9 Ağustos 2015 Pazar

KAHVE FALIMDA CİNAYET VAR! 34. Bölüm

Kapıları yeniden kilitlediğinde aradan on beş dakika kadar geçmişti. Hakan ile Handan da yanında bekliyordu. Üçü üst kata çıkıyor ama gülmekten konuşamıyordu. Neydi bu yaşananlar kimse tarif edemiyordu. Her konuşmak isteyeni bir diğerinin kahkahası susturuyordu. En sonunda Handan sadece el sallayarak odaya girmişti.

Nil, Hakan'ın yarım kalan pansumanını yapacak sonra o da yatacaktı. Hakan'ın odasına girdiklerinde birden Hakan, durulmuştu. Artık gülmüyordu.
           
“Seni zor durumda mı bıraktım? Çok özür dilerim. Benim yüzümden dedikodulara hedef olacaksın!”


“Saçmalama. Zaten kuafördekiler öğrendiğinde bu mahallenin de öğreneceği anlamına geliyordu. Seni saklamam gerektiğini düşünmemiştim. O yüzden benim açımdan hiç sorun yok. Gerçi sen böyle bir tanışma ister miydin? Daha sansasyonel bir giriş olamazdı herhalde. Sen de kendini üzme. İki gün konuşur susarlar. Ayrıca senin yaralanmış olman onlar için benim erkek arkadaşım olmandan daha merak uyandırıcı bir olay.”

“O zaman onlara tüm olayı anlatan el ilanları dağıtalım. Bizi rahat bıraksınlar.” Hakan işin eğlencesindeydi.

“Hadi canım, gel bitirelim şu pansumanı da uyu artık. Gereğinden fazla ayakta kaldın.”

“Sen de yatarsan yanıma hemen uzanırım.”

“Olmaz. Handan karşı odada beni bekliyor. Ve ben her geçen dakika onun yüzüne bakamaz hale geliyorum.”

“O niyeymiş? Handan halden anlar. Anlamazsa da umurum değil. Seni seviyorum ve kollarıma almak için çıldırıyorum.” Hakan, bunları söylerken parmakları Nil’în saçlarında geziniyordu. İpek gibi saçlar parmaklarından kaydıkça içi tuhaf oluyordu.

“Ben de seni seviyorum ama utanıyorum. O yüzden rahat dur. Yoksa elimin ağır kısmını görürsün.” Eski sargı bezini kaldırdığında dikişlerin etrafında biraz kanama olduğunu gördü. Ama kurumuştu kan. Hareket ederken sızmış olmalıydı. Yaranın çevresini iyice temizleyip yeni sargı bezlerini yapıştırdı. Mümkün olduğunca ellerini tenine değdirmemek için çabalıyordu. Son bandı da yapıştırdığında Hakan elini uzatıp Nil'in kaçırmaya uğraştığı elini tuttu.

“Bu eller gerçekten hafif. Ama neden ban dokunmaktan korkuyor?”

“Sana dokunmaktan korkmuyorum. Dokununca daha fazlasını istemekten korkuyorum. Canını yakmaktan korkuyorum.”

“Ben de sana söylüyorum, sen dokunmazsan canım yanar. Hiç olmazsa öp bir kere.”

“Bak o olur. Ama sonra hemen uyuyacaksın!”

“Tamam.”

Nil, Hakan'ın öpmeye başladığında niyetlendiği küçük öpücüğün çoktan hayal olduğunu fark etti. Hakan diğer kolu ile iyice sarıldı Nil'e. Üstüne doğru çektiği Nil, sağlam omuzun olduğu tarafa doğru kaymış, kendisine soluk alma fırsatı vermeyen dudaklara aynı şiddetle yanıt veriyordu. Kaç dakika geçtiğini bilmiyordu ama ayrılmak istemiyordu. En sonunda Hakan'ın inlemesi ile kendine geldi. Canının yandığını sandığı için hemen doğruldu. Oysa Hakan'dan çıkan sesin anlamı çok başkaydı.

“Gitmem lazım.”

“Hemen değil. Bu halde gidersen işte o zaman Handan her şeyi anlar. Biraz soluklan. Ben de seni bu arada doya doya izleyeyim.”

“Fırsatçısın.”

“Yarından sonra seni bu kadar rahat öpebilir miyim bilmiyorum. O yüzden fırsatlarımı iyi değerlendiriyorum.”

“Eğer, bir şey olursa beni çaldır. Telefonu elinin altına koyuyorum.”

“O zaman hiç gitme. Bir şey oluyor zaten.”

“Neymiş o?”

“Seni özlüyorum. Görmek istiyorum. Öpmek istiyorum. Daha ne olsun?”

“Çılgın polis. Uyu hadi. Ben arkadaşımın yanına gidiyorum. Onun da bana ihtiyacı var.”

“Benim kadar yoktur.” Nil gitmek için hareket ettiğinde son kez elini tutup bu kez avucunun içine dudaklarını bastırdı. “Teşekkür ederim canım. İyi uykular” diyerek bıraktı o eli...

Nil, kendi odasına girdiğinde Handan'ın henüz uyumadığını gördü. Gözlerini tavana dikmiş öylece yatıyordu.

“Neden uyumadın daha? Sinirin mi bozuldu? Ilık bir bitki çayı yapayım mı?”

“Aman yok sağ ol. Hatırladıkça gülüyorum zaten. Bir de çay içene kadar uyanık kalıp daha çok uykumu kaçırmayayım. Nasıl Hakan iyi mi? Yarasında sorun var mı?”

“Önemli bir şey yok. Çok sağlıklı biri! Hızlı iyileşiyor. Biraz kanama yapmış ama çok önemsiz. Pansumanını yeniledim daha rahat eder artık.”

“Sen nasılsın? Atlattın mı tantanayı?”

“İstemediğin ot burnunda biter derler ya! Bu akşam aynen öyle bir akşam oldu. Tüm mahalle biliyor artık ikinizin burada olduğunu.”

“Bundan rahatsız mısın? Seni zor durumda mı bıraktık?” Handan üzülmüştü.

“Handan, sen arkadaşımsın o sevdiğim adam! Nasıl rahatsız olabilirim? Hiç dert etme ben gayet iyiyim. Herkes bilsin.”

“Asla istemem ama oldu da anlaşamadın ayrıldın Hakan'dan, o zaman seni üzerler mi?”

“Bir süre konuşurlar ama beni sevdikleri için üzülmemi istemezler. Öyle bir şey olursa ki aman Allah yazdıysa bozsun, benim yanımda olurlar. Hakan'ın yolu buralara düşmesin o zaman!” Nil, biliyordu ona neler yapabileceklerini…

“Ne yapsak biz de mi buraya taşınsak. Cenk'i bir pataklasa mahalleli, belki değişir.”

“Sen neden pataklamıyorsun?”

“Nasıl? Anlamadım!”

“Sen neden Cenk ile konuşup kendini anlatmıyorsun? Neden onun susmasına ses çıkartmıyorsun?”

“Nil, en ufak bir duygu kıpırtısı görsem konuşacağım. Ama bunca zamandır bir tek kez görmedim onun duygusal tarafını. Gördüğümü sandığım her anda da hayal kırıklığına uğradım. Bir saniye sonra kendi çıkarı için öyle davrandığını anladım.”

“Ne yapacaksın? Böyle ömür geçmez. Boşanacak mısın?”

“Bilmiyorum. Ama başka yol bulamıyorum. Henüz gencim. Başka birini bulurum belki beni seven bir erkek çıkar karşıma. Onunla mutlu olmayı denerim.”

“Sen de haklısın. Hem kim bilir belki de kısmetin de seni bekliyordur?”

“Bakalım. Neyse konuşmayalım bunları. Hadi uyuyalım. Sabah erkenden kalkıp işe gitmem lazım.”

“Neyse ki sonra iki hafta tatil yapacağız.”

“Biz yapacağız ama biri raporu bitince hemen iş başı yapacakmış.”

“Olsun, bir hafta onu evde tutabilirsek kendimizi başarılı sayarız.”

“Doğru dedin. Hadi iyi geceler... Nil?”

“Efendim?”

“Seninle tanıştığım için mutlu olduğumu söylemiş miydim?”

“Evet, birkaç kez!”

“Ukala...”


***** 


Ertesi sabah birlikte kahvaltı ettikten sonra Hakan arka bahçeye inmek istediğini söylemişti. Handan erkenden iş yerine gidip son işlerini toplayacaktı. Oradan eve gidecek tatil için hazırladığı valizi alacaktı. Bir önceki gün akıl edemediği için kızgındı kendisine.

Nil, Hakan gözünün önünde olacağı için mutlu olmuştu. Bahçedeki divanlardan birine yastık ile pike indirdi. Sehpa olarak kullanacağı bir masayı da yanına taşıdı. Hakan yardım etmek isteyince sert bakışları ile olduğu yerde durdurunca Hakan ellerini havaya kaldırıp teslim olmuş gibi yaptı. Sonra divana oturup, gazeteleri okumaya başladı. Dükkândaki televizyon dışarı çevirmişti Nil ama izlemesi mümkün değildi. O da dinlemeye karar verdi. Önce bir süre sabah haberlerini dinledi. Sonra sıkılıp müzik açmasını böylece herkesin mutlu olacağını söyledi. Müzik kanallarından birini açıp içeri girdi Nil. Mutfağı toplayıp yeniden dışarı çıktı.

Hakan, divanın kol kenarına sırtını dayamış, üstündeki beyaz kısa kollu penye ile oturuyordu. Onun bu görüntüsü çok hoşuna gitmişti. Mutfak kapısının oradan bir süre izledi. Sonra bahçeye inen basamakları yavaşça indi. Hakan onun geldiğini görüp başını çevirmişti. Elini uzattı. O eli tutmak çok kolaydı. Nil de öyle yaptı. Artık ikisi de kendini yalnız hissetmiyordu.

Hakan, yanına oturtup yüzüne baktı. Gözleri ezberler gibi dolaştıktan sonra dudaklarına takıldı. Onun nereye baktığını anlayan Nil, yutkununca bu kez bakışları boynuna kaydı. Elini bırakıp, yavaşça kolunu okşayarak boynuna kadar çıktı. Kendisine doğru çekip küçücük öpücükleri boynuna, kulağının arkasına kondurmaya başladı. Küçük ama çok tahrik edici öpücükler ikisinin de nefesini kesiyordu.

“Sen benim için çok tehlikeli olmaya başladın.” diyerek zorla uzaklaştı Nil. Çünkü kuaförün kapısını üstündeki zili duymuştu. Yakalanmaları an meselesiydi. Hemen ayağa kalkıp masa ile uğraşıyormuş gibi yaptı. Camdan bahçeye bakan Emine idi. Hakan'ı da görünce utanmış ama selam vermek zorunda kalmıştı. İkisi birden yanıtladı küçük kızı...

“Herkes bugün buraya akın edecek. Umarım ilgiden rahatsız olmazsın.”

“Olmam. Ama asıl sen ilgi göstermelisin. Unutma.”

“Tamam canım. Hadi sen gazeteni bitir.”


Öğleden sonra dört olduğunda Hakan artık içeri girmeye karar vermişti. Divanın olduğu yere güneş gelmiş iyice ısınmıştı hava. Ama o içeri geçmeden mutfak kapısında Akın'ı gördü.

“Hoş geldin. Nasılsın?”

“Asıl siz nasılsınız amirim? Çok iyi gördüm.”

“İyiyim. Baksana bahçe müthiş... İnsan burada yaralı olduğunu bile unutuyor.”

“Çok doğru. Şey, resimlerle birlikte adli tıbbın ilk raporunu getirdim. Bakalım mı?”

“Bakalım tabii. Nasıl ekip? İyi mi herkes?”

“Hepsinin selamı var amirim. Çok iyiler.”

Onlar konuşmaya dalmışken Nil kapıdan başını uzattı. “Ne içersiniz? Sıcak mı soğuk mu?” diye sordu.

İkisi de soğuk deyince yeniden içeri girdi. Limonata dolu bardaklarla kek koyduğu tabakları alıp bahçeye indi. İki bardak gören Hakan sordu.

“Kendine neden almadın limonata?”

“Siz çalışacaksınız. Rahatsız etmeyeyim.”

“Etmezsin. Zaten bu resmi bir çalışma değil. Hadi sen de gel yanımıza.”

“Ama burası çok güneş çardağın altına geçin. Orası rüzgâr da alır. Daha serindir.”

Akın, amirinin kalkmasına yardım edip çardağın altındaki masalardan birine götürdü. Nil de tepsiyi oraya bırakıp kendisi için de bir bardakla tabak hazırlayıp yanlarına geldi. Onlar resimleri incelerken o da Hakan'ı inceliyordu.

Bazen dizilerde kaba saba polisleri izlerdi. Belki iş başında gerekiyordu ama cinayet masasında pek de olmuyordu galiba? Ya da onun tanıdıkları kibardı. Ya da onun yanında kibarlardı... Ya da... Başka ya da sı yoktu... Hakan da Akın da kibardı işte.

O sırada Yağmur Nil'i çağırdı. Müsaade isteyip mutfağa doğru yürüdü. Hakan kısa bir süre onu izledikten sonra elindeki kâğıda çevirdi bakışlarını.

Otopsi raporunda Akın’ın şüphelendiği olay netlik kazanmıştı. İki gündür gazetelerin yeni travesti cinayeti dedikleri olay taklit bir cinayetti. Cinayet silahı yirmi santimlik beton çivisiydi. Tek harekette değil üç kerede saplanmıştı. Üstelik gazetelere hiç sızdırılmamış olan parmaktaki kesik bu cinayette yoktu. İlk bakışta tüm derisi çiziklerle ve kuru kanla dolu olduğu için anlaşılamayan olay otopside netleşmişti.

Akın, bu kez cinayet işleyen kişiyi ardında bıraktığı izlerden dolayı çabuk bulacaklarından emindi. Üstelik bu kez ellerinde muhtemelen katilin DNA sı da vardı. Cesedin üstünde sperm vardı. Akın aslında bu kadar bilgiden sonra Hakan'a danışmadan da olayı çözerdi ama amirinin takip ettiği dosya ile bağlantılıymış gibi gözüktüğü için ona bildiklerini aktarmadan hareket etmek istemiyordu.

“Akın, bu dosya senin dediğin gibi ayrı bir olay. Tamamen senin. Basın ne derse desin ikisi tamamen ayrı olaylar. Ama bırak katillerin ikisi de gazetenin yazdığını doğru sansın.”

“İkisi de hata yapabilir mi diyorsunuz?”

“Mümkün. O komşunun kaydından çıkan bir şey var mı?”

“Çok kötü bir kayıt. Sadece burun şeklini çıkartabildik. Çeneyi bile göremiyoruz. “

“Erkek, 1,85 boy 80 kilo kadar ve... Nasıl bir burun?”

“İşin kötüsü düz bir burun! Özel bir şekli yok. Profilden çok düzgün duruyor.”

“Bu kötü oldu. Özel bir şekli olsa daha rahat mı olurduk acaba?”

“Burundan yola çıkmayı mı düşünüyorsunuz amirim?”

“Akın! Sadece şakaydı. O kadar az bilgi ile kimin peşine düşeceğiz? Tüm Türkiye'nin mi?”

Akın, saflığına gülmeye başladı. Onlar gülerken Nil yeniden yanlarına gelmişti.

“Affedersiniz amirim. Daldım sanırım”

“Bu benim kusurum. Arada şaka yaptığımı sizin de bilmeniz lazım. Biraz fazla resmi çalışıyoruz sanırım.”

“Yok amirim.”

“Bana karşı mı geliyorsun?”

Akın bu kez şakayı hemen algılamıştı. İki elini de kaldırıp “Anladım. Sustum.” dedi.

“İyi, sen şimdi emniyete dön. Beni de haberdar et. Nil, senin bilgisayarını kullanmam mümkün mü?”

“Elbette.”

“Tamam, Akın, bana her türlü bilgiyi hemen aktarıyorsun. Zaten en fazla bir haftaya kadar iş başı yaparım.”


Günün geri kalanını ve akşamı rahat geçirdiler. Mahallelinin de ilgisi azalmıştı. Zaten çoğu görmüştü Hakan'ı. O akşam Handan geç geleceğini söylemişti. İki dükkân da kapanmıştı.

Hakan, arka bahçeyi çok sevdiği için yine orada oturmak istemiş, Nil de yanına gitmişti. Handan gelince yemek yemeye karar verdiler. O süreyi çardağın altında geçirmek, bu sürede konuşmak ve öpüşmek çok daha cazipti.

Handan'ın geldiğini belli eden kapı zili ile çalana kadar Hakan, Nil'e babası ile yaşananları anlattı. Annesinin ölümünden sonra yapılan hatalar ve o hataları düzeltme çabası ile bugüne gelişlerini anlatıp bitirdiğinde Nil’in gözlerinde yaşlar birikmişti.

“Neden ağlıyorsun?”

“Çok üzüldüm yaşadıklarınıza. Hem sizlerin hem de babanın. Ne kadar üzülmüş sizi bıraktığı için.”

“Hala üzgün. Ama zamanla biraz daha azalıyor sanırım o eski ezikliği.”

“Şimdi sen de yanındasın daha da iyi olacaktır.”

“Ama sen böyle dolu dolu gözlerle bakarsan ben dayanamam ki. Sil hadi gözlerini. Ağlaman için anlatmadım.”

“Biliyorum. Geçer şimdi.”

“Sen de anneni anlat bana.”

“Sonra anlatırım. Kapının çanı öttü. Handan geldi sanırım.”

“Tamam canım. Nil?”

“Efendim?”

“Çok güzelsin!”

“Teşekkür ederim.” Çok basit bir iltifattı ama kulaklarına kadar kızarmıştı. Ayağa kalktığında yüzünün yanması geçmemişti. Handan mutfak kapısından bakıp ikisini de bahçede görünce yanlarına geldi.

“Çok acıktınız mı? Keşke beni beklemeden yeseydiniz!”

“Biz iyiyiz böyle. Birlikte yeriz.”

“Nil sen ağladın mı?” Handan gözlerinin kızarıklığını fark edip hemen Hakan’a dönmüş soran gözlerle bakmaya başlamıştı. Üzmüş müydü yoksa Nil’i?

“Bana hiç öyle bakma. Ben üzmek istemedim ama ona babamla yaşananları anlatınca baktım ağlıyor!”

“Anladım. Tamam, hadi ben ellerimi yıkayayım da yemeğe geçelim. Yapılacak ne var hayatım?”

“Her şey hazır... Sadece ısıtıp masaya getireceğim.”

“Onu ben yaparım sen otur.”

“Olmaz. Sen otur asıl ben bugün Hakan sayesinde uzun süre oturdum zaten. Sen yorgunsun. Geç bahçeye. Bak yan tarafta musluk da var, orada yıka istersen ellerini.”

“Tuvaleti kullansam daha iyi…”

Handan içeri girdikten sonra Nil de mutfağa geçti. Hemen yemeklerin altını yaktı. Salata hazırdı zaten. Masayı kurmaya başladığında Handan da tabakları bardakları taşımıştı. Kısa zaman sonra yemekteydi üçlü.

O akşamı da bahçede oturarak geçirdiler. Handan koşuştururken çok yorulmuştu. Erken yatmak istedi. Hakan ile Nil ise biraz daha oturmayı tercih etti. Hakan kahve istese de içtiği ilaçlardan dolayı Nil bitki çayı vermeyi teklif etti. Biraz burun kıvırsa da sonunda kabul etti. Nil mutfağa geçip hemen su koydu ocağa. Tekrar yanına döndüğünde Hakan sağlam kolu ile kucağına çekti Nil’i.

“Rahat dur.”

“Durmazsam?”

“Dikişlerin patlar!”

“Patlamaz. Sadece seni kollarımda tutmak istedim.”

“Kısa bir süre için izin veriyorum. Ama gerçekten dikişlerine zarar verir.”

“Tamam canım. Dikkat ederim.”

Öyle dese de rahat durmuyordu. Elleri sırtında kalçalarında göğüslerinde gezdikçe Nil de kendinden geçiyordu. Ama sonunda aklını başına toparlamayı başardı.

“Sana rahat dur demiştim.”

“Sen bana bu kadar yakınken inan çok zor o dediğin. Şu çayları içip yatsak iyi olacak.”

“Önce pansumanın var.”

Mate çaylarını içip üst kata çıktılar. Pansumanını yaparken Hakan yine rahat durmuyordu ama Nil alışmıştı artık. İşi bittiğinde kendi odasına geçip yatağına süzüldü. O akşam yaşadıkları yüzünden vücudundaki değişimlerin yeniden normale dönmesi uzun sürmüş böylece geç bir saatte ancak uyuyabilmişti.

Ertesi sabah erkenden kalkmıştı üçü de. Hakan en sona kalmış, uzayan sakallarını kesmek için bayanların banyoda işlerinin bitmesini bekliyordu.

“Tıraşsız halin de yakışıklı. Tatil yapsın yüzün.” diyen Nil’in sözünü dinlemeyi tercih etti. En azından raporu bitene kadar biraz sakallı gezmenini zararı olmazdı.

Alt kata inen kadınlar küçük valizleri taşımıştı. Hakan da tek bir valiz ile indi aşağıya. Bertuğ ve Mert hemen yardımcı olmak için üst kata çıktılar.

Nil herkesi Ayşegül’e emanet edip vedalaştı. İki dükkânın çalışanları arklarından su döküp gülüşerek el salladılar. Daha köşeyi dönmeden karşılarına çıkan Necla abla arabayı durdurup Nil ile vedalaşmayı uygun bulmuştu. Arabanın içindekileri yakından iyice incelemiş, Nil’e de uygun bulduğunu anlatan bir bakış atıp dükkâna doğru devam etmişti yürümeye.

Handan arabayı kullanıyordu. Hakanı da öne oturtmuşlar, Nil arkaya geçmişti.

Bir saat kadar sonra Bayramoğlundaki evin kapısından girdiler...


 ***** 


Deren, elindeki verileri karşılaştırırken iki kardeşin de söylediklerinin doğru olabileceğini düşünüyordu. Kaza olma ihtimali yüksekti.

Dekorların üstündeki ışıklandırmalar uzun yıllardır aynı çelik askılarda duruyormuş. Gelen rapora göre ışığı taşıyan askı uzun yıllardır kullanılmaktan aşınmış ve kendisi kırılmıştı. Metalde yapılan incelemede dışarıdan hiç müdahale olmadığı kesinleşmişti.

Akın ile konuşup son gelen bilgileri savcıya yollaması gerekiyordu.

Akın ise az önce gelen bir anons ile derhal olay yerine gitmişti. Onun gelmesini beklemekten başka yapacağı iş yoktu. Günlerdir, iki kardeş boşuna tutuklu kalmıştı. Deren, sanki dosyayı hiç bilmiyormuş gibi en baştan bir kez daha inceledi. Evet olay gerçekten kazaydı. Sadece kötü talihti o gün kavga edilmedi… Sadece şansızlıktı o gün o dekorun üstüne ışık düşmesi…

Hayat bazen iyi bazen kötü şansları yolluyordu insanların üstüne…

***** 

Üçü de hem dinleniyor hem tatilin tadını çıkartıyordu. Eylül olmasına rağmen hava temmuzu aratmıyordu. Böylece Handan ile Nil doya doya yüzüyor güneşleniyor, Hakan da onları kızgın gözlerle izliyordu. Sargılarının ıslanmaması gerekiyordu.

Cenk gün aşırı arıyor, hatırlarını soruyordu. Handan, işe yakın olmanın avantajını yaşamış, Salı günü acil bir iş için büroya gitmişti.

Nil, Hakan ile baş başa kalmanın mutluluğu ile havuza da girmemiş, sevgilisinin yanından ayrılmamıştı. Hakan da fırsatları kaçırmamış, ellerine hâkim olmak yerine sık sık başıboş bırakmıştı.

Nil, onun bu fırsatçı hallerine gülüyor ama o da her fırsatta, yanağını, dudağını ya da omzunu öperek kendi duygularını belli ediyordu.

Gittiklerinin üçüncü günü dikişlerinin alınması için Bayramoğlundaki hastanelerden birine gittiler.

Nil, doktorun dikişlerin son halini beğenmesinden memnundu. Enfeksiyon yoktu. İçleri rahatlayarak eve dönmek için arabaya bindiler. Nil bir pastanenin önünde durup, “Bekle beni” diyerek içeri girdi.

Biraz sonra elinde poşetle çıktığında yüzü gülüyordu.

“Ne o parti mi yapacaksın dikişlerim çıktı diye?”

“Evet, olamaz mı? Kutlamak lazım.”

“Tamam, pastamı sen yedirirsen sorun yok.”

“Artık kolunu rahat hareket ettirebilirsin. Kendin ye. Hatta sen bana yedir.”

“Neden? Şımartılmak mı istiyorsun?”

“Evet, yapmaz mısın?”

“Yaparım. Hemen eve gitmemiz gerekiyor mu? Hazır dışarı çıkmışken biraz daha gezsek?”

“Tamam. Nereye gidelim?”

“Dolaşalım işte öyle. Güzel bir yer görürsek dururuz.”

Beş dakika kadar sonra telefonu çalmaya başladı Hakan'ın. “Efendim Deren?”

“...”

“Çok iyi. Tebrik ediyorum seni. Çözeceğinden emindim zaten. Anlat bakalım detayları neymiş olayın aslı.”

Bu arada telefonu hoparlöre alıp Nil'in de duymasını sağlamıştı.

“Amirim, olayın geçmişi ilginç. Hani maktulün eski kız arkadaşı intihar etmişti ya. İşte o olayda maktul, genç kıza ümit vermek ve sonra terk etmekle suçlanmış. Elbette bu intihara direkt neden sayılmamış. Çünkü ilişkinin sonuçlanmasının üstünden bir yıl yakın zaman geçtikten sonra kız kendisini asmış. Ama babası, kızının tüm bu sürede hep ağladığını ve maktule çok âşık olduğunu söyledi. Amirim, kızın psikolojisi bozukmuş. Aslında sanırım irsi. Çünkü amcası da aşk yüzünden intihar etmiş zamanında. Evde sık konuşulan bir konuymuş bu.”

“Sen nasıl anladın babanın katil olduğunu?”

“Biliyorsunuz babayı kendi uzmanı olduğu bombayla ilgili tecrübelerinden faydalanmak için çağırdığımızı söylemiştik. O da inandı. Ama bugün büroya geldiğinde yine de çok tedirgindi. Bizim emekli polislerimizin rahatlığı yoktu. Aksine kimse ile göz göze bile gelmek istemiyordu.”

“Çok normal! Eski meslektaşları bugün onun suçlu olduğunu ispatlayabilecek kişilere dönüşmüştü ki başardın da bunu.”

“Bomba ile ilgili iki üç soru sordum. Sonra kızının nasıl intihar ettiğini sordum ve onun anlatmasını bekledim. Sonra da bu, kızının hayatını alan adamdan intikam almak için iyi bir yöntem dedim. İnkâr etmesini bekliyordum ama sadece yaşlı gözlerle baktı ve ‘çok haklısın’ dedi. Sonrası çorap söküğü gibi geldi. Sanırım polis tarafı iş başı yapmış vicdanı daha fazlasına izin vermemişti.”

“Eminim öyledir. Katil ama yine de saygılı davranın. Sonuçta o kızını kaybetmiş bir baba!”

“Emredersiniz amirim. İmzaları tamamlanır tamamlanmaz savcılığa sevk edeceğim dosyayı.”

“Çok iyi. Başka olay var mı?”

“ Sizin yaralandığınız gece ölen bir tiyatrocu vardı. O dosya kapandı. Olay tamamen kazaymış. Bir de tahliye olduğu gün öldürülen biri vardı.”

“Hasan Osmanoğlu!”

“Evet o. Katili kendi teslim oldu.”

“Çocuk mu?”

“Evet amirim.”

“Aileyi sıkıştırın. Elinizde bir sürü görüntü var. Hepsini azmettirici olarak alın içeri. Çocuk da konuşacaktır. Bomba olayında babaya yaptığını bu kez de çocuğa yap. Etkili olacaktır!”

“Emredersiniz amirim.”

“Başka?”

“İki gündür sakiniz amirim.”

“İnşallah hep böyle gider. Akın ne yaptı? Kopya cinayet ile ilgili gelişme var mı?”

“Dosya üstünde çalışıyor amirim. Fazla yol alamadığını söylüyordu. Bazı sonuçları bekliyor sanırım. Söylerim sizi bilgilendirir.”

“Gerek yok. O arar nasılsa. Herkese selam söyle. Pazartesi geliyorum büroya.”

“Çok sevindim amirim. Siz de selam...”

“Tamam, Nil yanımda söylerim selamını.” Onlar konuşurken Nil de sessizce dinlemişti. Selamı duyunca gülümsedi.

“İyi günler amirim.”

Telefon kapandığında Nil ile arlarında bir sessizlik oldu.

“Aşk insanın canına kıyacak kadar acı verici olabilir mi?”

“Bilmem, ben aksine ömrüme ömür kattığını düşünüyorum.” Hakan elini uzatıp arabayı kullanan Nillin yanağını okşadı. “Senin yanında kendimi gerçekten çok iyi hissediyorum. Beni canlandırıyorsun!”

“Senin yanında ben de mutluyum. Demek ki böyle bir şeymiş aşk. Seninleyken gerçekten farklı geliyor dünya.”

“Ne güzel... İkimizin dünyası gerçekten farklı oldu. Seni sevmek başıma gelen gen güzel şey!”

“Benim de”

Handan merak edip aradığında yarım saattir geziyorlardı. Hakan biraz daha gezeceklerini istiyorsa uğrayıp onu da alabileceklerini söylediğinde itiraz etti Handan. “Siz gezin. Benim işim var zaten.”

“Bir saate kadar geliriz. Bir şey lazım mı?”

“Değil. Görüşürüz.”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder