30 Ağustos 2015 Pazar

DOĞRU ERKEK NASIL BULUNUR? 11. Bölüm

Saat dokuzda hazırdı.
Evden çıkmadan ajansın ayarladığı on öğrenicinin otobüslerin kalkacağı yerde toplanıp toplanmadığını da kontrol etti.
Az sonra cep telefonunun ekranında Tayfun Beyin adını gördü. Hemen kapattı telefonu. Annesi ve babası ile vedalaşıp evden ayrıldı. Aşağıda Fatih ve Tayfun Beyin arabadan inmiş kendisini beklediğini gördü. Soğuk havada onları fazla bekletmemek için adımlarını hızlandırınca onlar da bir iki adım yaklaşıp elindekilere uzandı. Fatih’e küçük valizi Tayfun Beye de elbise askısını vermişti. Askıyı kendi elbise askısının yanına astıktan sonra şoför koltuğuna geçti.  Fatih arka kapıyı açıp binmek isterken Çağla onu durdurup “Sen yine önde otur. Ben arkada giderim.” Dedi.
“Yol rahatsız etmesin? Miden falan bulanmaz mı?”
“Hayır, sorun olmaz. Zaten kitap okuyacağım. Siz önde rahatça muhabbet edersiniz.”
Tayfun Beyin kendisine dikkatli baktığını fark etti. Neden böyle baktığını anlamamıştı.
Tayfun da neden önde oturmak istemediğini anlamamıştı. Sinirlendiğini hissetti ama buna bir anlam veremedi. O sırada Çağla hafif bir gülümseme ile bakışlarına yanıt verdi. Elbette çoğu zaman olduğu gibi gülümsemesine yanıt alamadı. Gülmek gelmemişti içinden. Hem neden gülecekti ki?
Çağla arka koltuğa zıplayarak oturduktan sonra çantasını da yanına koydu. Büyük bir çantası vardı ama içi genelde annesinin yanına koymayı sevdiği enerji verecek yiyeceklerle doluydu. Bir termos kahve ve üç tane de fincan yine çantasının içindeydi. Tüm bunlardan habersiz olan Fatih, “Şu kadınlar iki gecelik bir geziye bile üç ayrı çanta ile gelebilmeyi başaran tek canlıdır.”
“Senin için ütüsüz gömlekle toplantılara katılmak sorun değil sanırım?” Çağla, Fatih’in kendisini Tayfun beyin yanında küçük düşürmesinden hoşlanmamıştı. O aslında pek diğer kadınlara benzemezdi. Yanında götürdüğü her şeyi kullanmak için plan yapar, hatta hangi gün hangi kıyafetini giyeceğini bile önceden belirlerdi. Sadece aksi durumlarla karşılaşmamak için birer yedek alırdı. Yedekler ayrı bir yerde durur. Kirlenmeden geri gelmesi başarı kabul edilirdi. Çağla tuhaf huyları olduğunu biliyordu ama bu huylar hep iyi şekilde kullanılacak şeylerdi. 
“Ben ütületecek birisini bulurum.” Fatih, Çağla’yı kızdırmak için vermişti yanıtı. Bunu söylerken yüzüne bakmayı da unutmamıştı.
“Ondan kuşkum yok da bir gün trafik karışırsa ne yapacaksın asıl onu düşünüyorum.”
“Çağla’cığım, trafik karışırsa bunlar gider yenileri gelir.”
“Tayfun Bey, çapkınların şirkette çalışmasını engelleyen bir kuralımız yok mu?”
Tayfun Bey ikisi arasındaki konuşmayı dalgın bir şekilde takip ediyordu. Bu ikisi arasında da bir şeyler var mıydı? Çağla acaba aslında Fatih’ten hoşlandığı için mi diğer erkeklerle flört edip ilgisini çekmeye çalışıyordu? O bunları düşünürken Çağla ona bir şey sormuş ama o anlamamıştı. O yanıt verene kadar Fatih yine yanıtladı.
“Sen şirket kurallarını içeren bir liste yaparsın hemen. Böylece önemli bir noksanlığı tamamlamış olursun.” Bu kez de listeciliği ile dalga geçiyordu. İşte buna dayanamazdı. Sinirle “Benim liste yapmam seni neden rahatsız ediyor?”
“Beni rahatsız etmiyor. Senin gibi unutkan biri nasıl programcılık yapıyor ona şaşıyorum.”
“Unutkan mı? O da nereden çıktı?” Şaşırmıştı bu kez. Neyi unutmuştu ki?
“Listeyi neden yapıyorsun? Unutmamak için değil mi?”
“Ne listesinden bahsediyorsunuz?” Tayfun Beyin nihayet konuya ilgisi artmıştı. Ne listesinden bahsediliyordu? Fatih’in bildiği ama kendisinin bilmediği bu listelerde ne yazıyordu?
“Çağla, her şeye liste yapıyor, Tayfun Bey. Yoksa unutuyor.”
“İlgisi yok.” Çağla utanmıştı. Onun yüzünden bunu anlayan Tayfun yumuşak bir sesle sordu. “Neden liste yapıyorsun Çağla?”
Çağla iç çekti. Şimdi nedenlerini anlatacak ve komik duruma düşecekti. “Organizasyonu yaptıktan sonra kafam rahat ediyor ve bir sonraki işimi daha net düşünüyorum. Daha düzenli olmamı sağlıyor. “
“Her şey için mi yapıyorsun o listeleri?”
“Elbette. Alışverişe giderken de tatile giderken de listemi önce yaparım. İnsanlar genelde en önemli şeyleri unuturlar. Kimlik gibi, ehliyet gibi.”
“Kimlik mi? Eyvah!” Fatih bir anda camdan dışarıya sabit bakışlarla bakmaya başlamıştı. Çağla arkada gülmemek için kendini tutmaya çalışıyordu. Fatih’in o kadar dalga geçmesinden sonra böyle bir şey yaşamasına içten içe sevinmişti. Tayfun’un da Fatih’in durumu ile dalga geçmesi içini rahatlatmıştı.
“Kimlik mi ehliyet mi?”
“Cüzdan.”
 “Geri dönelim mi Fatih?”
Fatih kararsızdı. Neredeyse bir saattir yoldaydılar. 
Çağla, Fatih’in düşünceli haline bakıp gülümseyerek konuştu. “Otel sorun çıkartmazsa benim bilgisayarımda hepimizin kimlik dökümü var. Bilgisayardan döküm alabiliriz isterlerse.”
“Sen gerçekten bu kadar tedbirli misin hep?” Bu kez şaşırma sırası Tayfun’daydı. Çağla dikiz aynasından kendisine bakan Tayfun’a “Böyle yapınca sürprizler, olumsuzluklar aza iniyor.” dedi. Tayfun da başını sallayıp onayladı. “Doğru söylüyorsun. Sanırım otel sorun çıkartmaz. Ama ben yorulursam arabayı senin kullanmanı isteyeceğim. Fatih ehliyetsiz olduğuna göre kullanamaz.”
“Sorun değil yorulursanız ben kullanabilirim.” Çağla, kendisine arabasını asla vermeyeceğini bilerek söylemişti. Erkeklerin arabalarını, bir de böyle pahalı bir arabayı kadın şoföre vermemek için yorgun ve uykusuz kullanmayı tercih edeceklerini biliyordu. Yine de teklif yapmıştı.
“Anlaştık. Çünkü yolun bir kısmında Fatih’e vermeyi düşünüyordum.”
Çağla, dikiz aynasından bakan Tayfun beyin ciddi olup olmadığını anlamaya çalıştı. Ciddiydi!
*****
Yolun kalanı Fatih’in arada bir cep telefonuna gelen mesajlara yanıt yazması ve iki erkeğin iş, spor gibi konularda konuşmaları ile geçmişti. Bu süre içinde Çağla iki kez çantasından yiyecek ve içecek çıkartmıştı. Tayfun beye, arabaya dökülmemesi için bir yerlerde durup yemeyi teklif etmiş ama onun “Dökülürse temizletiriz” demesinden sonra da ikramları dağıtmıştı.
Fatih, bu kez de çanta için söylediklerinin altında ezilmişti. “Çağla, kusura bakma, senin o çantanın yol için tedbirlerle dolu olduğunu düşünmem lazımdı.”
“Önemli değil. Böylece beni ne kadar tanımadığın çıktı ortaya.” Gülümsüyordu. Çünkü onun tarafından tanınmamak mutluluk vericiydi. Fatih’in çapkınlıkları tüm şirket tarafından biliniyordu. Gerçi kendisi de çapkın sayılabilirdi…
Fatih yanıt vermedi. Tayfun bey, her zamanki sessizliğinde kullanıyordu arabayı. Çağla arkada bilgisayarını açmış çalışıyordu. Yolun bitimine bir saat kadar kaldığında “Çağla, yaptığın çok önemli bir iş değilse biraz sen kullanır mısın?” dedi.
Çağla hiç beklemiyordu gerçekten kullanmasını isteyeceğini. Şaşkınlıkla dikiz aynasından yüzüne baktı. “Elbette.” diyerek e-kitap okuduğu bilgisayarını kapattı. Fatih de şaşırmıştı. Tayfun beyin yorulmadığından emindi. Neden arabayı ona verdiğini çözememişti.
Arabayı sağa çekip dörtlüleri yakarak indi. Çağla da inerek ön tarafa geçti. Fatih de arkaya geçmek ve ön koltuğu Tayfun beye bırakmak istedi.
“Rahatsız olma. Ben arkada giderim.”
Çağla, neden yanında oturmak istemediğini anlamamıştı. Gerçi Fatih’in inmesi ve arkaya geçmesi gereksiz bir hareket sayılsa da araç sahibi ve patron Tayfun bey olduğu için yer değiştirmeleri mantıklıydı. Fatih’in ısrarı ile yerler değişmişti.
Çağla koltuğu kendine göre ayarladıktan sonra aynalarını da düzeltti, dörtlü flaşörün yerini aklına yazdı ve yola çıktı. Araba alışkın olduğundan daha yüksekti ama düz vites olması sayesinde rahatça kullanıyordu. Babası otomatik vites araba kullanmasını istememişti. ‘Bunu öğren, diğerini nasılsa öğrenirsin’ demiş, Çağla da vites kullanarak araba sürmekten zevk aldığını anlayınca otomatik vites sevdasından vazgeçmişti.
Tayfun beyin yanında otururken hareketlerini izlediğini, Fatih’in ise arkada tedirgin bir şekilde oturduğunu fark etti. Eh kendisi de birisinin arabasına ilk bindiğinde şoförlüğünü öğrenene kadar tedirgin olurdu. Kısa süre sonra arabaya iyice alışmış çok rahat hareketlerle kullanmaya başlamıştı. Böylece iki erkeğin de tedirginliğinin geçeceğinden emindi. Yanılmamıştı, Fatih artık cep telefonu ile ilgileniyordu. Tayfun ise hala ara sıra kendisine bakıyordu. Yine de aklı başka yerdeymiş gibiydi. Dalgın halini görünce sevgilisini düşündüğünü tahmin etti. Acaba nasıl biriydi? Uzun ve sarışın olduğunu öğrenmişti. İşte biri daha esmer-sarışın uyumunu yakalamıştı. Kendisi de sarışın erkeklerin peşinde olurdu ama hala aşık olacağı birini bulamamıştı. Şans…
Sessizlik sürdükçe Çağla’nın aklı değişik yerlere gidiyordu. Fatih de arkada hiç sesini çıkartmadan mesaj yazıyordu. Abant gölüne yaklaştıklarında Tayfun’un cep telefonu çaldı. Biraz ciddi sesle de konuşsa sevgilisinin aradığını anlamıştı. Otele yaklaştıklarını söyleyip sonra ararım diyerek kapatmıştı telefonu. Çağla, onu neden getirmedi acaba, diye düşündü. Getirseydi merakı yatışırdı. Ama çok da merak etmiyordu. Patronunu üzdüğüne göre çok da sevmiyordu. Acaba Tayfun Bey çok seviyor muydu? Bunu düşününce biraz midesi yandı. Bu mide yanmasının nedenini anlayamadı. Galiba kıskanmıştı. Ne de olsa kendisi hiç aşık olmamıştı, olanları kıskanması çok normaldi.
Tayfun telefonunu cebine koyarken Çağla’ya bakıyordu. Çağla ise gözünü yoldan ayırmıyordu. İyi ki de öyle yapıyordu. Çünkü önlerinde olan kazayı bu yüzden çok daha önceden görmüş, hemen dörtlüleri yakarak arkasından gelenleri uyarmış ve aynı anda ani bir fren yapmıştı. Mesaj yazan Fatih “Ne oluyor? Ne oluyor?” diye panikle yerinden doğrulmuştu. Tayfun da kafasını hemen camdan dışarı çevirmişti. Kazayı görünce torpidoya tutunmuş ve frenin etkisini azaltmıştı. Zaten emniyet kemerleri de takılıydı. Hemen üçü de arabadan indi. Kaza yerine gitmeden Çağla arabayı kilitleyip anahtarı da cebine koydu.
Öndeki kaza neyse ki sadece maddi hasarlı bir kazaydı. Kimse yaralanmamış olunca arabaya dönerek, kaza mahallinden uzaklaştılar. Tayfun az önceki freni anımsayarak “Çok iyi bir şoförsün. O kazayı önceden anlayıp fren yapman bizim de kaza yapmamızı engelledi.” Samimiydi sesi. Aynı anda yüzünde de minnet ifadesi vardı.
“Teşekkür ederim. Dikkatliyimdir. Fatih gerçi korktu ama o da başını kaldırmadan yazdığı için olsa gerek.” İşi şakaya vurmak o an daha iyi bir çözümdü. Çünkü Tayfun Beyin kendisine bakışlarından heyecanlanmış, ettiği iltifattan sonra da kendisini çok mutlu hissetmişti.
“Korkarım tabii. Sen kullanıyorsun arabayı. Dedim nereye uçuyoruz?” Abartarak korkusunu saklamaya çalışmasına güldü Çağla. Tayfun bey bu kez Fatih’e döndü “Fatih için rahat etsin, benden bile iyi kullanıyor.” dyerek bir kez daha iltifat etti.
“Tayfun bey siz de öyle söylemeyin havaya girecek.”
“Haklı bir hava olur. Umarım bizim ajansın ekibi tam kadro gelmiştir. Noksan olurlarsa sorun yaşarız. Neden daha erken aklıma gelmedi ki? Arar sorardık.” Neden aklına gelmediğini kendisi biliyordu ama başkalarının bilmesi gerekmiyordu. Kafası çok karışıktı.
“Sorun yok. Ben sabah evden çıkmadan aramıştım. Hepsi tamam.” Zaten sorun olabilecek iki kişi vardı. İkisinin de bu geziyi kaçırmak istemeyeceğini biliyordu.
“Teşekkürler.” Tayfun bir kez daha takdirle bakıyordu yüzüne.
Çağla kendini nedense çok iyi hissetti.

*****

Otele vardıklarında güler yüzlü danışma görevlileri karşılamış, Fatih’in kimliksiz olmasını sorun etmemişlerdi. Vatandaşlık numarası ile kaydını yaptıktan sonra odalarını gösterdiler. Öğlen yemeği için saat birde buluşacaklardı. On beş dakika vardı. Çağla hemen odasına girip elbiselerini dolaba astı. Ütü sorunu olmamıştı. Erken gelmiş olmaktan çok memnundu. Öğlen yemeğine inerken üstünü değiştirme gereği duymadı, sadece çantasından telefonunu aldı. Eğer yemekten sonra yürüyelim derlerse odasına gelip üstüne kabanını ve şapkasını giyerdi.
Çağla odadan çıkmadan annesini de arayarak otele yerleştiğinin haberini verdi. Her şey tamamdı. Asansöre yürürken karnından gelen gurultu ile gülümsedi.
Yemek salonunda kendileri gibi görevli olan sekiz on kişi daha vardı. Fatih ortada yoktu. Tayfun Bey de iki adım önünde açık büfeden yemek alıyordu. Çağla’yı görünce başı ile selamladı ve yemek seçmeye devam etti.
Çağla’nın bazı yemekleri koklamasını gözünün ucu ile takip ediyordu. Bu kız komikti. Her yemeği önce kokluyor sonra kimisini tabağına koyuyor kimisinden de almıyordu. Neyi araştırdığını merak etti.
“Taze yapılmıştır hepsi.”
“Onun için koklamıyorum. Sarımsak olmasın içlerinde diye kokluyorum.”
“Sarımsak sevmez misin?”
“Severim ama şimdi yemenin zamanı değil.”
“Belki ben yiyorumdur. Kokarsa kızmazsın değil mi?”
“Yok neden kızayım. Yoğurtlu olan her şeyde sarımsak var ve evet siz de almışsınız.”
“Sen de al hadi. Yarın sabaha kadar geçer kokusu.”
“Almasam?”
“Zorlamıyorum ki. İstersen al. Fatih’in de yiyeceğinden eminim.”
Çağla, az miktarda tabağına koyunca Tayfun beyin yüzünde küçücük bir gülümseme dolaştı.
Cam kenarındaki masalardan birine doğru yürüdü Tayfun. Çağla da onu takip etti. Masaya oturduktan sonra açlığını unutup gölü izlemeye başladı. Müthiş manzarayı ezberlemek ister gibiydi. Daldığı rüya aleminden masaya gelen garsonun sesi ile koptu. Ne içeceklerini soruyordu. Çağla, taze sıkılmış meyve suyu isteyince Tayfun da aynısından istedi. Fatih hala ortalıkta yoktu. Küçük taze beyaz ekmeklerin yanında çavdar ekmekleri de vardı. Çağla, Tayfun’un beyaz ekmek yiyeceğinden emin bakmadan elini uzatıp çavdar ekmeğini almak istediğinde eli bir başka ele çarptı. Elektrik çarpmış gibi hemen elini çekip Tayfun Beye baktı. “Kusura bakmayın.” dediğinde sesi biraz titrek çıkmıştı. Hava soğuk muydu? Sesi sanırım soğuktan titremişti. Tayfun Bey kibarca “Bakmam” dedi ve eline aldığı ekmeği tabağının kenarına koydu. Çağla, tehlikenin geçtiğinden emin olunca yeniden uzattı elini ve bir dilim ekmek aldı.
Fatih kapıdan gözüktüğünde kulağında telefon vardı. Çağla “Bu adamın kulağına yapışacak telefon” diye söylendi.
“Bu seni rahatsız mı ediyor?” Tayfun Beyin yüzünden sorusunun cevabını çok merak ettiği belli oluyordu.
“Hayır, hiç rahatsız etmiyor. Ama o yakın zamanda hasta olacak ve benim bir arkadaşım buna çok üzülecek.”
Tayfun o ‘arkadaşın’ başka birisi olmadığını, Çağla’nın ta kendisi olduğunu düşünüyordu. “Yeni nesil telefonlar çok etkilemiyormuş. Ama kulaklıkla konuşmaya alışsa daha iyi olur.” Aynı şeyi masaya geldiğinde Çağla da Fatih’e söyledi. Onun bunu hemen Fatih’e söylemesi ve tedbir almasını istemesi Tayfun’un gözünden kaçmadı. Doymuştu galiba. Canı bir şey yemek istemiyordu. Kalksa kaba davranmış olacaktı. En iyisi oturmak ve bu ikisi arasındaki konuşmayı izlemekti. 
Öyle de yaptı. Emin olamıyordu. Çağla, bu adamın nasıl biri olduğunu bildiği için mi uzak duruyordu? Yoksa gerçekten sadece iş arkadaşımıydı ikisi? Nedense bunun öğrenmeyi çok istiyordu. Şu ana kadar Yakup ile Ali’den kesinlikle emin olmuştu. Doğan hala soru işaretiydi. Fatih de yeni bir soru işareti olarak eklenmişti listeye…
Yemekten sonra büyük bir şöminenin olduğu kahve salonunda güzel birer kahve içtiler. Yürümek için bir saat sonra buluşmayı planladılar. Tayfun, “ben odama çıkıyorum. Sizler ne yapacaksınız?” diye sorunca Çağla, “Ben de çıkıyorum.” diye yanıtladı. Fatih ise kahve salonunda oturacağını onları orada bekleyeceğini söyledi. Tayfun bu plandan hoşnut asansöre yürüdü. Çağlayı asansöre bindirirken hafifçe elini beline koymuştu. Bunu kibarlığından yapmıştı. Başka bir anlamı yoktu. Çağla da öyle yorumlamıştı zaten. Başka anlam yüklemek büyük hata olurdu.
Asansörden indikten sonra Çağla, görüşürüz Tayfun Bey diyerek odasına hızlı adımlarla yürüdü. Yemekten beri kafası karışıktı. Biraz yalnız kalmaya ve kendine gelmeye ihtiyaç duyuyordu.
 Cep telefonunun alarmını ayarladı. Kırk beş dakika sonra uyanacaktı. Oysa yarım saat sonra balkonuna konmuş bir kuşun keskin ötüşü ile uyandı. Yatağında doğrulup etrafına baktı. Nerede olduğunu anlayınca hemen kalktı yataktan. Gölün kenarlarında önceden kalmış kar öbeklerini görünce havaya şöyle bir baktı. Bulutlar sanki kar getirecek gibiydi. Yatarken çıkarttığı kazak ve pantolonunu yeniden giydi. Kaban, bere ve atkısını eline alıp aşağı indi.

*****

Otobüslerin gelmesine en az yarım saat vardı. Onlar hem daha geç yola çıkmış hem de birkaç duraktan yolcu almıştı. Kahve salonuna girdiğinde Fatih’in yanında iki kız ile konuştuğunu gördü. Hızlı çapkın orada da rahat durmamıştı. Yanlarına gidip selam verdi. Kızlar merakla baksalar da tehdit oluşturmadığını anlayıp konuşmaya devam ettiler. Çağla üstündeki uyku mahmurluğunu atamamıştı. Aslında yürüyüş sözü vermemiş olsa biraz daha uyumayı tercih ederdi. Temiz havada uyku çok dinlendirici oluyordu.
Tayfun Bey az sonra kahve salonunun kapısındaydı. Çağla, onun da kendisi gibi montunu eline aldığını gördü. Hatta bere bile vardı elinde. Uyumuş gibi gözükmüyordu. Belki de o sürede sevgilisi ile konuşmuştu.
Tayfun, salonun kapısından girer girmez görmüştü Çağla’yı. Fatih’in yanındaydı doğal olarak. Ama yanlarında iki kız daha vardı ve kızlar Fatih ile konuşurken Çağla da ilgi ile onları dinliyordu. Ama sanki gözlerinde biraz uyku vardı. Demek ki o kısa sürede uyumuştu. Yanlarına geldiğinde Fatih’in kızlarla konuşmaya devam etmesini fırsat bilip Çağla’ya döndü,
“Yürüyüş için hazır mısın? Yoksa yukarı çıkıp uyuyacak mısın?”
Çağla hemen yerinden kalktı ve montunu giymeye başladı. “Yürüyeceğim ve uykumun açılmasını umacağım. Fatih sen geliyor musun?”
“Sonra görüşürüz kızlar. Şimdi benim kaybolmaması için arkadaşlarıma rehberlik etmem lazım.” diyerek kızlardan ayrıldı.
“Fatih, hayret ettim sana. İlk kez bizi kızlara tercih ettin.”
“Çağla’cığım, üç tane yetiyor canım. Beş olunca trafik gerçekten karışır ve işin kötüsü bu kızlar Ankara’da yaşıyor.”
“Yani diyorsun ki İstanbul’da olsalar bir yolunu bulurdun!”
“Ah be Çağla, beni bir sen anladın, sen de yanlış anladın.” Fatih, gülerek bakıyordu Çağla’ya.
Tayfun da onlara bakıyor ve bu konuşmaların ardında yatanların neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Bu ikisi başını ağrıtıyordu. Sorunlu bir programı yeniden yazmak bile daha kolaydı onun için. En iyisi bir şey düşünmeden o anı oluruna bırakmaktı.
Üçü gölün etrafında tam tur atmanın o gün için yorucu olacağını düşünüp geldikleri yolun aksi istikametinde yarım saat kadar yürümeyi planladı. Sessizlik çoğunluktu ama arada Fatih ile Çağla, ya da Fatih ile Tayfun konuşuyordu. Tüm yürüyüş boyunca Tayfun, Çağla ile hiç konuşmamıştı. Neden konuşmadıkları hakkında hiç fikri yoktu Çağla’nın. Acaba kendisini konuşmaya değer mi bulmamıştı? Neyse ne diyerek yürüyüşün tadını çıkarttı.
Hava tertemiz ama soğuktu. Yürüdükçe üstündeki uyuşukluk gitti. Geri dönüşe geçtiklerinde otobüsün geldiğini gördüler. Biraz hızlandılar. Kendilerini aradıkları bakışlarından belli olan gruba yaklaştılar.
Tayfun bey, biraz geride kalıp Fatih ile Çağla’nın, ekibin yanına gitmesini bekledi. O sırada gruptan ayrılan iki kızın kendisine yaklaştığını gördü. İkisinin üstünde de çok güzel montlar vardı. Başlarında bere yerine kulaklarını örten yün bantlar olduğunu gördü. Saçlarının güzelliğini sergilemek için öyle yaptıkları belliydi. Tayfun bu kızların neden kendisine yaklaştığını anlayamadı.
“Merhaba, Tayfun Bey henüz tanışmadık. Ben Pelin, bu da arkadaşım Şeniz. Bu iki günü birlikte geçireceğiz.”
“Memnun oldum küçük hanımlar. Çağla, size her türlü konuda yardımcı olacaktır. Şu an bilgileri aktarıyor olsa gerek. Hemen gruba katılırsanız sorun olmaz.” Tayfun kafasında yanan ampulün biraz geç yanmasından dolayı sıkıntı yaşamamayı umdu. Çağla kendisini bunun için uyarmak istemişti galiba?
Çağla, Tayfun Bey ile konuşan kızları görmezlikten gelmeyi tercih etse de kendine engel olamıyordu. Gözü devamlı üçlüye takılıyordu. Kızların kısıtlı paraları ile şık olmaya çalıştıklarını ve bunu bir ölçüde de başardıklarını görünce kendi üstündeki kabana ve altındaki kalın burunlu botlarına baktı. Yürüyüşe çıkarken mümkün olduğunca kalın giyinmişti. Hava çok soğuktu ama iki genç kızın soğuğu hissetmediğinden emindi. Çekici halleri Çağla’da hafif bir kıskançlık yaratmıştı. Zaten kadınlar için ne derlerdi? “Biz kadınlar erkekler için değil, kadınlar için giyinir süsleniriz.” Elbette öyleydi. O yüzden bu soğukta bile, havalı giyinen iki genç kızı kıskanmıştı. Yoksa kızların o halleri ile Tayfun Beyin yanında yer almasının, Tayfun’un da kızlara ilgi ile bakmasının hissettikleri ile hiç ilgisi yoktu.
Soğuktan burnu kıpkırmızı olmuş bir halde ekibin geri kalanı ile konuştu. Kızların o sırada kendilerine doğru gelmesi ile biraz rahatladı. Odalarının ayarlanması için bir süre bekleyeceklerini, acele etmemelerini söyleyerek odasına çıkmak için merdivenlere yöneldi. Herkesin elinde çanta varken kendisinin asansörü kullanması yakışık almazdı.
Tayfun, Çağlanın merdivenlere doğru yürümesini fırsat bilip hemen seslendi. O da odasına çıkmak istiyordu. Aşağıda kalması tehlikeli olacaktı.
Çağla, geri döndüğünde Tayfun’un bir adım arkasında iki genç kızı görünce onlara döndü. Zoraki bir gülümseme ile iki kıza bakıp, “Anahtarlarınızı alabildiniz mi?” diye sordu. Tayfun beyin arkasını dönüp kızları görmesi ile yüzü değişti. Çağla, onların peşinden geldiğini fark etmediğini anladı.
 “Az önce soramadım, nasıl geçti yolculuğunuz?”
“Sizinki kadar rahat değil Çağla. Biz otobüs koltuklarına sıkıştık ne yazık ki! Keşke rahat bir arabada olsaydık! Bu kadar yol otobüste gelinmezmiş.”
Çağla, Şeniz’in cümlesini duymazdan geldi. Tayfun ise ilgi ile üçlüyü izliyordu.  Çağla onun izlediğini anlayınca daha da sinirlendi. Uyarmıştı ama patronu dinlememişti. Şimdi o iki kızla kendisinin uğraşmasını istiyordu. Çağla, elinden geldiğince kısa sürede kızları başından atacaktı.
Yanlarına gelen Fatih, dörtlünün orada ne konuştuğunu anlamamıştı. Yine de Şeniz’in kendisine baygın bakışlar atmasının ne anlama geldiğini çok iyi anlamıştı. Diğer kızın da Tayfun Beye aynı bakışlarla baktığını, Çağla’nın ise sinirli olduğunu gördü. Neler olmuştu iki dakika içinde?
Çağla, ikisinin de diğer sekiz gençten farklı olduğunu kabullenerek, “Bayanlar, sizler de arkadaşlarınızla anahtarlarınızı bekleyin. Sizleri saat altı buçukta toplantı odasında toplayacağım. O saate kadar dinlenebilirsiniz. Böylece yol yorgunluğunuzu atarsınız.”
Kızlar, erkeklere son bir bakış atıp diğerlerinin yanına doğru kırıtarak yürüdü. İki erkeğin o andan sonra nasıl hareket edecekleri kendisini zerrece ilgilendirmiyordu. ‘İkisi de kocaman erkek, onların annesi de sevgilisi de değilim. Ne yaparlarsa yapsınlar.’ diyerek merdivenleri çıkmaya başladı. Arkasından gelen ayak seslerini duyunca kafasını hafifçe çevirdi. Tayfun ile Fatih peşinden odalarına çıkıyordu. Keyiflenmişti. Gülümseyerek adımlarını hızlandırdı ve odasına giderken “Kahve servisinde görüşmek üzere” dedi…
Odasına girer girmez soyundu. Duşu açıp suyun ısınmasını bekledi. Kısa sürede ısınan suyun altına girdiğinde tüm günün yorgunluğu akıp gitmişti.  Saçlarını yanında getirdiği mentollü şampuanı ile yıkadı. Başka markalarla sorun yaşadığı için otellerin verdiği şampuanları kullanmazdı. Sıcak suyun altında bir süre vücudunu tuttu. Aklından geçen düşüncelerin yorgunluk gibi akıp gitmesini istese de ne yazık ki suyun temizleyemeyeceği karışıklıklar vardı. Neyin neden olduğunu bilmediği karmaşanın altından kalkamıyordu. En iyisi düşünmemekti…
Duş sonrası bir süre sıcak odada bornozu ile oturdu. Ara sıra camdan manzarayı seyrediyor, sonra yine kendini koltuğa atıyordu. Düşünmeme çabaları da boşa çıkıyordu. Bu gezi kafasını fazlaca karıştırmıştı. Bilgisayarını açtı. Kahve saatine kadar biraz kitap okuyacaktı.
Yünlü acı kahverengi bir pantolon ile krem rengi ince bir kazak giydi. Makyaj yapmadan inecekti ama son anda vazgeçti. Aynanın karşısına geçip yüzünü biraz renklendirdi. Gözlerine hem dıştan hem içten kahverengi kalem çektikten sonra biraz rimel sürdü. Dudaklarına kıyafetine uyan açık kahverengi tonda çıkmayan bir ruj sürüp makyajını tamamladı. Eskiden kadınların kahve fincanlarında bıraktıkları dudak izinden nefret ederdi. Neyse ki yeni rujlar ile bu olmadan da rahatça kahve içiliyordu. Bu akşam dans yoktu. Hareket etmeyecekleri için üşüyebilir endişesi ile bir de hırka aldı yanına. Telefon ve oda anahtarını da alınca kahve içmek için hazırdı.
Odadan çıkmadan önce son bir kararlar yanına bilgisayarını da aldı. Kimse ile konuşmak istemiyordu. Biraz kitap okumak ve keyifle kahvesini yudumlamak istiyordu. Manzaraya hakim bir masaya oturdu. Garsonlar kahvesinin yanında kuru pastalarda getirince acıktığını anladı. Hem okuyor hem içiyordu. Boş sandalyelerden birinin çekilmesi ile başını kaldırdı.
Fatih yüzünde büyük bir sıkıntı ifadesi ile yanına oturdu.
“Bu iki gün biter mi?”
“Hayırdır?”
“Sülük ilacın var mı?”
“Var ama sana yaramaz. Mıknatıs gibisin.”
“Öyleyim değil mi?” Az önceki sıkıntılı ifade ukala bir gülüşe dönmüştü. Fatih, çekici bir erkek olduğunun farkında her flört eden kadınla birlikte olmayı normal bulan biriydi. Bundan şikayetçi olması şımarıklıktı.
“Bir de şikayet etmiyor musun? Oğlum, sen akıllanmayacaksın. Bul doğru düzgün bir kız evlen. Böylece kafan rahat etsin. Kimse ile ilgilenme. O zaman kızlar da sana yapışmaz.”
“Ama ben yapışmalarından da memnun oluyorum.”
“Umutsuz vakasın. Sus da kitabımı okuyayım.”
“Buraya kitap okumaya mı geldin? Gel gezelim.”
“Yürüdük ya. Ayrıca hava karardı.”
“Korkuyor musun? Aydınlatılmış yerlerde yürürüz.”
“Yeni banyo yaptım. Saçım hala nemlidir. Bir de hasta olmayayım.”
“Tak şapkanı ve yürü. Ne çok mızmızlandın. Biraz yürüyüp acıkalım.”
“Sen hep açsın. Yürümeye ihtiyacın yok ki.”
“Ya sen beni bu kadar kötü mü biliyorsun? Arkadaşlarına da öyle anlatıyorsundur. Onun için senin kızları kandıramıyorum.”
Fatih ne demek istiyordu acaba? Çağla bu konuşmayı biraz deşmek istiyordu. Bilgisayarını kapattı ve çantasına koydu. Ayağa kalkıp tepesine dikildi. Ellerini beline koydu ve  “Benim seni tanıdığım kısım arkadaşlarımı senden uzak tutmak için yeterli. Hiç birinin üzülmesini istemem.” Zarf atmıştı. Bakalım Fatih ne yapacaktı.
Yerinden kalkarken “Üzeceğimi nereden çıkarttın?” diye yanıtladı. İkili hem konuşuyor hem dış kapıya doğru yürüyorlardı.
“Benim arkadaşlarım iki üç kızı bir arada idare eden erkeklere karşı bağışıklık kazanmış tipler değil. Hasta olup üzülürler.” Çağla Fatih’in aklında neler olduğunu anlamak için konuşmaya devam etti. “Senin hayatına giren kızlar üç günlük olduklarını biliyorlar. Bak benim bir arkadaşım nişanlandı. Biri askerdeki sevgilisini bekliyor. Biri yeni bir ilişkiye başladı. Yani hepsi uzun süreli ilişkilerin kızları. Sen uzun süreli bir ilişki düşünmüyorsan hiç heveslenme”
İkisi de farkında değildi ama onların konuşmalarını duyan Tayfun arkalarından geliyordu. Çağla Fatih’in hayatında kalıcı mı olmak istiyordu? Fatih gibi şıpsevdinin hayatında yine üç günlük bir kız mı olmak istiyordu? Aptal mıydı?
Fatih, “Ama yaşım daha çok genç. Biraz yaşlanınca, Tayfun beyin yaşına gelince tek kız ile idare ederim.” dedi. Tayfun daha fazla sessiz kalmak istemedi. “Ne varmış benim yaşımda?”
“En ideal yaş, diyordum.” Fatih toparlamaya uğraşıyordu. Çağla ise ikisine bakıp dudağını ısırıyordu. Tayfun konuşmanın başını da dinlediğini söyleyemeyeceği için Fatih’in küçük yalanına inanmış gibi yaptı. “Yirmi dokuz yaşın ideal olduğu nasıl bir durum var merak ettim. Ayrıca sen de benden sadece iki yaş küçüksün.”
“O iki yılı da dolu dolu yaşasam ne olur? Çağla’nın arkadaşları da Çağla gibi olsalar ya? Ama yok onlar uzun ve kalıcı ilişkiler arıyormuş. Bu arada biz yürüyüşe çıkıyorduk. Siz de gelin” kapıya doğru yürümeye devam ettiler. Tayfun da onlara katılmıştı.
Çağla duyduklarına inanamadı. Fatih resmen kendisini satmıştı.
“Fatih ne demek istiyorsun? Benim ne olduğumu sanıyorsun?”
“Ya sen gezmeyi tozmayı seviyorsun ya. Ondan dedim. Yoksa senin hayatında hiç erkek olmadığını biliyorum. Seninki dudak tiryakisi sigara içicileri gibi.”
“Sus Fatih. Her cümlenle batmakla kalmıyor magmaya yaklaşıyorsun. Daha fazla batma istersen.” Çok kızmıştı. Kendisini Tayfun beyin önünde iyice rezil etmişti.
“Fatih kötü bir şey kastetmedi. Senin yaşın da genç. Ciddi ilişkileri düşünmeyeceğin yaşlardasın. Ama bak bana! Otuz yaşa bir yıl kaldı. Artık eskisi gibi yaşayamayacağım yıllar başlıyor.”
“Sizin de istediğiniz gibi yaşayacağınız yaşlar bunlar. Evlenmek de hayata yön vermek de bu yaşlarda beklenilen şeyler ama şart değil.”
“Bana göre de öyle ama aileler öyle demiyor. Senin annen evlenmen için baskı yapmıyor mu?”
“Yapmaz mı? Beni deli edecek kadar ısrarcı bile olabiliyor.”  Hele de bebek konusunda süresinin azalmasından sonra ısrarları daha da artmıştı. Elbette bunu söyleyemezdi. Tayfun yürürken aklına gelmiş gibi sordu “Sen ne düşünüyorsun peki? Var mı yakında evlilik?”
“Yok öyle bir şey.”
“Neden o kadar kesin bir yanıt verdin? Mutlaka vardır bir şeyler.”
Fatih az konuşmuş gibi yine söze girdi. “O arayışta. Ama kendisine uygun birini bulamadı.”
“Fatihhhh”
“Ne Fatihhh… yalan mı? Bir sürü erkekle bir ya da iki kere çıkıyor sonra da bırakıyorsun.”
“Çünkü onlar doğru kişiler değil. Neden vakit kaybetsin insanlar? Ben aşık olmak istiyorum. Kendimi zorlayarak birisinin hayatında yer almak istemiyorum. Sanırım herkes de öyle ister.” Bu kadar özelini konuşmak istemezdi ama Fatih zorlamıştı. Onun yüzünden Tayfun beye kendini anlatmak zorunda kalmıştı. Biraz sinirlense de konuyu özelden genele çevirmişti.
“Çok doğru söylüyorsun. Aşık olmak önemli. Doğru insanı bulmak önemli.”
O sarışın sevgilisine aşıktı demek ki. Çağla içinde bir şeylerin neden kırıldığını anlamadı. Bağlayabileceği tek nokta kendisinin aşık olamaması ama başkalarının o duyguyu tatmış olmasıydı. Başka şey olamazdı.
 Yolu yarılamışlardı ki Pelin ile Şeniz’in karşıdan geldiklerini gördüler.  İkisi de erkeklere beğeni dolu bakışlarını yollayıp, biz de gelebilir miyiz, diye sordu. Çağla ikisine de tahammül edebileceğini sanmıyordu. Eğer erkekler tamam derse kendisi geri dönecekti. Tayfun, “Üzgünüm bayanlar. Ekibim ile temiz havada iş görüşmesi yapıyorum. Sizlerle sonra görüşürüz.” diyerek başından savdı. Çağla rahatlamıştı. İşin komiği Fatih bile rahatlamıştı.
Biraz ilerlediklerinde Tayfun “Çağla, bunlar senin başına dert oluyor sanmıştım. Üzgünüm seni dinlemediğim için. İkisi de baş belası. Öyle değil mi, Fatih?”
“Baş belası değil sülük onlar. İlk kez bu kadar rahatsız oluyorum bana ilgi gösterilmesinden.”
“Çünkü ikisi de densizlik seviyesinde ilgi gösteriyor. İnsan ilgi duyabilir ama biraz da karşısındakinin ilgisine karşılık verip vermediğini bakar. Bu kadar baskı kim olsa bıktırır.” İki erkek dertleşiyordu. Çağla, “Onların aklından geçenlerin ne olduğunu az çok tahmin ediyorum. Kadın olarak güçlerini merak edip birbirlerine bunu ispatlama yarışına giriyorlar. Biraz büyüdüklerinde ya akıllanacaklar ya da pişman bile olamayacakları bir ortamda kalacaklar.” diyerek kızların neler yaptığını açıklamaya çalıştı, çok konuştuğunu fark edip sustu.
Fatih, Çağla’ya gülümseyerek bakıyordu ama Tayfun Beyin kaşları çatılmıştı. Çağla çok konuştuğundan emin bir süre susmayı tercih etti.
Tayfun, Çağla’nın da kendi gücünü birileri üstünde denemiş olabileceğini düşündü. Canı sıkılmıştı onu öyle düşününce. Sanki o yapmaz gibi geliyordu. Oysa şirkette etrafından üç, belki de dört erkek vardı. Yine de onların hiç biri ile samimi bir ortamda olduğunu görmemişti. Acaba? Acaba sadece arkadaşlar mıydı? Sadece biraz fazla birlikte dışarı çıktıkları için mi öyle düşünüyordu? İşin içinden çıkamayınca biraz arkada kalıp izlemeye başladı.
Üstündeki kalın giysiler bile Çağla’nın güzelliğini saklayamıyordu. Fatih ile konuşmalarını duyuyordu. Kısık sesle konuşsalar da Çağla’nın Fatih’e kızdığını anlıyordu. Kendisi hakkında kötü düşünmesinden çekindiğini sanıyordu. Kısa süre sonra onlar da suskunlaştı. Yürüyüşün büyük kısmı sessizlik içinde geçti. Dönüş başladığında Tayfun, Fatih’e ertesi gün yapılacaklarla ilgili bir iki bilgi aktardı.
Otele ulaşana kadar Çağla ile çok az konuşan Tayfun, yemekte görüşürüz, diyerek odasına çıktı. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder