2 Temmuz 2015 Perşembe

BUZDAKİ ATEŞ 39. Bölüm



***** 

Çarşamba akşamı evden çıkarken arkadaşlarının kendisini beklediğini söylemişti. İki kardeşinin de o akşam evde olacağını biliyordu. Ortak kullanılan eve gitmek böylece sorun olmayacaktı. Aksi halde dışarıda görüşmeyi tercih edecekti. Eve gitmek istemesi elbette Uğur ile baş başa kalmak, onu doya doya öpmek okşamak hatta sevişebilmek içindi ama bunların en azından sonuncusunu yapmayacaktı. Uğur'a biraz daha zaman verecekti.

Hastanenin önüne geldiğinde taksiden inip Uğur'u beklemeye başladı. Otoparkta buluşmayı tercih etmişti ikili. Uğur onun geldiğini görüp hemen çıkmıştı kapıdan. Arabanın yanında selamlaştılar ve arabaya bindiler. Erhan koltuk değneklerini almamıştı yanına. Babası ona baston almıştı. Onunla destek veriyordu vücuduna. Böylece hareketleri biraz daha rahatlamıştı. Zaten kısa süre sonra ona da ihtiyacı kalmayacaktı.


Uğur, arabayı çalıştırdıktan sonra eğilip Erhan'a küçük bir öpücük verdi. Erhan, onun bu davranışından memnundu.

“Ne yapalım?” diye sorduğunda Erhan'ın ne yanıt vereceğini merakla bekliyordu.

“Önce yemek yiyelim, sonra ne yapacağımıza karar veririz.”

Lokantadan çıktıklarında saat dokuz olmuştu. Uğur, eve arkadaşları ile yemeğe gideceğini geç geleceğini söylemişti. Erhan da aynı şeyi söylemişti. İkisi de kardeşlerinin birbirlerinden bu akşamı öğrenme ihtimalini düşünüp gülmeye başlamıştı. Ama kendilerine sorarlarsa inkar edecekti ikisi de. Hatta Erhan, bir kız arkadaşı olduğunu söyleyecekti. Uğur böyle bir şey söylese mutlaka kızlar tanışmak isteyeceği için vazgeçmişti.

Erhan eve gitmeyi teklif ettiğinde Uğur hemen kabul etti. Geldikleri yer. Çok katlı binaların olduğu bir sitenin içindeydi. Kimsenin komşusunu tanımadığı binalardan olduğu için rahat hareket edebiliyorlardı.

Evin içi Uğur'un hoşuna gitti. Oldukça büyüktü ve kadın eli değmediği belli oluyordu. Tüm renkler koyuydu. Çiçek, örtü gibi kadınsı izler yoktu. Ama çok düzenliydi ev. Erhan'ın titizliğinin yansıdığından emindi. Her şey belli bir düzendeydi.

Ev çok soğuktu. Erhan salondaki elektrik sobasının düğmesine bastı. Uğur, çay koymak istediğini söylediğinde yardım edebileceğini söyledi ama Uğur gerek yok diyerek mutfağa gitti. Rahatlıkla malzemeleri bulabilmişti. Kendi evi gibi rahat hareket ederek çayı ocağa koydu ve salonu döndü.

Erhan'ın elektrikli ısıtıcıyı çalıştırmış önünde ellerini ısıtmaya çalışıyordu. Soğuğu hiç sevmediğini biliyordu.

Salonda bulunan koltuk takımı kahverengi ve bej ağırlıklıydı. Üçlü koltuğun sobaya yakın tarafına oturan Erhan, yanını gösterip Uğur'u da oraya oturttu. Kolunu omzuna atıp sarıldı.

“İyi misin?”

“Evet.”

“Ben de iyiyim. Sen kollarımdasın, burada bizi rahatsız edecek kimse yok. Ve ben seni öpeceğim.”

“Hani scrabble oynayacaktık?”

“Önce öp beni sonra oynarız.” Erhan, iki öpücük aldıktan sonra oyunu açtı. Uğur gerçekten oyun oynayacaklarını düşünmemişti ama memnundu, Erhan'ın onu zorlamamasından. Oraya giderken rahat gibi görünse de aslında tedirgindi. Sevişmek istese de bunca yıldan sonra tuhaf geliyordu. Ne yapacağını bilemiyor gibiydi. O yüzden oyun oynamak gerçekten iyi fikirdi.

Bir saate yakın oynamışlar, kelimeler ile birbirlerine sataşmış scrabbelın kaçınılmazı uydurma kelimeler ile birbirlerini kandırmaya çalışmışlardı. Tüm bunlar ikisine de çok keyif vermişti. Ama artık Uğur eve dönmek zorundaydı. Erhan oyunu toplarken Uğur çay bardaklarını yıkadı. Evden çıkacakları zaman Uğur, Erhan'ın koluna dokundu.

“Bir şey unuttum.” dedi Uğur.

“Ne unuttun?”

Uğur, kollarını boynuna dolayıp uzun uzun öptü. Erhan halinden memnundu.

“Teşekkür ederim.”

“Ne için?” dediğinde gerçekten anlamamıştı Erhan. Uğur sadece “Beni zorlamadığın için!” dedi. Erhan zaten aksini yapmayacağını anlayacak kadar kendisini tanıyacağı,  güveneceği günlerin yakın olduğunu biliyordu.

***** 

Zeycan o gün yine üzgündü. İbrahim Ankara'ya gitmişti. Oradan İzmir'e gidecek, hafta sonu İstanbul'a geri dönecekti. Cumartesi eve bıraktığında ertesi gün için kahvaltıya çağırılmıştı. Sonraki iki gün de sık sık görmüştü İbrahim'i. Ama o gün kısa süreli de olsa ayrılmak zorunda kalmıştı iki sevgili.

Kahvaltı masasında onun bu halini gören Erhan, kardeşlerine döndü.

“Bu hafta sonu İbrahim de gelince birlikte bir yerlere gidelim mi? Zeycan'ı da gece dışarı çıkartmış oluruz.” dedi. Yunus ve Sedat bu planı sevmiş, Umut ile Onur'u da çağıracaklarını söylemişlerdi. Meliha Hanım, oğullarına müdahale etmiş Uğur'u da mutlaka çağırmalarını tembihlemişti. Erhan, zaten bunu tahmin ettiği için ağzını açıp Uğur'un adını anmamıştı.

Çocuklar evden çıkarken Erhan da uğurlamıştı. Yunus o gün tekerlekli sandalyeyi aldığı yere iade edecekti. Artık ihtiyacı kalmamıştı. İlk geldiği günkü düşünceleri, yerini o sandalyeyi hep kullanmak zorunda kalacakların yaşamlarının ne kadar renklendiğini gördükten sonra değişmişti. Yine de bir daha kullanmak istemediğini itiraf etti kendisine…

Zeycan masayı topluyordu. Cep telefonu çaldığında ekranda Leyla yengesinin adını görünce heyecanla açtı. Yengesine anlatmıştı İbrahim'in evlenme teklifini. O da kocasına anlatacaktı. Ama daha dün konuştukları için, bugün güzel haberler alacağına ihtimal vermiyordu. Oysa Leyla çoktan konuşmuştu Celal ile.

“Celal, İbrahim ile mahkeme için geldiğinde konuşacakmış. Gerçi onun İstanbul da olduğunu bilse bu kadar rahat olur mu bilmem.”

“Aman yenge, merak etme burada da üç ağabeyim var. Onlar İbrahim'e güvenmese bana izin verirler mi sanıyorsun?”

“Doğru söylüyorsun. Seni çok özledim ama sanırım artık seni görmek için uçak yolculuğu yapmamız gerekecek.”

“Ne yani? Ağabeyim izin verecek mi evlenmemize?”

“Önce tanımak istiyormuş. O da beğenirse olurmuş. Bizi kurtardıklarında damat adayı olduğunu bilmediği için tanımaya uğraşmamış. Bana öyle dedi. Biraz konuşmalıymış.”

“O zaman sorun yok. Celal ağabeyimin en sevdiği arkadaşı Erhan ağabeyim! Onun da en sevdiği arkadaşlarından biri İbrahim. Yani ağabeyim de sever.”

“Sever canım. Sen bu kadar seviyorsan o da sever.”

“Siz ne zaman geleceksiniz yenge? Ben de sizleri çok özledim.” Utanmıştı. Konuyu değiştirmek utancını saklamaya yaramıştı. Bozkurt ile yaşadıklarını bilen yengesine o zaman hissettiklerinden daha büyük bir sevgi olduğunu söylemek, hep onun yanında olmak istediğini anlatmak istiyordu ama utanıyordu. 

“Ay başında geleceğiz. Celal de mahkemeye çıkacak. Ondan sonra oradayız inşallah.”

“Çok iyi.” İki hafta vardı daha. Bu iki haftayı İbrahim ile görüşerek geçirecek olmak hoşuna gitmişti. Sonrasında görüşmek çok daha zor olacaktı çünkü.

“Buradan bir şeyler istiyor musun? Yollayayım mı?”

“Yok, yenge. Her şeyim var. Çok sağ ol.” Diğer yengeleri ve ağabeyleri ile ilgili de hatır sorduktan sonra kapattılar telefonu. Salona girdiğinde sadece Erhan ağabeyi vardı.

“Nereye gitti Meliha Teyzem?”

“Bahçeye ekmek için tohum almaya gittiler.”

“Ne güzel. Bu evin bahçesinin olması büyük şans!”

“Annem, her sene nane, maydanoz, fesleğeni eker. Sonra da domates ile biber fidesi alır. Yaz boyu onları tüketir. Seviyor toprakla uğraşmayı.”

“Ben de seviyorum.”

“İstanbul da çok fazla şans yok bahçeli ev için. Sıkılmazsın değil mi İbrahim uzaktayken?”

“Sıkılmam. Ama o da çok uzun süre uzakta kalmaz değil mi?”

“Bilmem. Gaziantep de epey uzun kaldı. Benzer görevler çok sık olabilir.”

“Olsun. Beklerim. Hem Meliha Teyzem var. Sonra Uğur ile Umut var. Sıkılacağımı sanmam.”

“İyi o zaman. Yani İbrahim ağırlıklı İstanbul ve Marmara bölgesinde iş almasa da olur!” Erhan, Zeycan’ın şaşkınlıkla bakan yüzüne gülümseyerek baktı.

“A öyle mi yapacak?”

“Evet, eğer Celal seni verirse, o da karısını yalnız bırakmamak için İstanbul ağırlıklı görev isteyecek. Tabii Marmara Bölgesi de bu kapsama giriyor.”

“Olsun. Çok uzaklarda olmaması benim için yeterli. Ya o gelir ya ben giderim. Çok güzel bir haber bu Erhan ağabey! O kadar sevindim ki.”

“Celal, seni isteyen Ünsal manyağından sonra oralardan uzaklaşmanı daha doğru buluyor zaten. Elbette özleyeceklerdir ama burası da onların ikinci evi olur.”

“Ünsal'ı Celal ağabeyim tanıyor muymuş?”

“Sana anlatmadı mı? Ünsal, seni iki senedir istiyormuş. Celal, onu tanıdığı, karakterini bildiği için vermemiş seni. Ama ailenin durumunu öğrenince fırsatçılık yapmaya kalkışmış. Celal artık onunla iş yapmıyormuş. Zaten tüm tedbirler kaldırıldı. Hesaba gelen paraların size ait olmayanlarına da devlet tarafından el konulmuş ama diğer hesaplarınız kullanıma açılmış. Yani ailen rahat artık.”

Elbette ailenin hala tehdit telefonları alması, o an Zeycan'a anlatmayacağı bir konuydu. Celal zaten onun için bu kadar rahatlıkla bırakmıştı kardeşini İstanbul da. Onun güvenliği her şeyden önemliydi. Çetenin henüz ele geçmemiş ama küçük görevlerdeki kişileri olduğunu sandıklarından tehdit telefonları alıyorlardı. Polis hala işin üstündeydi…

Zeycan, artık içi çok rahat olarak mutfağa gitti. İbrahim o gün mahkemedeydi. O arayacaktı. Boş durmamak için yemek yapmak istiyordu. Böylece aklını da meşgul edecekti.

Erhan, Zeycan odadan çıkınca telefonuna uzandı. Uğur'un sesini duymak için daha fazla bekleyemeyecekti. Çok özlemişti. O kadar kısa sürede hayatının her anına sızmıştı Uğur. Daha önceki kadınlar için hissettiklerine saygısızlık etmek istemiyordu ama ilk kez bu kadar dolu dolu yaşıyordu. Bundan da çok mutluydu. Uğur, onun hayatının vazgeçilmeziydi, biliyordu.

“Alo, bu dünyanın en güzel fizyoterapisti ile mi görüşüyorum?”

“Bir dakika beyefendi, fizyoterapist Çağla Hanımı çağırayım. Sanırım onu aradınız?”

“Hadi oradan, Çağla da kimmiş? Ben sesinden tanırım güzeli.”

“Çağla'yı görseydin!”

“Uğraşma benimle. Gözümün başka güzellik görmeyecek kadar kamaştığını biliyorsun. Rahat rahat teklif et onu gör bunu gör diye. Ben seni görmek istiyorum. Bu öğleden sonra işlerini erken bitirebilir misin?”

“Denerim. Sen zaten üçte bende olacaksın. Sonraya hastam yok ama beşe kadar burada olacaktım. Çocukların çalışması vardı.”

“Başka hoca yok mu bugün?” Harun'u soracaktı ama kampta gördüklerinden sonra pek onun adını anmak istemiyordu.

“Harun burada olacak. Ona söylerim ben çıkarım. Ama...” Harun'a söylediklerinden sonra Erhan ile çıkacağını nasıl söyleyecekti? Bunu söylemezse de Erhan onun yanında bir laf eder de yalanı çıkarsa?

“Ama ne?”

“Erhan, çalışmaya geldiğinde konuşalım mı?”

“Tamam. Ama canını sıkma, o konu her ne ise, konuşunca çözeriz.”

Uğur telefonun ucunda dudağını ısırdı. Erhan konuşmaya açık biriydi. Bunu biliyordu ama Harun konusunda tavrının ne olacağını çok da tahmin edemiyordu.

“Tamam. Erhan?”

“Efendim?”

“Senden önce hastam yok. Erken gelir misin?” Özledim diyememişti. Ama demiş kadar olmuştu.

“Gelirim canım. Ben de seni özledim.”

“Ben özledim dedim mi?”

“Yok, diyemeyecek kadar ketumsun. Bir de ben kendimi ketum sanırdım. Ama senin yanında bülbül gibi kalıyorum.”

“Bir gün çok konuştuğum için laf edersen bu konuşmayı anımsatırım.”

“Unutursam eğer...”

İkisi de bu konuşmadan memnun kapattılar telefonu.

Erhan üç saat kadar sonra görecekti sevgilisini. Yine bir derdi vardı ama çözülmeyecek bir şeyler olduğunu düşünmüyordu bile. Asıl dertlerinin mesleği olduğunu biliyordu. Ama ilişkileri devam ederse buna bir çözüm bulacaklardı. Erhan, ne yapacağını bilmese de şu an ki duygularının gittiği yöne göre mutlaka çözüm bulması gerektiğini biliyordu.

***** 

Yunus, Umut ile sabah görüşmüş, hafta sonu için güzel bir yerde rezervasyon yaptıracağını söylemişti. Umut artık nişanlısı olarak gördüğü Yunus ile tuttukları evi döşemeye başlamıştı. Ablası ile pazar günü o eve gidip bakacaklardı. Onur da dersi olmazsa gelecekti. Aslında nişan yapmak istiyor ama söze dökemiyordu. Onun kendisine ait olduğunu tüm dünya bilsin istiyordu.

Ablasının cebini çaldırdığında meşgul olduğunu görüp kapattı. Bir süre sonra yine aradığında hala meşguldü. Kiminle konuştuğunu merak etti. Ama beş dakika sonra aradığında ablası karşısına çıkınca bunu sormayı unuttu. Evde de konuşabilirdi ama bu aralar her şeyi unutuyordu. En iyisi hemen konuşmaktı.

“Abla, nasılsın?”

“Çok iyiyim canım, sen nasılsın?”

“Sesin çok iyi geliyor zaten. Güzel haber mi aldın?” Uğur, Erhan ile konuştum diyemeyeceği için hastalarımdan birinden güzel bir telefon aldım, demekle yetindi.

“Abla, hafta sonu, hep birlikte yemeğe gidelim diyor Yunus. Aslında Zeycan'ın erkek arkadaşı gelecekmiş. Sen de gelir misin? Masa sekiz kişi olsun. Erhan ağabey tek kalmasın!”

“Ne zaman bu yemek?” Az önce konuşmuştu ama bilmiyormuş gibi yapıyordu.

“Cumartesi akşamı. İşin mi var?”

“Geçen gün buluştuğum arkadaşlar yine bir yerlere gidelim diyordu ama sizin teklif daha cazip. Onlarla yeni görüştüm. Haftaya giderim artık.” Ne kadar kolay yalan söylediğini görünce kendine şaştı. Ama ikisinin buluşmalarını öğrendikleri an hepsinin kendileriyle dalga geçeceğinden emindi.

“Sevindim. Senin rahatsız olmandan korkuyordum ama... Yani... Erhan ağabey çok iyi gerçekten! Hem kampta siz de iyi anlaştınız.”

“Önemli değil canım. Erhan, aslında hoş sohbet biri! Hem siz de rahat olursunuz. Kimse sıkılmaz.” Kendisinin sıkılmayacağından emindi. Telefonu kapattıktan sonra kendi durumunu düşündü Uğur.

Akşamları yatağına uzandığında artık aklındaki ilk ve son kişi hep Erhan oluyordu. Kendi duygularını ölçmek istediğinde farkına vardığı, Erhan'ın artık hayatındaki vazgeçilmezlerden biri olduğu idi. Ama hemen ardından aynı kişinin asker olduğunu anımsıyordu. Mesleğinden vazgeçmesini isteyemezdi ki! Atilla'nın kendisine yaptığını ona yapamazdı. Hem zaten Erhan onun böyle bir taleple gelmesini hoş karşılamazdı. Zaten aralarında konuşulmuş ne vardı? İkisi de birbirine çekiliyordu. Birbirlerini istediklerini biliyorlardı. Ama bunun ötesinde neler hissettikleri hakkında konuşmamışlardı. İlişkinin adı konmadan kendisinin düşündükleri hep havada kalıyordu.

Erhan, zamana bırakmalarını istemişti. Üstelik daha sadece bir hafta olmuştu bunlar konuşulalı... En iyisi biraz daha zamanın geçmesiydi. O günkü çalışmaya geldiğinde neler yaşanacağını çok merak ediyordu. Erken gelecekti. Hemen çalışıp çıkacaklardı. Onunla vakit geçirmek çok hoşuna gidiyordu. Onun yanında kendini özgür hissediyordu. Her şeyi yapabileceğine inanıyordu. Daha önce kendini böyle hissettiğini hiç anımsamıyordu. Yaş ilerledikçe olgunlaştığını biliyordu ama duyguların da olgunlaştığını bilmiyordu.

Beş yıl önce evlendiğinde Atilla'yı çok sevmişti.  Tüm evliliği boyunca da bu sevgisi eksilmemişti. Kaybında kendini çok sorumlu hissetmişti. Ta ki Erhan ona bazı şeyleri anlatana kadar. Askeri eğitimi bildiği halde kendini sorumlu hissetmesi belki de üzüntüsündendi. Ama artık düzelmeye başladığını hissediyordu. Yine şehit haberlerini izleyemiyordu ama en azından Erhan'ın asker olduğunu bildiği halde onunla olmaktan çekinmiyordu. Onun yanında olmak istiyor. Onun olmak istiyordu. Evet, artık uzak durmak istemiyordu.

Aslında Erhan'ı ilk kendisine tedaviye geldiği günden beri çekici bulduğunu bilse de bunları söze dökmek çok zordu. Üstelik o zamanlar kendi iç dünyasındaki savaş çok büyüktü. Şimdi ise Erhan'ı Atilla'ya anlatmak istiyordu. Sanki eski kocasının kendini anlamasını istiyordu. Hem de kendisine izin verdiğini hissetmek istiyordu. Nasıl olacağını bilmese de bunu bekliyordu.

Öğlen yemeğinden geldiğinde Erhan'ın gelmesine çok az vakit kalmıştı. Uğur ile konuşmuş, Harun'un geleceğini, çocuklarla onun çalışacağını söylemişti. Uğur da fırsat bulunca yanlarına ineceğine söz vermişti.  Kahve içmek istiyordu ama Erhan'ı beklemeye karar verdi. Onunla içilen kahveleri bile özlemişti. Erhan da onu özlemiş olmalı ki iki de gelirim, dediği halde saat daha bir buçuk olmadan kapıyı çalmıştı.

İki Uğur da odada olunca, sevgilisini sadece yanağından öpebilmişti. Bastonu ile çok rahat hareket ettiği için diğer Uğur'un yanına gelmesini beklemeden onun da masasına ulaşmış elini sıkmıştı.

“Her gün daha da iyi oluyorsun. Çok hızlı toparlandın.”

“Çok iyi bakan bir uzmana denk geldim.” Uğur ile gülerek bakıyorlardı birbirlerine.

“İyi ki o seni tedavi etmiş o zaman. Ben seni bu kadar çabuk iyileştiremezdim.” Uğur, o günlerdeki konuşmayı anımsıyordu. Bir de şimdiki hallerine baktı memnuniyetle...

“Bilmem. Hiç fırsatım olmadı senin doktorluğunu öğrenmek için. Belki ondan da hızlı düzeltirdin. Ama artık istemem seni. Ben doktorumdan memnunum.”

“Belli. Hadi siz çalışın. Ben de sevgilimi arayayım. Sizi böyle sarmaş dolaş görünce canım çekti.”

“Tamam. Biz sonra biraz gezeceğiz. Daha doğrusu Uğur beni nereye götürürse oraya gideceğim. Bir de şu araba kullanma işini kopartsam çok iyi olacak.”

“Onun için en azından bir ay daha beklemen lazım.”

“Ne o, bu sana rüşvet mi verdi, bir ay daha beklememi söylemen için. O da öyle diyor.”

“Erhancığım buna aklın yolu bir deriz.”

“Biliyorum. Ama bu kadını kızdırmak çok keyifli!” O bunları söylerken yanında duran Uğur onu çimdikliyordu. Erhan canı çok acımış gibi ovunuyordu.

O günkü çalışma çok daha keyifli geçmişti. İkisi de artık birbirine rahatça dokunuyor, bundan da keyif alıyordu. Erhan'ın arada öpme çabaları ile Uğur kızıyormuş gibi yapsa da tek çekindiği kapıdan birinin girmesi idi. Erhan da aslında yakalanacakları bir ortamda sadece onu kızdırmak için öyle davranıyordu.

Çalışma bittikten sonra takımın yanına uğramadan hemen çıktılar. Erhan o günün planını tamamen Uğur'a bırakmıştı. O ne istiyorsa onu yapacaklardı. Bir süre Uğur da plan yapmak için düşündü. Sonra arabayı Bostancı'ya çevirdi. Evin önüne geldiklerinde Uğur mu, Erhan mı daha çok şaşırmıştı bilinmiyordu. Erhan, bıyık altından gülerek, “Ne o scrabble mı oynayacağız yine?”

“Bu kez tavla oynarız diyordum.”

İkisi de başka bir şey söylemeden asansöre bindi. Erhan ne düşüneceğini bilmiyordu. Bununla Uğur kendisine ne anlatmak istiyordu? O an istediği tek şey onunla doyasıya sevişmekti ama bunun ilk adımının Uğur'dan gelmesi gerekiyordu. Bu hareket o adım mıydı?

Kapıdan girdiklerinde ev yine soğuktu. Uzun süre bir arada olacaklarını bildikleri için hemen kombiyi yaktılar. Sonra canı kahve isteyen Erhan ısıtıcıya su doldurdu. Mutfağa kısaca göz atan Uğur şaşırmıştı. Ev bir önceki gelişlerinde bıraktıkları gibi değildi. Uğur'un keskin gözleri bazı değişiklikler görmüştü. Kim gelmişti buraya?

“Sen ne zaman geldin buraya?” diye sorduğunda içindeki kıskançlığı bastıramıyordu.

“Seninle geldik ya. O zamandan sonra gelmedim bir daha. Ne oldu?” Soru tuhaf, soruş şekli daha da tuhaftı. Uğur ne demek istemişti?

“O zaman senin kardeşlerin gelmiş.” Sesi kırgınlıktan sinirliliğe geçmişti...

“Mümkün. Dedim ya burası ortak bir ev.”

“Erhan, kardeşlerin buraya kimlerle geldi? Biliyor musun?”

“Bu nasıl bir soru? Birincisi onların hayatına müdahale etmem. Yani çoğu zaman etmem. İkincisi, onlar buraya geldiyse yanındakiler kız kardeşlerindir. İkisi de bu kadar aşıkken başka kızlarla gelmezler. Ayrıca buraya uzun zamandır kimsenin farklı amaçla gelmediğini söylemiştim.”

Erhan'ın ses tonundan biraz sinirlendiğini anlayan Uğur, “Bir an korktum.” Doğruyu söylüyordu. Korkmuştu. İkisi de mutfakta ayakta duruyordu. Uğur, üşümüş gibi kendi kollarını sıvazlamaya başlamıştı. Üzgün ve tedirgindi.

“Neden?”

“Senin buraya bensiz gelmiş olmandan.”

“Sensiz gelmemden mi? Başka biri ile gelmemden mi?”

“Başka biri ile gelir misin?”

“Deli gibi mi gözüküyorum?” Erhan, cümlesi bittiğinde çoktan kollarına almıştı Uğur'u.

“Kardeşlerin gelir mi?” Yanıt vermek yerine yeni bir soru sormuştu. Erhan onun gerçekten kardeşlerinin üzüleceğinden korktuğunu anlamıştı. İçini rahatlatmak için,

“Kardeşlerim de deli değil. Bak Uğur, hepimizin geçmişinde kadınlar var. Umut, Yunus'un son iki yılını benden de iyi biliyor. Sedat desen evliliğin eşiğinden döndü. Ama ikisi de kardeşlerine aşık. Yani onların geçmişi artık gerçekten geçmişte kaldı. Allah onlara uzun ömür versin, hep bir arada olsunlar.” dedi.

Uğur'u hala kollarında tutuyordu. Çok doğaldı onun kollarında olması. Sanki hep orada olmalı gibi geliyordu. Uğur da kollarının arasına kedi gibi sokulmuştu. Erhan'ın ayakta durduğu fark edince bir yandan yanıt verirken bir yandan da salona doğru yürümeye başladı. “Amin. Erhan, bir an gerçekten korktum. Özür dilerim.” Daha salonun kapısına gelmeden Erhan onu durdurdu. Yeniden kollarına aldı. Belini iyece sıkıp sanki aklını başına getirmek ister gibi hafifçe canını acıttı.

“Beni kıskandığın için mi özür diliyorsun? Ben bundan memnunum. Çünkü ben de seni kıskanıyorum. Özellikle Harun'dan. Onun adı geçtikçe cinler nedense tepeme toplanıyor.” Harun'un adını andığı an sesi yine sertleşmişti. Gerçekten hoşlanmıyordu ondan.

“Gel oturalım öyle konuşalım.” diyerek Erhan'ı koltuğa yönlendirdi. Böylece Harun konusunu anlatmak için süre de kazanmıştı.

“Anlat hadi Harun'u. Seni rahatsız eden bir şeyler var.”

“Erhan, iki hafta önce bunu sorsan, sana, Harun benim iyi arkadaşım, derdim. Ama Derince’de onun farklı duyguları olduğunu öğrendim.” Ellerini kucağında birleştirdi. Erhan'ın nasıl bir tepki vereceğini merak etti. Erhan konuşmayınca sinirlendiğini düşünüp, Harun'u açıklamaya çabaladı. “Ama o benim için gerçekten iyi bir arkadaş. Ve ben onu istemeden de olsa üzmüşüm. Kırgınlık istemiyorum. Lütfen sen de ona kötü davranma olur mu? Bak inan ben ona karşı bir şey hissetmiyorum. Yani arkadaşlıktan başka bir şey hissetmiyorum.” Bunları açıklarken aslında Erhan'a olan duygularının ne kadar farklı olduğunu da anlıyordu.

Erhan, dinledikçe sinirleniyordu. Anlamıştı zaten o herifin Uğur'a ilgisi olduğunu. Bu konuşmanın o kamptaki konuşma olduğundan da adı gibi emindi. Keşke o zaman söyleseydi Uğur tüm bunları. İyi ama ne yapacaktı? Şu an kendisine bakan gözlerde gördüğü korkudan sonra ne yapabilirdi? Hem Uğur'un ne kabahati vardı? Tedirginliği bu kadar belliyken Uğur'u daha fazla korkutmanın gereği yoktu. Kendini toparlayıp sesini biraz yumuşatarak konuşmaya başladı.

“Uğur... Uğurum, neden bu kadar tedirginsin? Senin gibi bir kadına aşık olduğu için Harun kötü biri olabilir mi? Elbette ona karşı arkadaşça duygular besliyor olman benim için yeterli. O iyi biri. Ama ben sevmiyorum. Çünkü ben ilk gördüğümde anlamıştım sana olan ilgisini.  Sen de üzülme bu kadar. Bu saatten sonra rahat durmazsa o zaman külahları değişiriz. Seni elimden almaya çalışmadığı sürece ona asla kötü davranmam. Aksine niyetlenirse ben de kötü olurum o ayrı...”

“Aksine niyetlenmek? Ama o zaman benim de niyetimin değişmesi lazım!” Uğur, ilişkilerde tek tarafın çabasının nafile olduğunu biliyordu. Mutlaka iki tarafında istemesi gerekirdi. Kendisi neyi istediğini biliyordu.

Erhan da bilmek istiyordu.

“Senin niyetin ne?”

“Seni tanımak, seni yaşamak, seninle nereye kadar giderse gitmek istiyorum.”

Erhan, Uğur'dan beklemediği cümleler karşısında afalladı. Evet, Uğur da onu seviyordu. Bunu gözlerinde okuyordu. Söze dökmese de bunu hissediyordu, Erhan. Ama yine de bu kadar açık bir itiraf beklememişti. O gün Uğur da başka şeyler vardı. Onu doğru anlamak istiyordu.

“Uğur, ben de istiyorum. Hem de her şeyi yaşamak istiyorum seninle. Ama senin gözlerinde tereddüt görmediğim bir gün yaşanacak bazı şeyler. O gölgeleri görmediğimde...”

“Erhan, ben...”

“Bana açıklama yapma canım. Sen bugün beklemediğim üç adım attın. Bu eve gelmen, Harun'u anlatman, beni istediğini söylemen! Hepsi benim için çok değerli. Ama hala o güzel gözlerinde tereddüdün var. Onlar yok olduğunda seni kollarıma almak ve yatak odasına taşımak benim için dünyanın en güzel hareketi olacak.”

Uğur, Erhan cümlesini bitirdiğinde çoktan ona yaklaşmış ve öpmeye başlamıştı. Erhan kadar karşısındakini iyi tahlil edebilen biri ile tanışmamıştı. Çok küçük de olsa gerçekten vardı tereddütleri. Bunu bile görebilmiş bir gözden saklanamazdı. Hayatının artık tamamen dürüstlük üzerine kurulacağını biliyordu. Erhan hayatında olduğu sürece hep açık ve net olacaktı. Bir şey saklamayacaktı. Ama o anki havayı dağıtmak için gerekeni de yapmalıydı.

“Beni taşımak için sakın kucağına almaya kalkışma. Sen iste ben yürürüm.”

Erhan, kollarını biraz daha sıktı. Onun bu ruh hali çok hoşuna gidiyordu. Hiçbir şeyi içinde tutmuyordu artık Uğur. Bu kez Erhan onu öpmeye başladı. Uğur istekle yanıt veriyordu.

Erhan, bir süre daha öpücüklere boğdu kollarındaki kadını. Onunlayken yaşadıklarının tadı başkaydı. O dudakları öpmek, alt dudağını hafifçe dişlemek bile tüm vücudunu uyarıyordu. Aslında o an sevişmek ikisi için de kaçınılmaz gibiydi. Ama yapmayacaktı. En azından o gözlerde tüm teslimiyeti görmeden yapmayacaktı. Oysa Uğur öpüşmenin yaşattıkları yüzünden gözlerini kapatmıştı. Açmış olsa belki de Erhan çok daha önce ulaşacaktı amacına...

Bir süre sonra Uğur biraz uzaklaştı. Çünkü o an durmazlarsa bir daha duramayacaklarını biliyordu. Kahveleri yapmak için mutfağa gittiğinde suyun soğumuş olduğunu fark etti. Yeniden düğmesine bastığında içeride yaşananları düşünüyordu. Erhan, kendini denetleme konusunda çok başarılıydı. Oysa o gün bazı şeylerin yaşanabileceğini düşünmüştü. Ama o yine zaman vermişti kendisine. Bu adamı işte bu düşünceli halinden dolayı bu kadar çok seviyordu!

Uğur, kendi düşündüğüne şaştı. Seviyor muydu? Evet, seviyordu. Hem de tüm gel-gitleri yaşadığı dönemlerden beri seviyordu. Sadece biraz geç anlamıştı. Peki Erhan? O ne hissediyordu? Ona dürüst olacağının sözünü vermişti ama şu an keşfettiği duygularını hemen açamazdı. Hem açsa ne olacaktı? Erhan mesleğinden vazgeçmeyecekti ki. O da bir asker ile yine aynı şeyleri yaşamaya niyetli değildi. Onun istediği Erhan'dı. Ama asker Erhan değildi. Elleri titremeye başlamıştı. Kahveleri tepsiye koyduğunda taşımakta güçlük çekince biraz daha durdu mutfakta. Kendini toparladıktan sonra çıktı.

Erhan, onun neden o kadar oyalandığını bilmiyordu ama birbirlerinden uzak oluşları ona da iyi gelmiş, biraz sakinleşmişti. Ergen gençler gibi kendini dizginleyemeyeceğini düşünmek bile istemiyordu. Ama Uğur onu zorluyordu. Onu çok istiyordu. Artık bir süre önce yaşadığı ereksiyon sorununu aklına bile getirmiyordu. Sorun kalmamıştı emindi. Ama bu kez de tatmin olamamak sorundu. Biraz daha sabır dedi kendine. Karşısında evlilik yaşamış bir kadın olmasının önemi yoktu. Onun neler yaşadığını ve nasıl bir değişim sürecinden geçtiğini çok iyi biliyordu.

Uğur, elinde tepsi ile içeri girdiğinde Erhan onun yüzündeki karmaşaya şaşırdı. Neler olmuştu? 

“Neyin var? Telefon falan mı geldi? Sesini duymadım?”

“Bir şeyim yok. İyiyim. Hadi içelim yine soğutmayalım kahveleri.”

Uğur, Erhan'a fincanı uzatmış, sonra kendi fincanını alıp arkasına yaslanmıştı ama aralarına biraz mesafe koymayı ihmal etmemişti. Erhan yine baskıdan kaçınmıştı. O istediğinde anlatırdı. 

Bir süre sessizce kahvelerini yudumladılar. Uğur, Erhan'a bakıyordu. Kahvesi bitince elinden fincanı aldı. Tepsiye kendi fincanının yanına koydu. Sonra daha fazla uzak durmaya dayanamayacağını anlayıp yanına yaklaştı. Erhan onun kedi gibi sokulmasından son derece memnun hemen kolunu omzuna sardı. Uğur onun vücudunun ısısında bir süre sessizce oturdu. İkisi de düşüncelere dalmıştı. Erhan bu kadına aşık olduğundan emindi. Az önceki uzak duruş bile canını yakmıştı. O kadar uzaklığa bile tahammülü yoktu. Duygularını en iyi göstererek anlatmak istedi. Kolunu biraz daha sıktı. Kendine iyice yaklaştırdı. Onun mahmur bakan gözlerini gördü.

“Uykun mu var?”

“Kollarında mayıştım. Uyusam kızar mısın?”

“Neden? Saat daha dört bile olmadı. Uyu hadi. Ben battaniye alayım içerden.” Erhan, içeride koca yatak var, orada yat diyecekti ama sonra vazgeçti. Onu yatağında tek başına yatırmak istemiyordu. Koltukta yanında uyusun bu seferlik diyerek battaniyeyi alıp geldi.

Erhan koltuğun ucuna oturdu. Uğur'un yastığını kendi bacağına dayadı. O uzandıktan sonra saçlarını okşamaya başladı. Kısa süre sonra düzenli nefes sesi ile uyuduğundan emin oldu. Ama saçlarından elini çekmedi. Okşamaya devam etti. Kendisi de kafasını koltuğun arkasına atmıştı. Bir süre sonra o da kestirmeye başladı. Yarım saat kadar sonra ilk uyanan Uğur oldu. Onun hareketi Erhan'ı uyandırdı.

“İyi geldi. Gerçi çok az zaman geçmiş ama yetti.”

“Sevindim. Çünkü seni yenmek istiyorum bu kez.”

Yeniden mutfağın yolunu tuttu Uğur. Bu kez çay koydu. Dolapları karıştırdı. Hazır kek paketini çıkarttı. Son kullanımı geçmemişti. Tabaklara kesip koyduktan sonra odaya gitti. Erhan oyunu hazırlamak için masanın başına gitmişti.

“Tavla oynayalım mı?”

“Tamam, ama bil ki kesin yenileceksin. Çünkü benim karşımda uğurum oturuyor olacak!”

“Onun için mi genelde sen kazanıyorsun?”

“Ne sandın?”

Az önce ikisini de saran suskunluk tavla ile dağılmıştı. Eli kazanan diğerine ceza kesiyordu. Ama cezalar hep aynı olmaya başlamıştı. Kazanan kaybedene kendisini öpmesini söylüyordu. Böylece kimse kaybetmiş olmuyordu. İkisi de kendi hallerine gülerek devam ettiler. Saat altı olduğunda Erhan'ın canı sıkılmaya başladı. Eve döneceklerdi. Bunu hiç istemiyordu. Yüzü asılmış öyle bakıyordu Uğur'a.

“Ne oldu? Bu kez uğurun tutmadı diye mi kızdın?”

“Beş dörde galibiyet denmez. Ve ben yenildim diye surat asacak erkek değilim. Derdim başka.”

“Neymiş derdin?”

“Seni eve bırakmak! Keşke burada kalsaydın!”

“Bu muydu derdin? Eh özle biraz beni. Cumartesi beraberiz nasılsa.”

“Ne yani o güne kadar görüşmeyecek miyiz?”

“Erhan, çalışman aslında yarındı. Seni bugüne aldım. İstersen cuma da gel ama ihtiyacın yok. Sen bilirsin.”

Erhan, cümlelerin soğukluğundan sinirlendi. “Gerekmez. Rahatsız olacaksan cumartesi de gelmem.”

“AA ne oldu? Neye kızdın şimdi bu kadar?”

“Uğur, bir de sorma. Seni her gün görmek istiyorum. Sense bana cumartesi nasılsa görüşeceğiz diyorsun. Bazı şeyleri sanırım yanlış anladım. Neyse önemli değil. İstersen iptal edelim cumartesiyi.”

“Erhan, ben senin bu halin ile ikide bir yollara dökülmeni istemiyorum. Bana gelirken artık babanla gelmiyorsun. Taksi şoförleri sana babanın gösterdiği özeni gösterir mi? Ya ani bir fren yapsalar? Ya sana bir şey olsa? O zaman ben neler hissederim haberin var mı? Sen gelip giderken aklım hep sende kalıyor bunu biliyor musun?”

Erhan çoktan az önceki sinirini unutmuştu. Uğur'un söyledikleri ile açılan yara, yine onun sözleri ile anında dağlanmıştı. Şimdi çok daha iyiydi.

“Of, inan o kadar üzüldüm ki. Her şey yalan gibi geldi. Ama değil, değil mi? Sen de benim için bir şeyler hissediyorsun?”

“Evet, Erhan. Ben de sana karşı bir şeyler hissediyorum.” 'seni seviyorum' demek istiyordu ama hazır değildi. Aklındakileri soruları ne yapacağını bilmiyordu.

Erhan, az önce yaşadığı üzüntünün dağılmasından sonra kendini daha da iyi hissetmek için Uğur'u kollarına aldı. Şakaklarına kondurduğu öpücükler ile ikisini de rahatlattı.

“Benim için gerçekten çok önemlisin Uğur. Seni benden uzak düşünmek bile beni az önceki gibi çekilmez bir adam yapıyor. Bendeki yerini iyi anlamanı istiyorum. Seni görmek, sarmak, öpmek istiyorum. Ayrılık vakti geldiğinde de böyle kötü oluyorum.”

“Ben de.”

“Sen de ne?”

“Ben de ayrılık saati gelince kötü oluyorum. Senin yanında olmak istiyorum.”

“İyi. Bir daha beni görmek istemiyormuşsun gibi şeyler söylemezsin.”

“Söylemem.” Uğur da Erhan'ın haline gülüyordu. İkisi de daha fazlasını biliyordu artık karşısındaki hakkında.

Evden çıktıklarında saat altı buçuğa geliyordu. Erhan'ı eve bıraktıktan sonra kendi evinin yoluna yöneldi. Çok zor gelmişti gerçekten onu orada bırakmak. Sanki bu kez daha mı farklıydı duyguları? Daha mı çok korkuyordu kaybetmekten? Evet korkuyordu? Ya Erhan'a da bir şey olursa korkusu ile rahat edemiyordu. Aklı hep onun başına kötü bir şeyler geleceği korkusu ile hareket ediyordu.

Bunlardan nasıl kurtulacağını bilmiyordu. Erhan hayatında olduğu sürece kurtulamazdı.

'Erhansız' bir hayat nasıl olacaktı?


*****  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder