Pazartesi sabahı zor uyandı. Önceki
günün de uykusuzluğu vardı. Saatin çalmasını umursamadı. Sonra telefonun da
alarmı çalmaya başlayınca kendini kazıyarak kalktı yataktan. Neredeyse gözleri
kapalıyken üstünü değiştirdi. Streç kotunu giydi. Üstüne yeniden moda olan
konçlarını taktı. Kalçalarını kapatan mavi ve lacivert renklerindeki kazağını
da giyince zorla açtığı gözleri ile aynaya baktı. Kendisini beğeni ile süzdü.
Evet kıvrımları çok güzeldi ve bu kıyafet o kıvrımları iyice
belirginleştirmişti. Artık uyanmıştı. Yüzünü yıkayıp kahvaltıya geçti. Annesi
bir önceki günün kızgınlığını sürdürüyordu. Yüzü asıktı hala. Çağla, bir şey
yokmuş gibi davranmayı tercih etti. Annesini tanıyordu.
Masaya oturmadan çayını doldurdu. Hızlı
hızlı yerken ilk azarını işitti. “Yavaş ye. Midene oturacak.”
“Anne vaktim yok. Zor kalktım zaten.”
“Niye? Nezarette uyusaydın!”
“Oradaki banklar çok sertti. Uyku
tutmadı. Ay anne dedim sana ben nezarete girmedim hiç. Sadece ifade verdim
çıktım. Ne var bunda?”
“Sus bence. Ne varmış? Babana anlatayım
o sorsun ne olduğunu”
“Babam senin kadar dert edinmeyecek inan anne.”
“Sabah sabah beni kızdırma.
Ye hadi.”
Çağla, çayının yarısını
bitirince masadan kalktı. Dişlerini fırçalayıp hızlı bir makyaj yaptı.
Uykusuzluk gözaltlarını morarttığı için kapatıcıya müracaat etti. İşi
bittiğinde uykusuzluktan eser kalmamıştı. Çantasına not defterini ve flash
belleğini atıp tekrar mutfağa girdi. Kahvaltı eden annesini yanağından öpüp, babasının
artık saç kalmamış tepesine ıslak bir öpücük kondurup evden çıktı.
*****
Şirketin kapısından
girdiğinde kendisinden önce gelenlere günaydın, diyerek gülümsedi. Güne gülerek
başlamanın faydasına inanırdı.
İlk gelenler yine Yakup ile
Ali olmuştu. Her zaman bu görüntü ile karşılaşıyordu. İkisi de hemen günaydın
demiş ve gülümsemişti. Çağla’nın etrafında dört dönen erkeklerden ikisiydi.
Çağla, onların ve tabii Doğan’ın ilgisinden memnundu. Doğan genelde en son
gelen olurdu. Şirkette peşinde olan erkeklerden üçüncüsüydü Doğan. Aslında o
konuda emin olamıyordu, yakın arkadaş mıydı, flört etmeye çalışan birimiydi?
Doğan, her gördüğü genç kız ile kısa süreli flört eder, sonra da kendi işine
bakardı. Çağla, kendisine gösterdiği ilginin de bundan fazla olup olmadığını
ayırt edemiyordu. İş yerinde son derece ilgiliydi. Hatta bazen koruyucu
tavırlara kadar giderdi bu ilgi. Ardında belki de kıskançlık vardı? Çağla daha
da derinleşmeden düşüncelerinden sıyrıldı. Fatma Hanım kendisine doğru
geliyordu.
Temizlik işlerini yapan
Fatma Hanım elindeki çayı Çağla’ya uzatırken bir yandan da genç kızın masasına
giden erkeklerin kendisi ortaya çıkınca masalarına geri dönüşünü izledi. İki
genç erkeğin Çağla’ya olan ilgisinin farkındaydı. Başka şeylerin de farkındaydı
ama ona söz düşmüyordu. Mutfağa girerken erkeklerin yeniden hamle yapmasını
gülümseyerek izledi.
Aslında temizlik işlerinden
başka iş yapmaması gereken Fatma Hanım, elemanları ve şirketi sevdiği için
mutlaka sabah çay koyardı. Saat on olmadan şirketten ayrıldığı için daha
sonraki çayları kendileri yapıyordu. Çağla, bir yıl kadar önce işe girdiğinde,
tüm çay servislerinin kendisine yaptırılmasını normal karşılamıştı. Ne de olsa
en genç oydu. Bir gün işi geç biten Fatma Hanım onu kullandıklarını anlayıp
müdahale edince, eski düzene geri dönülmüştü. Herkes çayını kendi alıyordu.
Elbette Çağla çay servisi yaptığı sürenin intikamını almış, en son o sıraya
girmişti.
Tek istisna patronlar ve
onların misafirleriydi. Her hafta biri bu işi üstleniyordu. Yeni yılın ilk
haftası sıra kendisindeydi. Kimse
gelmesin diye dua etti, olmayacağını bile bile! Yaşlı patron Süleyman Demir’i
seviyordu. Ne zaman yanına gitse Çağla’nın hatırını soruyor, iki çift laf
ediyor ve teşekkür ediyordu. Genç patron da elbette teşekkür ediyordu ama başka
tek laf etmiyordu. Soğuktu Tayfun Demir…
Küçük patron adı gibi
esiyor, soyadı gibi soğuk ve sert duruyordu.
Amcasının huylarından hiç nasiplenmemişti. İşe ilk başvurduğunda
mülakatı onunla yapmış, işe alınmayacağından emin bürodan çıkmıştı. Siyah
saçları ve o zamanlar siyah olduğunu düşündüğü koyu kahverengi gözleri ile dik
dik kendisine bakmıştı. İş tecrübesi olmadığını ama okurken de birçok küçük iş
yaparak bazı şirketlere yardımcı olduğunu öğrendiğinde burun kıvırmıştı. Çağla
okurken yaptığı işlerin hiç de küçümsenecek işler olmadığını biliyordu. O zaman
küçük patron olduğunu bilmediği Tayfun’a “Yaptığım işler ile ilgili bir listem
var. Her yaptığım işe linklerinden girip bakabilirsiniz. Yenilemeleri hala
benim sorumluluğumda.” Demişti. Tayfun’un “İşe başlarsanız onlara vaktiniz
kalmayacak, bu da o şirketleri yarı yolda bırakmanız demektir. Hiç hoş bir durum
olmasa gerek.”
“Ben her şeye yetişirim. İş
konusunda garip bir düzenim vardır. Bu konuda sizi temin edebilirim.”
Böyle konuşsa da işi
alamadığını düşünüyordu. Ertesi gün işe kabul edildiğini söyleyen sekreterinin
sesini duyduğunda şaşırmıştı. Hiç beklemediği anda gelmişti bu telefon.
Sonradan tanıştığı sekreter Füsun, neşeli bir sesle ertesi gün işe
başlayabileceğini söylüyordu. Tayfun Beyin kendisini işe almasını yadırgamış
ama sözüne güvendiği için de memnun olmuştu.
İlk intibası değişmemişti.
Tayfun Beyin eskiden güler yüzlü ve neşeli olduğunu söyleyen çalışma
arkadaşlarına da inanmamıştı. Çünkü o neredeyse hiç görmemişti o güleryüzü!
Çağla, anılarına dalınca
aklına gelen Füsun’u ne kadar özlediğini anladı. Sorunlu bir hamilelik geçirdiği için izne ayrılmasının
üstünden daha bir ay geçmişti. Doğuma kadar altı ayı vardı. Sonra da en az iki
ay izin yapacaktı. Tabii ücretsiz izin almazsa! Şirkette ikisinin haricindeki
tüm çalışanlar erkekti. O yüzden Füsun kendisi için çok değerli bir arkadaştı.
Çağla işe başladığında Füsun daha yeni evlenmişti. Hamile kalışı, şirkette
kanama geçirmesi ile hastaneye kaldırılması ve tehlikeli bir hamilelik
yaşayacağı için uzun süre yatması gerektiği hep ikisinin paylaştığı özel
anlardı. Hastaneye Çağla götürmüş, eşine o haber vermişti. Evde otururken isim
bulması için sahaftan bebek isimleri olan kitaplar ile bebek bakım kitapları
almıştı. Füsun’un kocası subaydı ve izin alması sorun oluyordu. O yüzden ikisi
yakın arkadaş olmuş, çok şey paylaşmıştı. Arada akşamları iş çıkışı ya da hafta
sonu uğrayacağına söz vermişti. Neyse ki Füsun’un ailesi çok kalabalıktı.
Yalnız kalmayacağı için Çağla’nın da içi rahattı.
Füsun’un yaşadıklarını
düşününce kendi durumu aklına geldi. Bu iş bazen canını sıkıyordu. Kendisi bir
gün hamile kalacak mıydı acaba? O günleri yaşayabilecek miydi? O günleri
yaşatacak erkeği bulacak mıydı? Etrafında bu kadar erkek varken o aşık olacak
erkek arıyordu. En iyisi en yakınlarındakiler arasında en uygununu bulmak ve
ondan çocuk yapmaktı. Mantıklı bir çözümdü bu…
Dalgın bir şekilde
bilgisayarını açtı. O sırada adının seslenildiğini duyup kafasını hızla
çevirdi. Yakup, omzunun üstünden eğilmiş kendisine oldukça yakın bir mesafeden
bakıyordu. Korku ile yerinde sıçrayınca omzuna çarpmıştı. Daha ne olduğunu
anlamadan Yakup bir adım geri çekilmişti. Saçma bir an, saçma sapan bir
zamanlamaydı. Yakup da en az kendisi kadar korkmuştu. Onlar birbirlerine
bakarken bir başkası da ikisi arasında yaşanan yakınlığa bakıyordu.
Kapının ağzında Tayfun Bey
durmuş ikisini izliyordu. Kaşlarının çatılmış olmasından gördüklerine kızdığı
da düşünülebilir, aklına bir şeylerin takıldığı da. Çünkü genelde bu yüz
ifadesi ile dolaşırdı. Yine de Çağla o bakışların az önce Yakup ile arasında
yaşananlardan kaynaklandığını tahmin ediyordu. İş yerinde böyle yakınlıkların
olmasına karşı mıydı? Bilmiyordu. Çünkü daha önce böyle bir durumla
karşılaşmamıştı.
“Beni korkuttun Yakup. O
kadar yakınıma girmen şart mı?” diyerek durumu Tayfun Beye de izah etmeye
çalıştı. Belki böylece kaşlarının çatıklığı geçerdi.
Tayfun beyin yüzünde
değişen bir şey olmadı. Sadece ‘Günaydın’ dedi ve odasına geçti. Zaten
fazlasını beklemek gereksizdi. Ne de olsa buzdolabıydı. İlk görüştükleri günden
bugüne kadar farklı bir yüz ifadesi gördüğü anlar iki elin parmaklarını geçmezdi.
Bir gün Füsun ile onun bu soğuk halini konuşmuş, Füsun’dan bu soğuk hallerinin
yeni oluştuğunu, eskiden güler yüzlü ve sık sık espiri yapan biri olduğunu
öğrenmişti. Şaşırsa da bu asık suratının nedenini merak etmişti. Bu güne kadar
da o merakını giderememişti.
Yakup, ‘Kusura bakma,
korkutmak istemedim. Yılbaşı partiniz nasıl geçti diye soracaktım.’ Diyerek
yerine doğru yürüdü. Biraz bozulmuştu kendisinden bu kadar korkmasından!
Çağla’nın hala göremediği duygularını Tayfun Beyin bile gördüğünden emindi. Bir
yıldır Çağla ile ilgileniyordu. Oysa Çağla onu sadece arkadaşı olarak görüyor
gibiydi. Bunu değiştirmek için elinden geleni yapacaktı. Yerine oturduğunda
Ali’nin de Çağla’yı dalgın gözler ile izlediğini fark etti. Bir o eksikti…
*****
Çağla, yazılım şirketine
girdiğinden beri maddi olarak rahatlamıştı. Çoğu akşam geç saatlere kadar
çalışıyor, hafta sonları da işe gelmek zorunda kalıyordu ama işinden
memnundu. İlk girdiğinde sadece web
sayfası yapmasına izin veriliyordu. Daha sonra eğitim yazılımlarında,
endüstriyel yazılımlarda da başarılı olabileceğini ispatlamıştı. Artık daha
ağır işler kendisine veriliyordu. Son işin dosyasını açıp çalışmaya başladı.
Saat daha dokuz bile olmamıştı. Çayından bir yudum alıp ekrandaki programı
inceledi. Bazı işlerin dosyalanabilmesi için yeniden değişiklik yapması
gerekiyordu. Kendisine kızıyordu. Aynı programı üç kez yazmıştı. Nedense bu kez
hata üstüne hata yapıyordu? Dördüncü kez yazmaya başlamadan önce bir büyük
yudum daha aldı çayından.
Çağla, tam ekrana eğilip
elini klavyeye koymuştu ki kapıdan giren Doğan Yalvaç’ı gördü. Kendisi ve
girişi fark edilmeyecek gibi değildi. İki metreye yakın boyu ve kapıdan zor
sığan omuzları ile fark etmemek için kör olmak gerekiyordu. Ayrıca en yakışıklı
yüz de ona aitti. Doğan ile birkaç kez sinemaya gitmişti. Uzun boyu ve geniş
omuzları yüzünden hep locada oturmak zorunda kalıyorlardı. Aslında bundan çok
da şikayetçi değildi. Doğan iyi biriydi. Rahatsız etmez, elini kolunu nereye
koyması gerektiğini bilir, gereksiz sahneler yaratmazdı. Çağla onun üçüncü
hayranı mı, yoksa yakın arkadaşı mı olduğu konusunda karar verememişti.
İşte bu adam kendisine
dönmüş bakışlara aldırmadan, kalın kabanının iç cebinden çıkarttığı biletleri
sallayarak masasına geldi.
“Aldım. Üstelik tam dört
tane.”
Çağla, geçen cuma, Çağdaş
ve kız arkadaşının da gitmek istediği bir filmden bilet almak için vaktinin
olmadığından bahsetmişti. Çağdaş ve kız
arkadaşı üniversitede öğrenciydi. Başka zaman olsa onlara aldırtırdı fakat
onların da son sınavları vardı. Kendisi de hafta sonu yılbaşı partisi ve
hazırlıkları yüzünden vakit bulamayacağını söylemişti. Aslında bu cümlesinden
sonra Doğan’ın o biletleri alacağını az çok tahmin de etmişti. O hafta izlemese
ne olurdu ki? Ama Doğan öyle düşünmemiş, hemen gerekeni yapmıştı.
Yüzündeki teşekkür ifadesi
ile hemen çantasına uzanıp cüzdanını eline aldı. Doğan, onun cüzdanını açmasına
bile fırsat vermeden, “Sakın ödemeye kalkma. Bunlar benden yılbaşı hediyesi.”
Dedi.
“Daha öncekileri de sen
ısmarlamıştın. Üstelik bu kez fazladan iki bilet daha aldın. O yüzden itiraz
etme ödeyeceğim.”
“Bunlar benden dedim. Yeni
yıl hediyesi dedim. Ayrıca kardeşine kıyak yapıyorum sana değil. O öğrenci.”
“İyi de ben ödeyeceğim.”
“Çağla, bunlar hediye.
Hediyemi kabul etmeyecek misin? Bak, bir sonrakini sen ısmarlarsın. Önceki
ısmarladığımın karşılığını vermiş olursun. Anlaştık mı?”
“Tamam. Anlaştık.”
Konuşmaları şirketteki
herkes tarafından duyulmuştu. Çünkü Doğan’ın cüssesi ile uyumlu ses tonu vardı.
Herkesin ilgi ile onların masasını izlediğinden ve Doğan’ın da Çağla ile
ilgilenen erkeklerden biri olduğunu düşündüklerinden emindi. Zaten genelde üç
erkek ile ilgili imalı şakalar bolca ortalıkta dolaşırdı.
Doğan yerine gittikten kısa
süre sonra, Çağla’nın ekranına bir mesaj düştü. “Hani o filme birlikte
gidecektik?” Bu mesaj Ali’dendi. Filmin geleceğini öğrendiklerinde yaptıkları
bir konuşma vardı. Ali de o konuşmayı anımsatıyor ve tavır alıyordu. Çağla
bazen her şeyden, herkesten sıkılıyordu. Şu an da bir bilet için tadını
bozmayacaktı. Bu haftaya ve bu yıla güzel başlayacaktı.
“Üzgünüm. Çağdaş ile
birlikteyken Doğan ile karşılaştık ve gördüğün gibi kendiliğinden almış.
Seninle başka bir filme gideriz. Ben ısmarlarım affedersin.” Yazarak yanıtladı. Ali’nin yanıtı da
gecikmedi. “Patlamış mısırı sen ısmarlarsan olur. Biletler benden.” İşte
Ali’nin en iyi tarafı buydu. Olayları büyütmez ve kin tutmazdı.
Çağla, ekrandan yanıt
vermek yerine çaprazında kalan, üstünde üç büyük boy ekranın olduğu masaya
baktı ve gülümseyerek göz kırptı. Tekrar kendi ekranına dönerken buz gibi bir
çift gözün kendisini izlediğini fark etti. Tayfun Bey odasının kapısında, bir
Çağla’ya bir Ali’ye bakıyordu. Bakışları yine buz gibiydi. Yavaş adımlarla
odasına girdi.
Çağlanın ekranına bu kez
Yakup’tan bir mesaj geldi. “İstersen üçümüzün kafalarını tokuştur da hangi
yumurta kafalı sağlam kalacak öyle anla” Çağla okur okumaz küçük bir kahkaha
atıp Yakup’un masasına baktı. Yüzünde saklamaya çalıştığı gülümsemesi ile
kendisine baktığını görünce bir küçük kahkaha daha attı. Yakup nadir de olsa
kendisini güldürüyordu.
*****
Tayfun, yerine daha yeni
oturmuştu. Odasının kapısı açıkken dışarıdaki oturma düzeninin bir kısmını
görebiliyordu. Görüş alanına Ali, Yakup ve Çağla’nın masasının küçük bir kısmı
giriyordu. Genelde Çağla ekranının tam karşısında oturur, böylece onu da tam
olarak görürdü. Doğan’ı görmese de genelde iri cüssesi yüzünden gıcırdayan sandalyesi
ve kalın sesi ile hareketlerini tahmin etmek güç olmazdı. Bu üçlünün iyi iş
arkadaşı mı yoksa Çağla’nın peşinde koştukları için yakında düşman arkadaşlar
mı olacağını bilemiyordu. Doğan’ın da ilgisi olduğunun farkındaydı ama diğer
ikisine göre bunu daha az belli ediyordu. Doğan daha arkadaşça davranıyordu.
Çağla çok güzel bir kız değildi. Evet, güzeldi ama daha çok konuşkan ve sevimli
diye nitelendirilirdi. Erkeklerin bu kadar ilgisini çekmesinin en büyük nedeni
bu olmalıydı. Ya da… Ya da vücudu düzgün diye mi ilgi çekiyordu? Bugün giydiği
dar pantolon ile bunu gözler önüne sunmuştu. Zaten genelde vücut hatlarını
belli eden şeyler giyiyordu. Tayfun kendi düşüncelerinden sıyrılmak için
masasının üstündeki gazeteyi açtı. Masasında bulunan tek kağıt gazeteydi. Bu
kadar bilgisayarın arasında biraz kağıt hışırtısı duyup köşe yazarlarını
okuyacaktı.
Dışarıdan gelen sesler
yükselmişti. Tam ayağa kalkıp oda kapısını kapatacakken Çağla’nın kahkahasını
duydu. Çok neşeli gelmişti sesi. Bu sesi duymak canını daha çok sıktı. Başını
kaldırıp Çağla’ya baktı. Yakup’a bakıp gülüyordu. Keyfi yokken güzel olan her
şeye düşman olabiliyordu. Şu anda keyfi yoktu… Kapının kolunu tutup personele
baktı ve kendini zorlasa da dilini tutamadı.
“Yeni yılda çok daha
eğlenceli bir çalışma ortamı mı oluşturduk? Nedir sizleri bu kadar
keyiflendiren?”
Çağla, Tayfun Beyin sesi
ile gülümsemesini sildi. “Fena olmazdı.”
Diye mırıldandı ama yine de işine doğru başını eğdi. Aslında şirket zaten
neşeli bir ortama sahipti ama bazen böyle terslendiği olurdu, Tayfun Beyin.
Bilişim sektöründe olup da
belli saatler ve kurallarla çalışan bir ortam düşünemiyordu. Programcıların
bazen saatlerce tek tuşa basmadan ekranı incelediği, sonra da sabahlara kadar
uykusuz çalıştığını en iyi patronları bilirdi. Zaten küçük patron da büyük
patron da programcıydı. Aradaki küçük kaçamak gülüşmelerin ya da boş geçen
zamanın verimlerini aslında ne kadar arttırdığını bilirdi ikisi de.
Tayfun, Çağla’nın yüzünden
bozulduğunu anlamıştı. Aslında düşen yüzüne üzülmüştü. Çağla’yı işene hızlı
döndürmek, böylece ruh halinin kısa zamanda düzelmesini sağlamak için konuşmaya
devam etti.
“Dent Menta’nın programı ne
durumda? Ay sonuna teslim edilebilecek mi?”
“Evet, Tayfun Bey.
Yetişecek.”
“Umarım.” Diyerek odasına
girdi. Yetişeceğini biliyordu. Emindi Çağla işine dönmüştü bile.
Masasına geçtiğinde canının
sıkıntısı daha da artmıştı. Yılbaşı gecesi çok tatsız geçmişti. Nurgül ile
kavga etmiş, ayrılma noktasına gelmiş ama sonra özür dilemesi ile yeniden
ilişkilerine şans vermişti. Aklı da kalbi de bu ilişkinin uzun ömrü olmadığını
biliyordu. Aslında kalbi zaten işin içine hiç girmemişti. Nurgül’ün kaprisleri
ve insanları aşağılayıcı tavrı çok rahatsız ediyordu. Bu kız ilk başlarda böyle
değildi. Ya da hep böyleydi ama kendisine başka türlü gözükmüştü. Hatanın
kendisinde olduğunu biliyordu ama yatağını ısıttığı sürece bazı şeyleri
görmezden gelmişti. Ne zaman ki Nurgül annesi ile tanışmış, o günden sonra tüm
tavırları değişmişti. Artık kendisini Tayfun’un nişanlısı gibi görüyor ve hayatına
müdahale ediyordu.
Canının sıkıntısını
Çağla’dan çıkarttığının farkındaydı. Ama Çağla bunun üstünde durmazdı. Onu az
çok tanıyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder