Kapıları yeniden kilitlediğinde aradan on beş dakika
kadar geçmişti. Hakan ile Handan da yanında bekliyordu. Üçü üst kata çıkıyor
ama gülmekten konuşamıyordu. Neydi bu yaşananlar kimse tarif edemiyordu. Her
konuşmak isteyeni bir diğerinin kahkahası susturuyordu. En sonunda Handan
sadece el sallayarak odaya girmişti.
Nil, Hakan'ın yarım kalan pansumanını yapacak sonra
o da yatacaktı. Hakan'ın odasına girdiklerinde birden Hakan, durulmuştu. Artık
gülmüyordu.
“Seni zor durumda mı bıraktım? Çok özür dilerim.
Benim yüzümden dedikodulara hedef olacaksın!”
“Saçmalama. Zaten kuafördekiler öğrendiğinde bu
mahallenin de öğreneceği anlamına geliyordu. Seni saklamam gerektiğini
düşünmemiştim. O yüzden benim açımdan hiç sorun yok. Gerçi sen böyle bir
tanışma ister miydin? Daha sansasyonel bir giriş olamazdı herhalde. Sen de
kendini üzme. İki gün konuşur susarlar. Ayrıca senin yaralanmış olman onlar
için benim erkek arkadaşım olmandan daha merak uyandırıcı bir olay.”
“O zaman onlara tüm olayı anlatan el ilanları dağıtalım.
Bizi rahat bıraksınlar.” Hakan işin eğlencesindeydi.
“Hadi canım, gel bitirelim şu pansumanı da uyu
artık. Gereğinden fazla ayakta kaldın.”
“Sen de yatarsan yanıma hemen uzanırım.”
“Olmaz. Handan karşı odada beni bekliyor. Ve ben her
geçen dakika onun yüzüne bakamaz hale geliyorum.”
“O niyeymiş? Handan halden anlar.
Anlamazsa da umurum değil. Seni seviyorum ve kollarıma almak için
çıldırıyorum.” Hakan, bunları söylerken parmakları Nil’în saçlarında
geziniyordu. İpek gibi saçlar parmaklarından kaydıkça içi tuhaf oluyordu.
“Ben de seni seviyorum ama utanıyorum. O
yüzden rahat dur. Yoksa elimin ağır kısmını görürsün.” Eski sargı bezini
kaldırdığında dikişlerin etrafında biraz kanama olduğunu gördü. Ama kurumuştu
kan. Hareket ederken sızmış olmalıydı. Yaranın çevresini iyice temizleyip yeni
sargı bezlerini yapıştırdı. Mümkün olduğunca ellerini tenine değdirmemek için
çabalıyordu. Son bandı da yapıştırdığında Hakan elini uzatıp Nil'in kaçırmaya
uğraştığı elini tuttu.
“Bu eller gerçekten hafif. Ama neden ban
dokunmaktan korkuyor?”
“Sana dokunmaktan korkmuyorum. Dokununca
daha fazlasını istemekten korkuyorum. Canını yakmaktan korkuyorum.”
“Ben de sana söylüyorum, sen dokunmazsan
canım yanar. Hiç olmazsa öp bir kere.”
“Bak o olur. Ama sonra hemen
uyuyacaksın!”
“Tamam.”
Nil, Hakan'ın öpmeye başladığında
niyetlendiği küçük öpücüğün çoktan hayal olduğunu fark etti. Hakan diğer kolu
ile iyice sarıldı Nil'e. Üstüne doğru çektiği Nil, sağlam omuzun olduğu tarafa
doğru kaymış, kendisine soluk alma fırsatı vermeyen dudaklara aynı şiddetle
yanıt veriyordu. Kaç dakika geçtiğini bilmiyordu ama ayrılmak istemiyordu. En
sonunda Hakan'ın inlemesi ile kendine geldi. Canının yandığını sandığı için
hemen doğruldu. Oysa Hakan'dan çıkan sesin anlamı çok başkaydı.
“Gitmem lazım.”
“Hemen değil. Bu halde gidersen işte o
zaman Handan her şeyi anlar. Biraz soluklan. Ben de seni bu arada doya doya
izleyeyim.”
“Fırsatçısın.”
“Yarından sonra seni bu kadar rahat
öpebilir miyim bilmiyorum. O yüzden fırsatlarımı iyi değerlendiriyorum.”
“Eğer, bir şey olursa beni çaldır.
Telefonu elinin altına koyuyorum.”
“O zaman hiç gitme. Bir şey oluyor
zaten.”
“Neymiş o?”
“Seni özlüyorum. Görmek istiyorum. Öpmek
istiyorum. Daha ne olsun?”
“Çılgın polis. Uyu hadi. Ben arkadaşımın
yanına gidiyorum. Onun da bana ihtiyacı var.”
“Benim kadar yoktur.” Nil gitmek için
hareket ettiğinde son kez elini tutup bu kez avucunun içine dudaklarını
bastırdı. “Teşekkür ederim canım. İyi uykular” diyerek bıraktı o eli...
Nil, kendi odasına girdiğinde Handan'ın
henüz uyumadığını gördü. Gözlerini tavana dikmiş öylece yatıyordu.
“Neden uyumadın daha? Sinirin mi
bozuldu? Ilık bir bitki çayı yapayım mı?”
“Aman yok sağ ol. Hatırladıkça gülüyorum
zaten. Bir de çay içene kadar uyanık kalıp daha çok uykumu kaçırmayayım. Nasıl
Hakan iyi mi? Yarasında sorun var mı?”
“Önemli bir şey yok. Çok sağlıklı biri!
Hızlı iyileşiyor. Biraz kanama yapmış ama çok önemsiz. Pansumanını yeniledim
daha rahat eder artık.”
“Sen nasılsın? Atlattın mı tantanayı?”
“İstemediğin ot burnunda biter derler
ya! Bu akşam aynen öyle bir akşam oldu. Tüm mahalle biliyor artık ikinizin
burada olduğunu.”
“Bundan rahatsız mısın? Seni zor durumda
mı bıraktık?” Handan üzülmüştü.
“Handan, sen arkadaşımsın o sevdiğim
adam! Nasıl rahatsız olabilirim? Hiç dert etme ben gayet iyiyim. Herkes
bilsin.”
“Asla istemem ama oldu da anlaşamadın
ayrıldın Hakan'dan, o zaman seni üzerler mi?”
“Bir süre konuşurlar ama beni sevdikleri
için üzülmemi istemezler. Öyle bir şey olursa ki aman Allah yazdıysa bozsun,
benim yanımda olurlar. Hakan'ın yolu buralara düşmesin o zaman!” Nil, biliyordu
ona neler yapabileceklerini…
“Ne yapsak biz de mi buraya taşınsak.
Cenk'i bir pataklasa mahalleli, belki değişir.”
“Sen neden pataklamıyorsun?”
“Nasıl? Anlamadım!”
“Sen neden Cenk ile konuşup kendini
anlatmıyorsun? Neden onun susmasına ses çıkartmıyorsun?”
“Nil, en ufak bir duygu kıpırtısı görsem
konuşacağım. Ama bunca zamandır bir tek kez görmedim onun duygusal tarafını.
Gördüğümü sandığım her anda da hayal kırıklığına uğradım. Bir saniye sonra
kendi çıkarı için öyle davrandığını anladım.”
“Ne yapacaksın? Böyle ömür geçmez.
Boşanacak mısın?”
“Bilmiyorum. Ama başka yol bulamıyorum.
Henüz gencim. Başka birini bulurum belki beni seven bir erkek çıkar karşıma.
Onunla mutlu olmayı denerim.”
“Sen de haklısın. Hem kim bilir belki de
kısmetin de seni bekliyordur?”
“Bakalım. Neyse konuşmayalım bunları.
Hadi uyuyalım. Sabah erkenden kalkıp işe gitmem lazım.”
“Neyse ki sonra iki hafta tatil
yapacağız.”
“Biz yapacağız ama biri raporu bitince
hemen iş başı yapacakmış.”
“Olsun, bir hafta onu evde tutabilirsek
kendimizi başarılı sayarız.”
“Doğru dedin. Hadi iyi geceler... Nil?”
“Efendim?”
“Seninle tanıştığım için mutlu olduğumu
söylemiş miydim?”
“Evet, birkaç kez!”
“Ukala...”
*****
Ertesi sabah birlikte kahvaltı ettikten
sonra Hakan arka bahçeye inmek istediğini söylemişti. Handan erkenden iş yerine
gidip son işlerini toplayacaktı. Oradan eve gidecek tatil için hazırladığı
valizi alacaktı. Bir önceki gün akıl edemediği için kızgındı kendisine.
Nil, Hakan gözünün önünde olacağı için
mutlu olmuştu. Bahçedeki divanlardan birine yastık ile pike indirdi. Sehpa
olarak kullanacağı bir masayı da yanına taşıdı. Hakan yardım etmek isteyince
sert bakışları ile olduğu yerde durdurunca Hakan ellerini havaya kaldırıp
teslim olmuş gibi yaptı. Sonra divana oturup, gazeteleri okumaya başladı.
Dükkândaki televizyon dışarı çevirmişti Nil ama izlemesi mümkün değildi. O da
dinlemeye karar verdi. Önce bir süre sabah haberlerini dinledi. Sonra sıkılıp
müzik açmasını böylece herkesin mutlu olacağını söyledi. Müzik kanallarından
birini açıp içeri girdi Nil. Mutfağı toplayıp yeniden dışarı çıktı.
Hakan, divanın kol kenarına sırtını
dayamış, üstündeki beyaz kısa kollu penye ile oturuyordu. Onun bu görüntüsü çok
hoşuna gitmişti. Mutfak kapısının oradan bir süre izledi. Sonra bahçeye inen
basamakları yavaşça indi. Hakan onun geldiğini görüp başını çevirmişti. Elini
uzattı. O eli tutmak çok kolaydı. Nil de öyle yaptı. Artık ikisi de kendini
yalnız hissetmiyordu.
Hakan, yanına oturtup yüzüne baktı.
Gözleri ezberler gibi dolaştıktan sonra dudaklarına takıldı. Onun nereye
baktığını anlayan Nil, yutkununca bu kez bakışları boynuna kaydı. Elini
bırakıp, yavaşça kolunu okşayarak boynuna kadar çıktı. Kendisine doğru çekip
küçücük öpücükleri boynuna, kulağının arkasına kondurmaya başladı. Küçük ama
çok tahrik edici öpücükler ikisinin de nefesini kesiyordu.
“Sen benim için çok tehlikeli olmaya
başladın.” diyerek zorla uzaklaştı Nil. Çünkü kuaförün kapısını üstündeki zili
duymuştu. Yakalanmaları an meselesiydi. Hemen ayağa kalkıp masa ile
uğraşıyormuş gibi yaptı. Camdan bahçeye bakan Emine idi. Hakan'ı da görünce
utanmış ama selam vermek zorunda kalmıştı. İkisi birden yanıtladı küçük kızı...
“Herkes bugün buraya akın edecek. Umarım
ilgiden rahatsız olmazsın.”
“Olmam. Ama asıl sen ilgi göstermelisin.
Unutma.”
“Tamam canım. Hadi sen gazeteni bitir.”
Öğleden sonra dört olduğunda Hakan artık
içeri girmeye karar vermişti. Divanın olduğu yere güneş gelmiş iyice ısınmıştı
hava. Ama o içeri geçmeden mutfak kapısında Akın'ı gördü.
“Hoş geldin. Nasılsın?”
“Asıl siz nasılsınız amirim? Çok iyi gördüm.”
“İyiyim. Baksana bahçe müthiş... İnsan
burada yaralı olduğunu bile unutuyor.”
“Çok doğru. Şey, resimlerle birlikte
adli tıbbın ilk raporunu getirdim. Bakalım mı?”
“Bakalım tabii. Nasıl ekip? İyi mi
herkes?”
“Hepsinin selamı var amirim. Çok iyiler.”
Onlar konuşmaya dalmışken Nil kapıdan
başını uzattı. “Ne içersiniz? Sıcak mı soğuk mu?” diye sordu.
İkisi de soğuk deyince yeniden içeri
girdi. Limonata dolu bardaklarla kek koyduğu tabakları alıp bahçeye indi. İki
bardak gören Hakan sordu.
“Kendine neden almadın limonata?”
“Siz çalışacaksınız. Rahatsız
etmeyeyim.”
“Etmezsin. Zaten bu resmi bir çalışma
değil. Hadi sen de gel yanımıza.”
“Ama burası çok güneş çardağın altına
geçin. Orası rüzgâr da alır. Daha serindir.”
Akın, amirinin kalkmasına yardım edip
çardağın altındaki masalardan birine götürdü. Nil de tepsiyi oraya bırakıp
kendisi için de bir bardakla tabak hazırlayıp yanlarına geldi. Onlar resimleri
incelerken o da Hakan'ı inceliyordu.
Bazen dizilerde kaba saba polisleri
izlerdi. Belki iş başında gerekiyordu ama cinayet masasında pek de olmuyordu
galiba? Ya da onun tanıdıkları kibardı. Ya da onun yanında kibarlardı... Ya
da... Başka ya da sı yoktu... Hakan da Akın da kibardı işte.
O sırada Yağmur Nil'i çağırdı. Müsaade
isteyip mutfağa doğru yürüdü. Hakan kısa bir süre onu izledikten sonra elindeki
kâğıda çevirdi bakışlarını.
Otopsi raporunda Akın’ın şüphelendiği
olay netlik kazanmıştı. İki gündür gazetelerin yeni travesti cinayeti dedikleri
olay taklit bir cinayetti. Cinayet silahı yirmi santimlik beton çivisiydi. Tek
harekette değil üç kerede saplanmıştı. Üstelik gazetelere hiç sızdırılmamış
olan parmaktaki kesik bu cinayette yoktu. İlk bakışta tüm derisi çiziklerle ve
kuru kanla dolu olduğu için anlaşılamayan olay otopside netleşmişti.
Akın, bu kez cinayet işleyen kişiyi
ardında bıraktığı izlerden dolayı çabuk bulacaklarından emindi. Üstelik bu kez
ellerinde muhtemelen katilin DNA sı da vardı. Cesedin üstünde sperm vardı. Akın
aslında bu kadar bilgiden sonra Hakan'a danışmadan da olayı çözerdi ama
amirinin takip ettiği dosya ile bağlantılıymış gibi gözüktüğü için ona
bildiklerini aktarmadan hareket etmek istemiyordu.
“Akın, bu dosya senin dediğin gibi ayrı
bir olay. Tamamen senin. Basın ne derse desin ikisi tamamen ayrı olaylar. Ama
bırak katillerin ikisi de gazetenin yazdığını doğru sansın.”
“İkisi de hata yapabilir mi diyorsunuz?”
“Mümkün. O komşunun kaydından çıkan bir
şey var mı?”
“Çok kötü bir kayıt. Sadece burun
şeklini çıkartabildik. Çeneyi bile göremiyoruz. “
“Erkek, 1,85 boy 80 kilo kadar ve...
Nasıl bir burun?”
“İşin kötüsü düz bir burun! Özel bir
şekli yok. Profilden çok düzgün duruyor.”
“Bu kötü oldu. Özel bir şekli olsa daha
rahat mı olurduk acaba?”
“Burundan yola çıkmayı mı düşünüyorsunuz
amirim?”
“Akın! Sadece şakaydı. O kadar az bilgi
ile kimin peşine düşeceğiz? Tüm Türkiye'nin mi?”
Akın, saflığına gülmeye başladı. Onlar
gülerken Nil yeniden yanlarına gelmişti.
“Affedersiniz amirim. Daldım sanırım”
“Bu benim kusurum. Arada şaka yaptığımı
sizin de bilmeniz lazım. Biraz fazla resmi çalışıyoruz sanırım.”
“Yok amirim.”
“Bana karşı mı geliyorsun?”
Akın bu kez şakayı hemen algılamıştı.
İki elini de kaldırıp “Anladım. Sustum.” dedi.
“İyi, sen şimdi emniyete dön. Beni de
haberdar et. Nil, senin bilgisayarını kullanmam mümkün mü?”
“Elbette.”
“Tamam, Akın, bana her türlü bilgiyi
hemen aktarıyorsun. Zaten en fazla bir haftaya kadar iş başı yaparım.”
Günün geri kalanını ve akşamı rahat
geçirdiler. Mahallelinin de ilgisi azalmıştı. Zaten çoğu görmüştü Hakan'ı. O
akşam Handan geç geleceğini söylemişti. İki dükkân da kapanmıştı.
Hakan, arka bahçeyi çok sevdiği için
yine orada oturmak istemiş, Nil de yanına gitmişti. Handan gelince yemek yemeye
karar verdiler. O süreyi çardağın altında geçirmek, bu sürede konuşmak ve
öpüşmek çok daha cazipti.
Handan'ın geldiğini belli eden kapı zili
ile çalana kadar Hakan, Nil'e babası ile yaşananları anlattı. Annesinin
ölümünden sonra yapılan hatalar ve o hataları düzeltme çabası ile bugüne
gelişlerini anlatıp bitirdiğinde Nil’in gözlerinde yaşlar birikmişti.
“Neden ağlıyorsun?”
“Çok üzüldüm yaşadıklarınıza. Hem
sizlerin hem de babanın. Ne kadar üzülmüş sizi bıraktığı için.”
“Hala üzgün. Ama zamanla biraz daha
azalıyor sanırım o eski ezikliği.”
“Şimdi sen de yanındasın daha da iyi
olacaktır.”
“Ama sen böyle dolu dolu gözlerle
bakarsan ben dayanamam ki. Sil hadi gözlerini. Ağlaman için anlatmadım.”
“Biliyorum. Geçer şimdi.”
“Sen de anneni anlat bana.”
“Sonra anlatırım. Kapının çanı öttü.
Handan geldi sanırım.”
“Tamam canım. Nil?”
“Efendim?”
“Çok güzelsin!”
“Teşekkür ederim.” Çok basit bir
iltifattı ama kulaklarına kadar kızarmıştı. Ayağa kalktığında yüzünün yanması
geçmemişti. Handan mutfak kapısından bakıp ikisini de bahçede görünce yanlarına
geldi.
“Çok acıktınız mı? Keşke beni beklemeden
yeseydiniz!”
“Biz iyiyiz böyle. Birlikte yeriz.”
“Nil sen ağladın mı?” Handan gözlerinin
kızarıklığını fark edip hemen Hakan’a dönmüş soran gözlerle bakmaya başlamıştı.
Üzmüş müydü yoksa Nil’i?
“Bana hiç öyle bakma. Ben üzmek istemedim
ama ona babamla yaşananları anlatınca baktım ağlıyor!”
“Anladım. Tamam, hadi ben ellerimi
yıkayayım da yemeğe geçelim. Yapılacak ne var hayatım?”
“Her şey hazır... Sadece ısıtıp masaya
getireceğim.”
“Onu ben yaparım sen otur.”
“Olmaz. Sen otur asıl ben bugün Hakan
sayesinde uzun süre oturdum zaten. Sen yorgunsun. Geç bahçeye. Bak yan tarafta
musluk da var, orada yıka istersen ellerini.”
“Tuvaleti kullansam daha iyi…”
Handan içeri girdikten sonra Nil de
mutfağa geçti. Hemen yemeklerin altını yaktı. Salata hazırdı zaten. Masayı
kurmaya başladığında Handan da tabakları bardakları taşımıştı. Kısa zaman sonra
yemekteydi üçlü.
O akşamı da bahçede oturarak geçirdiler.
Handan koşuştururken çok yorulmuştu. Erken yatmak istedi. Hakan ile Nil ise
biraz daha oturmayı tercih etti. Hakan kahve istese de içtiği ilaçlardan dolayı
Nil bitki çayı vermeyi teklif etti. Biraz burun kıvırsa da sonunda kabul etti.
Nil mutfağa geçip hemen su koydu ocağa. Tekrar yanına döndüğünde Hakan sağlam
kolu ile kucağına çekti Nil’i.
“Rahat dur.”
“Durmazsam?”
“Dikişlerin patlar!”
“Patlamaz. Sadece seni kollarımda tutmak
istedim.”
“Kısa bir süre için izin veriyorum. Ama
gerçekten dikişlerine zarar verir.”
“Tamam canım. Dikkat ederim.”
Öyle dese de rahat durmuyordu. Elleri
sırtında kalçalarında göğüslerinde gezdikçe Nil de kendinden geçiyordu. Ama
sonunda aklını başına toparlamayı başardı.
“Sana rahat dur demiştim.”
“Sen bana bu kadar yakınken inan çok zor
o dediğin. Şu çayları içip yatsak iyi olacak.”
“Önce pansumanın var.”
Mate çaylarını içip üst kata çıktılar.
Pansumanını yaparken Hakan yine rahat durmuyordu ama Nil alışmıştı artık. İşi
bittiğinde kendi odasına geçip yatağına süzüldü. O akşam yaşadıkları yüzünden
vücudundaki değişimlerin yeniden normale dönmesi uzun sürmüş böylece geç bir
saatte ancak uyuyabilmişti.
Ertesi sabah erkenden kalkmıştı üçü de.
Hakan en sona kalmış, uzayan sakallarını kesmek için bayanların banyoda
işlerinin bitmesini bekliyordu.
“Tıraşsız halin de yakışıklı. Tatil
yapsın yüzün.” diyen Nil’in sözünü dinlemeyi tercih etti. En azından raporu
bitene kadar biraz sakallı gezmenini zararı olmazdı.
Alt kata inen kadınlar küçük valizleri
taşımıştı. Hakan da tek bir valiz ile indi aşağıya. Bertuğ ve Mert hemen
yardımcı olmak için üst kata çıktılar.
Nil herkesi Ayşegül’e emanet edip
vedalaştı. İki dükkânın çalışanları arklarından su döküp gülüşerek el
salladılar. Daha köşeyi dönmeden karşılarına çıkan Necla abla arabayı durdurup
Nil ile vedalaşmayı uygun bulmuştu. Arabanın içindekileri yakından iyice
incelemiş, Nil’e de uygun bulduğunu anlatan bir bakış atıp dükkâna doğru devam
etmişti yürümeye.
Handan arabayı kullanıyordu. Hakanı da
öne oturtmuşlar, Nil arkaya geçmişti.
Bir saat kadar sonra Bayramoğlundaki
evin kapısından girdiler...
*****
Deren, elindeki verileri
karşılaştırırken iki kardeşin de söylediklerinin doğru olabileceğini
düşünüyordu. Kaza olma ihtimali yüksekti.
Dekorların üstündeki ışıklandırmalar
uzun yıllardır aynı çelik askılarda duruyormuş. Gelen rapora göre ışığı taşıyan
askı uzun yıllardır kullanılmaktan aşınmış ve kendisi kırılmıştı. Metalde
yapılan incelemede dışarıdan hiç müdahale olmadığı kesinleşmişti.
Akın ile konuşup son gelen bilgileri
savcıya yollaması gerekiyordu.
Akın ise az önce gelen bir anons ile
derhal olay yerine gitmişti. Onun gelmesini beklemekten başka yapacağı iş
yoktu. Günlerdir, iki kardeş boşuna tutuklu kalmıştı. Deren, sanki dosyayı hiç
bilmiyormuş gibi en baştan bir kez daha inceledi. Evet olay gerçekten kazaydı.
Sadece kötü talihti o gün kavga edilmedi… Sadece şansızlıktı o gün o dekorun
üstüne ışık düşmesi…
Hayat bazen iyi bazen kötü şansları
yolluyordu insanların üstüne…
*****
Üçü de hem dinleniyor hem tatilin tadını
çıkartıyordu. Eylül olmasına rağmen hava temmuzu aratmıyordu. Böylece Handan
ile Nil doya doya yüzüyor güneşleniyor, Hakan da onları kızgın gözlerle
izliyordu. Sargılarının ıslanmaması gerekiyordu.
Cenk gün aşırı arıyor, hatırlarını
soruyordu. Handan, işe yakın olmanın avantajını yaşamış, Salı günü acil bir iş
için büroya gitmişti.
Nil, Hakan ile baş başa kalmanın
mutluluğu ile havuza da girmemiş, sevgilisinin yanından ayrılmamıştı. Hakan da
fırsatları kaçırmamış, ellerine hâkim olmak yerine sık sık başıboş bırakmıştı.
Nil, onun bu fırsatçı hallerine gülüyor
ama o da her fırsatta, yanağını, dudağını ya da omzunu öperek kendi duygularını
belli ediyordu.
Gittiklerinin üçüncü günü dikişlerinin
alınması için Bayramoğlundaki hastanelerden birine gittiler.
Nil, doktorun dikişlerin son halini
beğenmesinden memnundu. Enfeksiyon yoktu. İçleri rahatlayarak eve dönmek için
arabaya bindiler. Nil bir pastanenin önünde durup, “Bekle beni” diyerek içeri
girdi.
Biraz sonra elinde poşetle çıktığında
yüzü gülüyordu.
“Ne o parti mi yapacaksın dikişlerim
çıktı diye?”
“Evet, olamaz mı? Kutlamak lazım.”
“Tamam, pastamı sen yedirirsen sorun
yok.”
“Artık kolunu rahat hareket
ettirebilirsin. Kendin ye. Hatta sen bana yedir.”
“Neden? Şımartılmak mı istiyorsun?”
“Evet, yapmaz mısın?”
“Yaparım. Hemen eve gitmemiz gerekiyor
mu? Hazır dışarı çıkmışken biraz daha gezsek?”
“Tamam. Nereye gidelim?”
“Dolaşalım işte öyle. Güzel bir yer
görürsek dururuz.”
Beş dakika kadar sonra telefonu çalmaya
başladı Hakan'ın. “Efendim Deren?”
“...”
“Çok iyi. Tebrik ediyorum seni.
Çözeceğinden emindim zaten. Anlat bakalım detayları neymiş olayın aslı.”
Bu arada telefonu hoparlöre alıp Nil'in
de duymasını sağlamıştı.
“Amirim, olayın geçmişi ilginç. Hani
maktulün eski kız arkadaşı intihar etmişti ya. İşte o olayda maktul, genç kıza
ümit vermek ve sonra terk etmekle suçlanmış. Elbette bu intihara direkt neden
sayılmamış. Çünkü ilişkinin sonuçlanmasının üstünden bir yıl yakın zaman
geçtikten sonra kız kendisini asmış. Ama babası, kızının tüm bu sürede hep
ağladığını ve maktule çok âşık olduğunu söyledi. Amirim, kızın psikolojisi
bozukmuş. Aslında sanırım irsi. Çünkü amcası da aşk yüzünden intihar etmiş
zamanında. Evde sık konuşulan bir konuymuş bu.”
“Sen nasıl anladın babanın katil
olduğunu?”
“Biliyorsunuz babayı kendi uzmanı olduğu
bombayla ilgili tecrübelerinden faydalanmak için çağırdığımızı söylemiştik. O
da inandı. Ama bugün büroya geldiğinde yine de çok tedirgindi. Bizim emekli
polislerimizin rahatlığı yoktu. Aksine kimse ile göz göze bile gelmek
istemiyordu.”
“Çok normal! Eski meslektaşları bugün
onun suçlu olduğunu ispatlayabilecek kişilere dönüşmüştü ki başardın da bunu.”
“Bomba ile ilgili iki üç soru sordum.
Sonra kızının nasıl intihar ettiğini sordum ve onun anlatmasını bekledim. Sonra
da bu, kızının hayatını alan adamdan intikam almak için iyi bir yöntem dedim.
İnkâr etmesini bekliyordum ama sadece yaşlı gözlerle baktı ve ‘çok haklısın’
dedi. Sonrası çorap söküğü gibi geldi. Sanırım polis tarafı iş başı yapmış
vicdanı daha fazlasına izin vermemişti.”
“Eminim öyledir. Katil ama yine de
saygılı davranın. Sonuçta o kızını kaybetmiş bir baba!”
“Emredersiniz amirim. İmzaları
tamamlanır tamamlanmaz savcılığa sevk edeceğim dosyayı.”
“Çok iyi. Başka olay var mı?”
“ Sizin yaralandığınız gece ölen bir
tiyatrocu vardı. O dosya kapandı. Olay tamamen kazaymış. Bir de tahliye olduğu
gün öldürülen biri vardı.”
“Hasan Osmanoğlu!”
“Evet o. Katili kendi teslim oldu.”
“Çocuk mu?”
“Evet amirim.”
“Aileyi sıkıştırın. Elinizde bir sürü
görüntü var. Hepsini azmettirici olarak alın içeri. Çocuk da konuşacaktır.
Bomba olayında babaya yaptığını bu kez de çocuğa yap. Etkili olacaktır!”
“Emredersiniz amirim.”
“Başka?”
“İki gündür sakiniz amirim.”
“İnşallah hep böyle gider. Akın ne
yaptı? Kopya cinayet ile ilgili gelişme var mı?”
“Dosya üstünde çalışıyor amirim. Fazla
yol alamadığını söylüyordu. Bazı sonuçları bekliyor sanırım. Söylerim sizi
bilgilendirir.”
“Gerek yok. O arar nasılsa. Herkese
selam söyle. Pazartesi geliyorum büroya.”
“Çok sevindim amirim. Siz de selam...”
“Tamam, Nil yanımda söylerim selamını.”
Onlar konuşurken Nil de sessizce dinlemişti. Selamı duyunca gülümsedi.
“İyi günler amirim.”
Telefon kapandığında Nil ile arlarında
bir sessizlik oldu.
“Aşk insanın canına kıyacak kadar acı
verici olabilir mi?”
“Bilmem, ben aksine ömrüme ömür
kattığını düşünüyorum.” Hakan elini uzatıp arabayı kullanan Nillin yanağını
okşadı. “Senin yanında kendimi gerçekten çok iyi hissediyorum. Beni
canlandırıyorsun!”
“Senin yanında ben de mutluyum. Demek ki
böyle bir şeymiş aşk. Seninleyken gerçekten farklı geliyor dünya.”
“Ne güzel... İkimizin dünyası gerçekten
farklı oldu. Seni sevmek başıma gelen gen güzel şey!”
“Benim de”
Handan merak edip aradığında yarım
saattir geziyorlardı. Hakan biraz daha gezeceklerini istiyorsa uğrayıp onu da
alabileceklerini söylediğinde itiraz etti Handan. “Siz gezin. Benim işim var
zaten.”
“Bir saate kadar geliriz. Bir şey lazım
mı?”
“Değil. Görüşürüz.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder