Çağla, eve girdiğinde
annesinin, yüzünden her şeyi anlayacağından emindi. Nasıl gizleyeceğini
bilemiyordu. En iyisi hiç onların yanında oturmadan odasına gitmekti. Zaten
şirkettekilerden tüm öğleden sonra gizlemek zorunda kalmıştı. Tayfun’a kalsa
herkese hemen açıklayacaktı. Çağla ise bu haberi bir süre sadece ikisine
saklamak istiyordu. Tayfun da kabul edince şirkette bir köşe kapmaca
yaşanmıştı. En güzeli de mutfaktaki kaçamak öpüşmeydi. Çağla önce korku ile
çekilmek istemiş, Tayfun’un ısrarcı dudakları buna engel olmuştu. Ayak sesleri
duyduklarında ayrılmış, biri lavabonun başına geçmiş, diğeri dolap kapağını
açmıştı. Ayak sesleri uzaklaşınca, Tayfun açtığı kapağı kapatıp yeniden yanına
gelmiş, kulağına, “Bana yine ıslak kek yapacak mısın?” diye sormuştu. Onların
başlarının yakınlığını görenin aklına en son gelecek şey kek hakkında
konuştukları olurdu… Çağla, utangaç bir yüzle baktı. Saklamayacaktı.
Kaybettikleri vakti telafi etmek istiyordu. “Yaparım. Bu hafta aslında sana kek
pişirmek istemiştim ama kızgındım. O telefon konuşması yüzünden iki kurbağa
daha girdi hayatıma. Yok iki değil bir. Birini sen eledin.”
“Onlara kurbağa dersen,
öptüğünü düşünmem gerekir ki bunu aklımdan geçirmek bile beni deli ediyor.
Gereksiz kişilerdi. Ad verme onlara.”
“Haklısın.”
“Nasıl haklıyım? Öptün mü
hepsini?”
“Hayır, öpmedim elbette.
Sadece onlara ad vermeyeceğim. Çünkü öptüğüm ve prens olan tek kurbağa sensin.”
“Aman çok sağ ol. Bukalemun
da diyebilirdin. Buna da şükür.” Sesi biraz bozuk çıkınca Çağla korktu. “Kızdın
mı?” Tayfun da onun sesindeki korkuyu hissetti. “Hayır tatlım, kızmadım. Sana
takılıyorum.” Çağla’nın yüzü yeniden gülmeye başlayınca “Sen bu kadar alıngan
mıydın?” diye sormuştu.
“Değildim. Değilim ama sen
bana şaka yapmazdın. Daha doğrusu sen kimseye şaka yapmazdın. O yüzden ciddisin
sandım.”
“Ben aslında neşeli ve
şakacıydım ama seni şirketteki her erkekle flört ederken gördüğümde bu
özelliklerimi yitirdim. Aile arasında hala eski benim ama şu kapıdan girdiğimde
çok değişiyordum. Artık yine eskisi gibi olabilirim.”
Daha çok konuşacaklardı ama
yine ayak sesi duyunca bu kez Tayfun, “Ben odama gidiyorum. Akşam rahat rahat
konuşuruz.” dedi ve uzaktan bir öpücük yollayıp mutfaktan çıktı.
Gerçekten de akşam iş
çıkışında arabada eve doğru giderken her şeyi konuşmaya çalıştılar. Çağla hala
inanamadığı hallerine bakıp bakıp gülüyordu.
“Neden gülüyorsun?”
“Tayfun, bak ben çok rüya
görmem. Gördüğümü de unuturum. Eğer bu da rüya ise unutayım lütfen. Çünkü
rüyaysa ve ben uyandığımda anımsarsam yüzüne bakamam.”
“Uyanık olduğunu anlaman
için sana güzel bir çimdik atardım ama canını yakmaya kıyamam!”
“Yine şaka yaptın!” Sanki
bu inanılmaz bir olaymış gibi her şakasından sonra aynı cümleyi kurmaya
başlamıştı. “Seninle sevgili olduğumuza mı yoksa şaka yapabildiğine mi inanmak
daha güç bilemiyorum.”
“Bana şu cümleyi
söylemekten vazgeç artık. Sen asıl şimdi beni tanımaya başlayacaksın. Bu güne
kadar gördüğün Tayfun başka bir Tayfun’du.”
“Ama ben o Tayfun’a aşık
oldum.”
“O zaman yapacak başka bir
şey yok. Yarından itibaren yine suratımı asarım.”
“Aman sakın! Asla istemem.
Yüzün gülünce ne kadar yakışıklı oluyor biliyor musun?”
“Bilmiyorum, sen söyle.”
“Bir esmerin olabileceği en
yakışıklı hale bürünüyor.”
“Şu sarışın takıntın beni
deli ediyor.”
“Sarışın takıntım mı? Kim
şimdi sarışınları beğendiğimi söyledi?”
“Hele bir beğen!”
“Ne yaparsın?”
“Volkan’ın haftalar önce
verdiği öğüdü tutar, kuaförüme uğrar, en doğal görünümlü sarı saç rengini
uygulatırım.”
“Yine şaka yaptın!”
“Bu kez ciddiydim.”
*****
Çağla biraz daha
rahatlamıştı. Yol boyu konuşmuş, Tayfun’un merak ettiği sorularına yanıt
vermişti. Aslında en korktuğu soru gelmemişti. “Neden bu kadar çok erkekle
çıktın?” Bunu sorsa ne diyecekti? Nasıl açıklayacaktı? Şu an o kadar büyük
sorunları paylaşmak için çok erkendi. Henüz yarım günlük sevgiliydiler ve bunun
ne kadar süreceği, nerelere kadar gideceği konusunda hiç fikri yoktu. Belki
aynı şeyleri düşündüğü için Tayfun daha derin konularda konuşmamıştı…
Odasında gün boyu
yaşananları aklından geçirirken, hala
aynı soru gelse ne yanıt vereceğini düşündü.
“Allahım, şimdi aşkı buldum
ama ona bir an önce çocuk yapalım diyebilir miyim? O ne istiyor bilmeden ne
yapabilirim?”
Düşünceleri ile boğuşurken
telefonu çaldı. Heyecanla eline aldığı telefonun ekranında Elif’in adını
görünce hayal kırıklığı yaşadı. Arkadaşının şüphelenmemesi için sesini
ayarladı, “Ne haber tatlım?” diyerek açtı telefonu. Elif,”Haberler sende”
deyince Doğan’ın bir şeyler sezdiğini sandı. “Neden haberler bende? Anlamadım.”
“Şu nikah memuru ile dün
buluşmayacak mıydın? Neler oldu? Gün içinde yoğundum arayamadım.”
Rahatladı. Doğan bir şey
anlamamıştı.
“Yok buluşamadım. İş
çıktı.”
“Tüh, belki de hayatının
kısmetiydi.”
Çağla, ‘Aksine hayatımın aşkına bu sayede kavuştum’ diyemedi. “Hiç sanmam.
Aman neyse sen beni boş ver de, düğüne ne giyeceksin? Karar verdin mi?”
“Vermedim ve hala
düşünüyorum.”
“Doğan’ın kıyameti
koparmayacağından emin olsam, sana uyacak bir elbise buldum ama sırtı çok
kışkırtıcı…”
“Doğan ne hakla karışacak?”
“Bilmem…”
“Nerde gördün?”
İki kızın konuşması
mağazanın tarifi ve nasıl bir ayakkabı seçileceği, nasıl saç yapılacağı gibi
konulara kaymıştı. Çağla, Tayfun hakkında konuşmamak için daldan dala
atlıyordu. Aslında düğüne çok az kalmıştı. Kızlar arkadaşlarının işlerine
yardımcı olamıyorlardı. Üzüntüleri biraz da bundandı. Bir bu hafta sonu
kalmıştı. Onda da Jülide evini yerleştirecekti. En azından bu işin ucundan
tutacakları için seviniyorlardı.
“Hediye işini ne yaptın
Çağla?”
“Şu evin adresini alayım da
cumartesi getirip kursunlar. Sinema sistemi olmazsa biz nasıl keyif alırız
sinema gecelerimizden?”
“Bu işi hepimizin evine
yapalım olur mu? Biz şimdi biraz Jülide’ye yükleneceğiz ama sonra sıra bize
gelecek. Benim de ev hediyem sinema sistemi olsun.”
“Tamam, toptan alalım
parayı bölüşelim… Kızım belki sen evlenene kadar teknoloji değişecek. Başka
şeyler çıkacak! Şimdiden karar verme.”
“Olsun, son teknolojisini
alırsınız sizde. Hepimiz için böylece şartlar eşit olur. Güncellemeleri de
sonra kendisi yapar arkadaşlar.”
“Tamam sen karar vermişsin
Elif. AA sen şimdi niye böyle söyledin? Doğan evlenme mi teklif etti yoksa?”
“Yok ama bekliyorum.”
“Çok sevindim. Hayırlısı
olsun tatlım. Ben şimdi kapatıyorum. Çünkü çok işim var.”
“Tamam canım. Senin şu
patron biraz fazla çalıştırıyor seni. Yine eve iş mi getirdin?”
“Ya evet öyle oldu. Öptüm
seni. Annenlere selamlarımı ilet. İyi geceler.”
Telefonu kapattığında
ağzından bir şeyler kaçırmadığı için rahatlamıştı. Elindeki telefon yeniden
çalınca yerinden sıçradı. Açma düğmesine basıp kulağına götürdü “Söyle tatlım
neyi unuttun?”
“Kim neyi unuttu? Tatlın
kim?” Tayfun, merak ve biraz da sinirle sormuştu.
“Tayfun?”
“Kimin aramasını
bekliyordun? Daha doğrusu deminden beri kiminle konuşuyordun?” Sesi giderek
daha sinirli bir hal alınca Çağla hattın ucunda ürperdi. “E…Elif ile… Neden
öyle soruyorsun?” Üzüntüsünün her kelime ile arttığını hissetti. Tayfun ona
güvenmiyordu. Haksız sayılmazdı ama artık onlar geride kalmıştı. Kalmamış
mıydı? Tayfun biraz daha yumuşak bir sesle sordu.
“Elif mi? Doğan’ın
sevgilisi olan mı?”
“Evet. Jülide’nin düğününü
konuşuyorduk.”
“Anladım.” Sesi normale
dönmüştü. Çağla da telefonun ucunda rahatlamıştı.
“O düğüne nasıl
gidiyorsun?”
“Kızlarla gidiyoruz. Neden
sordun?” Yine aynı tedirginlik ve üzüntü geri gelmişti. Tayfun’un neden
güvenmediğini anlıyordu. Çok üzülse de bunları kendi hazırlamıştı. Yine de onun
bu güvensizliği kalbini kırıyordu.
“Doğan gelecek mi?”
“Evet. Elif çağırdı.”
“Fatih de senin arkadaşınla
çıkıyor değil mi?”
“Evet. O da gelecek
düğüne.”
Telefonun ucunda uzun bir
sessizlik oldu. En sonunda Tayfun, “Ben davet edilmeyecek miyim?” diye sordu.
Çağla nihayet ilk kez
gülümsedi hattın ucunda. “Edileceksin. Elbette edileceksin. Tayfun… benimle
düğüne gelir misin?”
“Çağırmasan da gelecektim
zaten. Seni bundan sonra pek yalnız bırakmaya niyetli değilim.”
“Ama arkadaşlarımıza daha
sonra açıklamaya karar vermemiş miydik? Ben de onun için nasıl davet edeceğimi
bilemedim. O düğüne seninle gitmeyi çok istiyorum.”
“O gün açıklamış oluruz
arkadaşlarımıza. Hepsi aynı anda öğrenir. İyi olmaz mı?”
“Olur. Çok güzel olur.”
Oysa o an dua ettiği şey, bebek meselesinin düğünde açılmaması idi. Bunu zamanı
geldiğinde, tabii gelirse kendisi anlatmalıydı. Başkalarından duyması çok daha
kötü sonuçlar doğururdu. Adamın belki de arkasına bile bakmadan kaçmasını
sağlardı. Bunu istemiyordu, hiç istemiyordu…
“Anlaştık. Seni düğüne ben
götüreceğim. Çağla, iyi misin? Sesin az önce kötü geliyordu.” Gerçek bir merak
vardı o seste. Çağla da az önceki ruh halinin neden olduğunu anımsadı. Bu
konuyu hemen konuşmaları gerekiyordu.
“Tayfun, lütfen güven bana.
Benden şüphe etme. Biliyorum bir sürü erkekle çıktığımı gördün ama unut lütfen
onları. Bitti. Hepsi bitti.”
“Madem sen açıkça söyledin,
ben de söyleyeyim. Onları hemen unutmamı bekleme benden. Aklıma geldikçe sana
kızıyorum. Ama kendime de kızıyorum. Sen beni seviyorsun, ben seni seviyorum. O
zaman neden bu kadar vakit kaybettik? İkimizde de hata büyük. Seni kıskanmamı
engelleyemezsin. Belki sen beni kıskanmıyorsundur, bilemiyorum.” Çağla araya girip
“Hem de çok kıskanıyorum.” dedi. Tayfun konuşmasına devam etti. “O zaman daha
da iyi anlarsın beni. Korkuyorum. Lütfen beni korkutma.”
“Korkuyor musun? Benden
mi?” Çağla’nın sesi bir anda şımarık kız çocuklarınınkine dönmüştü. Tayfun onun
bu değişimini gülerek dinledi. “Aman Çağla senden değil elbette. Senin bana
yapabileceklerinden...” Bir süre sustu. Biraz daha ciddi bir ses ile konuşmaya
devam etti. “O yüzden uslu kız olacaksın. Etrafında erkek sinek gezmeyecek,
bensiz bir yerlere gitmeyeceksin.”
“Hop hop hop dur biraz. Neler
diyorsun? Neler oluyor sana? Şunun şurasında bir kaç saat oldu biz sevgili
olalı. Bu nasıl bir değişim?” Kendi kulağının duyduklarına inanamıyordu. O her
zaman duyduğu ciddi sesi duymuştu yine. Neler olduğunu anlamakta güçlük
çekiyordu.
“Değiştiğimi kim söyledi?
Ben hep böyleydim, sen bu yönümü bilmiyordun.”
Üzgün ama kararlı bir sesle
savunmaya geçti. “Tayfun, ben bu kadar sıkıya gelemem ki. Bizim kızlarla
buluşmalarımız erkeksizdir ama iş yerinde bir sürü erkekle çalışıyorum. Ayrıca
ayda yılda bir görüştüğüm bir iki erkek arkadaşımda vardı. Çocukluktan beri
kopmayan bir dostluk o. ”
“Tamam, kızlarla buluşmana
ben götürür getiririm. Eskiden tanıdığın arkadaşlarınla bensiz kesinlikle
görüşemezsin. İş yerindeki çocukları da kısa zamanda kadın personelle değiştireceğim.”
“Yok artık! Neler
söylüyorsun? Sen iyi misin?”
“Böyle olacak. Senin
etrafında bir sürü erkek görmek istemiyorum. Yeterince katlandım. Bu son
kararım.”
“O zaman üzgünüm ben
şirketten ayrılırım. Kimsenin benim yüzümden işinden olmasını istemem.” Çağla
şaşkınlıkla duyduklarını hazmetmeye çalışıyordu. Tamam seviyordu ve sevildiğini
düşünüyordu ama aşk böyle olmamalıydı. Tayfun bir anda nasıl değişmişti? En
iyisi yol yakınken vazgeçmekti.
“Bak o olabilir. Seni
tanıdığım bazı kadın işverenlerle görüştüreyim. Onlardan birinin yanında
çalışabilirsin. Ayrıca bundan sonra nerede çalışırsan çalış, ne zaman arasam
telefonunu açacak, ne zaman gelsem masanda olacaksın! Anlaştık mı?”
Çağla daha cümlesi biter
bitmez patladı. “AAA kusura bakma ama ben bunları yapamam. Bu nasıl şey ya?
Tayfun seni seviyorum ama bunları kabul edemem. Haklısın geçmişte çok hatam
oldu. Nedeni vardı ama hata hatadır. Onları silip atamam. Sana o hatalar bir
daha tekrarlanmayacak dedim. Bana inanmıyorsan, güvenmiyorsan bu iş burada
bitsin.”
“Ne yani, benden bu kadar
kolay ayrılacak mısın?”
“Kolay olacağını
söylemedim. Yarın istifamı da veririm. Seni şirkette görmeye dayanamam.” Sesi
artık ağlamaklı çıkıyordu. “Çok üzgünüm. Keşke bunlar hiç yaşanmasaydı.”
Gözünden akan yaş sesine de yansıdı.
Tayfun, “Ağlama sakın.
Sakın ağlama aşkım. Keşke yanındayken yapsaydım bunları. Ama yüzüne bakıp
söyleyemezdim. Sadece benim çektiğim üzüntünün bir kısmını anlaman için
söyledim. Sana güveniyorum. Lütfen ağlama canım. Ses çıkartsana Çağla! Çağla
orda mısın? Çağla…?” Sesi panikle yükseldi.
Tayfun hattın diğer ucunda
kendisini yiyordu. Ne vardı bu kadar üstüne gidecek? Çağla’sı hattın ucunda çok
üzgündü. Eli yine saçlarında geziyordu. Bu gidişle saçları elinde kalacaktı.
Çağla onun panik yüklü sesini
duyduktan sonra gözlerinden süzülen yaşları silmiş, derin bir nefes almıştı. Az
önce ömründen bir iki yılın gittiğine herkesle bahse girebilirdi. “Buradayım.
Ama beni bir kez daha üzersen o zaman neler yaparım bilmiyorum. Sakın… Sakın
beni bir daha bu hale sokma.”
“Yapmam. Pişman oldum bile.
Sadece… Aman neyse kapatalım. Seni gerçekten seviyorum ve üzdüğüm için özür
diliyorum.”
“Ben de seni seviyorum.
Eğer benim yaptıklarım seni az önceki gibi üzdüyse benim tek özürüm de işe
yaramaz. Epey özür dilemem gerekecek.”
“Hayır, bitti. Kapattık
konuyu.”
‘İyi ama bebek konusu açılırsa bu konuda açılacak. O zaman ne
yapacağım?’ Şu
işi bir an önce konuşmalıydı. İyi ama nasıl? ‘Hadi biz hemen evlenelim ve ben hamile kalayım. Çünkü bir yıl içinde
kaldım kaldım sonra kalamam. Seni de başka kadına yollamam. Boşamam. O zaman
çocuksuz kalırsın.’ Böyle mi diyecekti? Mümkün değildi. En iyisi o ana
dönmek ve yeniden normal nefes alabilirken mutluluğunu ifade etmekti.
“Tamam kapattık. Tayfun,
sesini duymak çok güzel geldi biliyor musun?”
“Biliyorum.”
Çağla az önceki üzüntüsünü
unutmuştu bile. “Aa ne kadar kendini beğenmişsin!”
“Ne alakası var? Senin
sesini duymak çok iyi geldi. Seni biraz üzsem de o ses tonunu duymak bile mutlu
etti beni. Senin için önemli olmak çok güzelmiş.”
“Tayfun…”
“Efendim?”
Çağla tam konuşacakken
kapısı çalındı. Annesi telefonda konuştuğunu anladığı için kapısını açmamıştı.
Dışarıdan seslenip prova için çağırdı.
“Annem çağırıyor canım.”
“Selamımı ilet annene.”
“Nasıl iletirim? Seni
bilmiyor ki!”
“Bilmiyor mu? Yanılıyorsun.
İnan ki biliyordur. Sen hastayken anlamış olmalı. O kadar panik olmuştum ki bir
iki açık vermiş olabilirim. Gerçi sen anlamadığına göre annen de anlamamış
olabilir mi?”
“Şu halimizi bilmiyor ama
sanırım haklısın. Seni aslında biliyor. Yine de seni biraz kendime saklasam ve
selamını sonra iletsem olur mu?”
“Olur tabii. İyi geceler.
Yarın sabah görüşürüz.”
“İyi geceler.”
Tayfun’un son cümlesi “Seni
seviyorum, iyi uyu bir tanem.” oldu. Bu adamın böyle sözcükleri söylemesi
Çağla’yı her duyduğunda şaşkına çeviriyordu. Yine de her seferinde kendisi de
aynı yanıtı veriyordu. “Ben de seni seviyorum.”
*****
Odadan çıkmadan önce aynada
yüzüne baktı. Az önce yaşadığı gel gitler tuhaf bir ifade yaratmıştı. En iyisi
annesinin karşısına çıkmadan önce Elif ile yaptığı konuşmayı düşünmek ve yüzünü
düzeltmekti. Tayfun’u düşünmek ya suratını asacak ya da ensesine kadar
genişlemiş dudaklar yaratacaktı. Evet en iyisi Elif’i düşünmek idi…
Annesinin yanına gittiğinde
onun elindeki bir parçayı teyellediğini gördü.
“Anne hemen yapalım mı
provayı. Benim çok işim var.”
“Bana bak, bıktım senin
işlerinden. Gel şuraya giy şunu.”
Hale hanım, peş peşe
giydirdiği elbiselerin ve bluzların çeşitli yerlerine iğneler takarak,
kıvırarak, kısaltarak tam bir saat tuttu Çağla’yı. Ama yarım bile olsa
yaptıklarının çok güzel olduğunun farkındaydı.
“Anne, ellerine sağlık.
Vitrindekiler yanından bile geçemez.”
“Elbette geçemez. Onlar
fason, bunlar butik işi. Paraya vursam servet ödersin bana.”
“Bu konuyu kim açtı ki? Ne
parası. Ben öperim ödeşiriz.”
“Bedavaya getirdin resmen.
Çağla, hadi son olarak şu dolaptakini de giy.”
Çağla, dolapta saklanan
şeyi gördüğünde bir süre gözlerini ayıramadı. Hepsi güzeldi ama bu başkaydı.
Çok seksiydi bir kere. Bu da bir tulumdu ama. Pantolon kısmının ayak
bileklerinde kalın manşetler vardı ve bilekte düğmelenecekti. Kalçasının çok az
altından ayak bileğine kadar pantolonun yanları açıktı. Bacakları olduğu gibi
ortadaydı. Üst kısmı ise belinden itibaren sırtını tamamen açıkta bırakıyordu.
Boyunda kalın bağlar ile atılan düğümün uçları yine beline kadar sarkarak
sırtındaki açıklığı bir nebze örtüyordu. İçine askısız sutyen bile takamazdı.
Annesinin bu kadar iddialı bir kıyafet dikmesini yadırgadı.
“Anne bunu nerede ve daha
önemlisi nasıl giyeceğim?”
“Birinin seni görmesini
istediğin ama elletmeyecek kadar uzak olacağın bir yerde. O salak adam böylece
neyi kaçırdığını anlayacak.”
“Ay anne ‘kız anaları’ için
söylenenler doğru sanırım.” Daha cümlesi bitmeden annesi “Bir tek laf daha et,
ben de tüm diktiklerimi çöpe atayım.” deyince Çağla sustu.
“Sustum. Ama anne gerçekten
açık bu!” Tayfun’un kendisini göreceği bir yerde böyle bir kıyafetle
dolaşamazdı. Adam zaten eski hayatı hakkında bir sürü olumsuzluğa sahipken bir
de bu kadar cüretkar kıyafetle karşısına çıkamazdı. Hale hanım da pantolon
kısmının çok açık olduğunu kabul ederek eline aldığı iğneler ile yeni yerler
işaretlemeye başladı. “Tamam yanlarını biraz daha kapatırım. Kalçanın beş
santim daha altına indiririm. Mini eteklerin kadar yeri açıkta bırakır. Tamam
bak burası iyi işte.”
Çağla, annesinin çabasını
takdir etmek isteği ile, “Ama etkisi asla mini etekler gibi olmaz. Bununla ben bile
kendime asılmak istedim.” dedi. Hale Hanım gülmesini gizlemeye çalışarak,
“Sapıtma. Babana da gösterme. Hayatta valizine koydurtmaz.”
“Al işte. Anneme bak. Deli
bu kadın deli! İyi ki böyle deli bir annem var.”
Çağla askılardakilere
yeniden baktı. İstediği gibi uçuşan kumaşlardan iki elbise bitmişti. Çok güzel
iki şort ve üstlerine uygun üç tane bluz dikilmişti. Son provalar yapılmıştı.
Artık bunlar da bitmiş sayılırdı. Bir de beyaz ceket ile pantolon dikecekti ama
onun acelesi yoktu. Teyellemiş üstünde kontrollerini yapmıştı. Dar paçalı ve
biraz kısa pantolonun paçalarının yanında ikişer santimlik yırtmaçlar çok şirin
bir görünüm vermişti. Çağla taba rengi kemer ve ayakkabısı ile bu takımın süper
olacağını biliyordu. İçine de şeftali rengi bluzunu giydiğinde iş yeri için
mükemmel bir kıyafet olacaktı.
En son giydiği tulum zaten
şaheserdi. Onu düğüne giyse Tayfun ne yapardı acaba? Hemen vazgeçti. Düğün günü
kavga etmek istemiyordu. En iyisi elbiselerden birini giymekti. O tulumu
tatilde kızlarla birlikteyken giyecekti.
Prova bittiğinde yorulmuş
ama mutluydu. Tekrar odasına döndüğünde artık tek istediği sevdiği erkeği
düşünerek uyumaktı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder