara
inanayım mı?”
“Evet.”
“Çok güzel. Hadi iç şu
meyve suyunu eridi buzları.”
“Allahım, senin romantizmin
kaç saniye sürüyor?”
“Sanırım en fazla bir
dakika. Hadi iç erimesin iyice. Su bozar meyvenin tadını.”
“Seni duyan da dünyanın en
önemli şeyi bu sanır.”
“Aslında en önemli şey az
önce söylediklerin.” Zaman kazanma çabası işe yaramıştı. Artık daha net
düşünebiliyordu.
“Hangisi?”
“Anneme iletmemi
istediklerin. Ciddi oluşun ve beni sevişin.”
“Seni çok aceleye getirmek
istemiyorum. Ama bundan eminim. Hayatımı seninle geçirmek istiyorum. Sadece
ikimize biraz süre vermeliyim gibi geliyor.”
“Bu? Seni doğru mu
anlıyorum?” Çağla, içindeki patlamaların neden olduğunu anlamıyordu. Ama hava
biraz daha güneşlenmiş, etraftaki insanların sesleri kesilmiş gibiydi. Sanki
tüm dünya bu sorunun yanıtın bekliyordu.
Tayfun, yine masanın üstüne
eğildi, bu kez kimseyi umursamıyordu! Önce yanağına küçük bir öpücük kondurdu.
Sonra yüzüne düşen saçı kulağının arkasına attı. En sonunda da çenesini tutup
gözlerinin içine baktı.
“Aşkım, ki bak bu kelimeyi
kullanacağımı hiç sanmazdım, ama senin yanında çok normal geliyor söylemek, ben
ciddiyim derken seninle evlenmek istediğimi ifade etmeye çalıştım. Belki bir
iki ay böyle devam ederiz ama bu işin uzamayacağından emin olmalısın.”
Çağla, ne yanıt vereceğini
bilemeden kaldı öyle. Bir iki ay… Bu süre sonunda onun karısı mı olacaktı? İşte
bu müthiş bir olaydı. Tüm bedeninin mutlulukla dolduğunu hissetti. O da eğilip
sevgilisinin yanağına küçük bir öpücük bıraktı.
Tayfun’un sevgisinin
büyüklüğünden emin olmasa da bu konuşma içinde yeni bir umut doğurmuştu. Hamile
kalması için azalan süreden bahsetmeyebilirdi. Bunu anlatmadan da evlenirler, o
da hemen hamile kalmaya çabalardı. Tedbir almasına gerek yoktu. Tayfun’a
aldığını söylerdi.
Yine yanlış düşündüğünü
anlaması için ilk düşüncenin üstünden en fazla üç saniye geçmişti. Kime yalan
söyleyecek, kimden neyi saklayacaktı?
-Bu erkek hayatının aşkı
mıydı?
-Evet
-Bu erkek kendisi ile
evlenmek istiyor muydu?
-Evet
-Bu erkek dürüst olunmayı
hak ediyor muydu?
-Evet
O zaman, nasıl saklamayı
düşünebiliyordu? Bir çocuklu ya da çocuksuz bir evliliği kabullenmesini
bekleyecekti? Bunu da saklayarak yapacaktı. Saçmalıyordu. Kendisini tekmelemeyi
çok istese de yapamadı.
Bulduğu ilk fırsatta bu
konuyu mutlaka açacak ve konuşacaktı. İkisi de bunu hak ediyordu. Belki de şu
an anlatmalıydı! Henüz çok erkendi. Anlatmaktan vazgeçti. O düşüncelere
dalmışken Tayfun’un sesi ile kendine geldi.
“Düğüne ne giyeceksin?”
“Neden sordun?”
“Senin Abant da giydiğin
kıyafeti gördükten sonra iş haricindeki kılıkların ciddi sorun oldu benim için.
Ne giyeceksin tatlım?”
“Beyaz deri bir şort,
üstüne de sırttan, şöyle kalçamın üstünden ve boyundan tek bantı olan yelek.”
Tayfun meyve suyunu büyük
güçlükle yuttuktan sonra “Asla olmaz” dedi. Gözleri kocaman açılmış aklında
kıyafeti Çağla’ya çoktan giydirmişti bile. Mini eteklerinden gözüken
bacaklarının üst kısmını tahmin etmek güç değildi. Abant da giydiği bluzdan
karın kısmını ve belini hayal etmek de güç değildi. Onun o halde düğüne gidebileceğinden
emindi. O yüzden hemen itiraz etmişti.
“Ne demek asla olmaz. Hani
senin on maddenin içinde vardı bu. Seni deli etse bile tarzımı değiştirmemem
gerektiğini söylüyordun. Ne çabuk değiştin.”
“O kıyafeti benim için giy.
Ama o kadar insanın içine giyme. Çocuklardan öğrendiğime göre nişanda bir sürü
erkek varmış etrafında. Voleybolcular mı neymiş. Onlar yine orada olacak ve
seni o kıyafetin içinde süzecek. Arkadaşının düğününde olay çıkmasını
istemezsin.”
“Sen çocuklara nişanı mı
sordun?” Bunu asla tahmin etmezdi.
“Yakup anlatıyordu.
Bilirsin susmayı bilmez. Ama senin etrafındakileri anlatırken biraz abarttı mı,
yoksa üstünü mü örtmeye çalıştı anlayamadım.” Tayfun o günden beri içini
kemiren soruyu nihayet sormuştu. Çağla çıktığı iki kişiyi düşündü ve elini
havada sallayarak yanıtladı. “Boş ver o nişanı da geçmişteki her şeyi de…”
“Sen yine de olay çıkmaması
için anlattığından daha az açık bir şeyler giy. İnan beni kimse tutamaz artık.”
“Ben seni tutarım. Ve sen
de her dediğime bu kadar çabuk inanma. Annem müthiş bir elbise dikti.
Bayılacaksın. Hiçbir şey göstermeyen ama hayal kurduran tarzda.”
Tayfun keyiflenmişti.
“Allahım sen aklımı koru.”
“Bir şey daha var.”
“O ne?”
“Benim yanımda sevgilim
var. Bana ne başkalarından! Benim gözüm kimseyi görmez.” Konuşurken baygın
gözlerle bakmayı ihmal etmedi. Tayfun onun bu haline gülerken “Bak işte bu
harika. Ama bu seni başkalarının görmesini engellemiyor.” dedi.
“Kıskanmandan hoşlanıyorum
biliyor musun? Yine de bırak şimdi kıskançlığı bir kenara. Çünkü o zaman benim
de kıskanacağım bazı anlar aklıma geliyor. Mesela sinemada gördüğüm kişi gibi…
Canımı onunla sıkamam. Yanımda sen varken hep güzel şeylerden konuşmak
istiyorum.”
“O zaman güzel şeylerden
bahsedelim.”
“Şu düğün… O gün herkesin bizimle uğraşma
ihtimalini göz ardı etmemelisin.”
“Şirkettekiler ses
çıkartamaz. Ne de olsa patronum. Ama kızlar için yapılacak şey yok.”
“Onlar bir süre benimle
uğraşacak. Neden onlara anlatmadığımı merak edecekler.”
“Nasıl kurtulacaksın?”
“Sonuna kadar çenelerini
çekmek zorundayım. Kurtuluş diye bir şey yok. Ne zaman gündemdeki konu
değişecek o zaman “Nasıl bizden saklarsın?” sorusu unutulacak.”
“Anladım.”
“Anlaman beni yine de
kurtarmaz. Ben annemi arayayım da akşamı haber vereyim.” Çantasından
telefonunun çıkartırken Tayfun,“Benimle olduğunu söyle.” diyerek onu
yönlendirdi.
“Eminsin değil mi?”
“Evet, eminim. Söyle ve
saat en geç on bir de evde olacağını da ekle. O saatte ayakta olurlar mı?”
“Evet. Neden sordun?”
“Belki bana bir kahve ikram
ederler.”
“Hop hop hop, dur babamın
yüreğine indirme. Bak önümüzdeki hafta seninle iş gezisine gideceğim. Hayatta
bırakmaz. Aklına kötü şeyler getirmeyelim.” Tayfun’u kendisi tanıyordu ama
ailesinin tanıması için süreye ihtiyaç vardı. Tayfun hakkında kötü
düşünmelerini istemiyordu. Hak veren Tayfun, “Annene söyle yine de. Baban sonra
da öğrense olur. Ama şunu bil tatlım. En kısa zamanda evleneceğiz ve kimse kötü
şeyler düşünemeyecek.” diye yanıtladı.
“Bu evlenme teklifi mi?
Yanıtlamam lazım mı?”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder