Deren ile Akın o akşam yemeğe çıkmıştı. Evlenmeye
karar verdiklerinden beri ilk kez baş başa kalabilmişlerdi. Nöbetler ve peş
peşe gelen cinayetler ile çok yoğun günler geçirmişlerdi.
“Baş Komiserim birimizi göndermek zorunda. Ben
gitmek istiyorum Akın.”
“Hiç gerek yok. Sen, güvendiğim insanların yanında
kal. Ben giderim.”
“Asıl sen güvendiğim kişilerin yanında kalmalısın.”
Deren’in sesindeki ima bunun mesleki güven olmadığını belli ediyordu.
“Ne demekse o! Aynı cümleyi sen kurduğunda ben
sordum mu?”
“Deren, sen hem erkek olarak hem de polis olarak
güvendiğim insanların yanında kal. Neden inat ediyorsun?”
Deren, içinde tutamadı daha fazla. “Çünkü
polisliğine lafımın olmadığı ama kadınlığı yüzünden hiç sevmediğim Yıldız ile
çalışmanı istemiyorum!”
“AAA sen beni kıskanıyorsun!”
“Sen beni kıskanmıyorsan neden benim ekip
değiştirmeme laf edip güvendiğin erkeklerin yanında bırakmak istiyorsun?”
Akın, onun kızgın bakışlarına gülümseyerek baktı.
“Ben de seni kıskanıyorum. Ama aklıma bile gelmemişti Yıldız.”
“Benim aklıma gelmişti. İstemiyorum oraya geçmeni.”
“Bak canım, bildiğim kadarıyla o artık
biri ile çıkıyor. Ayrıca aynı masaya bağlı iki kadının büro içi rekabeti son
derece rahatsız edici olur. Ama farklı masalarda olunca göze batmaz. Hem sen de
böylece kazanan masada kalmış olursun.”
“Ben o masaya geçince de kazanan grupta
olurum. “
“İşi inada mı bindiriyorsun?”
“Yok, inatla iş yürümez. Ben o masaya
geçeceğim.”
“Ben geçeceğim.”
“Yıldız yüzünden mi?”
“Senin yüzünden. Yıldız ile ilgim yok.
Kapat artık şu konuyu. Tek derdim sensin. Uzun zamandır da sadece sendin.
Yıldız ile ilgim olsa çoktan yaşanırdı. Onu bilmiyor musun? Peşine düşmediği
erkek sinek bile yok. İçin rahat olsun.”
“Sen yoksa onunla çıktın mı?”
“Asla. Asla niyetlenmedim bile.”
“İyi. Şimdi kesin kararımı verdim ben
geçiyorum oraya. Bu işi uzatırda anlaşamazsak Baş Komiserim başka bir yere
yollar, günlerce görüşemeden çalışmak zorunda kalırız.”
“Sen hep inat mıydın? Yoksa beni
kıskanmak mı böyle yaptı seni.”
“Sen daha benim inadımı görmedin!”
“Sen de benim aşkım.”
*****
Handan, bir önceki gün Cenk ile
konuştuğundan beri asık yüzle geziyordu. En sonunda Hakan, kardeşini bir köşeye
çekmiş ve uzun uzun konuşmuştu. Eğer, evliliği bitirmek bu kadar üzecekse
yeniden düşünmesini de söylemişti. Handan’ın yanıtı ise, bir süre sonra yeniden
mutlu olmayı denerim. Ama Cenk’in yanında bu şansım yok. Ömür boyu tek taraflı
bir aşk ile yaşayamam, olmuştu.
Hakan, kardeşine her durumda destek
vereceğini söyleyerek ayrılmıştı yanından.
Öğle yemeğine kadar yüzerek ve
güneşlenerek vakit geçirmişlerdi. Hakan yüzmüyor ama havuza girip serinliyordu.
Kulaç atması henüz sakıncalıydı. Nil de onun yanında biraz oyalanıyor, sonra da
sana bakıcılık edemem ben yüzüyorum diyerek uzun kulaçlarla kaçıyordu. Onların
neşeli olma çabaları sonunda Handan’ı da tetiklemişti. O da gülmeye, konuşmaya
başlamıştı.
Yemekten sonra yeni kahveler içilmiş,
fallar kapatılmıştı. Handan, Nil’e sen de kapat, ben bakacağım, demiş, onun bu
hevesine gülen Nil de hemen fincanını kapatmıştı.
Önce Nil, Handan’ın fincanına baktı.
“Canım, bir değişiklik yok. Ayrılık ve daha
sonra mutluluk gözükmekte. Ama ev konusunda bir sorun mu var?”
“Nasıl bir sorun?”
“Sanırım o evde sen kalacaksın.”
“Olmaz kabul etmem.”
“Cenk, belki de boşanma şartı olarak onu
koyar. Zaten erkeğin evden gitmesi daha doğru.”
“Bilemiyorum.”
“Zor biliyorum ama şimdilik falın, senin
o evde kalacağını söylüyor.”
Nil, fincanda gördüğü bazı şeyleri hiç
dile getirmedi. Şu an onları söylemenin kimseye faydası olmayacaktı.
İkinci sırada Hakan’ın falı vardı. Az
önce oluşan kötümser havayı dağıtmak için bol bol, yanında kadın var, bu bana
benziyor, bu bana benzemiyor diyerek şamata yaparak fal baktı. Hakan da her “bu
bana benzemiyor” dediğinde bir isim söyleyerek Nil’i kızdırıyordu. Nil, onun bu
hallerini çok seviyordu. Sevildiğini bilerek şakalaşmak güzeldi. Sıra Nil’in
fincanına gelmişti.
Handan, fincanı açtıktan sonra uzun uzun
baktı.
“Bak canım, fincanın diyor ki, hayatında
çok yakışıklı, karizmatik bir erkek var. O seni çok seviyor. AA sen de çok
seviyorsun. Üç vakte kadar yol gözüküyor.”
“Eh dönüş yoludur. Ama şu beni seven kim
anlamadım? Yakışıklı ve karizmatik… Kim acaba?”
“Bilmem, ama kaçırılmayacak biri.”
“Tamam, kaçırmam öyle birini.”
“Hanımlar, uzatırsanız acısını
çıkartırım. Bence bu kötü şakayı kesin.”
“Sen bana, Ayla, Mualla, Süheyla diye
isim saymıyor muydun az önce? İşte asıl ben şimdi acısını çıkarttım.”
“Anladım, bir daha uğraşmam seninle.
Handan, sen de doğru düzgün bak bakacaksan.”
“Ay tamam baktım bitti. Bu kadardı
zaten.” Handan korkmuş gibi bırakmıştı fincanı elinden.
Hakan, Nil’e bozuk suratla bakıyordu.
Hala kızıyordu. Üstelik şaka olduğunu bildiği halde kızıyordu. Handan
fincanlarla içeri girdiğinde, Nil’e dönüp, “Şakasını bile yapmayalım. Hiç
hoşuma gitmedi. Hatta canımı yaktı.” dedi. Nil, sesindeki acıyı hissedince yanına
sokulup, koltuğunun altına yerleşti. İki kolu ile de beline sarıldı. “Seni
seviyorum. Bu kadar üzüleceğini bilsem asla öyle konuşmazdım.”
“Ben de seni seviyorum. Hadi unutalım az
önce olanları.”
Cumartesi gününün kalan süresi çok daha
güzel geçmişti. Akşamüstü üçü, Bayramoğluna doğru yürümeye başlamıştı. Hava
biraz bulutlanmış, güneşin yakıcı özelliği kalmamıştı. Keyifli bir yürüyüşten
sonra Hakan onlara yemek ısmarlamıştı.
Geç saatte eve döndüklerinde hepsi biraz
çakır keyifti. Handan, her zaman yaptığı gibi onları yalnız bırakıp odasına
gitti.
“Hemen yatacak mısın?”
“Uykum var ama biraz oturabilirim.”
“Bahçede oturalım.”
“Kahve yapayım mı?”
“İstemem. Sadece yanımda otur.” Nil
oturunca sağlam kolunu omzuna dolayıp kendine çekmişti. İlk önce burnuna, sonra
dudaklarına küçük öpücükler kondurdu. Sonra da arkasına yaslandı ama konuşmadı.
Nil onun bu halini tuhaf bulmuştu.
“Neden durgunlaştın?”
“Yarın son gün. Artık gün içinde seni
göremeyeceğim.”
“Bir hafta sonra görürsün.”
“Nöbetimin olmadığı akşamlar gelirim.
Yarım saat fark eder.”
“Yorucu olmaz mı?”
“Olmaz. Seni özleyeceğim zaten. Hiç
olmazsa akşamları görürüm.”
“Sevinirim. Ama zorlama kendini.
Yollarda helak olma.”
“Akşam geldiğimde göreceklerim tüm
yorgunluğumu alır.”
“Benim de!”
“Sen ne yapacaksın da yorulacaksın?”
“Yüzeceğim, güneşleneceğim, kitap
okuyacak ve müzik dinleyeceğim.”
“Ya evet çok yorulacaksın.”
“En önemlisi seni özleyeceğim.”
“Bak bu yorar işte.”
Nil, ilk kez Hakan’dan önce davranmış ve
dudaklarına uzanmıştı. Uzun süre öpüştüler. Bir ara Nil kendini Hakan’ın
kucağında buldu.
“Yukarı çıkmayı her şeyden çok
istiyorum. Fakat yer ve zaman uygun değil. Hadi odalarımıza gidip uyuyalım.
Yoksa baştan çıkacağım.”
“Sonra… Dediğin gibi müsait değil. İyi
geceler.” diyerek Nil önden gitti. Hakan bir süre daha oturdu.
Bazı şeyleri uzatmanın manası yoktu…
*****
İşte bu... Nihayet bu gece iş yoktu. Hava
rüzgârlıydı. Sahil boştu. Arabalar bile tek tük geçiyordu. Ve o da iş
bulamamanın verdiği rahatsızlıkla banklardan birine yaslanmış bekliyordu.
Birileri yanına ulaşmadan harekete
geçmeliydi. Bisikletinin pedallarını hızlı çevirdi. Sırt çantası bisikletin
hareketleri ile hafif salınıyordu. Banka yaklaştığında alıcı göz ile süzmeye
başladı. Sahilin ışıklandırması ortalığı gündüze çeviriyordu.
“Selam, güzellik. Ayazda kalmışsın!
Isıtayım mı?”
“Çulsuzlar ısıtamaz!”
“Babaçkom*, seni öyle bir ısıtırım ki
bir daha üşümezsin!”
“İş sadece onunla bitmiyor. Fiyatım
yüksek.”
“Merak etme çarık* sağlam.”
“Sevdim seni. Sana yüz liraya olur.”
“Hadi ya, hangi çaça* yüz lira? Elli
veririm.”
“Elliye eve götürmen lazım... Otel
olmaz.”
“Ev hiç olmaz. Bu saatte polis geçmez.
Gel hadi.”
“Nereye?”
“Kayalıklara. Gece, soğuk ve rüzgârlı...
Ama sen bir daha asla üşümeyeceksin?”
“Çok iddialısın. Göster marifetini!”
Bisikletten indi. Genç kadını yanına
aldı. Yirmi metre kadar yürüyüp deniz kenarındaki kayalıklara gitti. Kadının
üstündeki mini etekten açıkta kalan bacaklarına baktı. Sert havaya rağmen öyle
giyinmişti. Üstünde incecik askılı bluz ise kendisi için çok iyiydi. Göğüsleri
yeterince büyüktü. Çok da doğal gözüküyordu.
“Memelerini kim yaptıysa güzel yapmış. Tam
zevkime göre.”
“Yaptırmadım. Hormonlarla büyüttüm.
Güzel değil mi?”
“Müthiş olmuş. Gel şu kuytuya da
yakından bakayım. Bir şey içer misin?”
“Ne var içecek? Kanyak mı?”
“Kahvem var.” Çantasını kucağına aldı. O
arada çapkın bakışlarla bacaklarını süzmeye devam ediyordu. Onun bakışlarından
memnun olan kadın acele etmiyor, sıcak kahvenin hayali ile bekliyordu. Çantadan
çıkarttığı termosun kapağını açtı. İçindekini çıkarttığında kadının gözleri
büyüdü.
“O ne?” Dediğinde çoktan elindekini
saplamak için saldırmıştı. “Bırak beni.” Diyerek çırpınıyor kaçmaya
uğraşıyordu. Taşların, kayaların üstünde ikisi de rahat hareket edemiyordu. En
sonunda tüm gücü ile beline sarıldı ve taşlara doğru savurdu. Düşen kadının
sersemlemesini fırsat bilip hemen elindekini sapladı. Birkaç saniye de cavlağı*
çekmişti.
Sol elinin yüzük parmağına gerekeni
yaptı. Sonra bulunması biraz daha zorlaşsın diye kayalıklardan denize
yuvarladı. Kısa sürede karanlık sulara gömülmüştü ceset.
Sakin adımlarla, çantayı yine sırtına
astı. Bisikletini bıraktığı yere yürüdü. Avuç içinde bir kesik oluşmuştu. İki
güne kadar kapanırdı. Acısını duymamak için az önce yaşadıklarını düşündü.
Ceset üç gün bulunmazsa zaten büyük kısmı çürümüş olacaktı.
babaçkom* : argo da güçlü gösterişli iri
yarı kadın
çarık* : para cüzdanı
çaça* sokak kadını
cavlamak* ölmek
*****
Hakan'ın pazartesi işe gitmesi tüm ekibi
sevindirdi. Müdür de onun dönüşünü bizzat odasına giderek kutladı. Hakan
dosyalara gömüldüğünde kendi yokluğunda işlerin yürümesinden memnundu.
Çözülen dosyalara, Akın'ın çözdüğü
travesti cinayeti eklenmişti. Gelen DNA sonuçları ve ipuçlarından yola çıkan
Akın travestinin o günkü son konuşmalarından müşterilerini tespit ettirmiş, DNA
karşılaştırması için örnek almış ve sonunda cinsel ilişkiye giren kişiyi tespit
etmişti. Ardında adamı konuşturmak çok kolay olmuştu. Başlarda diğer katile
yüklemek istese bile cinayetlerin aynı olmadığını bunun taklit cinayet olduğunu
söyleyen Akın'ın sıkıştırmaları sonucunda itiraf etmişti.
Ellerindeki yeni işlerin dosyalarını
okumaya başlamıştı. Çaycı güzel bir çayla oda kapısını tıklattığında, onun da
geçmiş olsun demek için çayı bahane ettiğini anlamıştı. Bir süre sonra Suat Baş
Komiser de ziyaretine gelmişti. Bir süre konuşan iki meslektaş daha sonra işe
dönmüştü.
İlk günün büyük bir kısmı geçmiş olsun
dileklerinin karşılanması ile geçmişti. Öğlene doğru nihayet boş kalmıştı
odası. Telefonda Nil'in numarasını tuşladı. Özlemişti. Bir haftadır gece gündüz
beraber olduktan sonra çok zor gelmişti ayrılmak. Yan odada uyuduğunu bilmek,
sabah aynı evde uyanacaklarını bilmek çok huzurlu bir duyguydu. Nil'in de öyle
düşündüğü umuyordu. Nil telefonu “Canımmm” diyerek açmıştı.
“Özledim seni.”
“Ben de seni özledim. Nasılsın? Ağrın
var mı?”
“Tek ağrım kalbimde... Sensizlik zor
geldi.”
“Akşam buraya geleceksin değil mi?”
“Evet canım. Ama geç kalabilirim. Yol da
uzadı biraz daha.”
“Yavaş gel, dikkatli gel ama gel
lütfen!” Önceki, yorulursun, gelme istersen dediği anları unutmuştu. Bu kadar
özleyeceğini tahmin bile etmemişti.
“Böyle bir davete kim karşı gelebilir
ki? Geleceğim canım.” kısa süre daha konuşup kapattılar telefonu.
Dört saat sonra gelen haber ile ekip
Anadolu yakasına geçti. Denizden çıkan bir ceset vardı. Polis araçları ve
ambulans onları bekliyordu. Hakan ve ekibi ile savcı kısa ara ile olay yerine
geldiler. Yeni bir travesti cinayetiydi. Sanki Hakan'ın iş başı yapmasını
beklemişti!
Cesedin ölüm saati çok anlaşılmasa da
yirmi dört saat ile otuz altı saat önce olduğunu düşünüyorlardı. Ceset henüz
çürümemişti. Üstelik yüzük parmağındaki kesik de bu kez gerçek katilin işi
olduğunu gösteriyordu.
Cesedin başında toplanan kalabalığı sahil
yolunda işe çıkan hayat kadınları da katılmıştı. Zaten o kadar polis arabası
varken müşteri bulmaları mümkün değildi. Onlar da kalabalığın neden
toplandığını anlamak için yanlarına gelmişti.
Kadınlar yerde yatan cesede dikkatle
bakınca Rıza yanlarına gelip, tanıyıp tanımadıklarını sordu. Kadınlardan biri
“ensesinde dövmesi var mı? Benziyor ama...” deyince hemen cesedin yanına gidip
yana çevirdi. Hakan da onun hareketlerini izliyordu. Ensesinde eros dövmesi
vardı.
“Gel buraya” az önceki kadına seslendi Rıza.
“Bak bakalım bu tanıdık mı?”
“Ayyy evet. Ay kıyamam. Ah canım. Ne
olmuş ona böyle? Kim kıymış? O seri katil de mi? Ah ah kardeşi ne yapacak
şimdi?”
“Adı ne?”
“Gonca diye biliriz ama gerçek adını
bilmem. O burada ne yapıyor ki? Onun yeri en az iki yüz metre aşağıda olmalı.
Onun müdavimleri yerini bilir.”
“Çantası oralarda olabilir. Bekle
burada.”
Rıza hemen Hakan'a anlattı
öğrendiklerini. İkisi yanlarına kadını da alarak iş yeri olduğu söylenen yere
doğru gittiler. Diğerleri cesedin başında savcının işinin bitmesini bekliyordu.
Kadın, Gonca'nın
çalıştığı yeri göstermişti. Rıza ile Hakan o bölgeyi uzun uzun incelediler.
Elbette ortada bir şey bulmayı ummuyordu ikisi de. Sonunda kayalıkların olduğu
yere geldiklerinde daha dikkatli bir inceleme yapmaya başladılar. Kayalıkların
üstünde cesedin üstündeki kıyafete ait olabileceğini düşündükleri kumaş
parçalarını görünce olay yeri ekibini çağırdılar.
Ekip gelene kadar
etrafı biraz daha incelediler. Kayaların bir kısmında kuru kan izi
olabileceğini düşündükleri izler vardı. Denizin son üç gündür dalgasız olması
bir ihtimal o izlerin maktulün kanı olabileceği kuşkusu uyandırmıştı.
Olay yeri ekibi
geldiğinde tüm izlerin tek tek toplanmasını beklediler. Her yerin fotoğrafını
çektiler.
*****
Cenk kapıdan girdiğinde
evde Handan'ın noksanlığını hemen fark etmişti. Tatilleri devam ettiği için Nil
ile Bayramoğlunda olduğunu biliyordu. Aslında havaalanından hemen oraya gitmek
istemişti ama Handan kesinlikle görüşmek istemediğini bir hafta daha tatil
yapacağını sonra eve döneceğini söylemişti. O zaman konuşacaklardı.
Cenk işlerini bir an
önce bitirmek için gecesini gündüzüne katmış, ilk planlandığı gibi onuncu gün
görüşmeleri bitirmişti.
Handan ile yeniden
konuşmak istediğinde hep olumsuz yanıt almıştı. Hakan ile konuşmayı da o an
doğru bulmamıştı. Ama çare bulamazsa Hakan ile görüşmesi kaçınılmaz olacaktı.
Soner'den ise farklı
bilgiler almıştı. Handan acil olarak celbin eline ulaşmasını istiyordu. Soner
normalde bu hafta içinde celbin elinde olmasını sağlayabileceğini ama Cenk'in
isteğini yerine getirip Handan’ı oyalayacağını söylemişti.
Cenk, valizlerini
kapının ağzında bıraktı. Çok yorulmuştu. Hakan'ın yaralandığını duyduğunda geri
dönmek istemiş ama yarasının çok hafif olduğunu Hakan'ın kendisinden duyup,
gelmemesini söylemesi üzerine vazgeçmişti. Belki o zaman karısını bu saçma
sapan kararından vazgeçirebilirdi. Evliliklerini neden bozacaktı? Evet, son
zamanlarda aralarında sorunlar vardı ama bunu neden konuşup çözmüyorlardı?
Konuşmak?
Kendisi konuşmuyordu ki
Handan'ın konuşmasını nasıl bekliyordu?
Nil ne demişti,
Handan’a? Ne söylemişse Handan'ın kararını etkilemişti! Acaba Nil bir şey
demediği halde mi öyle bir imada bulunmuştu Handan? Hayatında biri vardı ve onu
koruyordu belki de? Kim olabilirdi? Son zamanlarda Handan’ın ne yaptığını,
nereye gittiğini bilmiyordu ki! Nil'e gidiyorum diyordu ama acaba Nil'e mi gidiyordu?
Bunların yanıtı
Nil'deydi!
*****
Adli tıptan gelen
raporları okuyordu Hakan. Cinayetin işlendiği yerde iki ayrı kan bulunmuştu.
Biri sıfır RH negatifti ki bu katilin kanı olmalıydı. Kanların pıhtılaşması ve
kuruma oranları eşitti. Buradan çıkan sonuç iki ayrı kanında aynı anda aktığı
idi...
Diğer kan maktulündü ve
bu da cinayet noktasının yine gözlerden uzak olduğundan başka ipucu vermiyordu.
Toplanan diğer deliler ile yine bir şey elde edilemeyeceğini biliyor ama
yanıtları bekliyordu. Raporun en altında maktul ile uyuşmayan kanın Hacettepe
Üniversitesine DNA izolasyonu için gönderdikleri iki gün sonra yanıtın
ellerinde olacağını yazmışlardı. DNA’sı ellerinde olacaktı ama o DNA'nın kime
ait olduğuna dair başka iz yoktu.
Hakan sinirlenmişti.
Katil dalga geçiyordu resmen! Ne bir iz ne bir bulgu...
Odanın, ekibin olduğu
taraftaki kapısını açtı. Orada olanlara baktı sonra sinirli sesle, “Herkes
odama!” diye seslendi.
Tüm ekip elindeki
işleri bırakıp hızlı adımlarla odaya girdi. Daha ne olduğunu anlamadan Hakan'ın
odasındaki olayları takip ettiği tahtanın önünde toplandılar.
“Neyi atlıyoruz? Bu
kadar akıllı olması mümkün mü? Tek iz bırakmadan cinayet işlemesi? Mümkün mü?
Maktulleri nasıl seçiyor? Şimdiye kadar ölenlerin hiç birinin aynı kuaföre,
aynı mağazaya hatta aynı kasaba gittiğini bile bulamadık. Birbirinden bu kadar
alakasız kişileri nasıl belirliyor? Mutlaka ortak bir nokta olmalı!”
“Amirim, tüm verileri
defalarca inceledik. Tüm maktullerin son yirmi dört, hatta kırk sekiz
saatlerini didik didik ettik. Ama ortak nokta bulamıyoruz. Tamamen rastlantısal
bir seçim olmalı.” Akın'ın yanıtı mantıklı gibiydi ama Hakan'ın aklına
yatmıyordu bu.
“Tüm panoyu boşaltın.
En baştan başlıyoruz. Herkes mesaisini bu işe harcasın. Bu hafta mutlaka yol
olmamız lazım.”
'Emredersiniz'
mırıltıları ile hemen işe koyuldular. Büyük tahta bir dakikada tamamen
boşalmıştı.
“Şimdi sıra ile maktulleri
ve nerede nasıl bulunduklarını tahtaya işleyelim. Herkes birini alsın eline.”
Kısa süre sonra
maktuller, ölüm yerleri, günleri, saatleri ve cinayetten ne kadar sonra
bulundukları tahtaya işlenmişti.
Hepsinin travesti
olması, kalplerine batırılan eser artık bulunmayan bir cisim ile öldürülmüş
oldukları ve ölüm yerlerinde son cinayete kadar katilden tek bir iz
kalmadığından başka ortak nokta yoktu. Herkes kendi maktulünün son yirmi dört
saatini okumuş, diğerleri ile ortak bir yer tespit edilememişti.
Hakan'ın başına ağrı
girdi. Tahtaya uzun uzun baktı. Baktıkça ağrısı arttı. Çay ocağını arayıp hem
herkese çay hem de kendisine su istedi. Çekmecesinden ilaç aldı. Odada yürüse
bile aklı tahtadaydı. Ne ile öldürüldüklerini çözemiyorlardı. Çaycı kapıyı
tıklatıp girdi. Elindeki çayları ekibe dağıttı. En sonda duran Hakan'a önce
suyu uzattı.
“Amirim, dolapta su
kalmamış buz attım içine kusura bakmayın!”
“Bakmam. Sağ ol.”
Suyu içmeden önce biraz
çalkalayıp soğukluğun bardağa dağılmasını bekledi. Sonra hapı ağzına atıp suyu
kafasına dikti. Bardağın içinde kalan buzun erimesinden sonra aldığı keskin
köşeli şekle baktı...
“Lanet olsun! Ne
aptallık. Bunca zaman nasıl bulamadık. Elbette ki buzla öldürdü!”
“Buzla mı? Ama amirim
iki kemik arasına buzu sokmak ve kalbe denk getirmek... Bu gerçekten çok zor...
Buz kolayca kırılmaz mı? Hatta erimeden nasıl bu cinayetleri işler ki?”
“Ya buzlukla yanında
taşıyor, ya da cinayetleri önceden planlıyor ve öldüreceği kişilere yakın
oteller tutuyor. Yeni bir araştırma konusu bulduk.”
“Buzdan eminiz o
halde?”
“Eminim. Zaten her
seferinde su ile bir bağlantı var. İlkinde çok gün geçmişti. Ondan anlamadık
ama diğerlerinde su hep vardı.”
“Evet. Hepsinde bir de
yüzük parmağındaki kesik var. Onun ne olduğunu hala anlayamadık.”
“Onu da katili bulunca
çözeriz.”
“Amirim, bu katil tıp
okumuş olabilir diye düşünmüştük. Doktor olabilir mi?” Rıza aklına geleni
söylemişti.
“Olabilir tabii.
Doktor?”
“Bildiğiniz bir doktor
mu var?”
“Rıza... Başka bir şey
aklıma getirdin.” Hakan'ın yüzü gülüyordu.
“Amirim ne buldunuz?”
“Bu tabloda ne noksan
çocuklar?”
“Ne? Hepsinin
gittikleri doktorlar var tahtada!” diye hepsi bir ağızdan sordu. Sonra
bakışları tahtaya döndü. Hepsi bakıyordu tahtaya...
“Hiç birinin hormon
ilaçlarını yazan biri yok! Gittikleri doktorlar ya dişçi, ya göz doktoru ya da
dahiliyeci.”
“A evet. Bunların
hormon ilacı alması gerekmez mi?”
“Evet ya. O ilaçları
normal yollardan aldıklarını gösterir doktor kaydı bulamadığımıza göre bunu el
altından yapan biri olmalı. Hiç biri transseksüelliğe geçmemiş ama hepsi hormon
almış ki özellikle göğüsleri çıkmış. Silikonlu değillerdi. Bu durumda ilaç
almaları şart! Bulun o doktoru bana. Bu tahtadaki doktorlardan başlayın. Belki
de katilimiz o!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder