Çağla, aşık olacağı erkeğin
nasıl olması gerektiğine bir türlü karar veremiyordu. İş konusunda kısa sürede
doğru kararlar vermesi ile övünen genç kız, diğer konular ve özellikle erkekler
konusunda tam bir salak olduğunu düşünüyordu. Bunda etrafındaki erkeklerin
sayısının fazla oluşunun da etkisi vardı. Hafta sonunda verdiği kararı
uygulayacaktı. Önceliği bu üç erkeğe verecekti. Arada diğerleri ile çıksa da
ilk üç ayı Yakup ile geçirecekti. Buna da bugün öğlenki yemek ile başlayacaktı.
Çalışmaya daldığından
yanına gelen Tayfun Beyi duymamıştı. Kulaklıkları her zamanki gibi takılıydı.
Bir el masadaki dosyanın üstüne konunca başını yukarı kaldırdı. Kendisine bakan siyaha yakın kahverengi
gözlere, kendi koyu kahverengi gözleri ile bakarken, ifadesinin korku
olduğundan emindi. O kadar dalgın çalışıyordu ki kim olsa korkacaktı. Küçük
patron zaten korkunçtu.
“Bir şey mi söylediniz
Tayfun Bey?” Yanıt vermek için döndüğünde biraz sıyrılmış mini eteğinin açıkta
bıraktığı bacakları gözler önüne serilmişti. En kızdığı şey kısa giyen
insanların eteklerini çekiştirmesiydi. O an ise tüm sinir olduğu hareketleri
yapmak ve eteğini çekiştirmek istiyordu. Tayfun Bey ise görüntüye çok kısa bir
an bakmış sonra da umursamadan konuşmaya başlamıştı.
“Yaptığın bir program ile
ilgili sorun varmış. Firma aradı az önce. Kesinlikle sonuç alamıyorlarmış.
Şirket, gidip bakmanı istiyor.”
Çağla, hangi firma olduğunu
sorduktan sonra o programı açtı. Tayfun Beyin odasına gitmesini beklemeden
hemen hazırlıklarına başladı. Kendisindeki master kaydı kopyaladıktan sonra
laptopunu da hazırladı. O sırada Tayfun
Beyin açılan bacaklarına bakan erkeklere kötü kötü baktığının farkında değildi.
Erkekler de yaptığından utanmış bir şekilde başlarını eğdi.
Tayfun, bugüne kadar
çalışanlarının özel hayatlarına karışmamıştı. Kimin kime baktığına da
karışmaması gerekiyordu. Ama Çağla söz konusu olduğunda bazı kuralları
değişiyordu. Bunun neden olduğunu anlamasa da bu kız kafasını bulandırıyordu.
Üstelik o kısacık etekten gözüken bacakları aklının daha da karışmasına neden
oluyordu.
Çağla, tam kapıdan çıkmak
üzereyken Yakup yanına gelip, “Öğlene yetişebilir misin?” Diye sordu. Genç kız kahverengi saçlarını şapkasının
içine tıkarken “Bilmiyorum, olmazsa yarın gideriz” diyerek gülümsedi. Yakup da
gülerek kolay gelsin dedi ve kimseye belli etmemek için yerine döndü.
*****
Çağla’nın gittiği
şirketteki çalışması, tahmininden kısa sürdü. Sonuç alamama nedenleri kullanıcı
hatasından kaynaklanmış olunca programın o kısmının anlatılması, yeniden kısa
bir ders verilmesi gerekmişti. Aslında
bunu telefonla da anlatabilirdi. Ama şirket elemanın bunca anlatmaya rağmen
hala anlamamış olmasından sonra telefonla anlatmanın mümkün olmadığını
düşünüyordu. En iyisi başkalarının da bilgilenmesi idi. O nedenle iki kişiye
daha anlattı. Biri yapamazsa diğeri çözer diye umarak çıktı firmadan.
Şirkete döndüğünde saat
ikiydi. Karnı çok açtı. Yakup da dahil herkes yemeğini yediğinden tek başına
yemeğe çıkmak istemedi. En iyisi şirkete söylemek ve mutfak kısmında hemen
yiyerek işine dönmekti. Elindeki programın çok gerisindeydi. Çok çalışması
gerekiyordu.
Masasına geçip sipariş
vermek için lokantayı ararken Süleyman Bey dış kapıdan girdi. Arkasından da
Tayfun Bey geliyordu. Çağla’nın yemek sipariş verdiğini duyunca “Bize de
söyle.” Dedi. Kısa süre sonra üçü, küçük mutfakta yemeklerini yiyordu. Çağla,
nerdeyse hiç konuşmadan yenen yemek boyunca sıkıntılı bir ortamda kalmış olsa
da yemeğinin keyfini çıkartmaya çalıştı. Keyifle yapılan her şeyin faydalı
olduğuna inanırdı. O gün güzel bir patates yemeği vardı. Aslında evde olsa
yanında güzel bir beyaz soğanı da yemiş olurdu. Burada ise sadece patatese
talim ediyordu. Süleyman beyin de kendisi gibi patates istemesi çok hoşuna
gitmişti. Tayfun Bey ise pilav döner istemişti.
“O kadar iştahla yiyorsun
ki ikimizin aynı yemeği yediğine inanamıyorum.”
“Süleyman Bey, dünyada beni
patates yemeğinden vazgeçirecek hiçbir şey yok.”
“Belli belli. Benim tabağımdakileri
kurtarmak için hızlı yemek zorunda kaldım.”
“Ay çok özür dilerim. Yok
yapmam öyle şey.”
“Of Çağla, şaka yaptım. Ama
inan imrendim keyifli yemene.”
“Ben keyifle yapılan
şeylerin yarar verdiğine inanırım. Yemek de öyle. Ben zevk almazsam o da bana fayda
sağlamaz.”
“Yani bu patates sana şimdi
fayda sağladı.”
Çağla, biraz sesini kısıp
biraz da masaya doğru eğildi. Büyük patrona sanki dünyanın en önemli sırrını
söylüyormuş gibi “Süleyman Bey, nasıl balık rakı ile etli fasulye cacık ile
ayrılmaz bir bütünse, patates de yanında kuru soğan ile öyle. Şimdi bu yemek
tüm faydasını geçirmiş olabilir mi?”
Süleyman Bey kahkahayla
gülerken Çağla da gülüyordu. Tayfun ise ikisine baktı. Ağzını peçete ile
silerken gülümsemesini sakladı. İkisini bıraksa akşama kadar havadan sudan
konuşacak gibiydiler. Nedense bundan rahatsız olduğunu hissetti. En iyisi ortamı değiştirmekti. “Şirketteki
sorun neymiş?”
Çağla bir anda kendini
toplayıp biraz ciddileşti. Kısaca açıkladıktan sonra öğleden sonra çayı için
ısıtıcıya su koydu.
Süleyman Bey, önce yeğenine sonra tezgahın başındaki
Çağla’ya bakıp, “Bize iki kahve söyler misin?” dedi.
Çağla gülümseyen yüzü ile
“Ben yaparım.” Diyerek tezgaha döndü. Elektrikli cezve ve fincanlarla kahveleri
kısa sürede hazırladı. Süleyman Beyin de aslında onun elinden içmek istediğinin
farkındaydı ama görevi olmadığı için dışarıya söylemesini istemişti. Küçük
mutfak Tayfun Beyin, teşekkür edip, afiyet olsun diyerek kahvesini alıp çıkması
ile büyümüştü.
“Kendine de yaptın mı?”
Süleyman Bey hala tezgahta uğraşan Çağla’nın ne yaptığını anlamıştı.
“Evet. Hatta içeridekilere
de yaptım. Vereyim onlara da.”
“Çağır birini dağıtsın. Sen
otur dinlen. Laflayalım biraz.” Dediğinde bunun ne ile ilgili olduğunu
anlamayan Çağla şaşkınlıkla baktı. Kahve tepsisini eline alıp en yakın masada
oturan Fatih’e verdi. Sonra Süleyman Beyin yanına döndü.
“Güzel olmuş kahve. Eline
sağlık.”
“Afiyet olsun. Süleyman
Bey, mutfakta bazı şeyler eksilmiş. Liste yapsam da aldırsak, olur mu?”
“Olur tabii. Benim sekreter
ilgilenirdi böyle şeylerle ama o dönene kadar tek kaldığına göre sen ilgilen
bir zahmet.”
“Yaparım tabii. Ben hemen
bir liste hazırlarım.”
“Benim şoföre verirsin alır
gelir.”
“Olur.”
“Elindeki iş ne oldu? Firma
geçen gün aramıştı. Yetişecek mi?”
“Yetişir. Benim yapacağım
kısım bitmek üzere zaten. Sonra Yakup ile Fatih’in yazacakları kısım var.
Önümüzdeki hafta onlara teslim ederim.”
“Çok iyi. Denemeleri ne
zaman yaparsınız? Üçünüzü de firmaya yollamak gereksiz, senle ya Yakup ya Fatih
gelsin. Birlikte yapın testleri.”
“Tabii. Sanırım Şubat
başında ilk testleri yaparız.”
“Çok iyi. Planlananın
gerisinde kalmayacağız yani.”
“Kalmayız. Gerekirse hafta
sonu da çalışırım ama yetiştiririm.”
“Eline sağlık. Fazla
mesaiye gerek kalmaz herhalde. Genç kızımızın hafta sonlarını biz işgal
etmeyelim.” Süleyman Bey bir şeyler araştırır gibiydi. Çağla, önceliğinin işi
olduğunu belli ederek yanıtladı. “Önemli değil. Gecikirsek ücretten kesinti
olacağına göre ben üstüme düşeni yaparım.”
“Anlaştık. Tekrar eline
sağlık. Artık işime döneyim.”
“Afiyet olsun.”
Süleyman Bey, masadan
kalkarken babacan bir tavırla omzunu da okşamıştı. Çağla, seviyordu büyük
patronu. Eskiler, kardeşinin de Süleyman Beye benzediğini anlatıyordu. İhsan
Bey de konuşkan ve güler yüzlüymüş. Ama oğluna pek geçmemiş bu özelliği diye
düşündü. Sonra da omzunu silkip fincanları yıkayıp masasına geçti.
*****
Tayfun odasında masanın
başında gözü camdan dışarıda akan trafiğe takılı oturuyordu. Ne yağmaya başlayan
yağmuru, ne de akan trafiği görmüyordu. Aklı az önce patates yemeğinin yanında
soğan olması gerektiğini söyleyen Çağla'ya takılmıştı.
“Bu kızın her hali doğal
mı? Yoksa iyi bir oyuncu mu?” Sorusuna yanıt bulamadan telefonu çaldı. Ekranda
Nurgül’ün adını görünce düşüncelerini ona yöneltti. Neler isteyecekti acaba?
*****
Ertesi gün öğlen yemeğine
söz verdiği gibi Yakup ile gitti. Bundan derin anlamlar çıkartacağı belli olan
Yakup, heyecanını gizleyemiyordu. Çağla, o gün fazla ümitlenmesin diye özensiz
giyinmişti. Yine de Yakup’un tavırlarından işe yaramadığın anlıyordu. Çenesi
düşen Yakup, aralıksız konuşuyor, konudan konuya atlıyordu. Çağla onun bu
susmak bilmez hali karşısında ne yapacağını şaşırmıştı. Aralıksız konuşurken
öğlen paydosu bitmiş ama neredeyse yemeğinin yarısı kalmıştı.
“Çağla, biliyorum biz
seninle arkadaşız ama bu yemek aklımı çok karıştırdı. Yani şimdi biz neden baş
başa yemeğe çıktık? Artık çıkıyor muyuz? Eğer öyle ise çok mutlu olurum. Yani
şey, istersen yarın akşam birlikte güzel bir yere yemeğe gidelim.”
Çağla, daha ilk günden tüm
sabrını tüketmişti. Aslında Yakup’u tanıyordu. Bunların olacağını biliyordu ama
yine de denemek istemişti. Kendine verdiği sözü tutmak için tükenen sabrını
yeniden kazanmalıydı. Ama bunu nasıl yapacaktı? En iyisi bu süreçte Yakup ile
baş başa kalmadan bazı şeyleri yaşamaya ve anlamaya çalışmalıydı.
“Yakup, aklının karışacağı
bir şey yok. Biz arkadaşız. Baş başa yemeğe çıkmamız da, herkesi bir anda
bilmediğimiz bir yere getirmemek içindi. Sen yeni yemeklere daha açık birisin.
Sen beğenirsen diğerlerine de söyleriz.” Çağla, açıklama çabası ile Yakup kadar
çok konuştuğunun farkındaydı ama yanlış anlama olmasın istiyordu. Bu işi yüzüne
gözüne bulaştırmadan nasıl bitirecekti? Konu Yakup olunca pek de kolay
bitmeyecek gibi gözüküyordu.
“Anladım. Ama yine de bir
şans verelim bize. Olmaz mı?” Yakup’un bu kadar ciddi olduğunu tahmin
etmemişti. Küçük bir öğle yemeği randevusu bile bu kadar ümit veriyorsa üç
aylık sürenin sonunda ya olmayacağına karar verirse?
Kesin bir ‘hayır’ demek en
doğrusuydu. Fakat kıramayacağı bir arkadaştı Yakup. Kendisi için koyduğu süreyi
Yakup’a daha farklı bir şekilde anlatmalıydı.
“Yakup, biraz süre versek
kendimize. En azından bu sürede birbirimiz hakkında yeni şeyler öğrenir ve
senin dediğin gibi şans verip veremeyeceğimize ondan sonra karar veririz.”
Yakup pek memnun olmamıştı
duyduklarından. Üzgün bir sesle “Çok daha iyi bir karar bu. Tamam Çağla. Bir
süre arkadaşlığımız derinleştirelim. Olursa da devam ederiz.”
Çağla, çok zorlanmadan
istediğini noktaya geldiği için mutluydu. Gülümseyerek baktı Yakup’a. O da
gülümseyince rahatladı. Seviyordu bu çocuğu.
“İki gün sonra güzel bir
sergi açılışı var. Gazeteciler falan da olacakmış ilk açılışta. Arkadaşım
istersem davetiye yollayacağını söyledi.” Normal hallerine dönmüştü Yakup.
“Resim sergisi mi? Olur.
Seviyorum biliyorsun.” Çağla, resimlerin gizli anlamlarını yakalama çalışmaları
ile etrafını eğlendirmeyi seviyordu.
“Tamam. Çağdaş da gelmek
ister mi?”
“O pek sevmez ama kız
arkadaşı ister mi bilmem. Yok ya boş ver. Şimdi arkadaşına da ayıp olur. O iki
davetiye diye teklif etmiştir. Yanımızda başkalarını götürmeyelim.” Çağla,
ağzından laf çıkar çıkmaz dilini ısırdı. Son söylediği, Yakup’un yanlış
anlayacağı bir söz olarak havada asılı kalmıştı. Yüzüne baktığında
yanılmadığını anladı. Baş başa kalmak istediğini sanan Yakup sırıtıyordu.
Çağla, gitmiyorum, diyerek o sırıtmayı silmek istedi ama sergiyi görme arzusu
ağır basınca sustu.
Yemeğin sonuna doğru
aklından geçen düşünceler daha da derinleşti. Yakup nasıl bir baba olur?
Aşık olacağı bir adamdan
çocuk sahibi olmak istiyordu. Zaman daraldıkça karşısına çıkan kişileri
değerlendirmesi gerektiğini biliyordu. Ve artık Yakup’a aşık olmayacağından
artık emindi. Peki aşık olmadığı ama bir ihtimal iyi baba olacak bir erkekten
çocuk yapacak mıydı?
Gözünün önünde iki tane
çocuk belirdi. Biri kız biri erkek olan çocukların ikisi de babaya benziyordu.
Yakup’un annesi ve babası da hayaline dahil olunca ortalıkta bir sürü aralıksız
ve yüksek sesle konuşan ve karşısındakini dinlemeyen insan oldu.
Kızı ve oğlu, henüz yedi
sekiz yaşlarında görünmesine rağmen akşamki sergiden, ertesi gün gidecekleri
lokanta açılışından, izledikleri filmin yönetmeninin başarısından söz
ediyorlardı. Kayınvalidesi ise yaptığı yemeğin tuzundan yağına her şeye
karışıyor ve annesinin kendisine neden yemek yapmayı bile öğretmediğini sorup
duruyordu. Yakup, karısını koruyacağına annesine uymuş, karısına yemek kursu
tavsiye ediyordu. Çağla, tam kayınpederinin ne kadar sessiz kaldığını
düşünüyordu ki hayalinde horul horul uyuduğunu, horultusu ile evi inlettiğini
gördü.
“Hayırrr”
“Neden? Kahveyi seversin
sen!” Yakup sert yanıtına şaşırmıştı.
“Kahve mi? Pardon aklım
başka yerdeydi. Olur tabii.” Aklındakileri hemen kovaladı. Ne annesini ne
babasını tanımıyordu. Saçma bir hayaldi. Ön yargılı davrandığının bilincinde
olumlu şeyler düşünmeye yönlendirdi kendisini. Başaramayınca da bir an önce işe
dönmek için acele ile sıcak kahveyi yudumladı. Dili yanınca acıdan gözleri
doldu. Bazı şeyleri zorlamamak lazım, dedi kendi kendine…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder