11 Ağustos 2015 Salı

KAHVE FALIMDA CİNAYET VAR! 36. Bölüm

Deren ile Akın o akşam yemeğe çıkmıştı. Evlenmeye karar verdiklerinden beri ilk kez baş başa kalabilmişlerdi. Nöbetler ve peş peşe gelen cinayetler ile çok yoğun günler geçirmişlerdi.

“Baş Komiserim birimizi göndermek zorunda. Ben gitmek istiyorum Akın.”

“Hiç gerek yok. Sen, güvendiğim insanların yanında kal. Ben giderim.”

“Asıl sen güvendiğim kişilerin yanında kalmalısın.” Deren’in sesindeki ima bunun mesleki güven olmadığını belli ediyordu.

“Bu ne demek?”

“Ne demekse o! Aynı cümleyi sen kurduğunda ben sordum mu?”

“Deren, sen hem erkek olarak hem de polis olarak güvendiğim insanların yanında kal. Neden inat ediyorsun?”

Deren, içinde tutamadı daha fazla. “Çünkü polisliğine lafımın olmadığı ama kadınlığı yüzünden hiç sevmediğim Yıldız ile çalışmanı istemiyorum!”

“AAA sen beni kıskanıyorsun!”

“Sen beni kıskanmıyorsan neden benim ekip değiştirmeme laf edip güvendiğin erkeklerin yanında bırakmak istiyorsun?”

Akın, onun kızgın bakışlarına gülümseyerek baktı. “Ben de seni kıskanıyorum. Ama aklıma bile gelmemişti Yıldız.”

“Benim aklıma gelmişti. İstemiyorum oraya geçmeni.”

“Bak canım, bildiğim kadarıyla o artık biri ile çıkıyor. Ayrıca aynı masaya bağlı iki kadının büro içi rekabeti son derece rahatsız edici olur. Ama farklı masalarda olunca göze batmaz. Hem sen de böylece kazanan masada kalmış olursun.”

“Ben o masaya geçince de kazanan grupta olurum. “

“İşi inada mı bindiriyorsun?”

“Yok, inatla iş yürümez. Ben o masaya geçeceğim.”

“Ben geçeceğim.”

“Yıldız yüzünden mi?”

“Senin yüzünden. Yıldız ile ilgim yok. Kapat artık şu konuyu. Tek derdim sensin. Uzun zamandır da sadece sendin. Yıldız ile ilgim olsa çoktan yaşanırdı. Onu bilmiyor musun? Peşine düşmediği erkek sinek bile yok. İçin rahat olsun.”

“Sen yoksa onunla çıktın mı?”

“Asla. Asla niyetlenmedim bile.”

“İyi. Şimdi kesin kararımı verdim ben geçiyorum oraya. Bu işi uzatırda anlaşamazsak Baş Komiserim başka bir yere yollar, günlerce görüşemeden çalışmak zorunda kalırız.”

“Sen hep inat mıydın? Yoksa beni kıskanmak mı böyle yaptı seni.”

“Sen daha benim inadımı görmedin!”

“Sen de benim aşkım.”


***** 


Handan, bir önceki gün Cenk ile konuştuğundan beri asık yüzle geziyordu. En sonunda Hakan, kardeşini bir köşeye çekmiş ve uzun uzun konuşmuştu. Eğer, evliliği bitirmek bu kadar üzecekse yeniden düşünmesini de söylemişti. Handan’ın yanıtı ise, bir süre sonra yeniden mutlu olmayı denerim. Ama Cenk’in yanında bu şansım yok. Ömür boyu tek taraflı bir aşk ile yaşayamam, olmuştu.

Hakan, kardeşine her durumda destek vereceğini söyleyerek ayrılmıştı yanından.

Öğle yemeğine kadar yüzerek ve güneşlenerek vakit geçirmişlerdi. Hakan yüzmüyor ama havuza girip serinliyordu. Kulaç atması henüz sakıncalıydı. Nil de onun yanında biraz oyalanıyor, sonra da sana bakıcılık edemem ben yüzüyorum diyerek uzun kulaçlarla kaçıyordu. Onların neşeli olma çabaları sonunda Handan’ı da tetiklemişti. O da gülmeye, konuşmaya başlamıştı.

Yemekten sonra yeni kahveler içilmiş, fallar kapatılmıştı. Handan, Nil’e sen de kapat, ben bakacağım, demiş, onun bu hevesine gülen Nil de hemen fincanını kapatmıştı.

Önce Nil, Handan’ın fincanına baktı.

“Canım, bir değişiklik yok. Ayrılık ve daha sonra mutluluk gözükmekte. Ama ev konusunda bir sorun mu var?”

“Nasıl bir sorun?”

“Sanırım o evde sen kalacaksın.”

“Olmaz kabul etmem.”

“Cenk, belki de boşanma şartı olarak onu koyar. Zaten erkeğin evden gitmesi daha doğru.”

“Bilemiyorum.”

“Zor biliyorum ama şimdilik falın, senin o evde kalacağını söylüyor.”

Nil, fincanda gördüğü bazı şeyleri hiç dile getirmedi. Şu an onları söylemenin kimseye faydası olmayacaktı.

İkinci sırada Hakan’ın falı vardı. Az önce oluşan kötümser havayı dağıtmak için bol bol, yanında kadın var, bu bana benziyor, bu bana benzemiyor diyerek şamata yaparak fal baktı. Hakan da her “bu bana benzemiyor” dediğinde bir isim söyleyerek Nil’i kızdırıyordu. Nil, onun bu hallerini çok seviyordu. Sevildiğini bilerek şakalaşmak güzeldi. Sıra Nil’in fincanına gelmişti.

Handan, fincanı açtıktan sonra uzun uzun baktı.

“Bak canım, fincanın diyor ki, hayatında çok yakışıklı, karizmatik bir erkek var. O seni çok seviyor. AA sen de çok seviyorsun. Üç vakte kadar yol gözüküyor.”

“Eh dönüş yoludur. Ama şu beni seven kim anlamadım? Yakışıklı ve karizmatik… Kim acaba?”

“Bilmem, ama kaçırılmayacak biri.”

“Tamam, kaçırmam öyle birini.”

“Hanımlar, uzatırsanız acısını çıkartırım. Bence bu kötü şakayı kesin.”

“Sen bana, Ayla, Mualla, Süheyla diye isim saymıyor muydun az önce? İşte asıl ben şimdi acısını çıkarttım.”

“Anladım, bir daha uğraşmam seninle. Handan, sen de doğru düzgün bak bakacaksan.”

“Ay tamam baktım bitti. Bu kadardı zaten.” Handan korkmuş gibi bırakmıştı fincanı elinden.

Hakan, Nil’e bozuk suratla bakıyordu. Hala kızıyordu. Üstelik şaka olduğunu bildiği halde kızıyordu. Handan fincanlarla içeri girdiğinde, Nil’e dönüp, “Şakasını bile yapmayalım. Hiç hoşuma gitmedi. Hatta canımı yaktı.” dedi. Nil, sesindeki acıyı hissedince yanına sokulup, koltuğunun altına yerleşti. İki kolu ile de beline sarıldı. “Seni seviyorum. Bu kadar üzüleceğini bilsem asla öyle konuşmazdım.”

“Ben de seni seviyorum. Hadi unutalım az önce olanları.”

Cumartesi gününün kalan süresi çok daha güzel geçmişti. Akşamüstü üçü, Bayramoğluna doğru yürümeye başlamıştı. Hava biraz bulutlanmış, güneşin yakıcı özelliği kalmamıştı. Keyifli bir yürüyüşten sonra Hakan onlara yemek ısmarlamıştı.

Geç saatte eve döndüklerinde hepsi biraz çakır keyifti. Handan, her zaman yaptığı gibi onları yalnız bırakıp odasına gitti.

“Hemen yatacak mısın?”

“Uykum var ama biraz oturabilirim.”

“Bahçede oturalım.”

“Kahve yapayım mı?”

“İstemem. Sadece yanımda otur.” Nil oturunca sağlam kolunu omzuna dolayıp kendine çekmişti. İlk önce burnuna, sonra dudaklarına küçük öpücükler kondurdu. Sonra da arkasına yaslandı ama konuşmadı. Nil onun bu halini tuhaf bulmuştu.

“Neden durgunlaştın?”

“Yarın son gün. Artık gün içinde seni göremeyeceğim.”

“Bir hafta sonra görürsün.”

“Nöbetimin olmadığı akşamlar gelirim. Yarım saat fark eder.”

“Yorucu olmaz mı?”

“Olmaz. Seni özleyeceğim zaten. Hiç olmazsa akşamları görürüm.”

“Sevinirim. Ama zorlama kendini. Yollarda helak olma.”

“Akşam geldiğimde göreceklerim tüm yorgunluğumu alır.”

“Benim de!”

“Sen ne yapacaksın da yorulacaksın?”

“Yüzeceğim, güneşleneceğim, kitap okuyacak ve müzik dinleyeceğim.”

“Ya evet çok yorulacaksın.”

“En önemlisi seni özleyeceğim.”

“Bak bu yorar işte.”

Nil, ilk kez Hakan’dan önce davranmış ve dudaklarına uzanmıştı. Uzun süre öpüştüler. Bir ara Nil kendini Hakan’ın kucağında buldu.

“Yukarı çıkmayı her şeyden çok istiyorum. Fakat yer ve zaman uygun değil. Hadi odalarımıza gidip uyuyalım. Yoksa baştan çıkacağım.”

“Sonra… Dediğin gibi müsait değil. İyi geceler.” diyerek Nil önden gitti. Hakan bir süre daha oturdu.

Bazı şeyleri uzatmanın manası yoktu…


***** 


İşte bu... Nihayet bu gece iş yoktu. Hava rüzgârlıydı. Sahil boştu. Arabalar bile tek tük geçiyordu. Ve o da iş bulamamanın verdiği rahatsızlıkla banklardan birine yaslanmış bekliyordu.

Birileri yanına ulaşmadan harekete geçmeliydi. Bisikletinin pedallarını hızlı çevirdi. Sırt çantası bisikletin hareketleri ile hafif salınıyordu. Banka yaklaştığında alıcı göz ile süzmeye başladı. Sahilin ışıklandırması ortalığı gündüze çeviriyordu.

“Selam, güzellik. Ayazda kalmışsın! Isıtayım mı?”

“Çulsuzlar ısıtamaz!”

“Babaçkom*, seni öyle bir ısıtırım ki bir daha üşümezsin!”

“İş sadece onunla bitmiyor. Fiyatım yüksek.”

“Merak etme çarık* sağlam.”

“Sevdim seni. Sana yüz liraya olur.”

“Hadi ya, hangi çaça* yüz lira? Elli veririm.”

“Elliye eve götürmen lazım... Otel olmaz.”

“Ev hiç olmaz. Bu saatte polis geçmez. Gel hadi.”

“Nereye?”

“Kayalıklara. Gece, soğuk ve rüzgârlı... Ama sen bir daha asla üşümeyeceksin?”

“Çok iddialısın. Göster marifetini!”

Bisikletten indi. Genç kadını yanına aldı. Yirmi metre kadar yürüyüp deniz kenarındaki kayalıklara gitti. Kadının üstündeki mini etekten açıkta kalan bacaklarına baktı. Sert havaya rağmen öyle giyinmişti. Üstünde incecik askılı bluz ise kendisi için çok iyiydi. Göğüsleri yeterince büyüktü. Çok da doğal gözüküyordu. 

“Memelerini kim yaptıysa güzel yapmış. Tam zevkime göre.”

“Yaptırmadım. Hormonlarla büyüttüm. Güzel değil mi?”

“Müthiş olmuş. Gel şu kuytuya da yakından bakayım. Bir şey içer misin?”

“Ne var içecek? Kanyak mı?”

“Kahvem var.” Çantasını kucağına aldı. O arada çapkın bakışlarla bacaklarını süzmeye devam ediyordu. Onun bakışlarından memnun olan kadın acele etmiyor, sıcak kahvenin hayali ile bekliyordu. Çantadan çıkarttığı termosun kapağını açtı. İçindekini çıkarttığında kadının gözleri büyüdü.

“O ne?” Dediğinde çoktan elindekini saplamak için saldırmıştı. “Bırak beni.” Diyerek çırpınıyor kaçmaya uğraşıyordu. Taşların, kayaların üstünde ikisi de rahat hareket edemiyordu. En sonunda tüm gücü ile beline sarıldı ve taşlara doğru savurdu. Düşen kadının sersemlemesini fırsat bilip hemen elindekini sapladı. Birkaç saniye de cavlağı* çekmişti.

Sol elinin yüzük parmağına gerekeni yaptı. Sonra bulunması biraz daha zorlaşsın diye kayalıklardan denize yuvarladı. Kısa sürede karanlık sulara gömülmüştü ceset.

Sakin adımlarla, çantayı yine sırtına astı. Bisikletini bıraktığı yere yürüdü. Avuç içinde bir kesik oluşmuştu. İki güne kadar kapanırdı. Acısını duymamak için az önce yaşadıklarını düşündü. Ceset üç gün bulunmazsa zaten büyük kısmı çürümüş olacaktı.

babaçkom* : argo da güçlü gösterişli iri yarı kadın
çarık* : para cüzdanı
çaça* sokak kadını
cavlamak* ölmek


 ***** 


Hakan'ın pazartesi işe gitmesi tüm ekibi sevindirdi. Müdür de onun dönüşünü bizzat odasına giderek kutladı. Hakan dosyalara gömüldüğünde kendi yokluğunda işlerin yürümesinden memnundu.

Çözülen dosyalara, Akın'ın çözdüğü travesti cinayeti eklenmişti. Gelen DNA sonuçları ve ipuçlarından yola çıkan Akın travestinin o günkü son konuşmalarından müşterilerini tespit ettirmiş, DNA karşılaştırması için örnek almış ve sonunda cinsel ilişkiye giren kişiyi tespit etmişti. Ardında adamı konuşturmak çok kolay olmuştu. Başlarda diğer katile yüklemek istese bile cinayetlerin aynı olmadığını bunun taklit cinayet olduğunu söyleyen Akın'ın sıkıştırmaları sonucunda itiraf etmişti.

Ellerindeki yeni işlerin dosyalarını okumaya başlamıştı. Çaycı güzel bir çayla oda kapısını tıklattığında, onun da geçmiş olsun demek için çayı bahane ettiğini anlamıştı. Bir süre sonra Suat Baş Komiser de ziyaretine gelmişti. Bir süre konuşan iki meslektaş daha sonra işe dönmüştü.

İlk günün büyük bir kısmı geçmiş olsun dileklerinin karşılanması ile geçmişti. Öğlene doğru nihayet boş kalmıştı odası. Telefonda Nil'in numarasını tuşladı. Özlemişti. Bir haftadır gece gündüz beraber olduktan sonra çok zor gelmişti ayrılmak. Yan odada uyuduğunu bilmek, sabah aynı evde uyanacaklarını bilmek çok huzurlu bir duyguydu. Nil'in de öyle düşündüğü umuyordu. Nil telefonu “Canımmm” diyerek açmıştı.

“Özledim seni.”

“Ben de seni özledim. Nasılsın? Ağrın var mı?”

“Tek ağrım kalbimde... Sensizlik zor geldi.”

“Akşam buraya geleceksin değil mi?”

“Evet canım. Ama geç kalabilirim. Yol da uzadı biraz daha.”

“Yavaş gel, dikkatli gel ama gel lütfen!” Önceki, yorulursun, gelme istersen dediği anları unutmuştu. Bu kadar özleyeceğini tahmin bile etmemişti.

“Böyle bir davete kim karşı gelebilir ki? Geleceğim canım.” kısa süre daha konuşup kapattılar telefonu.


Dört saat sonra gelen haber ile ekip Anadolu yakasına geçti. Denizden çıkan bir ceset vardı. Polis araçları ve ambulans onları bekliyordu. Hakan ve ekibi ile savcı kısa ara ile olay yerine geldiler. Yeni bir travesti cinayetiydi. Sanki Hakan'ın iş başı yapmasını beklemişti!

Cesedin ölüm saati çok anlaşılmasa da yirmi dört saat ile otuz altı saat önce olduğunu düşünüyorlardı. Ceset henüz çürümemişti. Üstelik yüzük parmağındaki kesik de bu kez gerçek katilin işi olduğunu gösteriyordu.

Cesedin başında toplanan kalabalığı sahil yolunda işe çıkan hayat kadınları da katılmıştı. Zaten o kadar polis arabası varken müşteri bulmaları mümkün değildi. Onlar da kalabalığın neden toplandığını anlamak için yanlarına gelmişti.

Kadınlar yerde yatan cesede dikkatle bakınca Rıza yanlarına gelip, tanıyıp tanımadıklarını sordu. Kadınlardan biri “ensesinde dövmesi var mı? Benziyor ama...” deyince hemen cesedin yanına gidip yana çevirdi. Hakan da onun hareketlerini izliyordu. Ensesinde eros dövmesi vardı.

“Gel buraya” az önceki kadına seslendi Rıza. “Bak bakalım bu tanıdık mı?”

“Ayyy evet. Ay kıyamam. Ah canım. Ne olmuş ona böyle? Kim kıymış? O seri katil de mi? Ah ah kardeşi ne yapacak şimdi?”

“Adı ne?”

“Gonca diye biliriz ama gerçek adını bilmem. O burada ne yapıyor ki? Onun yeri en az iki yüz metre aşağıda olmalı. Onun müdavimleri yerini bilir.”

“Çantası oralarda olabilir. Bekle burada.”

Rıza hemen Hakan'a anlattı öğrendiklerini. İkisi yanlarına kadını da alarak iş yeri olduğu söylenen yere doğru gittiler. Diğerleri cesedin başında savcının işinin bitmesini bekliyordu.

Kadın, Gonca'nın çalıştığı yeri göstermişti. Rıza ile Hakan o bölgeyi uzun uzun incelediler. Elbette ortada bir şey bulmayı ummuyordu ikisi de. Sonunda kayalıkların olduğu yere geldiklerinde daha dikkatli bir inceleme yapmaya başladılar. Kayalıkların üstünde cesedin üstündeki kıyafete ait olabileceğini düşündükleri kumaş parçalarını görünce olay yeri ekibini çağırdılar.

Ekip gelene kadar etrafı biraz daha incelediler. Kayaların bir kısmında kuru kan izi olabileceğini düşündükleri izler vardı. Denizin son üç gündür dalgasız olması bir ihtimal o izlerin maktulün kanı olabileceği kuşkusu uyandırmıştı. 

Olay yeri ekibi geldiğinde tüm izlerin tek tek toplanmasını beklediler. Her yerin fotoğrafını çektiler.

*****

Cenk kapıdan girdiğinde evde Handan'ın noksanlığını hemen fark etmişti. Tatilleri devam ettiği için Nil ile Bayramoğlunda olduğunu biliyordu. Aslında havaalanından hemen oraya gitmek istemişti ama Handan kesinlikle görüşmek istemediğini bir hafta daha tatil yapacağını sonra eve döneceğini söylemişti. O zaman konuşacaklardı.

Cenk işlerini bir an önce bitirmek için gecesini gündüzüne katmış, ilk planlandığı gibi onuncu gün görüşmeleri bitirmişti.

Handan ile yeniden konuşmak istediğinde hep olumsuz yanıt almıştı. Hakan ile konuşmayı da o an doğru bulmamıştı. Ama çare bulamazsa Hakan ile görüşmesi kaçınılmaz olacaktı.

Soner'den ise farklı bilgiler almıştı. Handan acil olarak celbin eline ulaşmasını istiyordu. Soner normalde bu hafta içinde celbin elinde olmasını sağlayabileceğini ama Cenk'in isteğini yerine getirip Handan’ı oyalayacağını söylemişti.

Cenk, valizlerini kapının ağzında bıraktı. Çok yorulmuştu. Hakan'ın yaralandığını duyduğunda geri dönmek istemiş ama yarasının çok hafif olduğunu Hakan'ın kendisinden duyup, gelmemesini söylemesi üzerine vazgeçmişti. Belki o zaman karısını bu saçma sapan kararından vazgeçirebilirdi. Evliliklerini neden bozacaktı? Evet, son zamanlarda aralarında sorunlar vardı ama bunu neden konuşup çözmüyorlardı?

Konuşmak?

Kendisi konuşmuyordu ki Handan'ın konuşmasını nasıl bekliyordu?

Nil ne demişti, Handan’a? Ne söylemişse Handan'ın kararını etkilemişti! Acaba Nil bir şey demediği halde mi öyle bir imada bulunmuştu Handan? Hayatında biri vardı ve onu koruyordu belki de? Kim olabilirdi? Son zamanlarda Handan’ın ne yaptığını, nereye gittiğini bilmiyordu ki! Nil'e gidiyorum diyordu ama acaba Nil'e mi gidiyordu?

Bunların yanıtı Nil'deydi!



 ***** 



Adli tıptan gelen raporları okuyordu Hakan. Cinayetin işlendiği yerde iki ayrı kan bulunmuştu. Biri sıfır RH negatifti ki bu katilin kanı olmalıydı. Kanların pıhtılaşması ve kuruma oranları eşitti. Buradan çıkan sonuç iki ayrı kanında aynı anda aktığı idi...

Diğer kan maktulündü ve bu da cinayet noktasının yine gözlerden uzak olduğundan başka ipucu vermiyordu. Toplanan diğer deliler ile yine bir şey elde edilemeyeceğini biliyor ama yanıtları bekliyordu. Raporun en altında maktul ile uyuşmayan kanın Hacettepe Üniversitesine DNA izolasyonu için gönderdikleri iki gün sonra yanıtın ellerinde olacağını yazmışlardı. DNA’sı ellerinde olacaktı ama o DNA'nın kime ait olduğuna dair başka iz yoktu.

Hakan sinirlenmişti. Katil dalga geçiyordu resmen! Ne bir iz ne bir bulgu...

Odanın, ekibin olduğu taraftaki kapısını açtı. Orada olanlara baktı sonra sinirli sesle, “Herkes odama!” diye seslendi.

Tüm ekip elindeki işleri bırakıp hızlı adımlarla odaya girdi. Daha ne olduğunu anlamadan Hakan'ın odasındaki olayları takip ettiği tahtanın önünde toplandılar.

“Neyi atlıyoruz? Bu kadar akıllı olması mümkün mü? Tek iz bırakmadan cinayet işlemesi? Mümkün mü? Maktulleri nasıl seçiyor? Şimdiye kadar ölenlerin hiç birinin aynı kuaföre, aynı mağazaya hatta aynı kasaba gittiğini bile bulamadık. Birbirinden bu kadar alakasız kişileri nasıl belirliyor? Mutlaka ortak bir nokta olmalı!”

“Amirim, tüm verileri defalarca inceledik. Tüm maktullerin son yirmi dört, hatta kırk sekiz saatlerini didik didik ettik. Ama ortak nokta bulamıyoruz. Tamamen rastlantısal bir seçim olmalı.” Akın'ın yanıtı mantıklı gibiydi ama Hakan'ın aklına yatmıyordu bu.

“Tüm panoyu boşaltın. En baştan başlıyoruz. Herkes mesaisini bu işe harcasın. Bu hafta mutlaka yol olmamız lazım.”

'Emredersiniz' mırıltıları ile hemen işe koyuldular. Büyük tahta bir dakikada tamamen boşalmıştı.

“Şimdi sıra ile maktulleri ve nerede nasıl bulunduklarını tahtaya işleyelim. Herkes birini alsın eline.”

Kısa süre sonra maktuller, ölüm yerleri, günleri, saatleri ve cinayetten ne kadar sonra bulundukları tahtaya işlenmişti.

Hepsinin travesti olması, kalplerine batırılan eser artık bulunmayan bir cisim ile öldürülmüş oldukları ve ölüm yerlerinde son cinayete kadar katilden tek bir iz kalmadığından başka ortak nokta yoktu. Herkes kendi maktulünün son yirmi dört saatini okumuş, diğerleri ile ortak bir yer tespit edilememişti.

Hakan'ın başına ağrı girdi. Tahtaya uzun uzun baktı. Baktıkça ağrısı arttı. Çay ocağını arayıp hem herkese çay hem de kendisine su istedi. Çekmecesinden ilaç aldı. Odada yürüse bile aklı tahtadaydı. Ne ile öldürüldüklerini çözemiyorlardı. Çaycı kapıyı tıklatıp girdi. Elindeki çayları ekibe dağıttı. En sonda duran Hakan'a önce suyu uzattı.

“Amirim, dolapta su kalmamış buz attım içine kusura bakmayın!”

“Bakmam. Sağ ol.”

Suyu içmeden önce biraz çalkalayıp soğukluğun bardağa dağılmasını bekledi. Sonra hapı ağzına atıp suyu kafasına dikti. Bardağın içinde kalan buzun erimesinden sonra aldığı keskin köşeli şekle baktı...

“Lanet olsun! Ne aptallık. Bunca zaman nasıl bulamadık. Elbette ki buzla öldürdü!”

“Buzla mı? Ama amirim iki kemik arasına buzu sokmak ve kalbe denk getirmek... Bu gerçekten çok zor... Buz kolayca kırılmaz mı? Hatta erimeden nasıl bu cinayetleri işler ki?”

“Ya buzlukla yanında taşıyor, ya da cinayetleri önceden planlıyor ve öldüreceği kişilere yakın oteller tutuyor. Yeni bir araştırma konusu bulduk.”

“Buzdan eminiz o halde?”

“Eminim. Zaten her seferinde su ile bir bağlantı var. İlkinde çok gün geçmişti. Ondan anlamadık ama diğerlerinde su hep vardı.”

“Evet. Hepsinde bir de yüzük parmağındaki kesik var. Onun ne olduğunu hala anlayamadık.”

“Onu da katili bulunca çözeriz.”

“Amirim, bu katil tıp okumuş olabilir diye düşünmüştük. Doktor olabilir mi?” Rıza aklına geleni söylemişti.

“Olabilir tabii. Doktor?”

“Bildiğiniz bir doktor mu var?”

“Rıza... Başka bir şey aklıma getirdin.” Hakan'ın yüzü gülüyordu.

“Amirim ne buldunuz?”

“Bu tabloda ne noksan çocuklar?”

“Ne? Hepsinin gittikleri doktorlar var tahtada!” diye hepsi bir ağızdan sordu. Sonra bakışları tahtaya döndü. Hepsi bakıyordu tahtaya...

“Hiç birinin hormon ilaçlarını yazan biri yok! Gittikleri doktorlar ya dişçi, ya göz doktoru ya da dahiliyeci.”

“A evet. Bunların hormon ilacı alması gerekmez mi?”


“Evet ya. O ilaçları normal yollardan aldıklarını gösterir doktor kaydı bulamadığımıza göre bunu el altından yapan biri olmalı. Hiç biri transseksüelliğe geçmemiş ama hepsi hormon almış ki özellikle göğüsleri çıkmış. Silikonlu değillerdi. Bu durumda ilaç almaları şart! Bulun o doktoru bana. Bu tahtadaki doktorlardan başlayın. Belki de katilimiz o!”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder