Çağla, çocuk gibi
azarlandığını düşünüyordu ama bunu dert edinemeyecekti. Patronun canı sıkkındı.
Bunu yüzünden anlamıştı. Annesi, babasının canı sıkkın olduğunda dediklerine
hiç kırılmazdı. Sonra fırsat bulduğunda konuşurdu. Kendisinin de patronu ile
böyle basit bir olaydan dolayı ters düşmesi beklenemezdi. Ayrıca şu an beş
erkek kendisine bakıyordu. Onlara yine gülümsedi. Sonra kulaklığını taktı ve
işine döndü. Öğlen yemeği saati gelene kadar başka sorun olmadan çalıştı.
Tayfun kısa süre sonra
dışarıdan gelen seslerin normale döndüğünü fark etti. O da kendisini normale
döndürmeye çalışıyordu. Ama iki de bir cep telefonuna gelen mesajlarla tadı
kaçıyordu. Nurgül’e toplantısı olduğunu söylemiş, arama beni demişti ama bu
mesaj atmasını engellememişti. Ya sabır diyerek mesajı okumadan telefonunu
masaya bıraktı. Bu kadına bir şeyleri anlatmak neden bu kadar zordu? Hayatının
her anının güçleştirmek için özel çaba gösteriyordu.
Öğlen yemeklerini genelde
şirketçe aynı yerde yiyorlardı. Güzel ev yemekleri yapan lokanta, onlar için
ideal bir menüye sahipti. Erkeklerin bile hoşlanacağı bol yağlı ve etli
yemeklerden, az yağlı sebze yemeklerine kadar çok çeşit vardı.
Onlar bakıyor diye giyimini
değiştirecek değildi ya. Seviyordu dar giymeyi. Hele kilo verdikten sonra daha
da hoşuna gitmeye başlamıştı. Daha önce çok umursamaz, bazen bol etekler ve
pantolonlar giyerdi. Artık hep dar etekler, pantolonlar ve elbiseler ile
geziyordu. Bunda belki de birilerinin ilgisini çekmek ve kısalan süresini iyi
değerlendirmek de etkendi. Bilinçaltında nedeni ne olursa olsun beğenilmek
hoşuna gidiyordu, inkar edecek değildi. Masaya yerleşirken umursamaz tavrını
takınmıştı.
“Beyler çok açım. Ben de şu
sizin pek sevdiğiniz parça etli patlıcanlı yemekten istiyorum. Yanına bir de
pilav ve cacık.”
Ali, “Yine kilo almaya mı
niyetlendin?” diye sorduğunda, Yakup, “Densizlik etme Ali. Şu haline baksana
kızın! Manken gibi.” diyerek lafını ağzına tıkadı.
“Yakup, bana iltifat edecek
fırsatları kaçırmıyorsun ama fark etmedim sanma sen de spora başlamışsın.”
“Sen nereden…” derken,
Çağla’nın pis pis gülmeye başlaması ile boş atıp dolu tuttuğunu anladı.
“Beni böyle çözmenden
nefret ettiğimi söylemiş miydim?” diye sitemkar sorduğunda, bekar erkeklerin
dördüncüsü ama yakında evlenecek olan Caner, “Sen her şeye sazan gibi atlamasan
o da tahmin edemeyecek. Kızın gözüne girmek için biraz daha az takla at.” dedi.
Caner’i destekleyen
Yakup’un rakipleri gülüp dalga geçmeye başladı.
“Gülmeyin ya, ben boş atıp
dolu tutmadım. Geçen hafta indirimli bir salon ilanı vardı. Peşin ödemeli
yıllık üyelikte oldukça iyi bir fiyat vermişlerdi. Yakup onu inceliyordu.
Ertesi gün belini tutuyor, her ayağa kalktığında adımlarını yamuk atıyordu.
Belli ki spor hamlığını ortaya çıkartmıştı.”
“Siz de kendinize gözlemci
deyin. Alın size kapak gibi gözlem.” Yakup sanki konu kendisi değilmiş gibi
Çağla’nın sözlerine destek verdi. Çağla da rahat rahat yemeğini yemeye başladı.
Birden masada hareket olunca neler olduğunu anlamak için kaşıkladığı cacığı
bıraktı.
Tayfun Bey ve Süleyman Bey
de onlara katılmıştı. Süleyman Bey sık sık katılırdı zaten. Eski bilgisayar
programcılarından biriydi. Şirketin başarısı da onun bu camiada çok uzun
süredir yer almasından kaynaklanıyordu. Çağla, amca yeğene bakıp onlar hakkında
öğrendiklerini düşündü.
Süleyman Bey ve kardeşi,
yani Tayfun Beyin babası uzun yıllar yurt dışında kalmış, bilişim
teknolojisinin Türkiye’ye girmesinden sonra onlar da yurda dönüp çalışmalarına
burada devam etmişti. Tayfun Bey, İngiltere’de doğmuş, babasının kesin dönüş
kararından sonra okulunu bitirmek için kısa süre daha kalmış, sonra da bir
şirket kurup orada çalışmaya devam etmişti.
Babasının erken ölümü ile
işler biraz değişmiş, amcasının isteği ile yurda dönmüş, oradaki işlerini
uzaktan yönetmeye, arada kontrol amaçlı yurt dışına çıkmaya başlamıştı.
Süleyman beyin iki kızı sektör ile ilgili değildi. Zaten ikisi de yeni evlenmiş
ve yuvadan uçmuştu. Kız babası olduğu için belki de Çağla ile arası hep iyi
olmuştu. Büyük patronuna gülümseyerek bakıp yemeğine döndü.
Şirketin son bekarı Fatih,
kendi yerini Süleyman Beye verip başka sandalye almaya kalktı. Şirketin en
çapkını oydu. Çağla onun çapkınlığını umursamıyordu. Çok sevimliydi Fatih.
Belki de şirkette en çok sevdiği oydu. Hem zaten, kızlar peşindeyse onun ne
kabahati vardı? Akıllı olsalardı da kendilerini tek sanmasalardı. Çapkın Fatih’in
üç kız arkadaşı vardı. Ne zaman konu açılsa hepsini idare edebildiği sürece
böyle devam edeceğini söylüyordu. Çağla, ona bir gün kızların Türk
filmlerindeki gibi, birlik olup canına okuyacağını söylüyordu ama lafını
dinletemiyordu. Fatih’in bazen dalgın bakışlarını yakalıyordu. Onun da bir
derdi vardı. Ne olduğunu öğrenmek istediğinde iki kıza aynı saate randevu
verdiğini söyler geçiştirirdi. Ama gerçek bu değildi, Çağla hissediyordu.
Süleyman Bey afiyet olsun,
dedikten sonra hepsinin tek tek hatırını ve yılbaşı gecesi neler yaptıklarını
sordu. Tayfun Bey ise sessizce yemeğini yedi. Yılbaşı gecesini açıklamaya ilk
Çağla başladı. Onun, kız arkadaşları ile bilinen bir gece kulübüne gittiğini
söylemesinin ardından, Tayfun Bey tabağından başını kaldırıp soru dolu gözler
ile baktı. Sonra bakışlarını Çağla’nın peşinde olduğunu gizlemeyen erkeklere
çevirdi. Hepsi bu açıklamayı normal bulduğu için yemeklerini yiyordu. Çağla da
açıklamasının ardından tabağına eğilecekti ama küçük patronun ona baktığını
fark edip tedirgin oldu. Neden öyle bakmıştı ki? Çağla anlayamadığı şeylere
kafa yormayı severdi ama Tayfun beyi gece gündüz düşünse çözemeyeceğini
biliyordu.
Tayfun bakışlarını çekip
yeniden tabağına eğilince o da yemeğine döndü.
Yemek sonunda ekipçe
kahvelerini beklerken eve gitmeden uğrayacağı yerleri kafasında sıralamaya
başladı. Unutabileceğini düşünerek hemen çantasına uzanıp not defterini ve
kalemini çıkarttı.
-
Dudu’nun
hediyesini vereceksin
-
Ekmek
-
Yeşillik
-
Karides
-
Kalamar
-
Babana
sürpriz yap
Yakup, yanında oturan
Çağla’nın yazdıklarını göz ucu ile okuyordu. “Ne sürprizi yapacaksın?”
“Benim listemi mi
okuyorsun? Çok ayıp.” Özel bir şeyler yazmamıştı ama yine de kızmıştı
okumasına. Sesinin sert çıkmasını engelleyemeyince masadakilerin dikkatini
çekti. Yakup biraz utansa da tavrını korudu.
“Masada herkesin önünde
yazıyorsun. Neden ayıp olsun? Ayrıca sürprizi merak ettim.” Artık tüm masa
onları dinliyordu. Yakup her zamanki gibi boşboğazlık yapıp konuşmuştu. Zaten
en büyük sorunu da bu gevezeliği idi! O kadar çok ve gereksiz konuşuyordu ki
herkes her şeyi öğreniyordu. İşte yine açıklanması gereken bir durum vardı.
“Akşam yemeğinde balık var. Babam balık ile beyaz şarabı çok sever. Ona şarap
alacağım. Oldu mu?” Çağla, diğerlerinin dikkatinin uzun sürmesinden rahatsız
hemen yanıtlamıştı. Babasına sürpriz yapmazsa rakı içileceğini biliyordu.
Kendisi de şarap sevdiği için babasına sürpriz dolaylı yoldan kendisine de
ikram demekti. Yakup, Çağla’nın şaraptan bahsetmesini fırsat bilip, “Ben de çok
severim beyaz şarabı. En çok da…” diye başladığı marka anlatımları ile masada
tek konuşan oldu. Hepsi yemeğini bitirene kadar en az beş çeşit beyaz şarap
hakkında hikaye dinlemişlerdi. Çağla bir ara sus demeyi bile düşünmüş ama nefes
almadan anlatan Yakup’un sözünü kesebilmek mümkün olmamıştı. Kahvelerin bitmesi
ile işkence de sonlanmıştı.
Sıra hesap ödemeye
geldiğinde herkes cüzdanına uzanmış ama bu kez tüm hesabın şirket tarafından
ödeneceği söyleyen Süleyman Bey, şirket kartını uzatmıştı. Grup teşekkürlerini
sıralarken Ali “Tatlı da mı yeseydik?” diye şaka yapıyordu.
Süleyman Bey ise
gülümseyerek “Onu da Tayfun ısmarlasın.” Dedi. Tayfun ise o sırada çalan cep
telefonuna yanıt veriyordu. Sadece başı ile olumlu bir işaret yaptı. Çağla,
tatlının daha o an unutulduğunu düşünüyordu. Çünkü yüzünde güzel bir tebessüm
ile telefonunu yanıtlamış, bir iki adım uzaklaşmış konuşuyordu. Aynı anda kendi
telefonu da çalınca telaşla çantasında telefonunu çıkarttı. Annesi arıyordu.
“Efendim?”
“…”
“Tamam unutmam.”
“…”
“Yemekten çıktık büroya dönüyoruz.”
“…”
“Tamam anne. Söyledim sana
bir daha görüşmeyeceğim onlarla.”
“…”
“Anne sana Çağdaş karakola
hiç düşmedi dedim zaten. Neden başımın etini yiyorsun? Ben de bir daha düşmem
merak etme.” Cümlesini tamamladığında etrafındaki yedi erkeğin de kendisini
dinlediğini fark etti. Annesi ile hızla vedalaşıp kapattı telefonu.
“Ne karakolu?” diyen Doğan
oldu.
“Yok bir şey. Önemsiz bir
konu.” Diyerek konuyu kapatmak istediğini belli etti. Sonra da hızlı adımlarla
büronun olduğu sokağa doğru yürüdü.
]*****
Bir gökdelenin dokuzuncu
katındaki büroya hepsi bir arada girdi. Çağla, masasına gitmeden mutfağa girdi.
Süleyman Bey bir ara çay makinesi almak istemiş ama hepsi itiraz etmişti. Tadı
kötü oluyor diye istemedikleri makineyi en çok sıra kendisine geldiğinde
arıyordu. Çantasını mutfak masasına bırakıp tezgâha geçti. Sabahki çayı
boşaltıp yıkadığı çaydanlığa suyu koyup kaynaması için ocağa koydu. Tezgâh üstü
bulaşık makinesini doldurup çalıştırdı. Bol bardak olması iyiydi. Temiz
bardakları da hazırladı. Boşalmış şekerliği doldurduktan sonra su kaynayana
kadar yerine geçti. Ekranında bu kez dört tane mesaj vardı. Hepsi de karakolla
ne işi olduğunu soran mesajlardı. Tek tek dönmek yerine başını kaldırıp hepsine
baktı ve “Size ne?” diyerek ekranına döndü. Merak ettiklerini biliyordu ama her
şeyi paylaşması gerekmiyordu.
Annesi de ne kadar iyi bir
zamanlama yapmıştı. Şimdi herkes onun karakola düştüğünü öğrenmişti. Kapandı
sandığı konunun hala açık olmasından rahatsız olarak mutfağa gidip çayı
hazırladı. Bardakları doldurup dağıtıma başladığında herkes konuyu kapatmıştı.
En son Süleyman Beye çayını verirken bu kez patronu sordu. “Çağla, önemli bir
şey var mı? Nedir bu karakol işi?”
Bu kez kaçış yoktu. Kısaca
olayı anlattı ve önemsiz bir konu olduğunu açıkladı. Tam ilgisine teşekkür edip
odadan çıkacakken Tayfun Bey girdi içeri. O sırada Süleyman Bey “Bir daha böyle
bir şey olursa beni arıyorsun. Tanıdıklarım var. İlgilenmelerini sağlarım.”
Çağla şaşırmıştı. Yine karakola düşmesini mi bekliyordu?
“Gerek olacağını
sanmıyorum. Yine de çok teşekkür ederim.” Yeniden kapıya hamle yaptığında bu
kez onları dinleyen Tayfun Bey konuşmaya başladı.
“Kim ne tatlı istiyorsa bir
liste yapıp sipariş verir misin?”
“Tabii.” Unutmamıştı demek
ki. Bir utanç duyacağı şey daha yaşamıştı. Patronu hakkında ön yargılı
düşüncelerinden utandı. Yeniden kapıya elini uzattığında bir kez daha sesini
duydu. Bu adam odadan çıkmasına izin vermeden utançtan utanca mı sürüklemeye
niyetliydi? Söylediği cümle tam da bunun ispatı gibiydi. “Amcamı ya da beni
aramaktan çekinme. İnsanın başının nerede nasıl derde gireceği belli olmaz.”
İşte bu. Annesine akşam
bunların hesabını soracaktı. Onun yüzünden herkese rezil olmuştu. Tek kelime
etmeden sadece başı ile tamam diyerek kaçar gibi çıktı odadan.
Çağla odadan çıkınca amca
yeğen konuşmaya başladı.
“Utandırdın.”
“Amca, utanılacak bir şeyi
yoksa neden utandı? Hem seninle konuşurken utanmış gibi değildi.”
“Çünkü bana neler olduğunu
anlatmıştı. Ama senin bilmediğini de biliyor.”
“Nedenmiş peki? Erkek
arkadaşı mı başını derde sokmuş?” Neden merak ettiğini bilmiyordu. Ama
Çağla'nın yılbaşında neler yaşadığını merak ediyordu. Kendisi kadar kötü bir
gece mi geçirmişti acaba?
“Hayır, kızlar...” diyerek
Çağla'nın anlattıklarını kısaca aktardı.
*****
Dışarıda ise Çağla tepsiyi
bırakmak için mutfağa girdiğinde gözlerinin dolduğunu hissetti. Saçma sapan bir
olayı şirkette örenmeyen kalmamıştı. Öğrenmeleri bir yana bir de hatanın
kendisinde olduğunu sanıp yardım teklifleri gelmeye başlamıştı. Süleyman Beyin
her zamanki hali idi ama Tayfun beyinki biraz alaycıydı. Yani öyle hissetmişti.
Sinirinin hala yatışmadığını fark edip mutfaktaki musluğu açıp ellerini soğuk
suya tuttu. Sinirinin su ile akıp gitmesi için otuza kadar saydı. Sonra
ellerindeki suyu hızlı hızlı silkeleyerek kuruttu. Bu stres atma tekniğini
öğrendiği iyi olmuştu. Beş dakika kadar sonra biraz daha rahatlamıştı. Yüzüne
gülümsemesini yerleştirip masasına yürüdü. Tayfun Bey, Çağla’nın masasında bir
telefona yanıt veriyordu!
Çok sık rastlanan bir
durumdu bu. Herkes birbirinin ekranına girerek işlerini takip edebilirdi. Başka
yerlerde pek rastlanmayan bu uygulama bu şirkette neredeyse zorunluydu. Telefon
geldiğinde yanıt verilmesi birinci öncelikti. O yüzden, ‘yerinde yok’,
‘masasında yok’, ‘izinde’ gibi yanıtlar asla müşteriye verilmezdi. Tayfun Bey
de bu nedenle Çağla'nın masasındaydı.
Çağla, masasına yaklaşmak
istemese de korktu dedirtmemek için küçük adımlarla yanaştı. Tayfun Beyi,
telefondaki kişiyi yanıtlarken dinledi. Kendi yaptığı işin aşamalarına ne kadar
hakimdi. Çağla bunu her seferinde şaşırtıcı
bulurdu. Görüşme bittiğinde yerinden kalkmış ve bir şey söylemeden odasına
yürümüştü.
Herkesin yine göz ucu ile
onları izlediğinden emindi. İşe başlamadan önce az önce aldığı görevi yerine
getirmek için herkese ne tatlı istediklerini sordu. Ekrana düşen mesajlardan
listesini hazırlarken soğumuş çayından bir yudum aldı. Kesmeyince bir büyük
yudum daha aldı. Pastaneye siparişi verdikten sonra derin nefes alıp
kulaklıklarını taktı ve müziğini açıp çalışmaya başladı. İlk iş günü oldukça
uzun süreceğe benziyordu. Daha ancak saat bir olmuştu.
*****
Akşam olduğunda yaptığı
programda bir türlü aşamadığı sorunu çözdüğünü fark etti. Öğleden sonraki sinir
işine yaramıştı. O kızgınlıkla yeniden yazdığı programın çalışması ile tüm
sıkıntılarını unuttu. Bir sonraki adıma geçişi mümkündü artık. Gönül rahatlığı
ile evine gidebilirdi.
*****
Tayfun, amcası ile konuşup
karakol olayının aslını öğrendikten sonra biraz rahatlamış, yerine giderken
çalan telefona yanıt vermiş, o sırada masasına gelen ama kendisine tek laf
etmeyen Çağla’ya bakmadan odasına dönmüştü.
Yeni yılın ilk gününün
birazı kötü geçse de iki şey günü biraz neşelendirmişti. Biri Çağla’nın da kötü
bir yılbaşı geçirmiş olmasıydı. İkincisi de o yılbaşında kız arkadaşlarının
yanında olmasıydı!
Nedense bundan hoşlanmıştı…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder