Saat dokuzda hazırdı.
Evden çıkmadan ajansın
ayarladığı on öğrenicinin otobüslerin kalkacağı yerde toplanıp toplanmadığını
da kontrol etti.
Az sonra cep telefonunun
ekranında Tayfun Beyin adını gördü. Hemen kapattı telefonu. Annesi ve babası
ile vedalaşıp evden ayrıldı. Aşağıda Fatih ve Tayfun Beyin arabadan inmiş
kendisini beklediğini gördü. Soğuk havada onları fazla bekletmemek için
adımlarını hızlandırınca onlar da bir iki adım yaklaşıp elindekilere uzandı.
Fatih’e küçük valizi Tayfun Beye de elbise askısını vermişti. Askıyı kendi
elbise askısının yanına astıktan sonra şoför koltuğuna geçti. Fatih arka kapıyı açıp binmek isterken Çağla
onu durdurup “Sen yine önde otur. Ben arkada giderim.” Dedi.
“Yol rahatsız etmesin?
Miden falan bulanmaz mı?”
“Hayır, sorun olmaz. Zaten
kitap okuyacağım. Siz önde rahatça muhabbet edersiniz.”
Tayfun Beyin kendisine
dikkatli baktığını fark etti. Neden böyle baktığını anlamamıştı.
Tayfun da neden önde
oturmak istemediğini anlamamıştı. Sinirlendiğini hissetti ama buna bir anlam
veremedi. O sırada Çağla hafif bir gülümseme ile bakışlarına yanıt verdi.
Elbette çoğu zaman olduğu gibi gülümsemesine yanıt alamadı. Gülmek gelmemişti
içinden. Hem neden gülecekti ki?
“Senin için ütüsüz gömlekle
toplantılara katılmak sorun değil sanırım?” Çağla, Fatih’in kendisini Tayfun
beyin yanında küçük düşürmesinden hoşlanmamıştı. O aslında pek diğer kadınlara
benzemezdi. Yanında götürdüğü her şeyi kullanmak için plan yapar, hatta hangi
gün hangi kıyafetini giyeceğini bile önceden belirlerdi. Sadece aksi durumlarla
karşılaşmamak için birer yedek alırdı. Yedekler ayrı bir yerde durur. Kirlenmeden
geri gelmesi başarı kabul edilirdi. Çağla tuhaf huyları olduğunu biliyordu ama
bu huylar hep iyi şekilde kullanılacak şeylerdi.
“Ben ütületecek birisini
bulurum.” Fatih, Çağla’yı kızdırmak için vermişti yanıtı. Bunu söylerken yüzüne
bakmayı da unutmamıştı.
“Ondan kuşkum yok da bir
gün trafik karışırsa ne yapacaksın asıl onu düşünüyorum.”
“Çağla’cığım, trafik
karışırsa bunlar gider yenileri gelir.”
“Tayfun Bey, çapkınların
şirkette çalışmasını engelleyen bir kuralımız yok mu?”
Tayfun Bey ikisi arasındaki
konuşmayı dalgın bir şekilde takip ediyordu. Bu ikisi arasında da bir şeyler
var mıydı? Çağla acaba aslında Fatih’ten hoşlandığı için mi diğer erkeklerle
flört edip ilgisini çekmeye çalışıyordu? O bunları düşünürken Çağla ona bir şey
sormuş ama o anlamamıştı. O yanıt verene kadar Fatih yine yanıtladı.
“Sen şirket kurallarını
içeren bir liste yaparsın hemen. Böylece önemli bir noksanlığı tamamlamış
olursun.” Bu kez de listeciliği ile dalga geçiyordu. İşte buna dayanamazdı.
Sinirle “Benim liste yapmam seni neden rahatsız ediyor?”
“Beni rahatsız etmiyor.
Senin gibi unutkan biri nasıl programcılık yapıyor ona şaşıyorum.”
“Unutkan mı? O da nereden
çıktı?” Şaşırmıştı bu kez. Neyi unutmuştu ki?
“Listeyi neden yapıyorsun?
Unutmamak için değil mi?”
“Ne listesinden
bahsediyorsunuz?” Tayfun Beyin nihayet konuya ilgisi artmıştı. Ne listesinden
bahsediliyordu? Fatih’in bildiği ama kendisinin bilmediği bu listelerde ne
yazıyordu?
“Çağla, her şeye liste
yapıyor, Tayfun Bey. Yoksa unutuyor.”
“İlgisi yok.” Çağla utanmıştı.
Onun yüzünden bunu anlayan Tayfun yumuşak bir sesle sordu. “Neden liste
yapıyorsun Çağla?”
Çağla iç çekti. Şimdi
nedenlerini anlatacak ve komik duruma düşecekti. “Organizasyonu yaptıktan sonra
kafam rahat ediyor ve bir sonraki işimi daha net düşünüyorum. Daha düzenli
olmamı sağlıyor. “
“Her şey için mi yapıyorsun
o listeleri?”
“Elbette. Alışverişe
giderken de tatile giderken de listemi önce yaparım. İnsanlar genelde en önemli
şeyleri unuturlar. Kimlik gibi, ehliyet gibi.”
“Kimlik mi? Eyvah!” Fatih
bir anda camdan dışarıya sabit bakışlarla bakmaya başlamıştı. Çağla arkada
gülmemek için kendini tutmaya çalışıyordu. Fatih’in o kadar dalga geçmesinden
sonra böyle bir şey yaşamasına içten içe sevinmişti. Tayfun’un da Fatih’in
durumu ile dalga geçmesi içini rahatlatmıştı.
“Kimlik mi ehliyet mi?”
“Cüzdan.”
“Geri dönelim mi Fatih?”
Fatih kararsızdı. Neredeyse
bir saattir yoldaydılar.
Çağla, Fatih’in düşünceli
haline bakıp gülümseyerek konuştu. “Otel sorun çıkartmazsa benim bilgisayarımda
hepimizin kimlik dökümü var. Bilgisayardan döküm alabiliriz isterlerse.”
“Sen gerçekten bu kadar
tedbirli misin hep?” Bu kez şaşırma sırası Tayfun’daydı. Çağla dikiz aynasından
kendisine bakan Tayfun’a “Böyle yapınca sürprizler, olumsuzluklar aza iniyor.”
dedi. Tayfun da başını sallayıp onayladı. “Doğru söylüyorsun. Sanırım otel
sorun çıkartmaz. Ama ben yorulursam arabayı senin kullanmanı isteyeceğim. Fatih
ehliyetsiz olduğuna göre kullanamaz.”
“Sorun değil yorulursanız
ben kullanabilirim.” Çağla, kendisine arabasını asla vermeyeceğini bilerek
söylemişti. Erkeklerin arabalarını, bir de böyle pahalı bir arabayı kadın
şoföre vermemek için yorgun ve uykusuz kullanmayı tercih edeceklerini
biliyordu. Yine de teklif yapmıştı.
“Anlaştık. Çünkü yolun bir
kısmında Fatih’e vermeyi düşünüyordum.”
Çağla, dikiz aynasından
bakan Tayfun beyin ciddi olup olmadığını anlamaya çalıştı. Ciddiydi!
*****
Yolun kalanı Fatih’in arada
bir cep telefonuna gelen mesajlara yanıt yazması ve iki erkeğin iş, spor gibi
konularda konuşmaları ile geçmişti. Bu süre içinde Çağla iki kez çantasından
yiyecek ve içecek çıkartmıştı. Tayfun beye, arabaya dökülmemesi için bir
yerlerde durup yemeyi teklif etmiş ama onun “Dökülürse temizletiriz” demesinden
sonra da ikramları dağıtmıştı.
Fatih, bu kez de çanta için
söylediklerinin altında ezilmişti. “Çağla, kusura bakma, senin o çantanın yol
için tedbirlerle dolu olduğunu düşünmem lazımdı.”
“Önemli değil. Böylece beni
ne kadar tanımadığın çıktı ortaya.” Gülümsüyordu. Çünkü onun tarafından
tanınmamak mutluluk vericiydi. Fatih’in çapkınlıkları tüm şirket tarafından
biliniyordu. Gerçi kendisi de çapkın sayılabilirdi…
Fatih yanıt vermedi. Tayfun
bey, her zamanki sessizliğinde kullanıyordu arabayı. Çağla arkada bilgisayarını
açmış çalışıyordu. Yolun bitimine bir saat kadar kaldığında “Çağla, yaptığın
çok önemli bir iş değilse biraz sen kullanır mısın?” dedi.
Çağla hiç beklemiyordu
gerçekten kullanmasını isteyeceğini. Şaşkınlıkla dikiz aynasından yüzüne baktı.
“Elbette.” diyerek e-kitap okuduğu bilgisayarını kapattı. Fatih de şaşırmıştı.
Tayfun beyin yorulmadığından emindi. Neden arabayı ona verdiğini çözememişti.
Arabayı sağa çekip
dörtlüleri yakarak indi. Çağla da inerek ön tarafa geçti. Fatih de arkaya
geçmek ve ön koltuğu Tayfun beye bırakmak istedi.
“Rahatsız olma. Ben arkada
giderim.”
Çağla, neden yanında
oturmak istemediğini anlamamıştı. Gerçi Fatih’in inmesi ve arkaya geçmesi
gereksiz bir hareket sayılsa da araç sahibi ve patron Tayfun bey olduğu için
yer değiştirmeleri mantıklıydı. Fatih’in ısrarı ile yerler değişmişti.
Çağla koltuğu kendine göre
ayarladıktan sonra aynalarını da düzeltti, dörtlü flaşörün yerini aklına yazdı
ve yola çıktı. Araba alışkın olduğundan daha yüksekti ama düz vites olması
sayesinde rahatça kullanıyordu. Babası otomatik vites araba kullanmasını
istememişti. ‘Bunu öğren, diğerini nasılsa öğrenirsin’ demiş, Çağla da vites
kullanarak araba sürmekten zevk aldığını anlayınca otomatik vites sevdasından
vazgeçmişti.
Tayfun beyin yanında
otururken hareketlerini izlediğini, Fatih’in ise arkada tedirgin bir şekilde
oturduğunu fark etti. Eh kendisi de birisinin arabasına ilk bindiğinde
şoförlüğünü öğrenene kadar tedirgin olurdu. Kısa süre sonra arabaya iyice
alışmış çok rahat hareketlerle kullanmaya başlamıştı. Böylece iki erkeğin de
tedirginliğinin geçeceğinden emindi. Yanılmamıştı, Fatih artık cep telefonu ile
ilgileniyordu. Tayfun ise hala ara sıra kendisine bakıyordu. Yine de aklı başka
yerdeymiş gibiydi. Dalgın halini görünce sevgilisini düşündüğünü tahmin etti.
Acaba nasıl biriydi? Uzun ve sarışın olduğunu öğrenmişti. İşte biri daha
esmer-sarışın uyumunu yakalamıştı. Kendisi de sarışın erkeklerin peşinde olurdu
ama hala aşık olacağı birini bulamamıştı. Şans…
Sessizlik sürdükçe
Çağla’nın aklı değişik yerlere gidiyordu. Fatih de arkada hiç sesini
çıkartmadan mesaj yazıyordu. Abant gölüne yaklaştıklarında Tayfun’un cep
telefonu çaldı. Biraz ciddi sesle de konuşsa sevgilisinin aradığını anlamıştı.
Otele yaklaştıklarını söyleyip sonra ararım diyerek kapatmıştı telefonu. Çağla,
onu neden getirmedi acaba, diye düşündü. Getirseydi merakı yatışırdı. Ama çok
da merak etmiyordu. Patronunu üzdüğüne göre çok da sevmiyordu. Acaba Tayfun Bey
çok seviyor muydu? Bunu düşününce biraz midesi yandı. Bu mide yanmasının
nedenini anlayamadı. Galiba kıskanmıştı. Ne de olsa kendisi hiç aşık olmamıştı,
olanları kıskanması çok normaldi.
Tayfun telefonunu cebine
koyarken Çağla’ya bakıyordu. Çağla ise gözünü yoldan ayırmıyordu. İyi ki de
öyle yapıyordu. Çünkü önlerinde olan kazayı bu yüzden çok daha önceden görmüş,
hemen dörtlüleri yakarak arkasından gelenleri uyarmış ve aynı anda ani bir fren
yapmıştı. Mesaj yazan Fatih “Ne oluyor? Ne oluyor?” diye panikle yerinden
doğrulmuştu. Tayfun da kafasını hemen camdan dışarı çevirmişti. Kazayı görünce
torpidoya tutunmuş ve frenin etkisini azaltmıştı. Zaten emniyet kemerleri de
takılıydı. Hemen üçü de arabadan indi. Kaza yerine gitmeden Çağla arabayı
kilitleyip anahtarı da cebine koydu.
Öndeki kaza neyse ki sadece
maddi hasarlı bir kazaydı. Kimse yaralanmamış olunca arabaya dönerek, kaza
mahallinden uzaklaştılar. Tayfun az önceki freni anımsayarak “Çok iyi bir
şoförsün. O kazayı önceden anlayıp fren yapman bizim de kaza yapmamızı
engelledi.” Samimiydi sesi. Aynı anda yüzünde de minnet ifadesi vardı.
“Teşekkür ederim.
Dikkatliyimdir. Fatih gerçi korktu ama o da başını kaldırmadan yazdığı için
olsa gerek.” İşi şakaya vurmak o an daha iyi bir çözümdü. Çünkü Tayfun Beyin
kendisine bakışlarından heyecanlanmış, ettiği iltifattan sonra da kendisini çok
mutlu hissetmişti.
“Korkarım tabii. Sen
kullanıyorsun arabayı. Dedim nereye uçuyoruz?” Abartarak korkusunu saklamaya
çalışmasına güldü Çağla. Tayfun bey bu kez Fatih’e döndü “Fatih için rahat
etsin, benden bile iyi kullanıyor.” dyerek bir kez daha iltifat etti.
“Tayfun bey siz de öyle
söylemeyin havaya girecek.”
“Haklı bir hava olur.
Umarım bizim ajansın ekibi tam kadro gelmiştir. Noksan olurlarsa sorun yaşarız.
Neden daha erken aklıma gelmedi ki? Arar sorardık.” Neden aklına gelmediğini
kendisi biliyordu ama başkalarının bilmesi gerekmiyordu. Kafası çok karışıktı.
“Sorun yok. Ben sabah evden
çıkmadan aramıştım. Hepsi tamam.” Zaten sorun olabilecek iki kişi vardı.
İkisinin de bu geziyi kaçırmak istemeyeceğini biliyordu.
“Teşekkürler.” Tayfun bir
kez daha takdirle bakıyordu yüzüne.
Çağla kendini nedense çok
iyi hissetti.
*****
Otele vardıklarında güler
yüzlü danışma görevlileri karşılamış, Fatih’in kimliksiz olmasını sorun etmemişlerdi.
Vatandaşlık numarası ile kaydını yaptıktan sonra odalarını gösterdiler. Öğlen
yemeği için saat birde buluşacaklardı. On beş dakika vardı. Çağla hemen odasına
girip elbiselerini dolaba astı. Ütü sorunu olmamıştı. Erken gelmiş olmaktan çok
memnundu. Öğlen yemeğine inerken üstünü değiştirme gereği duymadı, sadece
çantasından telefonunu aldı. Eğer yemekten sonra yürüyelim derlerse odasına
gelip üstüne kabanını ve şapkasını giyerdi.
Çağla odadan çıkmadan
annesini de arayarak otele yerleştiğinin haberini verdi. Her şey tamamdı.
Asansöre yürürken karnından gelen gurultu ile gülümsedi.
Yemek salonunda kendileri
gibi görevli olan sekiz on kişi daha vardı. Fatih ortada yoktu. Tayfun Bey de
iki adım önünde açık büfeden yemek alıyordu. Çağla’yı görünce başı ile
selamladı ve yemek seçmeye devam etti.
Çağla’nın bazı yemekleri
koklamasını gözünün ucu ile takip ediyordu. Bu kız komikti. Her yemeği önce
kokluyor sonra kimisini tabağına koyuyor kimisinden de almıyordu. Neyi
araştırdığını merak etti.
“Taze yapılmıştır hepsi.”
“Onun için koklamıyorum.
Sarımsak olmasın içlerinde diye kokluyorum.”
“Sarımsak sevmez misin?”
“Severim ama şimdi yemenin
zamanı değil.”
“Belki ben yiyorumdur.
Kokarsa kızmazsın değil mi?”
“Yok neden kızayım.
Yoğurtlu olan her şeyde sarımsak var ve evet siz de almışsınız.”
“Sen de al hadi. Yarın
sabaha kadar geçer kokusu.”
“Almasam?”
“Zorlamıyorum ki. İstersen
al. Fatih’in de yiyeceğinden eminim.”
Çağla, az miktarda tabağına
koyunca Tayfun beyin yüzünde küçücük bir gülümseme dolaştı.
Cam kenarındaki masalardan
birine doğru yürüdü Tayfun. Çağla da onu takip etti. Masaya oturduktan sonra
açlığını unutup gölü izlemeye başladı. Müthiş manzarayı ezberlemek ister
gibiydi. Daldığı rüya aleminden masaya gelen garsonun sesi ile koptu. Ne
içeceklerini soruyordu. Çağla, taze sıkılmış meyve suyu isteyince Tayfun da
aynısından istedi. Fatih hala ortalıkta yoktu. Küçük taze beyaz ekmeklerin
yanında çavdar ekmekleri de vardı. Çağla, Tayfun’un beyaz ekmek yiyeceğinden
emin bakmadan elini uzatıp çavdar ekmeğini almak istediğinde eli bir başka ele
çarptı. Elektrik çarpmış gibi hemen elini çekip Tayfun Beye baktı. “Kusura
bakmayın.” dediğinde sesi biraz titrek çıkmıştı. Hava soğuk muydu? Sesi sanırım
soğuktan titremişti. Tayfun Bey kibarca “Bakmam” dedi ve eline aldığı ekmeği
tabağının kenarına koydu. Çağla, tehlikenin geçtiğinden emin olunca yeniden
uzattı elini ve bir dilim ekmek aldı.
Fatih kapıdan gözüktüğünde
kulağında telefon vardı. Çağla “Bu adamın kulağına yapışacak telefon” diye
söylendi.
“Bu seni rahatsız mı
ediyor?” Tayfun Beyin yüzünden sorusunun cevabını çok merak ettiği belli
oluyordu.
“Hayır, hiç rahatsız
etmiyor. Ama o yakın zamanda hasta olacak ve benim bir arkadaşım buna çok
üzülecek.”
Tayfun o ‘arkadaşın’ başka
birisi olmadığını, Çağla’nın ta kendisi olduğunu düşünüyordu. “Yeni nesil
telefonlar çok etkilemiyormuş. Ama kulaklıkla konuşmaya alışsa daha iyi olur.”
Aynı şeyi masaya geldiğinde Çağla da Fatih’e söyledi. Onun bunu hemen Fatih’e
söylemesi ve tedbir almasını istemesi Tayfun’un gözünden kaçmadı. Doymuştu
galiba. Canı bir şey yemek istemiyordu. Kalksa kaba davranmış olacaktı. En
iyisi oturmak ve bu ikisi arasındaki konuşmayı izlemekti.
Öyle de yaptı. Emin
olamıyordu. Çağla, bu adamın nasıl biri olduğunu bildiği için mi uzak
duruyordu? Yoksa gerçekten sadece iş arkadaşımıydı ikisi? Nedense bunun
öğrenmeyi çok istiyordu. Şu ana kadar Yakup ile Ali’den kesinlikle emin
olmuştu. Doğan hala soru işaretiydi. Fatih de yeni bir soru işareti olarak
eklenmişti listeye…
Yemekten sonra büyük bir
şöminenin olduğu kahve salonunda güzel birer kahve içtiler. Yürümek için bir
saat sonra buluşmayı planladılar. Tayfun, “ben odama çıkıyorum. Sizler ne
yapacaksınız?” diye sorunca Çağla, “Ben de çıkıyorum.” diye yanıtladı. Fatih
ise kahve salonunda oturacağını onları orada bekleyeceğini söyledi. Tayfun bu
plandan hoşnut asansöre yürüdü. Çağlayı asansöre bindirirken hafifçe elini
beline koymuştu. Bunu kibarlığından yapmıştı. Başka bir anlamı yoktu. Çağla da
öyle yorumlamıştı zaten. Başka anlam yüklemek büyük hata olurdu.
Asansörden indikten sonra
Çağla, görüşürüz Tayfun Bey diyerek odasına hızlı adımlarla yürüdü. Yemekten
beri kafası karışıktı. Biraz yalnız kalmaya ve kendine gelmeye ihtiyaç
duyuyordu.
Cep telefonunun alarmını ayarladı. Kırk beş
dakika sonra uyanacaktı. Oysa yarım saat sonra balkonuna konmuş bir kuşun
keskin ötüşü ile uyandı. Yatağında doğrulup etrafına baktı. Nerede olduğunu
anlayınca hemen kalktı yataktan. Gölün kenarlarında önceden kalmış kar
öbeklerini görünce havaya şöyle bir baktı. Bulutlar sanki kar getirecek
gibiydi. Yatarken çıkarttığı kazak ve pantolonunu yeniden giydi. Kaban, bere ve
atkısını eline alıp aşağı indi.
*****
Otobüslerin gelmesine en az
yarım saat vardı. Onlar hem daha geç yola çıkmış hem de birkaç duraktan yolcu
almıştı. Kahve salonuna girdiğinde Fatih’in yanında iki kız ile konuştuğunu
gördü. Hızlı çapkın orada da rahat durmamıştı. Yanlarına gidip selam verdi.
Kızlar merakla baksalar da tehdit oluşturmadığını anlayıp konuşmaya devam
ettiler. Çağla üstündeki uyku mahmurluğunu atamamıştı. Aslında yürüyüş sözü
vermemiş olsa biraz daha uyumayı tercih ederdi. Temiz havada uyku çok
dinlendirici oluyordu.
Tayfun Bey az sonra kahve
salonunun kapısındaydı. Çağla, onun da kendisi gibi montunu eline aldığını
gördü. Hatta bere bile vardı elinde. Uyumuş gibi gözükmüyordu. Belki de o
sürede sevgilisi ile konuşmuştu.
Tayfun, salonun kapısından
girer girmez görmüştü Çağla’yı. Fatih’in yanındaydı doğal olarak. Ama
yanlarında iki kız daha vardı ve kızlar Fatih ile konuşurken Çağla da ilgi ile
onları dinliyordu. Ama sanki gözlerinde biraz uyku vardı. Demek ki o kısa
sürede uyumuştu. Yanlarına geldiğinde Fatih’in kızlarla konuşmaya devam
etmesini fırsat bilip Çağla’ya döndü,
“Yürüyüş için hazır mısın?
Yoksa yukarı çıkıp uyuyacak mısın?”
Çağla hemen yerinden kalktı
ve montunu giymeye başladı. “Yürüyeceğim ve uykumun açılmasını umacağım. Fatih
sen geliyor musun?”
“Sonra görüşürüz kızlar.
Şimdi benim kaybolmaması için arkadaşlarıma rehberlik etmem lazım.” diyerek
kızlardan ayrıldı.
“Fatih, hayret ettim sana.
İlk kez bizi kızlara tercih ettin.”
“Çağla’cığım, üç tane
yetiyor canım. Beş olunca trafik gerçekten karışır ve işin kötüsü bu kızlar
Ankara’da yaşıyor.”
“Yani diyorsun ki
İstanbul’da olsalar bir yolunu bulurdun!”
“Ah be Çağla, beni bir sen
anladın, sen de yanlış anladın.” Fatih, gülerek bakıyordu Çağla’ya.
Tayfun da onlara bakıyor ve
bu konuşmaların ardında yatanların neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Bu
ikisi başını ağrıtıyordu. Sorunlu bir programı yeniden yazmak bile daha kolaydı
onun için. En iyisi bir şey düşünmeden o anı oluruna bırakmaktı.
Üçü gölün etrafında tam tur
atmanın o gün için yorucu olacağını düşünüp geldikleri yolun aksi istikametinde
yarım saat kadar yürümeyi planladı. Sessizlik çoğunluktu ama arada Fatih ile
Çağla, ya da Fatih ile Tayfun konuşuyordu. Tüm yürüyüş boyunca Tayfun, Çağla ile
hiç konuşmamıştı. Neden konuşmadıkları hakkında hiç fikri yoktu Çağla’nın.
Acaba kendisini konuşmaya değer mi bulmamıştı? Neyse ne diyerek yürüyüşün
tadını çıkarttı.
Hava tertemiz ama soğuktu.
Yürüdükçe üstündeki uyuşukluk gitti. Geri dönüşe geçtiklerinde otobüsün
geldiğini gördüler. Biraz hızlandılar. Kendilerini aradıkları bakışlarından
belli olan gruba yaklaştılar.
Tayfun bey, biraz geride
kalıp Fatih ile Çağla’nın, ekibin yanına gitmesini bekledi. O sırada gruptan
ayrılan iki kızın kendisine yaklaştığını gördü. İkisinin üstünde de çok güzel
montlar vardı. Başlarında bere yerine kulaklarını örten yün bantlar olduğunu
gördü. Saçlarının güzelliğini sergilemek için öyle yaptıkları belliydi. Tayfun
bu kızların neden kendisine yaklaştığını anlayamadı.
“Merhaba, Tayfun Bey henüz
tanışmadık. Ben Pelin, bu da arkadaşım Şeniz. Bu iki günü birlikte
geçireceğiz.”
“Memnun oldum küçük
hanımlar. Çağla, size her türlü konuda yardımcı olacaktır. Şu an bilgileri
aktarıyor olsa gerek. Hemen gruba katılırsanız sorun olmaz.” Tayfun kafasında
yanan ampulün biraz geç yanmasından dolayı sıkıntı yaşamamayı umdu. Çağla
kendisini bunun için uyarmak istemişti galiba?
Çağla, Tayfun Bey ile
konuşan kızları görmezlikten gelmeyi tercih etse de kendine engel olamıyordu.
Gözü devamlı üçlüye takılıyordu. Kızların kısıtlı paraları ile şık olmaya
çalıştıklarını ve bunu bir ölçüde de başardıklarını görünce kendi üstündeki
kabana ve altındaki kalın burunlu botlarına baktı. Yürüyüşe çıkarken mümkün
olduğunca kalın giyinmişti. Hava çok soğuktu ama iki genç kızın soğuğu
hissetmediğinden emindi. Çekici halleri Çağla’da hafif bir kıskançlık yaratmıştı.
Zaten kadınlar için ne derlerdi? “Biz kadınlar erkekler için değil, kadınlar
için giyinir süsleniriz.” Elbette öyleydi. O yüzden bu soğukta bile, havalı
giyinen iki genç kızı kıskanmıştı. Yoksa kızların o halleri ile Tayfun Beyin
yanında yer almasının, Tayfun’un da kızlara ilgi ile bakmasının hissettikleri
ile hiç ilgisi yoktu.
Soğuktan burnu kıpkırmızı
olmuş bir halde ekibin geri kalanı ile konuştu. Kızların o sırada kendilerine
doğru gelmesi ile biraz rahatladı. Odalarının ayarlanması için bir süre bekleyeceklerini,
acele etmemelerini söyleyerek odasına çıkmak için merdivenlere yöneldi.
Herkesin elinde çanta varken kendisinin asansörü kullanması yakışık almazdı.
Tayfun, Çağlanın
merdivenlere doğru yürümesini fırsat bilip hemen seslendi. O da odasına çıkmak
istiyordu. Aşağıda kalması tehlikeli olacaktı.
Çağla, geri döndüğünde
Tayfun’un bir adım arkasında iki genç kızı görünce onlara döndü. Zoraki bir
gülümseme ile iki kıza bakıp, “Anahtarlarınızı alabildiniz mi?” diye sordu.
Tayfun beyin arkasını dönüp kızları görmesi ile yüzü değişti. Çağla, onların
peşinden geldiğini fark etmediğini anladı.
“Az önce soramadım, nasıl geçti yolculuğunuz?”
“Sizinki kadar rahat değil
Çağla. Biz otobüs koltuklarına sıkıştık ne yazık ki! Keşke rahat bir arabada
olsaydık! Bu kadar yol otobüste gelinmezmiş.”
Çağla, Şeniz’in cümlesini
duymazdan geldi. Tayfun ise ilgi ile üçlüyü izliyordu. Çağla onun izlediğini anlayınca daha da
sinirlendi. Uyarmıştı ama patronu dinlememişti. Şimdi o iki kızla kendisinin
uğraşmasını istiyordu. Çağla, elinden geldiğince kısa sürede kızları başından
atacaktı.
Yanlarına gelen Fatih,
dörtlünün orada ne konuştuğunu anlamamıştı. Yine de Şeniz’in kendisine baygın
bakışlar atmasının ne anlama geldiğini çok iyi anlamıştı. Diğer kızın da Tayfun
Beye aynı bakışlarla baktığını, Çağla’nın ise sinirli olduğunu gördü. Neler
olmuştu iki dakika içinde?
Çağla, ikisinin de diğer
sekiz gençten farklı olduğunu kabullenerek, “Bayanlar, sizler de
arkadaşlarınızla anahtarlarınızı bekleyin. Sizleri saat altı buçukta toplantı
odasında toplayacağım. O saate kadar dinlenebilirsiniz. Böylece yol
yorgunluğunuzu atarsınız.”
Kızlar, erkeklere son bir
bakış atıp diğerlerinin yanına doğru kırıtarak yürüdü. İki erkeğin o andan
sonra nasıl hareket edecekleri kendisini zerrece ilgilendirmiyordu. ‘İkisi de
kocaman erkek, onların annesi de sevgilisi de değilim. Ne yaparlarsa
yapsınlar.’ diyerek merdivenleri çıkmaya başladı. Arkasından gelen ayak
seslerini duyunca kafasını hafifçe çevirdi. Tayfun ile Fatih peşinden odalarına
çıkıyordu. Keyiflenmişti. Gülümseyerek adımlarını hızlandırdı ve odasına
giderken “Kahve servisinde görüşmek üzere” dedi…
Odasına girer girmez
soyundu. Duşu açıp suyun ısınmasını bekledi. Kısa sürede ısınan suyun altına
girdiğinde tüm günün yorgunluğu akıp gitmişti.
Saçlarını yanında getirdiği mentollü şampuanı ile yıkadı. Başka
markalarla sorun yaşadığı için otellerin verdiği şampuanları kullanmazdı. Sıcak
suyun altında bir süre vücudunu tuttu. Aklından geçen düşüncelerin yorgunluk
gibi akıp gitmesini istese de ne yazık ki suyun temizleyemeyeceği karışıklıklar
vardı. Neyin neden olduğunu bilmediği karmaşanın altından kalkamıyordu. En
iyisi düşünmemekti…
Duş sonrası bir süre sıcak
odada bornozu ile oturdu. Ara sıra camdan manzarayı seyrediyor, sonra yine
kendini koltuğa atıyordu. Düşünmeme çabaları da boşa çıkıyordu. Bu gezi
kafasını fazlaca karıştırmıştı. Bilgisayarını açtı. Kahve saatine kadar biraz
kitap okuyacaktı.
Yünlü acı kahverengi bir
pantolon ile krem rengi ince bir kazak giydi. Makyaj yapmadan inecekti ama son
anda vazgeçti. Aynanın karşısına geçip yüzünü biraz renklendirdi. Gözlerine hem
dıştan hem içten kahverengi kalem çektikten sonra biraz rimel sürdü.
Dudaklarına kıyafetine uyan açık kahverengi tonda çıkmayan bir ruj sürüp
makyajını tamamladı. Eskiden kadınların kahve fincanlarında bıraktıkları dudak
izinden nefret ederdi. Neyse ki yeni rujlar ile bu olmadan da rahatça kahve
içiliyordu. Bu akşam dans yoktu. Hareket etmeyecekleri için üşüyebilir endişesi
ile bir de hırka aldı yanına. Telefon ve oda anahtarını da alınca kahve içmek
için hazırdı.
Odadan çıkmadan önce son
bir kararlar yanına bilgisayarını da aldı. Kimse ile konuşmak istemiyordu.
Biraz kitap okumak ve keyifle kahvesini yudumlamak istiyordu. Manzaraya hakim
bir masaya oturdu. Garsonlar kahvesinin yanında kuru pastalarda getirince
acıktığını anladı. Hem okuyor hem içiyordu. Boş sandalyelerden birinin
çekilmesi ile başını kaldırdı.
Fatih yüzünde büyük bir
sıkıntı ifadesi ile yanına oturdu.
“Bu iki gün biter mi?”
“Hayırdır?”
“Sülük ilacın var mı?”
“Var ama sana yaramaz.
Mıknatıs gibisin.”
“Öyleyim değil mi?” Az
önceki sıkıntılı ifade ukala bir gülüşe dönmüştü. Fatih, çekici bir erkek
olduğunun farkında her flört eden kadınla birlikte olmayı normal bulan biriydi.
Bundan şikayetçi olması şımarıklıktı.
“Bir de şikayet etmiyor
musun? Oğlum, sen akıllanmayacaksın. Bul doğru düzgün bir kız evlen. Böylece
kafan rahat etsin. Kimse ile ilgilenme. O zaman kızlar da sana yapışmaz.”
“Ama ben yapışmalarından da
memnun oluyorum.”
“Umutsuz vakasın. Sus da kitabımı
okuyayım.”
“Buraya kitap okumaya mı
geldin? Gel gezelim.”
“Yürüdük ya. Ayrıca hava
karardı.”
“Korkuyor musun?
Aydınlatılmış yerlerde yürürüz.”
“Yeni banyo yaptım. Saçım
hala nemlidir. Bir de hasta olmayayım.”
“Tak şapkanı ve yürü. Ne
çok mızmızlandın. Biraz yürüyüp acıkalım.”
“Sen hep açsın. Yürümeye
ihtiyacın yok ki.”
“Ya sen beni bu kadar kötü
mü biliyorsun? Arkadaşlarına da öyle anlatıyorsundur. Onun için senin kızları
kandıramıyorum.”
Fatih ne demek istiyordu
acaba? Çağla bu konuşmayı biraz deşmek istiyordu. Bilgisayarını kapattı ve
çantasına koydu. Ayağa kalkıp tepesine dikildi. Ellerini beline koydu ve “Benim seni tanıdığım kısım arkadaşlarımı
senden uzak tutmak için yeterli. Hiç birinin üzülmesini istemem.” Zarf atmıştı.
Bakalım Fatih ne yapacaktı.
Yerinden kalkarken
“Üzeceğimi nereden çıkarttın?” diye yanıtladı. İkili hem konuşuyor hem dış
kapıya doğru yürüyorlardı.
“Benim arkadaşlarım iki üç
kızı bir arada idare eden erkeklere karşı bağışıklık kazanmış tipler değil.
Hasta olup üzülürler.” Çağla Fatih’in aklında neler olduğunu anlamak için
konuşmaya devam etti. “Senin hayatına giren kızlar üç günlük olduklarını
biliyorlar. Bak benim bir arkadaşım nişanlandı. Biri askerdeki sevgilisini
bekliyor. Biri yeni bir ilişkiye başladı. Yani hepsi uzun süreli ilişkilerin
kızları. Sen uzun süreli bir ilişki düşünmüyorsan hiç heveslenme”
İkisi de farkında değildi
ama onların konuşmalarını duyan Tayfun arkalarından geliyordu. Çağla Fatih’in
hayatında kalıcı mı olmak istiyordu? Fatih gibi şıpsevdinin hayatında yine üç
günlük bir kız mı olmak istiyordu? Aptal mıydı?
Fatih, “Ama yaşım daha çok
genç. Biraz yaşlanınca, Tayfun beyin yaşına gelince tek kız ile idare ederim.”
dedi. Tayfun daha fazla sessiz kalmak istemedi. “Ne varmış benim yaşımda?”
“En ideal yaş, diyordum.”
Fatih toparlamaya uğraşıyordu. Çağla ise ikisine bakıp dudağını ısırıyordu.
Tayfun konuşmanın başını da dinlediğini söyleyemeyeceği için Fatih’in küçük
yalanına inanmış gibi yaptı. “Yirmi dokuz yaşın ideal olduğu nasıl bir durum
var merak ettim. Ayrıca sen de benden sadece iki yaş küçüksün.”
“O iki yılı da dolu dolu
yaşasam ne olur? Çağla’nın arkadaşları da Çağla gibi olsalar ya? Ama yok onlar
uzun ve kalıcı ilişkiler arıyormuş. Bu arada biz yürüyüşe çıkıyorduk. Siz de
gelin” kapıya doğru yürümeye devam ettiler. Tayfun da onlara katılmıştı.
Çağla duyduklarına
inanamadı. Fatih resmen kendisini satmıştı.
“Fatih ne demek istiyorsun?
Benim ne olduğumu sanıyorsun?”
“Ya sen gezmeyi tozmayı
seviyorsun ya. Ondan dedim. Yoksa senin hayatında hiç erkek olmadığını
biliyorum. Seninki dudak tiryakisi sigara içicileri gibi.”
“Sus Fatih. Her cümlenle
batmakla kalmıyor magmaya yaklaşıyorsun. Daha fazla batma istersen.” Çok
kızmıştı. Kendisini Tayfun beyin önünde iyice rezil etmişti.
“Fatih kötü bir şey kastetmedi.
Senin yaşın da genç. Ciddi ilişkileri düşünmeyeceğin yaşlardasın. Ama bak bana!
Otuz yaşa bir yıl kaldı. Artık eskisi gibi yaşayamayacağım yıllar başlıyor.”
“Sizin de istediğiniz gibi
yaşayacağınız yaşlar bunlar. Evlenmek de hayata yön vermek de bu yaşlarda
beklenilen şeyler ama şart değil.”
“Bana göre de öyle ama
aileler öyle demiyor. Senin annen evlenmen için baskı yapmıyor mu?”
“Yapmaz mı? Beni deli
edecek kadar ısrarcı bile olabiliyor.”
Hele de bebek konusunda süresinin azalmasından sonra ısrarları daha da
artmıştı. Elbette bunu söyleyemezdi. Tayfun yürürken aklına gelmiş gibi sordu
“Sen ne düşünüyorsun peki? Var mı yakında evlilik?”
“Yok öyle bir şey.”
“Neden o kadar kesin bir
yanıt verdin? Mutlaka vardır bir şeyler.”
Fatih az konuşmuş gibi yine
söze girdi. “O arayışta. Ama kendisine uygun birini bulamadı.”
“Fatihhhh”
“Ne Fatihhh… yalan mı? Bir
sürü erkekle bir ya da iki kere çıkıyor sonra da bırakıyorsun.”
“Çünkü onlar doğru kişiler
değil. Neden vakit kaybetsin insanlar? Ben aşık olmak istiyorum. Kendimi
zorlayarak birisinin hayatında yer almak istemiyorum. Sanırım herkes de öyle
ister.” Bu kadar özelini konuşmak istemezdi ama Fatih zorlamıştı. Onun yüzünden
Tayfun beye kendini anlatmak zorunda kalmıştı. Biraz sinirlense de konuyu
özelden genele çevirmişti.
“Çok doğru söylüyorsun.
Aşık olmak önemli. Doğru insanı bulmak önemli.”
O sarışın sevgilisine
aşıktı demek ki. Çağla içinde bir şeylerin neden kırıldığını anlamadı.
Bağlayabileceği tek nokta kendisinin aşık olamaması ama başkalarının o duyguyu tatmış
olmasıydı. Başka şey olamazdı.
Yolu yarılamışlardı ki Pelin ile Şeniz’in
karşıdan geldiklerini gördüler. İkisi de
erkeklere beğeni dolu bakışlarını yollayıp, biz de gelebilir miyiz, diye sordu.
Çağla ikisine de tahammül edebileceğini sanmıyordu. Eğer erkekler tamam derse
kendisi geri dönecekti. Tayfun, “Üzgünüm bayanlar. Ekibim ile temiz havada iş
görüşmesi yapıyorum. Sizlerle sonra görüşürüz.” diyerek başından savdı. Çağla
rahatlamıştı. İşin komiği Fatih bile rahatlamıştı.
Biraz ilerlediklerinde
Tayfun “Çağla, bunlar senin başına dert oluyor sanmıştım. Üzgünüm seni
dinlemediğim için. İkisi de baş belası. Öyle değil mi, Fatih?”
“Baş belası değil sülük
onlar. İlk kez bu kadar rahatsız oluyorum bana ilgi gösterilmesinden.”
“Çünkü ikisi de densizlik
seviyesinde ilgi gösteriyor. İnsan ilgi duyabilir ama biraz da karşısındakinin
ilgisine karşılık verip vermediğini bakar. Bu kadar baskı kim olsa bıktırır.”
İki erkek dertleşiyordu. Çağla, “Onların aklından geçenlerin ne olduğunu az çok
tahmin ediyorum. Kadın olarak güçlerini merak edip birbirlerine bunu ispatlama
yarışına giriyorlar. Biraz büyüdüklerinde ya akıllanacaklar ya da pişman bile
olamayacakları bir ortamda kalacaklar.” diyerek kızların neler yaptığını
açıklamaya çalıştı, çok konuştuğunu fark edip sustu.
Fatih, Çağla’ya
gülümseyerek bakıyordu ama Tayfun Beyin kaşları çatılmıştı. Çağla çok
konuştuğundan emin bir süre susmayı tercih etti.
Tayfun, Çağla’nın da kendi
gücünü birileri üstünde denemiş olabileceğini düşündü. Canı sıkılmıştı onu öyle
düşününce. Sanki o yapmaz gibi geliyordu. Oysa şirkette etrafından üç, belki de
dört erkek vardı. Yine de onların hiç biri ile samimi bir ortamda olduğunu
görmemişti. Acaba? Acaba sadece arkadaşlar mıydı? Sadece biraz fazla birlikte
dışarı çıktıkları için mi öyle düşünüyordu? İşin içinden çıkamayınca biraz
arkada kalıp izlemeye başladı.
Üstündeki kalın giysiler
bile Çağla’nın güzelliğini saklayamıyordu. Fatih ile konuşmalarını duyuyordu.
Kısık sesle konuşsalar da Çağla’nın Fatih’e kızdığını anlıyordu. Kendisi
hakkında kötü düşünmesinden çekindiğini sanıyordu. Kısa süre sonra onlar da
suskunlaştı. Yürüyüşün büyük kısmı sessizlik içinde geçti. Dönüş başladığında
Tayfun, Fatih’e ertesi gün yapılacaklarla ilgili bir iki bilgi aktardı.
Otele ulaşana kadar Çağla ile çok az konuşan
Tayfun, yemekte görüşürüz, diyerek odasına çıktı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder