10 Temmuz 2015 Cuma

KAHVE FALIMDA CİNAYET VAR! 3. Bölüm

Nil, kızların yerlerdeki kesilmiş saçları toparlamasını beklerken bu iki aklı havada kızın, ne zaman kendi söylemeden bu işleri akıl edeceklerini düşünüyordu. Konu erkekler oldu mu ikisi de cin kesiliyordu ama sıra işe geldi mi o cinlik yerini saflığa bırakıyordu. Aydan da Emine’ye benzemeye mi başlamıştı?

Sabahın ilk müşterisi saçlarını kestirmek için gelen bir küçük kızdı. İnat etmiş, annesini ikna edip kuaförün kapısını çalmıştı. Beline kadar uzamış saçları artık omuzlarının biraz altında bitiyordu. Bu boy saç da yakışmıştı. Yaşı henüz altı olmasına rağmen kendisine neyin yakıştığını bilecek kadar havalıydı.

Nil, kendisinin ve ablasının o yaşlarını düşündü...

Anımsadığı en önemli kararları kıyafetlerinin bir örnek olmasını istemedikleri idi. Kendisi o yaşta bile daha renkli giyinirken, Yosun, çok daha sade kıyafetler giyerdi. Büyüdüklerinde de değişmemiş, Nil kendince çizgileri tercih etmiş, Yosun hep sade giyinmişti.

Üstündekiler yine rengârenkti. O gün sıcak hava yüzünden, üstüne tek omuzlu mor bir bluz, altına da patlıcan moru mini etek giymişti. Bugüne özel koyu kahverengi saçlarını atkuyruğu yapmıştı. Saçlarını sever ve genelde açık bırakırdı. Ama çok sıcaktı...

Kuaförün kapısının açıldığını belli eden kapı üstündeki zil çalınca, başını o tarafa çevirdi. Saat on müşterisi ya da mahallelinin tabiri ile “dedikoducu” Necla ablasını gördü. Kadın her zamanki gibi elinde bir tabakla girmişti içeri. Herkese tek tek günaydın diyerek yanaklarından öpmüş, elindeki tabağı Emine'ye vermişti.

Necla abla, yaşına göre giyinir ama hep şık olurdu. Dedikoduculuğu da bildiklerini paylaşmaktan öteye geçmezdi ama kadının adı çıkmıştı. O da bunu bilir ve bunu ispatlamak için özellikle tüm bildiklerini paylaşırdı. Sadece arada en olmayacak şeyleri en olmaz kişilere de söylediği için kızardı mahalleli ona. Nil, Necla ablayı gerçekten sevdiğini düşündü. Aslında içi dışı bir biriydi.

“Kızlar, çok güzel havuçlu kek yaptım. Hadi çayı koyun gelin.” dediğinde, başka kuaförlerde görülemeyecek bir sahne yaşanmıştı. Emine, tabağı almış, tüm müşterilere açık olan masanın üstüne koymuştu. Demleme çaydan başka çayın tüketilmediği dükkânda bardaklar da aynı masada hazırdı. Her şeyin üstü tozdan ve uçuşan saçlardan korunması için örtülüydü. Herkesin mutfağa kadar gitmesini istemedikleri için bu masa hazır beklerdi.

Necla abla, manikür yaptıracağını söyleyince, Ayşegül kestiği saçtan başını kaldırdı. Emine'ye seslendi. “Necla ablanın manikürünü sen yap bugün.” sonra Necla ablaya dönüp, “Kan kırmızı oje aldım. Sırf senin için! Onu sürsün mü sonra?” diye sordu. Sanki Necla en özel müşteriymiş gibi davranmak hem Ayşegül'ü mutlu ediyordu, hem de Necla Hanımı...

Ayşegül, saç konusunda tam bir uzmandı. Özellikle boya ve topuz konusunda çok başarılıydı. Bir başka başarılı olduğu konu ise dizi filmlerdi. Hangi dizide ne olmuş, hangi dizinin setinde olay var, bir sonraki bölümde neler olacak, her şeyi bilirdi. Otuz beş yaşına geldiği halde henüz evlenmemişti. Bunda biraz da çılgın saç renklerinin etkisi vardı. Yeşil, mavi, mor gibi renkler Ayşegül için siyah, kahverengi, kızıl kadar doğal renklerdendi...

Nil ise, dükkânın sahibi olmasına rağmen sadece saç sarabilir, fön çekebilirdi. O işleri de annesinin sağlığında öğrenmişti. İki yıldır bilgilerinin üstüne yeni bir şeyler koymaya çalışmamıştı. Fakat artık o da yeni şeyler öğrenmek istiyordu. Ayşegül ve Bertuğ ona da öğretecekti.

Nil, yandaki eczanenin de aslında kendisine ihtiyaç duymadan işleri yürüttüğünü biliyordu. İki dükkanın da sahibiydi. Kuaförde diploma gerektiği için Ayşegül’e küçük bir pay vermiş, onunla işleri yürütmeye devam etme kararı almıştı. Eczanesini de kalfası Mert ve çırağı Yağmur çok rahat idare edebiliyordu.

Dedesinin İstanbul'a ilk geldiğinde elindeki para ile aldığı, üç katlı, iki taraftan çıkılan altışar basamaklı mermer merdivenli, yoldan bakıldığında kapının olduğu yerin gözükmediği, eski evin en alt katını, Nil okulu bitirip dükkân açmak isteyince ikiye bölmüşler, bir tarafı eczane, bir tarafı kuaför yapmışlardı.

Annesi, kuaför dükkânının küçülmesinin kendisi için de iyi olacağını söylemiş, kızını böylece ikna etmişti. Nil, eczaneye kendi adını verince annesi de kuaför dükkânına büyük kızının adını vermişti. Üç kadın evin üstteki iki katında yaşamaya devam etmişti.

Nil'in mezuniyetinden iki yıl sonra annesi ile ablası Yosun, bir trafik kazasında ölünce, önce kuaförü kapatmayı düşünmüş, sonra tüm mahallelinin baskısı ile iki dükkânı da işletmeye karar vermiş, böylece annesinin işini, ablasının adını yaşatmıştı.

Mahallenin tek eczanesi ve tek kuaförü olduğu için iki dükkânda çok faaldi aslında. Ama kuaförün amacı biraz değişmişti!

Nil, mahallenin kadınlarının bir nevi çay bahçesi gibi kullandığı dükkânın kendini çevirmesinden, kazancının hem masrafları karşılamasından, hem de kendisine para kazandırmasından memnundu. Yaz geldiğinde arka bahçeyi de açıyordu. Evin arka bahçesinde çok güzel bir asma vardı. Her yaz üzüm veren asmanın altında üç tane masa vardı. Eline kekini böreğini alan geliyor, hem muhabbet ediyor hem de misafir ağırlama derdinden kurtuluyordu. Tüm kadınlar ve onları konu komşuda aramak zorunda olmayan kocalar memnundu.

O bunları düşünürken kapının zili yeniden çaldı. Bu kez Hüsniye geldi. O gün kurulan mahalle pazarından kiraz ile erik alıp getirmişti.

“Hoş geldin. Ne zahmet ettin diyemeyeceğim. Kirazları hemen yıkıyorum.” Elindeki poşetin içine özlemle bakıyordu.

“Yahu koy dolaba soğusun sonra yersin.”

“Kim bekleyecek soğumasını? Ben üstlerine buz atarım. Onlar soğutur.” Asla sabır gösteremeyeceği tek meyveydi kiraz. Kısa mevsiminde bulduğu her fırsatta yiyordu. Necla abla lafa karıştı,

“Vallahi annenden betersin. O da kiraza dayanamazdı. Bana bir erkek, bir kilo kiraz versin onun ayaklarını bile yıkarım, derdi.”

“Annem o lafı para kazanmak için diyordu. Pedikür yapacaktı heriflere ama biliyorsun karşısına hep kibarlar çıktı. O da ayağını yıkayacak adam bulamayınca istediği kadar para kazanamadı. Eh parasız da evlenmezdi bilirsin. O yüzden de evlenemedi.”

Hepsi bu muhabbetin yalan olduğunu biliyordu. Annesi iki kız ile dul kaldığı için asla evlenmeyi düşünmemişti. Kızlarının geleceğini karartacak bir üvey baba ihtimali aklını alıyordu Nehir Hanımın. 

Yosun kendisinden iki yaş büyüktü. O anne mesleğini seçmişti. Liseyi bitirdikten sonra dükkânda çalışmaya başlamıştı. Özellikle boya ve permada çok iyiydi. Annesi hep, boynuz kulağı geçti, derdi.

Bir pazar günü teyzesine ziyarete giderken, bindikleri minibüs buzlu yolda kaza yapmış, sadece ikisi ölmüştü. Nil o gün eczanede sayım yapmak zorunda olduğu için evde kalmıştı. Hayatını malların sayımına borçluydu!

Düşüncelerinden sıyrılıp, kirazları yıkayıp tabağa koyduktan sonra buzluktan üstlerine birkaç kalıp buz attı. Sıcak meyve yenmeyecek kadar boğucuydu hava.

Evin arkasındaki bahçeye geçtiler. Bahçede, meyve ağaçlarının altında, duvara dayanmış eski tip iki divandan daha gölgede kalana oturdular. Masaların etrafındaki tahta sandalyeler o on hiç de rahat gözükmüyordu. Zaten bahçede tek yaptığı değişiklik o masa ve sandalyeler ile kendisi için aldığı yuvarlak koltuktu. O koltuğu tek başınayken çıkartıyordu. Evin içini yenilese de dışına dokunmuyordu, Nil.  Ne dedesinin ektiği asmaya, ne annesinin yetiştirdiği güllere, ne de kendi çiçeklerine kıyamıyordu.

Altı taş, üst katları dıştan ahşap kaplama evin her yıl bir yerlerine tadilat gerekiyordu. En sonunda iki sene önce annesinin yaptırdığı hayat sigortasından kalan parayı evi toparlamak için kullanmış, uzun bir süre kuaförde yatıp kalkmıştı. Artık üst katlar her şeye dayanacak kadar sağlamdı. Gerçi ustalar, evi müteahhide verse köşeyi döneceğini söylüyordu ama tüm anılarının içinde olduğu bu evi asla yıktırtmazdı. O da, tarihi eser niteliği olmayan evi önce içten, biraz odaların küçülmesini göze alarak betonarme yaptırmıştı. Elbette dışını yıkmadan böyle bir işe kalkışmak çok zor ve çok masraflı olmuştu. Ama zaten ilk katın betonarme olması, temelin sağlamlığı ustaların işini kolaylaştırmıştı.

O günlerde yaşadığı sıkıntılara şimdi gülüyordu. Her sabah korkunç bir toz kaplıyordu dükkânı. Zaten birkaç hafta kapatmak zorunda bile kalmıştı. Eczanenin mutfak bağlantısını dışarıdan köpükler ile kapamışlar, o tarafın temiz kalmasını sağlamışlardı ama kuaför kısmı ne yazık ki kullanılamamıştı. Şimdi evinin içini de dışını da çok seviyor, gözü gibi bakıyordu. Sevgi dolu gözlerle bir süre süzdü evin dışını. Bir sonraki yıl boya yaptırması gerekecekti. İçini çekerek bakışlarını meyve tabağına çevirdi.

Hüsniye ile kirazları yerken havadan sudan konuştular.

Hüsniye, iki sene önce evlenmişti. Kocası uzun yol şoförüydü. Sık sık yurt dışına gidiyor, on-on beş günde bir evine uğruyordu. Hüsniye de bundan memnun, kocasının gelmesi yaklaştıkça, 'ay dişimi sıkarım iki üç gün idare ederim' diyor herkesi güldürüyordu. Aslında severek evlenmişti ve evinden uzak olmasından şikâyetçiydi. Ama kocası başka iş bilmediği için o da işin şamatasındaydı. Eve geldikçe hasret gideriyor sonra yine özlem zamanı geliyordu.  Nil'e de söylemişti. Zamanla her şeye alışılıyordu. Artık vedalaşmalar eskisi kadar çok canını yakmıyordu.

“Yarın mı geliyor seninki?”

“Evet.”

“Ne kadar kalacak?”

“Dört gün kalacakmış.”

“İyiymiş.”

“İyi de, yine kötü zaman. Bu kez hamile kalırım diyordum ama zaman uymuyor.”

“Olsun, bir sonrakine denk gelecektir.”

“İnşallah, iki senedir bir sürü denk geldi ama olmadı bir türlü. Diyemiyorum da doktora gidelim diye.”

“Hüsniye, eğer sorun olduğunu düşünüyorsan git tabii ama sanki acele etmiyor musun? Zaten kaç kez denk geldi ki senin zamanınla onun evde olması?”

“Ne bileyim? Bu sefer zaten mümkün değil. Ama bir sonraki dediğin gibi tam zamanı olacak.”

“Hadi gel sana güzel bir saç yapalım. Adamın gözü gönlü açılsın.”

“Saçtan önce ağda yaptırsam iyi olur.”

“A tabii gel. Ayşegül'ün elindeki iş bitmek üzeredir. Sana ağdayı yapsın.”

“Bana bak, Necla abla içeride. O gittikten sonra mı yaptırsam? Tüm mahalleye der şimdi o. 'Kocası geliyor diye ağda yaptırdı' lafını sütçüden, tüpçüden duyarız.”

“Abartma. O kadar yaymaz en fazla marketin çırağı bilir! Sen biraz daha otur. Ben önce onu yollarım sonra senin işleri hallederiz.”

Nil içeriye girdiğinde Emine manikürü bitirmek üzereydi. Hüsniye çok beklemeyecekti böylece.



1 yorum: