23 Ağustos 2015 Pazar

DOĞRU ERKEK NASIL BULUNUR? 4. Bölüm

Çağla, çocuk gibi azarlandığını düşünüyordu ama bunu dert edinemeyecekti. Patronun canı sıkkındı. Bunu yüzünden anlamıştı. Annesi, babasının canı sıkkın olduğunda dediklerine hiç kırılmazdı. Sonra fırsat bulduğunda konuşurdu. Kendisinin de patronu ile böyle basit bir olaydan dolayı ters düşmesi beklenemezdi. Ayrıca şu an beş erkek kendisine bakıyordu. Onlara yine gülümsedi. Sonra kulaklığını taktı ve işine döndü. Öğlen yemeği saati gelene kadar başka sorun olmadan çalıştı.
Tayfun kısa süre sonra dışarıdan gelen seslerin normale döndüğünü fark etti. O da kendisini normale döndürmeye çalışıyordu. Ama iki de bir cep telefonuna gelen mesajlarla tadı kaçıyordu. Nurgül’e toplantısı olduğunu söylemiş, arama beni demişti ama bu mesaj atmasını engellememişti. Ya sabır diyerek mesajı okumadan telefonunu masaya bıraktı. Bu kadına bir şeyleri anlatmak neden bu kadar zordu? Hayatının her anının güçleştirmek için özel çaba gösteriyordu.
Öğlen yemeklerini genelde şirketçe aynı yerde yiyorlardı. Güzel ev yemekleri yapan lokanta, onlar için ideal bir menüye sahipti. Erkeklerin bile hoşlanacağı bol yağlı ve etli yemeklerden, az yağlı sebze yemeklerine kadar çok çeşit vardı.
        Beş erkek ve bir de kendisi lokantadan girdiğinde, kendilerine hizmet eden Erkan hemen masalarını gösterdi. Zaten genelde aynı büyük masayı kullanıyorlardı. Kalabalık oldukları ve konuşurken çok ses yaptıkları için en kuytu masayı tercih ediyorlardı. Erkeklerin bir kısmı önden yürüyüp duvar tarafındaki sandalyelere oturdu. Arkalarından gelen Çağla ve Ali daha yavaş yürüyordu. Konuştukları bir işlem sıralamasıydı. İkisi de konuya kaptırmıştı kendisini. Ali’nin verdiği fikri kafasında programa oturtmaya çalışan Çağla bazı masaların kendisini süzdüğünü fark edince ters bakış atmayı ihmal etmedi. 
Onlar bakıyor diye giyimini değiştirecek değildi ya. Seviyordu dar giymeyi. Hele kilo verdikten sonra daha da hoşuna gitmeye başlamıştı. Daha önce çok umursamaz, bazen bol etekler ve pantolonlar giyerdi. Artık hep dar etekler, pantolonlar ve elbiseler ile geziyordu. Bunda belki de birilerinin ilgisini çekmek ve kısalan süresini iyi değerlendirmek de etkendi. Bilinçaltında nedeni ne olursa olsun beğenilmek hoşuna gidiyordu, inkar edecek değildi. Masaya yerleşirken umursamaz tavrını takınmıştı.
“Beyler çok açım. Ben de şu sizin pek sevdiğiniz parça etli patlıcanlı yemekten istiyorum. Yanına bir de pilav ve cacık.”
Ali, “Yine kilo almaya mı niyetlendin?” diye sorduğunda, Yakup, “Densizlik etme Ali. Şu haline baksana kızın! Manken gibi.” diyerek lafını ağzına tıkadı.
“Yakup, bana iltifat edecek fırsatları kaçırmıyorsun ama fark etmedim sanma sen de spora başlamışsın.”
“Sen nereden…” derken, Çağla’nın pis pis gülmeye başlaması ile boş atıp dolu tuttuğunu anladı. 
“Beni böyle çözmenden nefret ettiğimi söylemiş miydim?” diye sitemkar sorduğunda, bekar erkeklerin dördüncüsü ama yakında evlenecek olan Caner, “Sen her şeye sazan gibi atlamasan o da tahmin edemeyecek. Kızın gözüne girmek için biraz daha az takla at.” dedi.
Caner’i destekleyen Yakup’un rakipleri gülüp dalga geçmeye başladı.
“Gülmeyin ya, ben boş atıp dolu tutmadım. Geçen hafta indirimli bir salon ilanı vardı. Peşin ödemeli yıllık üyelikte oldukça iyi bir fiyat vermişlerdi. Yakup onu inceliyordu. Ertesi gün belini tutuyor, her ayağa kalktığında adımlarını yamuk atıyordu. Belli ki spor hamlığını ortaya çıkartmıştı.”
“Siz de kendinize gözlemci deyin. Alın size kapak gibi gözlem.” Yakup sanki konu kendisi değilmiş gibi Çağla’nın sözlerine destek verdi. Çağla da rahat rahat yemeğini yemeye başladı. Birden masada hareket olunca neler olduğunu anlamak için kaşıkladığı cacığı bıraktı.
Tayfun Bey ve Süleyman Bey de onlara katılmıştı. Süleyman Bey sık sık katılırdı zaten. Eski bilgisayar programcılarından biriydi. Şirketin başarısı da onun bu camiada çok uzun süredir yer almasından kaynaklanıyordu. Çağla, amca yeğene bakıp onlar hakkında öğrendiklerini düşündü.
Süleyman Bey ve kardeşi, yani Tayfun Beyin babası uzun yıllar yurt dışında kalmış, bilişim teknolojisinin Türkiye’ye girmesinden sonra onlar da yurda dönüp çalışmalarına burada devam etmişti. Tayfun Bey, İngiltere’de doğmuş, babasının kesin dönüş kararından sonra okulunu bitirmek için kısa süre daha kalmış, sonra da bir şirket kurup orada çalışmaya devam etmişti.
Babasının erken ölümü ile işler biraz değişmiş, amcasının isteği ile yurda dönmüş, oradaki işlerini uzaktan yönetmeye, arada kontrol amaçlı yurt dışına çıkmaya başlamıştı. Süleyman beyin iki kızı sektör ile ilgili değildi. Zaten ikisi de yeni evlenmiş ve yuvadan uçmuştu. Kız babası olduğu için belki de Çağla ile arası hep iyi olmuştu. Büyük patronuna gülümseyerek bakıp yemeğine döndü.
Şirketin son bekarı Fatih, kendi yerini Süleyman Beye verip başka sandalye almaya kalktı. Şirketin en çapkını oydu. Çağla onun çapkınlığını umursamıyordu. Çok sevimliydi Fatih. Belki de şirkette en çok sevdiği oydu. Hem zaten, kızlar peşindeyse onun ne kabahati vardı? Akıllı olsalardı da kendilerini tek sanmasalardı. Çapkın Fatih’in üç kız arkadaşı vardı. Ne zaman konu açılsa hepsini idare edebildiği sürece böyle devam edeceğini söylüyordu. Çağla, ona bir gün kızların Türk filmlerindeki gibi, birlik olup canına okuyacağını söylüyordu ama lafını dinletemiyordu. Fatih’in bazen dalgın bakışlarını yakalıyordu. Onun da bir derdi vardı. Ne olduğunu öğrenmek istediğinde iki kıza aynı saate randevu verdiğini söyler geçiştirirdi. Ama gerçek bu değildi, Çağla hissediyordu. 
Süleyman Bey afiyet olsun, dedikten sonra hepsinin tek tek hatırını ve yılbaşı gecesi neler yaptıklarını sordu. Tayfun Bey ise sessizce yemeğini yedi. Yılbaşı gecesini açıklamaya ilk Çağla başladı. Onun, kız arkadaşları ile bilinen bir gece kulübüne gittiğini söylemesinin ardından, Tayfun Bey tabağından başını kaldırıp soru dolu gözler ile baktı. Sonra bakışlarını Çağla’nın peşinde olduğunu gizlemeyen erkeklere çevirdi. Hepsi bu açıklamayı normal bulduğu için yemeklerini yiyordu. Çağla da açıklamasının ardından tabağına eğilecekti ama küçük patronun ona baktığını fark edip tedirgin oldu. Neden öyle bakmıştı ki? Çağla anlayamadığı şeylere kafa yormayı severdi ama Tayfun beyi gece gündüz düşünse çözemeyeceğini biliyordu.
Tayfun bakışlarını çekip yeniden tabağına eğilince o da yemeğine döndü.
Yemek sonunda ekipçe kahvelerini beklerken eve gitmeden uğrayacağı yerleri kafasında sıralamaya başladı. Unutabileceğini düşünerek hemen çantasına uzanıp not defterini ve kalemini çıkarttı.
-                      Dudu’nun hediyesini vereceksin
-                      Ekmek
-                      Yeşillik
-                      Karides
-                      Kalamar
-                      Babana sürpriz yap
Yakup, yanında oturan Çağla’nın yazdıklarını göz ucu ile okuyordu. “Ne sürprizi yapacaksın?”
“Benim listemi mi okuyorsun? Çok ayıp.” Özel bir şeyler yazmamıştı ama yine de kızmıştı okumasına. Sesinin sert çıkmasını engelleyemeyince masadakilerin dikkatini çekti. Yakup biraz utansa da tavrını korudu.
“Masada herkesin önünde yazıyorsun. Neden ayıp olsun? Ayrıca sürprizi merak ettim.” Artık tüm masa onları dinliyordu. Yakup her zamanki gibi boşboğazlık yapıp konuşmuştu. Zaten en büyük sorunu da bu gevezeliği idi! O kadar çok ve gereksiz konuşuyordu ki herkes her şeyi öğreniyordu. İşte yine açıklanması gereken bir durum vardı. “Akşam yemeğinde balık var. Babam balık ile beyaz şarabı çok sever. Ona şarap alacağım. Oldu mu?” Çağla, diğerlerinin dikkatinin uzun sürmesinden rahatsız hemen yanıtlamıştı. Babasına sürpriz yapmazsa rakı içileceğini biliyordu. Kendisi de şarap sevdiği için babasına sürpriz dolaylı yoldan kendisine de ikram demekti. Yakup, Çağla’nın şaraptan bahsetmesini fırsat bilip, “Ben de çok severim beyaz şarabı. En çok da…” diye başladığı marka anlatımları ile masada tek konuşan oldu. Hepsi yemeğini bitirene kadar en az beş çeşit beyaz şarap hakkında hikaye dinlemişlerdi. Çağla bir ara sus demeyi bile düşünmüş ama nefes almadan anlatan Yakup’un sözünü kesebilmek mümkün olmamıştı. Kahvelerin bitmesi ile işkence de sonlanmıştı.
Sıra hesap ödemeye geldiğinde herkes cüzdanına uzanmış ama bu kez tüm hesabın şirket tarafından ödeneceği söyleyen Süleyman Bey, şirket kartını uzatmıştı. Grup teşekkürlerini sıralarken Ali “Tatlı da mı yeseydik?” diye şaka yapıyordu.
Süleyman Bey ise gülümseyerek “Onu da Tayfun ısmarlasın.” Dedi. Tayfun ise o sırada çalan cep telefonuna yanıt veriyordu. Sadece başı ile olumlu bir işaret yaptı. Çağla, tatlının daha o an unutulduğunu düşünüyordu. Çünkü yüzünde güzel bir tebessüm ile telefonunu yanıtlamış, bir iki adım uzaklaşmış konuşuyordu. Aynı anda kendi telefonu da çalınca telaşla çantasında telefonunu çıkarttı. Annesi arıyordu.
“Efendim?”
“…”
“Tamam unutmam.”
“…”
“Yemekten çıktık büroya dönüyoruz.”
“…”
“Tamam anne. Söyledim sana bir daha görüşmeyeceğim onlarla.”
“…”
“Anne sana Çağdaş karakola hiç düşmedi dedim zaten. Neden başımın etini yiyorsun? Ben de bir daha düşmem merak etme.” Cümlesini tamamladığında etrafındaki yedi erkeğin de kendisini dinlediğini fark etti. Annesi ile hızla vedalaşıp kapattı telefonu.
“Ne karakolu?” diyen Doğan oldu.
“Yok bir şey. Önemsiz bir konu.” Diyerek konuyu kapatmak istediğini belli etti. Sonra da hızlı adımlarla büronun olduğu sokağa doğru yürüdü.

]*****

Bir gökdelenin dokuzuncu katındaki büroya hepsi bir arada girdi. Çağla, masasına gitmeden mutfağa girdi. Süleyman Bey bir ara çay makinesi almak istemiş ama hepsi itiraz etmişti. Tadı kötü oluyor diye istemedikleri makineyi en çok sıra kendisine geldiğinde arıyordu. Çantasını mutfak masasına bırakıp tezgâha geçti. Sabahki çayı boşaltıp yıkadığı çaydanlığa suyu koyup kaynaması için ocağa koydu. Tezgâh üstü bulaşık makinesini doldurup çalıştırdı. Bol bardak olması iyiydi. Temiz bardakları da hazırladı. Boşalmış şekerliği doldurduktan sonra su kaynayana kadar yerine geçti. Ekranında bu kez dört tane mesaj vardı. Hepsi de karakolla ne işi olduğunu soran mesajlardı. Tek tek dönmek yerine başını kaldırıp hepsine baktı ve “Size ne?” diyerek ekranına döndü. Merak ettiklerini biliyordu ama her şeyi paylaşması gerekmiyordu.
Annesi de ne kadar iyi bir zamanlama yapmıştı. Şimdi herkes onun karakola düştüğünü öğrenmişti. Kapandı sandığı konunun hala açık olmasından rahatsız olarak mutfağa gidip çayı hazırladı. Bardakları doldurup dağıtıma başladığında herkes konuyu kapatmıştı. En son Süleyman Beye çayını verirken bu kez patronu sordu. “Çağla, önemli bir şey var mı? Nedir bu karakol işi?”
Bu kez kaçış yoktu. Kısaca olayı anlattı ve önemsiz bir konu olduğunu açıkladı. Tam ilgisine teşekkür edip odadan çıkacakken Tayfun Bey girdi içeri. O sırada Süleyman Bey “Bir daha böyle bir şey olursa beni arıyorsun. Tanıdıklarım var. İlgilenmelerini sağlarım.” Çağla şaşırmıştı. Yine karakola düşmesini mi bekliyordu?
“Gerek olacağını sanmıyorum. Yine de çok teşekkür ederim.” Yeniden kapıya hamle yaptığında bu kez onları dinleyen Tayfun Bey konuşmaya başladı.
“Kim ne tatlı istiyorsa bir liste yapıp sipariş verir misin?”
“Tabii.” Unutmamıştı demek ki. Bir utanç duyacağı şey daha yaşamıştı. Patronu hakkında ön yargılı düşüncelerinden utandı. Yeniden kapıya elini uzattığında bir kez daha sesini duydu. Bu adam odadan çıkmasına izin vermeden utançtan utanca mı sürüklemeye niyetliydi? Söylediği cümle tam da bunun ispatı gibiydi. “Amcamı ya da beni aramaktan çekinme. İnsanın başının nerede nasıl derde gireceği belli olmaz.”
İşte bu. Annesine akşam bunların hesabını soracaktı. Onun yüzünden herkese rezil olmuştu. Tek kelime etmeden sadece başı ile tamam diyerek kaçar gibi çıktı odadan.
Çağla odadan çıkınca amca yeğen konuşmaya başladı.
“Utandırdın.”
“Amca, utanılacak bir şeyi yoksa neden utandı? Hem seninle konuşurken utanmış gibi değildi.”
“Çünkü bana neler olduğunu anlatmıştı. Ama senin bilmediğini de biliyor.”
“Nedenmiş peki? Erkek arkadaşı mı başını derde sokmuş?” Neden merak ettiğini bilmiyordu. Ama Çağla'nın yılbaşında neler yaşadığını merak ediyordu. Kendisi kadar kötü bir gece mi geçirmişti acaba?
“Hayır, kızlar...” diyerek Çağla'nın anlattıklarını kısaca aktardı. 

*****

Dışarıda ise Çağla tepsiyi bırakmak için mutfağa girdiğinde gözlerinin dolduğunu hissetti. Saçma sapan bir olayı şirkette örenmeyen kalmamıştı. Öğrenmeleri bir yana bir de hatanın kendisinde olduğunu sanıp yardım teklifleri gelmeye başlamıştı. Süleyman Beyin her zamanki hali idi ama Tayfun beyinki biraz alaycıydı. Yani öyle hissetmişti. Sinirinin hala yatışmadığını fark edip mutfaktaki musluğu açıp ellerini soğuk suya tuttu. Sinirinin su ile akıp gitmesi için otuza kadar saydı. Sonra ellerindeki suyu hızlı hızlı silkeleyerek kuruttu. Bu stres atma tekniğini öğrendiği iyi olmuştu. Beş dakika kadar sonra biraz daha rahatlamıştı. Yüzüne gülümsemesini yerleştirip masasına yürüdü. Tayfun Bey, Çağla’nın masasında bir telefona yanıt veriyordu!
Çok sık rastlanan bir durumdu bu. Herkes birbirinin ekranına girerek işlerini takip edebilirdi. Başka yerlerde pek rastlanmayan bu uygulama bu şirkette neredeyse zorunluydu. Telefon geldiğinde yanıt verilmesi birinci öncelikti. O yüzden, ‘yerinde yok’, ‘masasında yok’, ‘izinde’ gibi yanıtlar asla müşteriye verilmezdi. Tayfun Bey de bu nedenle Çağla'nın masasındaydı.
Çağla, masasına yaklaşmak istemese de korktu dedirtmemek için küçük adımlarla yanaştı. Tayfun Beyi, telefondaki kişiyi yanıtlarken dinledi. Kendi yaptığı işin aşamalarına ne kadar hakimdi.  Çağla bunu her seferinde şaşırtıcı bulurdu. Görüşme bittiğinde yerinden kalkmış ve bir şey söylemeden odasına yürümüştü.
Herkesin yine göz ucu ile onları izlediğinden emindi. İşe başlamadan önce az önce aldığı görevi yerine getirmek için herkese ne tatlı istediklerini sordu. Ekrana düşen mesajlardan listesini hazırlarken soğumuş çayından bir yudum aldı. Kesmeyince bir büyük yudum daha aldı. Pastaneye siparişi verdikten sonra derin nefes alıp kulaklıklarını taktı ve müziğini açıp çalışmaya başladı. İlk iş günü oldukça uzun süreceğe benziyordu. Daha ancak saat bir olmuştu.

*****

Akşam olduğunda yaptığı programda bir türlü aşamadığı sorunu çözdüğünü fark etti. Öğleden sonraki sinir işine yaramıştı. O kızgınlıkla yeniden yazdığı programın çalışması ile tüm sıkıntılarını unuttu. Bir sonraki adıma geçişi mümkündü artık. Gönül rahatlığı ile evine gidebilirdi.


*****
 
Tayfun, amcası ile konuşup karakol olayının aslını öğrendikten sonra biraz rahatlamış, yerine giderken çalan telefona yanıt vermiş, o sırada masasına gelen ama kendisine tek laf etmeyen Çağla’ya bakmadan odasına dönmüştü.
Yeni yılın ilk gününün birazı kötü geçse de iki şey günü biraz neşelendirmişti. Biri Çağla’nın da kötü bir yılbaşı geçirmiş olmasıydı. İkincisi de o yılbaşında kız arkadaşlarının yanında olmasıydı!
Nedense bundan hoşlanmıştı…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder