Yeni yılın ilk iş gününden sonra hava
çok soğumuş, hatta bazen yemek için bile bürodan çıkmak istememişler,
bulundukları gökdelende açılmış sandviç büfesinden sipariş vermeyi tercih
etmişlerdi.
Çağla yılbaşı öncesi ve sonrası çok
yoğun olan kız arkadaşları ile sadece telefonla görüşebilmiş, mesai saatlerinde
yaptığı konuşmalar kahkahaları yüzünden herkesin dikkatini çekmişti. Seviyordu
arkadaşlarını. Hepsi birbirinden çılgın dört kız ile hemen her gün konuşuyor,
en kötü ihtimal yazışıyordu.
Son zamanlardaki konu beşinin
özelliklerinin yer aldığı bir Web sitesi kurmaktı. Böylece koca bulmakta bu
site kendilerine çok yardımcı olacaktı. Elbette siteyi Çağla’nın kurmasını
bekliyorlardı. Jülide itiraz ediyor, “Siz koca bulacaksınız diye ben bulduğumu
kaybedemem. Beni dışarıda bırakın.” diyordu. Diğer kızlar ise “Daha iyisini
bulursun sensiz olmaz” yanıtını verip kızdırıyorlardı. Aslında tamamen şakaydı
konuşulanlar ama konu ilk açıldığında ciddiye alan
Jülide’ye kimse şaka olduğunu söylememişti. Özlemişti arkadaşlarını! Zaten bu
aralar hep özlemle geçiyordu günleri.
*****
Hafta sonu geldiğinde
ellerindeki işlerin bitmemesi yüzünden cumartesi de çalışma kararı
alınmıştı. Füsun’a gideceği gün iş
çıkması canını sıktı. Telefon ile görüşüp hatır soracaktı. Akşam ise Doğan’ın
aldığı biletlerle sinemaya gidilecekti. Çağdaş ve kız arkadaşı da büroya
gelecekti.
Cumartesi sabahı evden
çıkarken, kar yağacağını öğrendiği için kalın yünlü bir pantolon giydi. Yanına
ikinci bir kazak aldı. Şapka, kaşkol ve eldiven zaten bir haftadır üzerine
yapışmıştı. İçi muflonlu çizmeleri ile ayakları sıcacıktı. Akşam don bile yapsa
üşümeyeceğinden emindi. Kapıdan çıkarken Çağdaş'a saat altıda büroda olmasını anımsattı.
Önce yemek yiyecekler sonra da sinemaya gireceklerdi.
Büroya girdiğinde gördüğü
manzarayı komik buldu. İki erkek asık yüzlerle oturuyor, kendisine bakmıyordu.
Onlara gülümsyerek “Günaydın” dedikten sonra ağızlarının içinde verdikleri
yanıtları zorla duymuştu.
Çağla, şirkete girdiğinden
beri peşinde olan iki erkeğin bu tavırlarını garipsiyordu. Onlara umut
vermemişti ki. İkisi de ısrarcıydı. Doğan’ı da o kategoriye koysa mıydı? Yok o
hala arkadaşça davranıyordu. Defalarca kez onlara “Bana bir şeyler
ısmarlamayın” dese de üçü de kendi aralarındaki yarışı bitirmek bilmiyordu.
Çağla da bazen bunun nimetlerinden yararlanıyordu.
Tek bir konuya çok özen
gösteriyordu. Üç erkeğin de fiziksel olarak yakınlaşmasına asla izin
vermiyordu. Aslında Ali ile Yakup bazen sarılmak istiyor ya da öpecekmiş gibi
davranıyordu ama Doğan ile bunu da yaşamamıştı. Bazen üç erkeğin de ısrar
etmemesi “Beni çekici bulmuyorlar mı?” diye sormasına neden oluyordu. Ama o
zamanlarda hayatına giren başka erkeklerin tepkileri ile rahatlıyordu.
Çekiciydi!
*****
Çağla öğleden sonra üç gibi
işlerini bitirdi. Ama akşama kadar mecburen şirkette oturacaktı. Doğan hala
çalışıyordu, kardeşi de oraya gelecekti. Herkes işi ile meşgul olduğu için
rahatlıklı kendisi için sitelerde gezebilirdi. Ücretli MP3 indirdiği siteye
girip yeni şarkılara baktı. Gazeteleri okudu. En son hikayeler yazılan bir
siteye girdi. Yeni edindiği alışkanlıkla internetteki yazarları takip ediyor,
hikayelerini okuyordu. Takip ettiği yazarlardan yeni bölüm olmayınca bu kez son
dakika haberi veren sitelerden birine girdi. Bir sayfayı açtığında karşısına
çıkan bebek resmi ile aklı yine aynı konuya kaydı. Ne kadar kaçmak istese de
işte böyle bir anda beynine bomba düşüyordu.
Aslında yeni yılda
yapacaklarını yazdığı listenin son
maddesi aklından hiç çıkmıyordu. Hayatının dönüm noktasıydı. Belli etmese de
düşünceleri aynı şeye takılıyordu. Çocuk
sahibi olmalıydı. Çocuk sahibi olmak için de aşık olmalıydı. İyi ama kime aşık
olacaktı? Bu kadar kolay mıydı aşık olmak? Elbette değildi. Ismarlama aşk mı
olur? Diye düşündü. Bir şeyler yapmalıydı. İyi ama neler yapması gerekiyordu?
En iyisi etrafında olan erkekler arasında aşık olacağı erkeği bulmalıydı.
Düşüncelerini bu konu üzerinde yoğunlaştırdı, plan yapmaya çalıştı.
Başı zonklamaya
başladığında kararını da vermişti. Öncelikle etrafındaki üç erkek ile ciddi
olarak ilgilenecekti. Elbette bunu onlar bilmeyecekti. Sırasıyla tek tek
çıkacak ve aklının, yok yok kalbinin yattığına evet diyecekti. Aslında önce iki
erkek için plan yapmıştı. Doğan’ı sonradan listeye katmıştı. Sona bırakmasının
nedeni de bu arada Doğan’ın ilgisinin boyutlarını anlamak için süre kazanmaktı.
Bu yıl bitmeden içlerinden
biri ile evlenecekti.
Yani öyle umuyordu.
Evet, yeni planı buydu. Bir
liste yapmalıydı. İlk hangisi ile flört edecekti? Nereye kadar yaşayacaktı?
Sonuçta onlar iş arkadaşlarıydı. Eğer çıktığı dönem başarısız olursa yine yüz
yüze bakacaktı.
1-
Üçü
ile üçer ay geçireceğim; çok mu acaba? Neyse sonra netleştiririm.
2-
Öpüşmeyeceğim;
En fazla kol kola girebiliriz ki o da destek amaçlıymış gibi yorumlanacak kadar
yakın…
3-
Hepsi
ile öğlen yemeği yiyeceğim; akşam yemekleri zaten çok fazla belli eder.
4-
İlk
olumsuzlukta vazgeçmeyeceğim. Ama ikinci olumsuzluk süreyi bir ay kısaltacak.
Üçüncü olumsuzlukta bir ay daha kısaltacağım. Vakit kaybetmeye gerek yok.
5-
Buna
bir şey bulamadım bulunca yazarım
Çağla, listesini yaptıktan sonra ilk hangisi ile çıkacağını tespit
etmeye çalıştı. Galiba ilk adayı belliydi.
Yakup Dağıstan… İşe girdiği andan beri hiç peşini bırakmamıştı. En çok o yemek
ısmarlar, en çok o sinemaya, tiyatroya bilet alır ve davet eder, en çok o
konser planı yapardı. Saydıklarının hepsi Çağla’nın zaten çok sevdiği şeylerdi.
Yemeyi de, gezmeyi de çok seviyordu. Yakup, tüm bunları onunla yaşarken keyif
alan biriydi. Evet, ilk sıraya Yakup’u koyacaktı. Üç ay dayanırsa, sonrasında
Ali ile deneyecekti. Şimdi kendisini zorlaması gereken en önemli konu Yakup’un
çenesiydi. Nasıl tahammül edecekti? O kadar çok konuşuyordu ki bazen araya bile
giremiyordu. Yine de şans vermek zorunda hissediyordu kendisini…
İkinci sırada Ali Kılıçali vardı. Aslında pek oluru
yoktu Ali’nin. Çağla’ya göre çok yüksek seviyede kibardı. Her an incelmekten
kopacağını düşünürdü. Arkadaş grubundakilere eskisi kadar incelmese de yeni
tanıdığı insanlarla olan konuşma şekli hepsini çıldırtıyordu. Sanki biraz
yaptığı işe de ters gibiydi bu kibarlığı! Bilişim sektöründe olup da Osmanlıca
kelimeleri sarf eden kaç kişi vardır ki?En çok annesi ile olan telefon
konuşmalarına gülüyorlardı. “Saygılar anneciğim. Bugün nasılsınız? O güzel
ellerinizden hürmetle öperim. Beybabam
iyidir inşallah.” Ve konuşmasının sonunda, “İkinizin de ellerinizden öpüyorum.
Saygılarımı babama da iletiniz lütfen.” Çağla, bu konuşmaları aklından
geçirirken gülmeye başlamıştı bile. Bürodakilerin kendisine baktığını
hissedince sadece elini yok bir şey der gibi sallayarak düşüncelerine döndü.
Evet, Ali ailesine ve yeni tanıdıklarına karşı son derece kibardı ama fiziksel
olarak tam tipi olduğu için Çağla üstünü çizemiyordu.
Yakup ve Ali sarışın ve
renkli gözlüydü. Yani ikisi de tam tipiydi. Yakışıklılık göreceli olduğu için
Çağla o konuda kendi fikri sorulduğunda, ikisinin de yakışıklı olduğunu
söylerdi. Ama bazı arkadaşları büroya uğradıklarında Doğan’ı daha yakışıklı
bulurdu, Yakup’u da Ali’den daha çok beğenen arkadaş sayısı oldukça fazlaydı.
Yine arkadaşlarının verdiği tepkilerden biri Yakup’un çok daha doğal olduğu,
çok konuşkan olduğu yönündeydi. Ali ise konuşurken hata yapmamak için çok daha
az konuşmayı tercih ederdi. Ve kızları birkaç kez görmesine rağmen onlarla da
çok kibar konuşurdu. Elbette Çağla’nın arkadaşlarına bu kibarlık fazla
geliyordu. Doğal olmaktan çıkıyordu tavırları.
Doğan, ikisine göre daha
koyu tenli ve koyu saçlıydı. Kumral olması ve ela gözlü olması tam tipi olarak
görmesine engel olsa da gerçekten yakışıklıydı. Ne Yakup kadar konuşkandı, ne
de Ali kadar kibarlaşıp komik durumlara düşerdi. Çağla, üçüncü sıraya Doğan
Yalvaç’ı koydu. Mutlaka denenmesi gereken bir erkekti. Belki de boyu bu kadar
uzun olmasa zaten şimdiye kadar karar vermiş bile olabilirdi. Çağla, topuklu
ayakkabı giymeyi severdi. Yine de boyunun Doğan ile uyumlu olmasını sağlayacak
kadar yüksek giymek mümkün değildi. Elif ile yan yana yakışır bunlar, diye
geçirdi aklından. Elif de çok uzundu. Evet, yan yana gelince ikisi de uyumlu
olurdu. Gerçi artık insanlar yan yana ne kadar yürüyordu ki? Çoğu yere araba
ile gidiliyor, kadınlar artık kapılarının açılmasını beklemeden inip, gidilecek
yerin kapısından içeri dalıyordu.
Çağla, eğer aklı yatarsa
Doğan’ın uzun boyunu sorun etmeyecekti.
*****
Sinemanın büyük ve bol
sütunlu salonunda, Çağla, erkek kardeşi, onun kız arkadaşı Melek ve Doğan,
sıcak bir şeyler içerek oyalanıyordu. Oturduğu yerden görünen bir flotal aynada
kendilerini inceledi. Doğan konusunda kararsızlığı devam ediyordu ama içi biraz
rahatlamıştı. Oturduklarında da otuz santimden fazla olan boy farkı belli
olmuyordu. Gerçi daha net karar vermek için altı ay sonra Doğan’ın karakterini
yakından inceleyecekti.
Tabii o zamana kadar başka
karar vermemiş olursa…
Ah bir de şu kararsızlığına
bir çözüm bulabilse…
Çağdaş, Melek ile okuldan
tanışıyordu. Çağla, kızı daha önce de görmüş, çok beğenmişti. Sapsarı saçlarını
annesinden almıştı. Koyu mavi gözleri ile yuvarlak yüzü genç kızın güzelliğine
güzellik katıyordu. Erkek kardeşi de yakışıklıydı. Yine de çok gençlerdi. Uzun
süre bir ilişkiyi devam ettirebileceklerinden emin değildi. Birbirlerine
bakışları, ilgileri sevdiklerini belli ediyordu. Bu aşkın ömrünü merak etti,
Çağla. Çünkü aşkı bilmiyordu. Daha önce hiç aşık olmamıştı. Bu yüzden erkek kardeşini
de Melek’i de kıskanıyordu.
Onların yaşadığının aşk
olduğundan emindi…
Emin değildi…
Aşk olmasını istiyordu…
Filmin başlamak üzere
olduğu belirtilince dörtlü oturdukları masayı terk etti.
*****
Pazar gününü annesine
ayırmak zorundaydı. Çünkü yemek yapmayı öğrenecekti. Önce pratik bir şeyler
öğrenmek istiyordu. En iyisi çorba yapmakla başlamak diye düşündü.
Öğlen yemeği için annesi
ile birlikte mutfağa girdi.
“Anne, ben çorba yapayım.
Kolaydan başlayayım.”
“Tabii olur. En kolayı kara
lahana çorbasıdır. Çıkart dolaptan malzemeleri. Kara lahana, mısırı haşlamıştım önceden, barbunyayı da
çıkart, karalahanaları yıka ince ince doğra sonra sıcak suya at haşla.”
“Anneee…”
“Efendim.”
“Bak mutfaktan anlamıyor
olabilirim ama kara lahana çorbasının en zorlarından biri olduğunu biliyorum.
Ya ben şehriye çorbası falan yapsam ilk gün?”
“Tabii neden olmasın. Zaten
sade suya şehriye at, biraz salça koy, tuz at, pişince de üstüne maydanoz
atarsın. Ben kıymalı severim ama baban sevmez o yüzden kıyma koyma. Kız sen
beni deli etmek için mi mutfağa girdin? Yemek yapmayı öğreneceksen önce tencere
yemeklerini öğren. Maşallah bir pilav yap desem ya lapa verirsin, ya çiğ. Beni
kızdırma gel yanımda dur. Bugün bakarak öğrenme kısmındasın. Sonra sana
yaptıracağım.”
“Anneee, süpersin ya sen
yap ben baka baka öğrenirim.”
“Yağma yok Çağla. Bu hafta
ben yapıyorum. Haftaya sıra sende!”
“Tamam.”
Yarım saat kadar sonra
izlediklerinden yorulmuş olarak öffleyen Çağla “Anne, ben karar verdim, bir
aşçı ile evleneceğim.”
“Hasibe ablayı anımsıyor
musun? Kocası aşçı. Adam evde yumurta kırmıyor. Sen en iyisi lokantası olan
birini al. Artık yemekleri getirsin eve. Karnınız doyar.”
“Anne, var ya sen süpersin.
Tamam, koca adayını lokantalardan arayacağım. Gerçi bizim şirketçe gittiğimizin
sahibi kadın. O olmaz. Neyse a hafta sonları falan aranırım artık.”
“Ay, Çağla, iş olduğunu
bilseymişsin doğmayacakmışsın. Sinirimi oynatma da şu kaynayan suyu üstüne
dökmeden pilava ekle. Tuzunu da unutma.”
“Ne kadar tuz koyacağım?”
“Göz kararı koy işte.”
“Anne bak bu mutfaktan çıkarım, açlıktan
ölsem de bir daha girmem. Dalga geçme benimle. Ne kadar tuz koyacağım?”
Hale hanım kahkahalarının
arasında yanıtladı. “Sen tuzu eline aldığında ben söylerim.”
*****
Yeni hafta yeni kararlarla
başlamıştı. Doğan’ın o akşam sinema çıkışında bir şeyler yeme teklifini inatla
kabul etmemişti. Kafasındaki sıraya ve kurallara uyacaktı. Bunu yaparken üçünü
de kırmamaya çalışacaktı. Gerçi Doğan baş başa bir yemek daveti yapmamıştı.
Dördü birlikte bir şeyler yiyecekti ama kural kuraldır demiş ve inatla kabul
etmemişti.
Elbette o böyle davranırken
içlerinden biri ya da ikisi hayatlarına yeni aşklarla devam edebilirdi. O zaman
da üzülmeyecekti çünkü kendisine aşık olmayan bir erkeği istemiyordu. Bu süreç
zaten biraz da bunu anlamak içindi. Kim kendisine gerçekten aşıktı?
Bugün kalın mantosunun
altına mini etek giymişti. Yünlü külotlu çorap bacaklarını ve ayaklarını sıcak
tutuyordu. Uzun çizmeler zaten dizlerinin üstüne kadar kapattığı için az bir
bölüm açıkta kalıyordu. O küçük alan bile dikkat çekecek kadardı. Annesi,
“Bugün yine güzellikler sergileniyor.” Dediğinde babası “Anasına bak kızını al,
diye boşa dememişler. Senin minilerini anımsıyorum da dudağım uçukluyor.” Diye
yanıt vermişti. Çağla, kendisini savunan babasının keline bir öpücük kondurup
annesinin yanağından makas alıp çıkmıştı.
Annesi ters bir kadınmış
gibi davransa da aslında çok komik bir kadındı. Olaylara bazen çok düz bakan,
bazen de tüm cinliği ile yorumlar yapan biriydi. İki hali de doğal olduğu için
komikti.
Babası ile eski hızlı
zamanlarını hiç unutmamış, o yüzden de çocuklarının yaşamına karışmayan ama
uzaktan izleyen biri olmuştu. İkisinin de bu halleri özgüvenli çocuklar
yetiştirmekte çok önemli rol oynamıştı. Çağla ikisini de çok seviyordu. Elbette
erkek kardeşinin de yeri ayrıydı. Az yaş farkı sayesinde ergenlikleri bir arada
geçmişti. Hatta Çağdaş’ın hızlı boy atması yüzünden Çağla’nın küçük kardeş
sanıldığı dönemler çabuk gelmiş, bu da Çağdaş’a ağabey pozları yapma hakkı
vermişti. Kardeşinin o halleri bazen devam etse de eskisi kadar büyüklük
taslamıyordu. Hayatına Melek girdikten sonra zaten tamamen normale dönmüştü.
Büronun dış kapısının
yanındaki küçük odaya mantosunu astıktan sonra ilk iş Yakup’un masasına gidip
“Günaydın” dedi. Bu özel selamdan memnun olan Yakup, hemen asık yüzünü
değiştirmiş, gülümsemeye başlamıştı.
“Sana da günaydın.
Nasılsın?” Bu sorunun ardında ‘Doğan ile neler yaptınız?’ vardı. ‘Eğlendiniz
mi? Öpüştünüz mü? Kötü mü öptü? Onun için mi benimle ilgileniyorsun? Yoksa
gerçekten kıymetli olanın ben olduğumu mu anladın?’
Çağla, tüm soruları
bilinçaltında duysa da sadece “İyiyim” dedi. Tam masasına gidecekken hafifçe
dönüp “Bu öğlen yeni bir yer deneyelim. Gelirken gördüm güzel bir yer açılmış.”
Yakup, o an dünyadan
ayrılıp uzaya fırlayan çizgi film kahramanları gibiydi. Yeniden sandalyesine
indiğinde kısılmış sesi ile “Olur” dedi. Yüzü üstündeki süveter gibi kızarmıştı.
Şirin mi olmuştu bu hali ile? Biraz öyle olmuştu.
Çağla, gevezeliğinden
yakındığı Yakup’un bir anda suspus olmasından keyif alarak masasına geçti.
Üstündeki etkisini en çok şu an algılamıştı. Fiziksel ilgi elbette önemliydi
ama çıkmaya başladıklarında ne kadar uyacaklardı? Önemli olan buydu.
Bir an yaptığının ne kadar
kötü olduğunu düşündü. Üç erkeği kendi çıkarı için deneyecek ve sonunda birine
karar verecekti. Önemli olan bu üç erkeğin kalbinin en az nasıl kıracağını
bulmaktı. Aksi halde içlerinden birilerinin bu iş yerinde uzun süre çalışması
mümkün olmayacaktı.
Ekranını açıp işe
başladığında saat daha dokuz değildi. Fatma Hanım çaylarını getirirken Ali ve
Doğan kapıdan gülerek girdi. Günaydın dendikten sonra onlar da yerlerine geçti.
Doğan kırgın gözükmüyordu. Ali ise o gün
çok şıktı. Çağla merak etti. Acaba biri ile mi buluşacaktı? Öyle ise denek
sayısı ikiye inecekti. Denek mi? Çok ayıp, dedi kendisine. Öyle denir mi?
Onlar aşık ve baba
adaylarıydı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder