25 Ağustos 2015 Salı

DOĞRU ERKEK NASIL BULUNUR? 6. Bölüm

Çağla, aşık olacağı erkeğin nasıl olması gerektiğine bir türlü karar veremiyordu. İş konusunda kısa sürede doğru kararlar vermesi ile övünen genç kız, diğer konular ve özellikle erkekler konusunda tam bir salak olduğunu düşünüyordu. Bunda etrafındaki erkeklerin sayısının fazla oluşunun da etkisi vardı. Hafta sonunda verdiği kararı uygulayacaktı. Önceliği bu üç erkeğe verecekti. Arada diğerleri ile çıksa da ilk üç ayı Yakup ile geçirecekti. Buna da bugün öğlenki yemek ile başlayacaktı.
Çalışmaya daldığından yanına gelen Tayfun Beyi duymamıştı. Kulaklıkları her zamanki gibi takılıydı. Bir el masadaki dosyanın üstüne konunca başını yukarı kaldırdı.  Kendisine bakan siyaha yakın kahverengi gözlere, kendi koyu kahverengi gözleri ile bakarken, ifadesinin korku olduğundan emindi. O kadar dalgın çalışıyordu ki kim olsa korkacaktı. Küçük patron zaten korkunçtu.
“Bir şey mi söylediniz Tayfun Bey?” Yanıt vermek için döndüğünde biraz sıyrılmış mini eteğinin açıkta bıraktığı bacakları gözler önüne serilmişti. En kızdığı şey kısa giyen insanların eteklerini çekiştirmesiydi. O an ise tüm sinir olduğu hareketleri yapmak ve eteğini çekiştirmek istiyordu. Tayfun Bey ise görüntüye çok kısa bir an bakmış sonra da umursamadan konuşmaya başlamıştı. 


“Yaptığın bir program ile ilgili sorun varmış. Firma aradı az önce. Kesinlikle sonuç alamıyorlarmış. Şirket, gidip bakmanı istiyor.”
Çağla, hangi firma olduğunu sorduktan sonra o programı açtı. Tayfun Beyin odasına gitmesini beklemeden hemen hazırlıklarına başladı. Kendisindeki master kaydı kopyaladıktan sonra laptopunu da hazırladı.  O sırada Tayfun Beyin açılan bacaklarına bakan erkeklere kötü kötü baktığının farkında değildi. Erkekler de yaptığından utanmış bir şekilde başlarını eğdi.
Tayfun, bugüne kadar çalışanlarının özel hayatlarına karışmamıştı. Kimin kime baktığına da karışmaması gerekiyordu. Ama Çağla söz konusu olduğunda bazı kuralları değişiyordu. Bunun neden olduğunu anlamasa da bu kız kafasını bulandırıyordu. Üstelik o kısacık etekten gözüken bacakları aklının daha da karışmasına neden oluyordu.
Çağla, tam kapıdan çıkmak üzereyken Yakup yanına gelip, “Öğlene yetişebilir misin?” Diye sordu.  Genç kız kahverengi saçlarını şapkasının içine tıkarken “Bilmiyorum, olmazsa yarın gideriz” diyerek gülümsedi. Yakup da gülerek kolay gelsin dedi ve kimseye belli etmemek için yerine döndü.

*****

Çağla’nın gittiği şirketteki çalışması, tahmininden kısa sürdü. Sonuç alamama nedenleri kullanıcı hatasından kaynaklanmış olunca programın o kısmının anlatılması, yeniden kısa bir ders verilmesi gerekmişti.  Aslında bunu telefonla da anlatabilirdi. Ama şirket elemanın bunca anlatmaya rağmen hala anlamamış olmasından sonra telefonla anlatmanın mümkün olmadığını düşünüyordu. En iyisi başkalarının da bilgilenmesi idi. O nedenle iki kişiye daha anlattı. Biri yapamazsa diğeri çözer diye umarak çıktı firmadan.
Şirkete döndüğünde saat ikiydi. Karnı çok açtı. Yakup da dahil herkes yemeğini yediğinden tek başına yemeğe çıkmak istemedi. En iyisi şirkete söylemek ve mutfak kısmında hemen yiyerek işine dönmekti. Elindeki programın çok gerisindeydi. Çok çalışması gerekiyordu.
Masasına geçip sipariş vermek için lokantayı ararken Süleyman Bey dış kapıdan girdi. Arkasından da Tayfun Bey geliyordu. Çağla’nın yemek sipariş verdiğini duyunca “Bize de söyle.” Dedi. Kısa süre sonra üçü, küçük mutfakta yemeklerini yiyordu. Çağla, nerdeyse hiç konuşmadan yenen yemek boyunca sıkıntılı bir ortamda kalmış olsa da yemeğinin keyfini çıkartmaya çalıştı. Keyifle yapılan her şeyin faydalı olduğuna inanırdı. O gün güzel bir patates yemeği vardı. Aslında evde olsa yanında güzel bir beyaz soğanı da yemiş olurdu. Burada ise sadece patatese talim ediyordu. Süleyman beyin de kendisi gibi patates istemesi çok hoşuna gitmişti. Tayfun Bey ise pilav döner istemişti.
“O kadar iştahla yiyorsun ki ikimizin aynı yemeği yediğine inanamıyorum.”
“Süleyman Bey, dünyada beni patates yemeğinden vazgeçirecek hiçbir şey yok.”
“Belli belli. Benim tabağımdakileri kurtarmak için hızlı yemek zorunda kaldım.”
“Ay çok özür dilerim. Yok yapmam öyle şey.”
“Of Çağla, şaka yaptım. Ama inan imrendim keyifli yemene.”
“Ben keyifle yapılan şeylerin yarar verdiğine inanırım. Yemek de öyle. Ben zevk almazsam o da bana fayda sağlamaz.”
“Yani bu patates sana şimdi fayda sağladı.”
Çağla, biraz sesini kısıp biraz da masaya doğru eğildi. Büyük patrona sanki dünyanın en önemli sırrını söylüyormuş gibi “Süleyman Bey, nasıl balık rakı ile etli fasulye cacık ile ayrılmaz bir bütünse, patates de yanında kuru soğan ile öyle. Şimdi bu yemek tüm faydasını geçirmiş olabilir mi?”
Süleyman Bey kahkahayla gülerken Çağla da gülüyordu. Tayfun ise ikisine baktı. Ağzını peçete ile silerken gülümsemesini sakladı. İkisini bıraksa akşama kadar havadan sudan konuşacak gibiydiler. Nedense bundan rahatsız olduğunu hissetti.  En iyisi ortamı değiştirmekti. “Şirketteki sorun neymiş?”
Çağla bir anda kendini toplayıp biraz ciddileşti. Kısaca açıkladıktan sonra öğleden sonra çayı için ısıtıcıya su koydu.
Süleyman Bey,  önce yeğenine sonra tezgahın başındaki Çağla’ya bakıp, “Bize iki kahve söyler misin?” dedi.
Çağla gülümseyen yüzü ile “Ben yaparım.” Diyerek tezgaha döndü. Elektrikli cezve ve fincanlarla kahveleri kısa sürede hazırladı. Süleyman Beyin de aslında onun elinden içmek istediğinin farkındaydı ama görevi olmadığı için dışarıya söylemesini istemişti. Küçük mutfak Tayfun Beyin, teşekkür edip, afiyet olsun diyerek kahvesini alıp çıkması ile büyümüştü.
“Kendine de yaptın mı?” Süleyman Bey hala tezgahta uğraşan Çağla’nın ne yaptığını anlamıştı.
“Evet. Hatta içeridekilere de yaptım. Vereyim onlara da.”
“Çağır birini dağıtsın. Sen otur dinlen. Laflayalım biraz.” Dediğinde bunun ne ile ilgili olduğunu anlamayan Çağla şaşkınlıkla baktı. Kahve tepsisini eline alıp en yakın masada oturan Fatih’e verdi. Sonra Süleyman Beyin yanına döndü.
“Güzel olmuş kahve. Eline sağlık.”
“Afiyet olsun. Süleyman Bey, mutfakta bazı şeyler eksilmiş. Liste yapsam da aldırsak, olur mu?”
“Olur tabii. Benim sekreter ilgilenirdi böyle şeylerle ama o dönene kadar tek kaldığına göre sen ilgilen bir zahmet.”
“Yaparım tabii. Ben hemen bir liste hazırlarım.”
“Benim şoföre verirsin alır gelir.”
“Olur.”
“Elindeki iş ne oldu? Firma geçen gün aramıştı. Yetişecek mi?”
“Yetişir. Benim yapacağım kısım bitmek üzere zaten. Sonra Yakup ile Fatih’in yazacakları kısım var. Önümüzdeki hafta onlara teslim ederim.”
“Çok iyi. Denemeleri ne zaman yaparsınız? Üçünüzü de firmaya yollamak gereksiz, senle ya Yakup ya Fatih gelsin. Birlikte yapın testleri.”
“Tabii. Sanırım Şubat başında ilk testleri yaparız.”
“Çok iyi. Planlananın gerisinde kalmayacağız yani.”
“Kalmayız. Gerekirse hafta sonu da çalışırım ama yetiştiririm.”
“Eline sağlık. Fazla mesaiye gerek kalmaz herhalde. Genç kızımızın hafta sonlarını biz işgal etmeyelim.” Süleyman Bey bir şeyler araştırır gibiydi. Çağla, önceliğinin işi olduğunu belli ederek yanıtladı. “Önemli değil. Gecikirsek ücretten kesinti olacağına göre ben üstüme düşeni yaparım.”
“Anlaştık. Tekrar eline sağlık. Artık işime döneyim.”
“Afiyet olsun.”
Süleyman Bey, masadan kalkarken babacan bir tavırla omzunu da okşamıştı. Çağla, seviyordu büyük patronu. Eskiler, kardeşinin de Süleyman Beye benzediğini anlatıyordu. İhsan Bey de konuşkan ve güler yüzlüymüş. Ama oğluna pek geçmemiş bu özelliği diye düşündü. Sonra da omzunu silkip fincanları yıkayıp masasına geçti.

*****

Tayfun odasında masanın başında gözü camdan dışarıda akan trafiğe takılı oturuyordu. Ne yağmaya başlayan yağmuru, ne de akan trafiği görmüyordu. Aklı az önce patates yemeğinin yanında soğan olması gerektiğini söyleyen Çağla'ya takılmıştı.
“Bu kızın her hali doğal mı? Yoksa iyi bir oyuncu mu?” Sorusuna yanıt bulamadan telefonu çaldı. Ekranda Nurgül’ün adını görünce düşüncelerini ona yöneltti. Neler isteyecekti acaba?

*****

Ertesi gün öğlen yemeğine söz verdiği gibi Yakup ile gitti. Bundan derin anlamlar çıkartacağı belli olan Yakup, heyecanını gizleyemiyordu. Çağla, o gün fazla ümitlenmesin diye özensiz giyinmişti. Yine de Yakup’un tavırlarından işe yaramadığın anlıyordu. Çenesi düşen Yakup, aralıksız konuşuyor, konudan konuya atlıyordu. Çağla onun bu susmak bilmez hali karşısında ne yapacağını şaşırmıştı. Aralıksız konuşurken öğlen paydosu bitmiş ama neredeyse yemeğinin yarısı kalmıştı.
“Çağla, biliyorum biz seninle arkadaşız ama bu yemek aklımı çok karıştırdı. Yani şimdi biz neden baş başa yemeğe çıktık? Artık çıkıyor muyuz? Eğer öyle ise çok mutlu olurum. Yani şey, istersen yarın akşam birlikte güzel bir yere yemeğe gidelim.”
Çağla, daha ilk günden tüm sabrını tüketmişti. Aslında Yakup’u tanıyordu. Bunların olacağını biliyordu ama yine de denemek istemişti. Kendine verdiği sözü tutmak için tükenen sabrını yeniden kazanmalıydı. Ama bunu nasıl yapacaktı? En iyisi bu süreçte Yakup ile baş başa kalmadan bazı şeyleri yaşamaya ve anlamaya çalışmalıydı.
“Yakup, aklının karışacağı bir şey yok. Biz arkadaşız. Baş başa yemeğe çıkmamız da, herkesi bir anda bilmediğimiz bir yere getirmemek içindi. Sen yeni yemeklere daha açık birisin. Sen beğenirsen diğerlerine de söyleriz.” Çağla, açıklama çabası ile Yakup kadar çok konuştuğunun farkındaydı ama yanlış anlama olmasın istiyordu. Bu işi yüzüne gözüne bulaştırmadan nasıl bitirecekti? Konu Yakup olunca pek de kolay bitmeyecek gibi gözüküyordu.
“Anladım. Ama yine de bir şans verelim bize. Olmaz mı?” Yakup’un bu kadar ciddi olduğunu tahmin etmemişti. Küçük bir öğle yemeği randevusu bile bu kadar ümit veriyorsa üç aylık sürenin sonunda ya olmayacağına karar verirse?
Kesin bir ‘hayır’ demek en doğrusuydu. Fakat kıramayacağı bir arkadaştı Yakup. Kendisi için koyduğu süreyi Yakup’a daha farklı bir şekilde anlatmalıydı.
“Yakup, biraz süre versek kendimize. En azından bu sürede birbirimiz hakkında yeni şeyler öğrenir ve senin dediğin gibi şans verip veremeyeceğimize ondan sonra karar veririz.”
Yakup pek memnun olmamıştı duyduklarından. Üzgün bir sesle “Çok daha iyi bir karar bu. Tamam Çağla. Bir süre arkadaşlığımız derinleştirelim. Olursa da devam ederiz.”
Çağla, çok zorlanmadan istediğini noktaya geldiği için mutluydu. Gülümseyerek baktı Yakup’a. O da gülümseyince rahatladı. Seviyordu bu çocuğu.
“İki gün sonra güzel bir sergi açılışı var. Gazeteciler falan da olacakmış ilk açılışta. Arkadaşım istersem davetiye yollayacağını söyledi.” Normal hallerine dönmüştü Yakup.
“Resim sergisi mi? Olur. Seviyorum biliyorsun.” Çağla, resimlerin gizli anlamlarını yakalama çalışmaları ile etrafını eğlendirmeyi seviyordu.
“Tamam. Çağdaş da gelmek ister mi?”
“O pek sevmez ama kız arkadaşı ister mi bilmem. Yok ya boş ver. Şimdi arkadaşına da ayıp olur. O iki davetiye diye teklif etmiştir. Yanımızda başkalarını götürmeyelim.” Çağla, ağzından laf çıkar çıkmaz dilini ısırdı. Son söylediği, Yakup’un yanlış anlayacağı bir söz olarak havada asılı kalmıştı. Yüzüne baktığında yanılmadığını anladı. Baş başa kalmak istediğini sanan Yakup sırıtıyordu. Çağla, gitmiyorum, diyerek o sırıtmayı silmek istedi ama sergiyi görme arzusu ağır basınca sustu.
Yemeğin sonuna doğru aklından geçen düşünceler daha da derinleşti. Yakup nasıl bir baba olur?
Aşık olacağı bir adamdan çocuk sahibi olmak istiyordu. Zaman daraldıkça karşısına çıkan kişileri değerlendirmesi gerektiğini biliyordu. Ve artık Yakup’a aşık olmayacağından artık emindi. Peki aşık olmadığı ama bir ihtimal iyi baba olacak bir erkekten çocuk yapacak mıydı?
Gözünün önünde iki tane çocuk belirdi. Biri kız biri erkek olan çocukların ikisi de babaya benziyordu. Yakup’un annesi ve babası da hayaline dahil olunca ortalıkta bir sürü aralıksız ve yüksek sesle konuşan ve karşısındakini dinlemeyen insan oldu.
Kızı ve oğlu, henüz yedi sekiz yaşlarında görünmesine rağmen akşamki sergiden, ertesi gün gidecekleri lokanta açılışından, izledikleri filmin yönetmeninin başarısından söz ediyorlardı. Kayınvalidesi ise yaptığı yemeğin tuzundan yağına her şeye karışıyor ve annesinin kendisine neden yemek yapmayı bile öğretmediğini sorup duruyordu. Yakup, karısını koruyacağına annesine uymuş, karısına yemek kursu tavsiye ediyordu. Çağla, tam kayınpederinin ne kadar sessiz kaldığını düşünüyordu ki hayalinde horul horul uyuduğunu, horultusu ile evi inlettiğini gördü.
“Hayırrr”
“Neden? Kahveyi seversin sen!” Yakup sert yanıtına şaşırmıştı.
“Kahve mi? Pardon aklım başka yerdeydi. Olur tabii.” Aklındakileri hemen kovaladı. Ne annesini ne babasını tanımıyordu. Saçma bir hayaldi. Ön yargılı davrandığının bilincinde olumlu şeyler düşünmeye yönlendirdi kendisini. Başaramayınca da bir an önce işe dönmek için acele ile sıcak kahveyi yudumladı. Dili yanınca acıdan gözleri doldu. Bazı şeyleri zorlamamak lazım, dedi kendi kendine…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder