26 Haziran 2015 Cuma

BUZDAKİ ATEŞ 33. Bölüm




İbrahim, telefon ile görüşse de Zeycan'ı çok özlemişti. Aklını işe veremiyordu. Oysa Cemal ile görüşmesi gerekiyordu. Cemal'in kendisi ile görüştüğünün bilinmemesi için bir kahvede buluşmaya karar verdiler. Pazar günü en kalabalık kahve seçildi ve İbrahim erkenden o kahveye gitti. Önce çay içip gazete okudu. Sonra kitabını çıkarttı, biraz kitap okudu. Kahve iyice dolduğunda sadece kendi masasında oturacak yer kalmıştı. O sırada Cemal, Kemal ve Hüseyin içeri girdi. Oturacak yer aradılar. Bulamayınca İbrahim'in masasına doğru yürüyüp izin istediler. On dakika kadar üç kardeş kendi arasında konuştu. İbrahim onlara hiç katılmadı. Bu süre gizli gözler için oldukça yeterliydi. Sonra İbrahim kendisine çay söylerken masasındakilere de söyledi. Böylece konuşmaya başladılar. Cemal'e 'yüzün kardeşlerine dönük olsun. Arada ben sorarım, sen onlarla konuşuyor gibi yanıt verirsin.' demişti. Cemal, başlarda zorlansa da sonra rahatlamıştı. İbrahim, Zeycan'ın apar topar gönderilmesine neden olan konuşmanın Cemal tarafını ancak öğrenebiliyordu.


Cemal, o gece gelen telefonun, Burhan'ın ailesini ikna etmek için olduğunu, aksi halde kendi ailesinin de Burhan'ın yaşadığına benzer bir son yaşayacağını söylediklerini anlattı. Bu kayıpların ilkinin Zeycan olacağını ima ettiklerini söylemişti. Zeycan'ın duyduğu kısmı buydu. İyi ki duymuştu! İyi ki kendisine anlatmıştı da Erhan ile ortak bir plan yapıp İstanbul'a yollamıştı, Zeycan'ı. Göremiyor, özlüyordu ama biliyordu ki sağdı. Derince denen bir yerde kalabalık aile ortamında emniyetteydi.

Burhan'ın ailesi ise, zaten bir can verdiklerini, artık çöp bile vermeyeceklerini söylüyordu. İbrahim, Burhan Pektaş'ın ailesinin ayak diremesi ile hem Celal ve karısının canının yanacağını hem de diğer kardeşlere kadar bulaşacaklarını biliyordu. Cemal'e, “Onlarla yeniden konuş. Ama nasıl ikna edersin bilmem. Onların da tehdit edildiğini başka canların yanacağını söyle. Hepiniz canınızdan olacaksınız, dersen belki ikna edersin. Zeycan Hanımı tehdit ettikleri konuşmayı onlara da anlat.” Bu sırada masadaki gazeteyi okuyor, oradan bir haber üzerinde konuşuyor gibi yapıyorlardı.

“Konuşurum.”

İbrahim, ailenin dikkatli olması konusunda biraz daha konuştuktan sonra masadan kalktı. Diğerlerinin biraz daha oturmasını söyledi. Zeycan'ın tehlikeden uzak olması diğerlerinin içini biraz rahatlatıyordu. Fakat hepsi çok iyi biliyordu, hiçbir şey bitmemişti. Aksine her geçen gün İbrahim yeni bilgiler ile daha da derinlere dalıyordu. Bu işin görünen kısmı buzdağının üstteki tabakasıydı. Alt tarafı çok derinlere iniyordu.

***** 

Öğlen yemeğinden sonra odaya çıkan Erhan ve Yunus biraz çalışacaklardı. Yunus, aslında Umut ile olmak istiyordu ama ağabeyine bilgileri tam aktarmalıydı. Umut da ablasına yardım ediyordu. Takımdaki çocuklarla ilgileniyorlar birlikte vakit geçiriyorlardı.

Erhan, dosyadaki fotokopileri incelemeye başladığında, ölen ustanın gerçekten çok iyi hesap, çok kötü arşivleme yaptığını anlamıştı. İşlerinin ne tarihi ne yeri belirli değildi. Sadece çizimler vardı. Bazı çizimlerin üstünde küçük notlar alınmıştı. Küçük büyük iki yüzden fazla iş yapmıştı. Hepsinin tek tek incelenmesi gerekiyordu.

Bazı yazıların okunabilmesi için büyütece ihtiyaç vardı. Otelde büyüteç bulunamamıştı. Pazar günü olduğu için açık kırtasiye bulunmayacağından pazartesiyi bekleyeceklerdi.

Erhan vakit kaybetmemek için işleri küçükten büyüğe sıralamaya başladı. Yunus da yardım ediyordu. İki saat kadar sonra kaba bir sıralama yapılmıştı. Ama ikisinin de gözleri ağrımaya başlamıştı. Saat beşe gelmişti. Havanın da kararması ile Onur ve Hasan Beyin yola çıkış saatleri yaklaşmıştı. Yunus daha geç gidecekti. Biraz Umut ile vakit geçirmek istiyordu. Hasan amcanın gözlerinden uzak olmak iyi gelecekti. Sedat da onunla aynı saatte dönecekti.

Meliha Hanım ile Alihan Bey ise etraflarında olanların farkında, keyifle tatilin tadını çıkartıyordu. İki oğlunun da kız arkadaşlarının yanında nasıl değiştiklerini izlemek, bunun dedikodusunu yapmak çok hoşlarına gidiyordu. Hatta artık konuştukları başka konularda vardı. Bunu çok dillendirmeseler de ikisi de sık sık düşünüyordu!

***** 

Akşam yemeğinden önce ilk grubu uğurladılar. Geç saate kalmak istemedi Hasan Bey. Yollar tedirgin ediyordu onu.

Sedat çok zor ayrılmıştı. Bir önceki gün gelirken hissettiklerini yine yaşıyordu. Kendisinden uzakta sanki kimse onu koruyamaz gibi geliyordu. Uzun zamandır yapmadığı bir şeyi yaptı ve arkalarından kazasız gitmeleri için dua etti. Onur'a bir şey olmasına dayanamayacağını hissediyordu. Okulu biter bitmez evlenecekti. O zamana kadar nasıl sabredecekti.

Yunus, Hasan Bey ile vedalaşırken yüzüne bakamamıştı. Hala üstünden çekingenliği atamamıştı. Sanki çok büyük bir kabahati var gibi hissediyordu. Oysa Hasan Bey vedalaşırken sarılmış 'Kendine iyi bak oğlum' diyerek vedalaşmıştı. O cümleyi duyduğunda rahatlamıştı biraz Yunus. Sonra yüzüne rahatça bakmış ve teşekkür etmişti. Artık içi biraz daha rahattı.

Uğur, Onur'u kırk kere tembihlemişti. 'Eve gider gitmez arayın. Acele etmeyin. Babam yorulursa sen kullan. Yemekler hazır. Azar azar ısıt. Bozma yemekleri. Sabahları okula gitmeden camları aç ev havalansın.' Onur daha fazla dayanamamış 'Abla yeter, ilk kez mi evde yalnız kalacağız. Hem yemekler bozulursa babama her gün pizza ısmarlarım, hamburger ısmarlarım.' 'sakın ha' diyen Uğur, Onur'un şaka yaptığını anlamamıştı. Ablasının en çok sinir olduğu şeydi dışarıdan yağlı bol kalorili yemekler söylenmesi.

Uğur, kendisine takıldığını anladığında gülmüş, hadi git artık, diyerek arabaya bindirmişti.

Kalanlar içeri girdiğinde sanki çok uzağa yollamışlar gibi hüzünlenmişti hepsi. Tabii en çok da Sedat...

***** 

Sıcak su havuzunda çalışma yapmak için hazırlık yapan Erhan, iki ailenin de ne kadar birbirine benzediğini düşünüyordu. Kardeşleri çok iyi birer kız bulmuştu. Onlar için çok seviniyordu. Bunu da belli ediyordu. Buraya geldiğinden beri davasını neredeyse hiç düşünmemişti. Hatta diğer sorunlarını da pek düşünmemişti. Keyifli iki gün geçirmişti.  Öğleden sonra dosya ile ilgilense de artık sona yaklaştığını hissediyordu. Bu dosyadan Celal'in bulunduğu evi tespit edeceğinden emindi. Aslında fotokopilerdeki yazılar ve resimler çok kötü olmasa şimdi kimse onu masadan kaldıramazdı. Yarına kadar sabırlı olmalıydı.

Düşüncelerinden, içeri giren Uğur ile sıyrıldı. Yine üzerinde bornozu vardı. Selamlaştılar. Erhan, Uğur bornozunu çıkartırken arkasını dönmüştü. Böylece Uğur da rahatça üstünü çıkartıp havuza girmişti. Erhan, onun güzel vücut hatlarını kısa bakışlarla süzüyordu yine. Ama aralarındaki doktor hasta ilişkisini bozmamak için bakışlarını uzun süre üstünde gezdiremiyordu. Bakabilse? Bakabilse neler olacağını bilmiyordu.

Uğur, Erhan havuza girene kadar suya alışmıştı bile. Erhan onun hareketlerine bakıp “Özenmem, yüz bari biraz.” diyerek yönlendirdi. Uğur gülerek iki tur attı. Sıcak su daha fazlasına izin vermiyordu.

“Bu kadar yeter. Nefesim kesildi. Çalışalım hadi.”

Yarım saat kadar sonra ikisi de yorulmuş bir şekilde çıktılar havuzdan. Çok fazla konuşmamıştı ikisi de. Sanki çalışma anında konuşmak doğru değilmiş gibi davranıyorlardı. Soğuk duşa girdikten sonra yemekte görüşmek için vedalaştılar. Erhan hemen odasına çıktı. Uğur ise bornoza sarılıp biraz oturdu. Kendini dinlemek için eline geçen fırsatı değerlendirmek istiyordu.

Günlerdir kendisini çok farklı hissediyordu. Zaten kardeşleri de söylemişti, daha çok, daha içten güldüğünü! Evet gülüyordu. Geçmişi değişmese de gülebiliyordu. Bunda etrafındaki insanları etkisi çoktu. En çok da Erhan'ın tavırları eğlendiriyordu. Sessiz dururken bir şeyleri yakalayan gözlerinin bir anda gülmeye başlamasını izlemek hoşuna gidiyordu. Bazen onun neye güldüğünü anlamak için herkesi inceliyordu. Genelde insanları izlemek ve komik hallerini yakalamak konusunda kendisi de iyiydi ama asla Erhan'a yetişemezdi. Bir asker olarak o kadar neşeli olması hayret uyandırıyordu. Atilla da gülen, güldüren biriydi ama asla Erhan kadar neşeli değildi. On beş dakika kadar sonra tüm süre boyunca neredeyse sadece Erhan'ı düşündüğünü fark etmişti. Neden aklının ona takıldığını düşündüğünde bulduğu yanıttan memnundu.

Hastası iyileşiyordu!

***** 

Akşam yemeğinde artık yedi kişiydiler. Sevilay ile annesi başka bir masada oturmak istemişti. Yuvarlak bir masaya geçilmişti. Böylece herkes birbirini daha rahat görüyordu. Umut biraz durgundu. Yunus ile yine ayrılacak olmak canını sıkıyordu. Onun bu halini kardeşinden ayrılmış olmasına yoran ve üzülen Meliha Hanım neşelenmesi için oğullarının yaramazlıklarını anlatmaya başladı. Tüm masa neşe içinde gülerken Uğur'un telefonu çaldı. Arayan Onur'du. Sedat kulaklarını dikmiş konuşmayı dinliyordu. Sağ salim eve ulaştıklarını anlayınca rahatladı.

On dakika kadar sonra Sedat'ın telefonu çaldı. Yine Onur'du arayan. Bu kez Sedat'a babasının yanında arayamadığı için özürlerini iletiyordu. Ama Sedat bunu anlamıştı zaten. Ondan haber almış olması yeterliydi. Bu konuşmayı masada yapıyor, başkalarının duymasından çekinmiyordu. Aşkını gizlemeye hiç niyeti yoktu. Tüm dünya Onur'u sevdiğini bilebilirdi.

Yunus ile Umut da yan yana oturmuştu. O akşam kendi ailesine söylemek istiyordu Yunus. Umut da onaylamıştı. Aslında gözlerinin önünde yaşananları gizlemeye çalışmak o insanlara hakaret gibi geliyordu. En sonunda Yunus babasına döndü, “Size bir şey söylemek istiyoruz.” dedi. Tüm masa ne söyleneceğini biliyordu ama yine de heyecanla beklediler.

“Şaşırmayacağınızı biliyorum. Yine de büyüklerimizin de bilmesi gerektiğini düşünüyorum. Umut ile ben evlenmeye karar verdik.”

O andan sonra masa karnaval havasındaydı. Meliha Hanım yerinden kalkıp sarılmıştı Umut'a. “Kızım benim. Hoş geldin ailemize. O kadar mutlu oldum ki nasıl anlatırım bilemiyorum.” dediğinde gözleri anlatıyordu. Alihan Bey de kutlamıştı Umut'u. Sonra da oğluna sarılmıştı. 

“Hasan amca ile gitmeseydi biz de kutlamaları kabul ederdik. Ama sakın es geçmeyin,  Onur'u da bu kadar içten kutlayacaksınız” Sedat, evin küçüğü olmanın şımarıklığı ile söylemişti bunları.

“Oğlum, kutlamaz mıyım? Onur kızımı da çok seviyorum. İkinizin de bu güzel kızlara aşık olduğunuzu biliyordum ama söze dökülmesi başkaymış.” Meliha Hanım artık açıkça ağlıyordu. Dün gece kendi aralarında kutlayan gençler o akşam da yemekte kısa bir kutlama yaptılar. Yunus ile Sedat'a alkol aldırtmadılar. Yemek sonrası Yunus Umut'u biraz dışarı çıkmaya ikna etti. Ailesinin önünde vedalaşamayacağı için yapmıştı bunu. Tesisin bahçesinde bulunan oturma alanına yürüdü. Umut'u neredeyse sürüklüyordu.

“Seni özleyeceğim.” Yunus daha yanındayken özlemeye başladığını hissediyordu.

“Ben de özleyeceğim. Ama lütfen akşamları gelmeye kalkışma. Aklım sende kalır.”

“Özleyeceğim diyorsun, gelme diyorsun. Sen ne istiyorsun?” Yunus dalga geçiyordu. Umut'un yanıtını alınca ne olduğunu şaşırdı.

“Seni istiyorum.”

Bu yanıttan sonra Yunus, özlemle öpmeye başladı. İkisi de karşısındaki bedeni istiyordu.

“Hani düğüne kadar bekleyecektim? Fikrini mi değiştirdin?”

“İstemiyorsan bileyim.”

“Sen deli misin? Senin için deli oluyorum. Ama bekle dersen de beklerim.”

“İstanbul'a dönelim de.” İkisi de ne istediğini biliyordu. Yunus bu yanıttan sonra öpücüklerine devam etti. Gece olmasa… dışarıda olmasalar… içeride aileler olmasa... İşte o zaman sadece öpüşmekle yetinmeyecekleri belliydi. Ama ikisi de kendilerini daha ileriye gitmekten alıkoyuyordu.

***** 

Bir süre sonra iki kardeş yola çıktı. Artık geride Erhan, Meliha Hanım, Alihan Bey ile Uğur ve Umut kalmıştı. Ortamın sakinleşmesi ile iki günün yorgunluğunu üstlerinde hisseden Meliha Hanım ile Alihan Bey erkenden odalarına çıktılar.

Bu kez Umut telefon bekliyordu. Yunus'lar gittiğinde arayacaklardı. O zamana kadar barda oturmak istemişti kızlar. Erhan bir an onları yalnız bırakmayı düşünmüştü. Tesiste kızları rahatsız edecek kimse yoktu. Odasına çıkıp biraz dosyaya bakar, erkenden de uyurdu. Ama Umut'un, onun da kendilerine katılmasını istemesi ile planları değişmişti.

Ülke ekonomisinden, sinemalara kadar bir sürü konuda konuştular. Saat neredeyse on iki olduğunda hala muhabbet ediyorlardı. Saat ilerledikçe Umut tedirgin olmaya başlamıştı. Devamlı telefonun ekranına bakarken, telefon çalmaya başlayınca korku ile sıçradı. Yunus'un adını okuyunca keyifle açtı.

“Alo?”

“...”

“Çok merak ettim. Neden uzun sürdü?”

“...”

“Anladım.”  Kendisini izleyenlere dönüp, yolda kaza varmış biraz trafikte kalmışlar ama şimdi kapıya yanaşmışlar, açıklamasını yapıp yanlarından kalktı. Sonrasını özel olarak konuşmak istiyordu. Uğur arkasından baktı.
“Şimdi rahat uyur artık.”

“Bence de. Ayrıca uyumak bizim için de iyi olacak. Yarın benim çalışmam yok. Biraz şu dosya ile ilgileneceğim. Yemeklerde görüşürüz.” Erhan, iki gündür kaybettiği vakti kazanmak istiyordu. Mahkemeye az kalmıştı.

“İyi geceler. Görüşürüz. Kolay gelsin. E... Erhan... Bir gün bana davanı anlatır mısın?” Merakına yenik düşmüştü. Erhan’ı tanıdıkça suçlandığı konunun ne olduğunu daha çok merak eder olmuştu.

“Elbette. Çalışma sırasında yalnız olursak anlatırım.” Davasını merak ettiğini bilmiyordu. İlk kez konusu açılmıştı. Fırsat bulunca anlatacaktı. Kadının belki soğukluğu bundandı. Davanın ne olduğunu bilmiyor olması tedirgin etmişti belki de! Öğrendikten sonra daha da düzelirdi araları… Emindi!

“Anlaştık. Ben de çıkıyorum odaya. Yarın sabah görüşürüz.”


*****


Tesiste ilk hafta antrenman maçları ile geçti.

Haftanın ilk iki günü, Umut da orada olduğu için akşamları Yunus geliyor, sabah yeniden şehre dönüyordu. Zamanının çoğunu Umut ile geçiriyordu. Çarşamba sabahı Umut'u da yanına alıp birlikte yola çıkarken ikisi de çok mutluydu. Yunus önce Umut'u eve bırakacaktı. 

Erhan koltuk değnekleri ile tesisin dış kapısının önünde ayakta duruyordu. Uğur da hemen yanındaydı. Üç gündür yağan kar o gün biraz daha etkisini arttırmıştı.

“Bu kapıya son çıkışım. Bir daha, kar eriyene kadar beni buraya kimse çıkartamaz.”

“Ben de istemem. Düşersen tüm çabam boşa gider.”

“Aman, ne ben o ağrıları bir daha çekeyim, ne de seni bir daha uğraştırayım.” Şakalaşarak içeri girdiler. Erhan koltuk değneklerini tamamen atacağı günlerin çok uzak olmadığını biliyordu. Yeniden rahat hareket edebileceği zaman geldiğinde doktora ihtiyacı kalmayacaktı. O zaman Uğur'u görmesine de gerek kalmayacaktı. Bunu düşününce pek de hoşlanmadı. Uğur'u haftanın iki ya da üç günü görmek çok güzeldi. İyileşince bundan mahrum kalacaktı. Şimdi o günleri düşünmek yerine vaktini iyi değerlendirmeliydi.

“Keyif kahvesi içelim mi? Sen çalışmaya başlamadan biraz oturalım. Sonra yorulacaksın nasılsa. Sevilay'ın çalışması da var, değil mi?”

“Evet, bugün Sevilay ile de çalışacağız. Ama burada çalışmak yorucu olmaktan çok dinlendirici oluyor. Yine de keyif kahvesine hayır demem.”

Takımdakilerden Süleyman, Mehmet ve Tankut da onlar gibi kahve içiyordu. Saffet ile Vural bir köşede kitap okuyordu. Diğer oyuncular, bilardo masasının etrafındaydı.

“Bilardo mu oynuyorlar? Nasıl yani?” Erhan gerçekten şaşırmıştı.

“Bilardo, biraz hesap biraz görüş işidir. Onlar da oturdukları yerde bunu yapabiliyorlar. Gerçi bilardo bizde üç bant oynandığı için çok da zorlanmıyorlar. Asıl zorlarına giden tenis ya da masa tenisi.”

“Tenis mi? Tekerlekli sandalye ile mi? Bu kez dalga geçiyorsun işte.”

“Erhan, tekerlekli sandalye tenis karşılaşmalarının paralimpik oyunları bile var. Neden dalga geçeyim? On sekiz kadar spor dalı, bedensel engelliler tarafından yapılabilmekte. Bu dediklerim, uluslar arası kuralları belirlenmiş olanlar. Bir de kendi becerilerine uygun yapabildikleri var. Yeter ki istekli olsunlar.”

“Senin takımdakileri gördükten sonra buna inanmamak mümkün değil. Bana da bilardoyu öğretirler mi?”

“Öğretirler de acemisin diye acımalarını bekleme.”

“Beklemem. Şu kahveleri içelim de sonra ben biraz dosyayı inceleyeyim. Dörtte birini bitirdim ama daha bir şey bulamadım. Rahmetli usta ne kadar kötü notlar tutmuş. Gerçi buna da şükür. Hiç belge olmasa nasıl buluruz bilemiyorum.”

“Bana şimdi anlatabilirsin neler olduğunu. Senin için de uygun mu?”

“Tabii.”

Erhan, kahveler gelene kadar olanların bir kısmını, içerken de diğer kısmını anlatmıştı. Uğur, bir insanın başının ne kadar kolay belaya girebildiğini anlayınca çok şaşırmış ve üzülmüştü. Erhan'ın suçunun daha önemli bir şey olduğunu sanıyordu. Gerçi davanın şu anki seyrini kısaca anlatmış ve kaçakçılık ve bağlantılı terör olaylarının iç içe olduğu büyük bir suçun küçük bir parçası olduğunu açıklamıştı. Ama yine de hediye olarak alınan bir çantanın başa ne büyük dert açtığının en önemli kanıtıydı bu dava. Uğur, bir zamanlar suçlu olarak gördüğü Erhan'ın aslında kurban olduğunu anlayınca kendi düşüncelerinden dolayı utanmıştı.

Erhan, Uğur’un duyduklarından sonra hem üzüldüğünü hem rahatladığını gözlerinde görebiliyordu. Uğur duygularını gizleyemeyen biriydi! Gözlerine bakacak kadar yakın olmak yeterliydi. 

Kahveleri bittiğinde “Sevilay ile çalışmam lazım. Yemekte görüşürüz.” diyerek yanından ayrılmıştı.

Erhan da odasına çıkıp İbrahim'i aradı. Antep’te yine işler karışmıştı. Ünsal, aileyi kızı kendisinden kaçırmakla suçlamış ortaklıktan vazgeçmişti. O nedenle yine parasal sorunlar baş göstermişti. Bu yüzden İbrahim, polis ve asker ile işbirliği yapmalarını ve tarlalardan uzaklaşmalarını, Burhan Pektaş'ın ailesinin de komşu tarlayı bırakmasını sağlamıştı.

Bunları anlattığında Erhan rahatlamak yerine daha çok sıkıldı. Celal ve karısının hayati tehlikesi artıyordu. Artık daha da hızlanması gerekiyordu.

Öğlen yemeğinin saati çoktan geldiği halde odadan çıkmamıştı. Uğur yemek salonunda onu göremeyince Meliha Hanıma sordu. Yemeyeceğini öğrenince sessizce kendi yemeğini yemeye başladı. Ama aklı Erhan'daydı. Rahatsızlanmış olabilir miydi? Bunu sorması normaldi. O doktoruydu.

“Sesi iyi miydi? Ağrısı olabilir mi?”

“Sesi bana pek iyi gelmedi ama iyi olduğunu söyledi. Bilemedim şimdi. Bir baksam mı acaba?”

“Siz rahatsız olmayın ben bakarım. Ağrısı varsa ilaç veririm. Siz yemeğinizi yemeye devam edin.”

“Canım, ne kadar düşüncelisin. Teşekkür ederim.”

Uğur masadan kalkınca Alihan Bey, Meliha Hanıma dönüp, “Nesi var Erhan'ın? Bir şey söylemedin az önce. Sesi kötü müydü?” diye sordu.

Meliha Hanım, “Yoo ama kızın merakı boşa gitmesin dedim.”

“Meliha, senden korkulur. Neler planlıyorsun?”

“Ben bir şey planlamıyorum. Planı yapan yapmış gibi geliyor sadece.”

Onların konuşmasını dinleyen Zeycan neredeyse kahkahayla gülecekti. Oraya geldiğinden beri ilk kez bu kadar neşelenmişti. Uğur ile Erhan ağabeyi arasında bir şeyler olabileceğini o da hissetmişti. Ama Meliha Teyze'nin yaptığı gibi bir manevra ölse aklına gelmezdi.


Uğur, Erhan'ın kapısını çaldığında, ağrısı varsa kapıyı açmanın bile zor olacağını düşünüyordu. Oysa kapı kısa sürede açılmıştı. Üstelik değneklerine dayanmadan gelmişti kapıya. Erhan, şaşkınlıkla baktı Uğur'a.

“Bir şey mi oldu?”

“Yok, yemeye inmeyince, ben hastalandın sandım. Annen de sesinin kötü geldiğini söyleyince ağrın olduğunu düşündüm.”

“İyiyim, canım yemek yemek istemediği için inmedim. Sen yedin mi?”

“Evet.”

“O zaman, gel de sana bir kahve ikram edeyim. Ya da çay mı içersin?”

“Kahveyi tercih ederim. Çalışıyor muydun?”

“Evet, dosyayı bitirirsem Celal'i ve karısını kurtarmaya daha da yaklaşacağız.”

“Uzmanlar bakmıyor mu bu dosyaya?”

“Bir arkadaşımız var. O bu işlerde uzmandır. Ama taş ustasının işleri ile ilgili veriler o kadar silik ve karmaşık ki... Bunları, önce program yazıp, sonra sisteme yüklemesi lazım! Ama bu çok daha uzun sürebilir. Bir kopyasını ona da ulaştırdık gerçi. Yine de ben daha hazlı gidiyorum sanırım. Benzer desenden bir kaç tane çalışması olduğu için tüm dosyayı bitirmem ve gerekirse her eve eş zamanlı baskın yapılmasını sağlamam lazım.”

“Ben yardım edebilir miyim? Daha çabuk biter.”

Erhan, bu teklife çok şaşırmıştı. Hiç beklemiyordu böyle bir şey.

“Çok teşekkür ederim. Zaten çok işin var burada. Bir de benim işimle yorulma”

“Yorulmam. Bir saat sonra antrenman var. O zamana kadar birlikte çalışalım.”

“Tamam. O zaman ben kahveleri söylüyorum.”

Bir saat masa başında çalıştılar. Erhan ara sıra Uğur'u izliyordu. Kendini yaptığı işe vermiş dikkatlice resim ile çizimleri karşılaştırıyordu. Benzettiği resimleri Erhan'a gösteriyordu. Yine öyle bir resmi Erhan'a uzattığında onun kendisini izlediğini gördü. O kadar yakın duruyorlardı ki nefesleri karışmıştı. İlk toparlanan Erhan oldu. Resmi alıp baktı ama bir şey görmüyordu. Ona bakarken yakalandığı için kendisine kızıyordu. Uğur onu etkiliyordu. Bunu artık kabul ediyordu. Bu ‘kız kardeşlerde’ ne vardı?

Uğur, Erhan'ın bakışlarını üstünde yakaladığında ne yapacağını şaşırmıştı. Heyecanlanmıştı. Erhan elinden resmi alana kadar bakışlarını çeviremediğinin farkında değildi. Bu olmamalıydı. Bu asla olmamalıydı. Erhan resme bakarken o da yerinden kalktı.

“Benim artık gitmem lazım. Çocuklar bekliyordur.” 

Erhan'ın bir şey söylemesine fırsat vermeden odadan çıkmıştı bile.


***** 

1 yorum:

  1. Sanırım en zor kısım doktor hasta ilişkisinin aşka dönüşmesi olacak 😊

    YanıtlaSil