İbrahim, telefon ile görüşse de Zeycan'ı çok özlemişti. Aklını işe
veremiyordu. Oysa Cemal ile görüşmesi gerekiyordu. Cemal'in kendisi ile
görüştüğünün bilinmemesi için bir kahvede buluşmaya karar verdiler. Pazar günü
en kalabalık kahve seçildi ve İbrahim erkenden o kahveye gitti. Önce çay içip
gazete okudu. Sonra kitabını çıkarttı, biraz kitap okudu. Kahve iyice
dolduğunda sadece kendi masasında oturacak yer kalmıştı. O sırada Cemal, Kemal
ve Hüseyin içeri girdi. Oturacak yer aradılar. Bulamayınca İbrahim'in masasına
doğru yürüyüp izin istediler. On dakika kadar üç kardeş kendi arasında konuştu.
İbrahim onlara hiç katılmadı. Bu süre gizli gözler için oldukça yeterliydi.
Sonra İbrahim kendisine çay söylerken masasındakilere de söyledi. Böylece
konuşmaya başladılar. Cemal'e 'yüzün kardeşlerine dönük olsun. Arada ben
sorarım, sen onlarla konuşuyor gibi yanıt verirsin.' demişti. Cemal, başlarda
zorlansa da sonra rahatlamıştı. İbrahim, Zeycan'ın apar topar gönderilmesine
neden olan konuşmanın Cemal tarafını ancak öğrenebiliyordu.
Cemal, o gece gelen telefonun, Burhan'ın ailesini ikna etmek için
olduğunu, aksi halde kendi ailesinin de Burhan'ın yaşadığına benzer bir son
yaşayacağını söylediklerini anlattı. Bu kayıpların ilkinin Zeycan olacağını ima
ettiklerini söylemişti. Zeycan'ın duyduğu kısmı buydu. İyi ki duymuştu! İyi ki
kendisine anlatmıştı da Erhan ile ortak bir plan yapıp İstanbul'a yollamıştı,
Zeycan'ı. Göremiyor, özlüyordu ama biliyordu ki sağdı. Derince denen bir yerde
kalabalık aile ortamında emniyetteydi.
Burhan'ın ailesi ise, zaten bir can verdiklerini, artık çöp bile
vermeyeceklerini söylüyordu. İbrahim, Burhan Pektaş'ın ailesinin ayak diremesi
ile hem Celal ve karısının canının yanacağını hem de diğer kardeşlere kadar
bulaşacaklarını biliyordu. Cemal'e, “Onlarla yeniden konuş. Ama nasıl ikna
edersin bilmem. Onların da tehdit edildiğini başka canların yanacağını söyle.
Hepiniz canınızdan olacaksınız, dersen belki ikna edersin. Zeycan Hanımı tehdit
ettikleri konuşmayı onlara da anlat.” Bu sırada masadaki gazeteyi okuyor,
oradan bir haber üzerinde konuşuyor gibi yapıyorlardı.
“Konuşurum.”
İbrahim, ailenin dikkatli olması konusunda biraz daha konuştuktan
sonra masadan kalktı. Diğerlerinin biraz daha oturmasını söyledi. Zeycan'ın
tehlikeden uzak olması diğerlerinin içini biraz rahatlatıyordu. Fakat hepsi çok
iyi biliyordu, hiçbir şey bitmemişti. Aksine her geçen gün İbrahim yeni
bilgiler ile daha da derinlere dalıyordu. Bu işin görünen kısmı buzdağının
üstteki tabakasıydı. Alt tarafı çok derinlere iniyordu.
*****
Öğlen yemeğinden sonra odaya çıkan Erhan ve Yunus biraz
çalışacaklardı. Yunus, aslında Umut ile olmak istiyordu ama ağabeyine bilgileri
tam aktarmalıydı. Umut da ablasına yardım ediyordu. Takımdaki çocuklarla
ilgileniyorlar birlikte vakit geçiriyorlardı.
Erhan, dosyadaki fotokopileri incelemeye başladığında, ölen
ustanın gerçekten çok iyi hesap, çok kötü arşivleme yaptığını anlamıştı.
İşlerinin ne tarihi ne yeri belirli değildi. Sadece çizimler vardı. Bazı
çizimlerin üstünde küçük notlar alınmıştı. Küçük büyük iki yüzden fazla iş
yapmıştı. Hepsinin tek tek incelenmesi gerekiyordu.
Bazı yazıların okunabilmesi için büyütece ihtiyaç vardı. Otelde
büyüteç bulunamamıştı. Pazar günü olduğu için açık kırtasiye bulunmayacağından
pazartesiyi bekleyeceklerdi.
Erhan vakit kaybetmemek için işleri küçükten büyüğe sıralamaya
başladı. Yunus da yardım ediyordu. İki saat kadar sonra kaba bir sıralama
yapılmıştı. Ama ikisinin de gözleri ağrımaya başlamıştı. Saat beşe gelmişti.
Havanın da kararması ile Onur ve Hasan Beyin yola çıkış saatleri yaklaşmıştı.
Yunus daha geç gidecekti. Biraz Umut ile vakit geçirmek istiyordu. Hasan
amcanın gözlerinden uzak olmak iyi gelecekti. Sedat da onunla aynı saatte
dönecekti.
Meliha Hanım ile Alihan Bey ise etraflarında olanların farkında,
keyifle tatilin tadını çıkartıyordu. İki oğlunun da kız arkadaşlarının yanında
nasıl değiştiklerini izlemek, bunun dedikodusunu yapmak çok hoşlarına
gidiyordu. Hatta artık konuştukları başka konularda vardı. Bunu çok
dillendirmeseler de ikisi de sık sık düşünüyordu!
*****
Akşam yemeğinden önce ilk grubu uğurladılar. Geç saate kalmak
istemedi Hasan Bey. Yollar tedirgin ediyordu onu.
Sedat çok zor ayrılmıştı. Bir önceki gün gelirken hissettiklerini
yine yaşıyordu. Kendisinden uzakta sanki kimse onu koruyamaz gibi geliyordu.
Uzun zamandır yapmadığı bir şeyi yaptı ve arkalarından kazasız gitmeleri için
dua etti. Onur'a bir şey olmasına dayanamayacağını hissediyordu. Okulu biter
bitmez evlenecekti. O zamana kadar nasıl sabredecekti.
Yunus, Hasan Bey ile vedalaşırken yüzüne bakamamıştı. Hala
üstünden çekingenliği atamamıştı. Sanki çok büyük bir kabahati var gibi
hissediyordu. Oysa Hasan Bey vedalaşırken sarılmış 'Kendine iyi bak oğlum'
diyerek vedalaşmıştı. O cümleyi duyduğunda rahatlamıştı biraz Yunus. Sonra
yüzüne rahatça bakmış ve teşekkür etmişti. Artık içi biraz daha rahattı.
Uğur, Onur'u kırk kere tembihlemişti. 'Eve gider gitmez arayın.
Acele etmeyin. Babam yorulursa sen kullan. Yemekler hazır. Azar azar ısıt.
Bozma yemekleri. Sabahları okula gitmeden camları aç ev havalansın.' Onur daha
fazla dayanamamış 'Abla yeter, ilk kez mi evde yalnız kalacağız. Hem yemekler
bozulursa babama her gün pizza ısmarlarım, hamburger ısmarlarım.' 'sakın ha'
diyen Uğur, Onur'un şaka yaptığını anlamamıştı. Ablasının en çok sinir olduğu
şeydi dışarıdan yağlı bol kalorili yemekler söylenmesi.
Uğur, kendisine takıldığını anladığında gülmüş, hadi git artık,
diyerek arabaya bindirmişti.
Kalanlar içeri girdiğinde sanki çok uzağa yollamışlar gibi
hüzünlenmişti hepsi. Tabii en çok da Sedat...
*****
Sıcak su havuzunda çalışma yapmak için hazırlık yapan Erhan, iki
ailenin de ne kadar birbirine benzediğini düşünüyordu. Kardeşleri çok iyi birer
kız bulmuştu. Onlar için çok seviniyordu. Bunu da belli ediyordu. Buraya
geldiğinden beri davasını neredeyse hiç düşünmemişti. Hatta diğer sorunlarını
da pek düşünmemişti. Keyifli iki gün geçirmişti. Öğleden sonra dosya ile ilgilense de artık
sona yaklaştığını hissediyordu. Bu dosyadan Celal'in bulunduğu evi tespit
edeceğinden emindi. Aslında fotokopilerdeki yazılar ve resimler çok kötü olmasa
şimdi kimse onu masadan kaldıramazdı. Yarına kadar sabırlı olmalıydı.
Düşüncelerinden, içeri giren Uğur ile sıyrıldı. Yine üzerinde
bornozu vardı. Selamlaştılar. Erhan, Uğur bornozunu çıkartırken arkasını
dönmüştü. Böylece Uğur da rahatça üstünü çıkartıp havuza girmişti. Erhan, onun
güzel vücut hatlarını kısa bakışlarla süzüyordu yine. Ama aralarındaki doktor
hasta ilişkisini bozmamak için bakışlarını uzun süre üstünde gezdiremiyordu.
Bakabilse? Bakabilse neler olacağını bilmiyordu.
Uğur, Erhan havuza girene kadar suya alışmıştı bile. Erhan onun
hareketlerine bakıp “Özenmem, yüz bari biraz.” diyerek yönlendirdi. Uğur
gülerek iki tur attı. Sıcak su daha fazlasına izin vermiyordu.
“Bu kadar yeter. Nefesim kesildi. Çalışalım hadi.”
Yarım saat kadar sonra ikisi de yorulmuş bir şekilde çıktılar
havuzdan. Çok fazla konuşmamıştı ikisi de. Sanki çalışma anında konuşmak doğru
değilmiş gibi davranıyorlardı. Soğuk duşa girdikten sonra yemekte görüşmek için
vedalaştılar. Erhan hemen odasına çıktı. Uğur ise bornoza sarılıp biraz oturdu.
Kendini dinlemek için eline geçen fırsatı değerlendirmek istiyordu.
Günlerdir kendisini çok farklı hissediyordu. Zaten kardeşleri de
söylemişti, daha çok, daha içten güldüğünü! Evet gülüyordu. Geçmişi değişmese
de gülebiliyordu. Bunda etrafındaki insanları etkisi çoktu. En çok da Erhan'ın
tavırları eğlendiriyordu. Sessiz dururken bir şeyleri yakalayan gözlerinin bir
anda gülmeye başlamasını izlemek hoşuna gidiyordu. Bazen onun neye güldüğünü
anlamak için herkesi inceliyordu. Genelde insanları izlemek ve komik hallerini
yakalamak konusunda kendisi de iyiydi ama asla Erhan'a yetişemezdi. Bir asker
olarak o kadar neşeli olması hayret uyandırıyordu. Atilla da gülen, güldüren
biriydi ama asla Erhan kadar neşeli değildi. On beş dakika kadar sonra tüm süre
boyunca neredeyse sadece Erhan'ı düşündüğünü fark etmişti. Neden aklının ona
takıldığını düşündüğünde bulduğu yanıttan memnundu.
Hastası iyileşiyordu!
*****
Akşam yemeğinde artık yedi kişiydiler. Sevilay ile annesi başka
bir masada oturmak istemişti. Yuvarlak bir masaya geçilmişti. Böylece herkes
birbirini daha rahat görüyordu. Umut biraz durgundu. Yunus ile yine ayrılacak
olmak canını sıkıyordu. Onun bu halini kardeşinden ayrılmış olmasına yoran ve
üzülen Meliha Hanım neşelenmesi için oğullarının yaramazlıklarını anlatmaya
başladı. Tüm masa neşe içinde gülerken Uğur'un telefonu çaldı. Arayan Onur'du.
Sedat kulaklarını dikmiş konuşmayı dinliyordu. Sağ salim eve ulaştıklarını
anlayınca rahatladı.
On dakika kadar sonra Sedat'ın telefonu çaldı. Yine Onur'du
arayan. Bu kez Sedat'a babasının yanında arayamadığı için özürlerini
iletiyordu. Ama Sedat bunu anlamıştı zaten. Ondan haber almış olması
yeterliydi. Bu konuşmayı masada yapıyor, başkalarının duymasından çekinmiyordu.
Aşkını gizlemeye hiç niyeti yoktu. Tüm dünya Onur'u sevdiğini bilebilirdi.
Yunus ile Umut da yan yana oturmuştu. O akşam kendi ailesine
söylemek istiyordu Yunus. Umut da onaylamıştı. Aslında gözlerinin önünde
yaşananları gizlemeye çalışmak o insanlara hakaret gibi geliyordu. En sonunda
Yunus babasına döndü, “Size bir şey söylemek istiyoruz.” dedi. Tüm masa ne
söyleneceğini biliyordu ama yine de heyecanla beklediler.
“Şaşırmayacağınızı biliyorum. Yine de büyüklerimizin de bilmesi
gerektiğini düşünüyorum. Umut ile ben evlenmeye karar verdik.”
O andan sonra masa karnaval havasındaydı. Meliha Hanım yerinden
kalkıp sarılmıştı Umut'a. “Kızım benim. Hoş geldin ailemize. O kadar mutlu
oldum ki nasıl anlatırım bilemiyorum.” dediğinde gözleri anlatıyordu. Alihan
Bey de kutlamıştı Umut'u. Sonra da oğluna sarılmıştı.
“Hasan amca ile gitmeseydi biz de kutlamaları kabul ederdik. Ama
sakın es geçmeyin, Onur'u da bu kadar
içten kutlayacaksınız” Sedat, evin küçüğü olmanın şımarıklığı ile söylemişti
bunları.
“Oğlum, kutlamaz mıyım? Onur kızımı da çok seviyorum. İkinizin de
bu güzel kızlara aşık olduğunuzu biliyordum ama söze dökülmesi başkaymış.”
Meliha Hanım artık açıkça ağlıyordu. Dün gece kendi aralarında kutlayan gençler
o akşam da yemekte kısa bir kutlama yaptılar. Yunus ile Sedat'a alkol aldırtmadılar.
Yemek sonrası Yunus Umut'u biraz dışarı çıkmaya ikna etti. Ailesinin önünde
vedalaşamayacağı için yapmıştı bunu. Tesisin bahçesinde bulunan oturma alanına
yürüdü. Umut'u neredeyse sürüklüyordu.
“Seni özleyeceğim.” Yunus daha yanındayken özlemeye başladığını
hissediyordu.
“Ben de özleyeceğim. Ama lütfen akşamları gelmeye kalkışma. Aklım
sende kalır.”
“Özleyeceğim diyorsun, gelme diyorsun. Sen ne istiyorsun?” Yunus
dalga geçiyordu. Umut'un yanıtını alınca ne olduğunu şaşırdı.
“Seni istiyorum.”
Bu yanıttan sonra Yunus, özlemle öpmeye başladı. İkisi de
karşısındaki bedeni istiyordu.
“Hani düğüne kadar bekleyecektim? Fikrini mi değiştirdin?”
“İstemiyorsan bileyim.”
“Sen deli misin? Senin için deli oluyorum. Ama bekle dersen de
beklerim.”
“İstanbul'a dönelim de.” İkisi de ne istediğini biliyordu. Yunus
bu yanıttan sonra öpücüklerine devam etti. Gece olmasa… dışarıda olmasalar…
içeride aileler olmasa... İşte o zaman sadece öpüşmekle yetinmeyecekleri
belliydi. Ama ikisi de kendilerini daha ileriye gitmekten alıkoyuyordu.
*****
Bir süre sonra iki kardeş yola çıktı. Artık geride Erhan, Meliha
Hanım, Alihan Bey ile Uğur ve Umut kalmıştı. Ortamın sakinleşmesi ile iki günün
yorgunluğunu üstlerinde hisseden Meliha Hanım ile Alihan Bey erkenden odalarına
çıktılar.
Bu kez Umut telefon bekliyordu. Yunus'lar gittiğinde
arayacaklardı. O zamana kadar barda oturmak istemişti kızlar. Erhan bir an
onları yalnız bırakmayı düşünmüştü. Tesiste kızları rahatsız edecek kimse
yoktu. Odasına çıkıp biraz dosyaya bakar, erkenden de uyurdu. Ama Umut'un, onun
da kendilerine katılmasını istemesi ile planları değişmişti.
Ülke ekonomisinden, sinemalara kadar bir sürü konuda konuştular.
Saat neredeyse on iki olduğunda hala muhabbet ediyorlardı. Saat ilerledikçe
Umut tedirgin olmaya başlamıştı. Devamlı telefonun ekranına bakarken, telefon
çalmaya başlayınca korku ile sıçradı. Yunus'un adını okuyunca keyifle açtı.
“Alo?”
“...”
“Çok merak ettim. Neden uzun sürdü?”
“...”
“Anladım.” Kendisini
izleyenlere dönüp, yolda kaza varmış biraz trafikte kalmışlar ama şimdi kapıya
yanaşmışlar, açıklamasını yapıp yanlarından kalktı. Sonrasını özel olarak
konuşmak istiyordu. Uğur arkasından baktı.
“Şimdi rahat uyur artık.”
“Bence de. Ayrıca uyumak bizim için de iyi olacak. Yarın benim
çalışmam yok. Biraz şu dosya ile ilgileneceğim. Yemeklerde görüşürüz.” Erhan,
iki gündür kaybettiği vakti kazanmak istiyordu. Mahkemeye az kalmıştı.
“İyi geceler. Görüşürüz. Kolay gelsin. E... Erhan... Bir gün bana
davanı anlatır mısın?” Merakına yenik düşmüştü. Erhan’ı tanıdıkça suçlandığı
konunun ne olduğunu daha çok merak eder olmuştu.
“Elbette. Çalışma sırasında yalnız olursak anlatırım.” Davasını
merak ettiğini bilmiyordu. İlk kez konusu açılmıştı. Fırsat bulunca
anlatacaktı. Kadının belki soğukluğu bundandı. Davanın ne olduğunu bilmiyor
olması tedirgin etmişti belki de! Öğrendikten sonra daha da düzelirdi araları…
Emindi!
“Anlaştık. Ben de çıkıyorum odaya. Yarın sabah görüşürüz.”
*****
Tesiste ilk hafta antrenman maçları ile geçti.
Haftanın ilk iki günü, Umut da orada olduğu için akşamları Yunus
geliyor, sabah yeniden şehre dönüyordu. Zamanının çoğunu Umut ile geçiriyordu.
Çarşamba sabahı Umut'u da yanına alıp birlikte yola çıkarken ikisi de çok
mutluydu. Yunus önce Umut'u eve bırakacaktı.
Erhan koltuk değnekleri ile tesisin dış kapısının önünde ayakta
duruyordu. Uğur da hemen yanındaydı. Üç gündür yağan kar o gün biraz daha
etkisini arttırmıştı.
“Bu kapıya son çıkışım. Bir daha, kar eriyene kadar beni buraya
kimse çıkartamaz.”
“Ben de istemem. Düşersen tüm çabam boşa gider.”
“Aman, ne ben o ağrıları bir daha çekeyim, ne de seni bir daha
uğraştırayım.” Şakalaşarak içeri girdiler. Erhan koltuk değneklerini tamamen
atacağı günlerin çok uzak olmadığını biliyordu. Yeniden rahat hareket
edebileceği zaman geldiğinde doktora ihtiyacı kalmayacaktı. O zaman Uğur'u
görmesine de gerek kalmayacaktı. Bunu düşününce pek de hoşlanmadı. Uğur'u
haftanın iki ya da üç günü görmek çok güzeldi. İyileşince bundan mahrum
kalacaktı. Şimdi o günleri düşünmek yerine vaktini iyi değerlendirmeliydi.
“Keyif kahvesi içelim mi? Sen çalışmaya başlamadan biraz oturalım.
Sonra yorulacaksın nasılsa. Sevilay'ın çalışması da var, değil mi?”
“Evet, bugün Sevilay ile de çalışacağız. Ama burada çalışmak
yorucu olmaktan çok dinlendirici oluyor. Yine de keyif kahvesine hayır demem.”
Takımdakilerden Süleyman, Mehmet ve Tankut da onlar gibi kahve
içiyordu. Saffet ile Vural bir köşede kitap okuyordu. Diğer oyuncular, bilardo
masasının etrafındaydı.
“Bilardo mu oynuyorlar? Nasıl yani?” Erhan gerçekten şaşırmıştı.
“Bilardo, biraz hesap biraz görüş işidir. Onlar da oturdukları
yerde bunu yapabiliyorlar. Gerçi bilardo bizde üç bant oynandığı için çok da
zorlanmıyorlar. Asıl zorlarına giden tenis ya da masa tenisi.”
“Tenis mi? Tekerlekli sandalye ile mi? Bu kez dalga geçiyorsun
işte.”
“Erhan, tekerlekli sandalye tenis karşılaşmalarının paralimpik
oyunları bile var. Neden dalga geçeyim? On sekiz kadar spor dalı, bedensel
engelliler tarafından yapılabilmekte. Bu dediklerim, uluslar arası kuralları
belirlenmiş olanlar. Bir de kendi becerilerine uygun yapabildikleri var. Yeter
ki istekli olsunlar.”
“Senin takımdakileri gördükten sonra buna inanmamak mümkün değil.
Bana da bilardoyu öğretirler mi?”
“Öğretirler de acemisin diye acımalarını bekleme.”
“Beklemem. Şu kahveleri içelim de sonra ben biraz dosyayı
inceleyeyim. Dörtte birini bitirdim ama daha bir şey bulamadım. Rahmetli usta
ne kadar kötü notlar tutmuş. Gerçi buna da şükür. Hiç belge olmasa nasıl
buluruz bilemiyorum.”
“Bana şimdi anlatabilirsin neler olduğunu. Senin için de uygun
mu?”
“Tabii.”
Erhan, kahveler gelene kadar olanların bir kısmını, içerken de
diğer kısmını anlatmıştı. Uğur, bir insanın başının ne kadar kolay belaya
girebildiğini anlayınca çok şaşırmış ve üzülmüştü. Erhan'ın suçunun daha önemli
bir şey olduğunu sanıyordu. Gerçi davanın şu anki seyrini kısaca anlatmış ve
kaçakçılık ve bağlantılı terör olaylarının iç içe olduğu büyük bir suçun küçük
bir parçası olduğunu açıklamıştı. Ama yine de hediye olarak alınan bir çantanın
başa ne büyük dert açtığının en önemli kanıtıydı bu dava. Uğur, bir zamanlar
suçlu olarak gördüğü Erhan'ın aslında kurban olduğunu anlayınca kendi
düşüncelerinden dolayı utanmıştı.
Erhan, Uğur’un duyduklarından sonra hem üzüldüğünü hem
rahatladığını gözlerinde görebiliyordu. Uğur duygularını gizleyemeyen biriydi! Gözlerine bakacak kadar yakın olmak yeterliydi.
Kahveleri bittiğinde “Sevilay ile çalışmam lazım. Yemekte
görüşürüz.” diyerek yanından ayrılmıştı.
Erhan da odasına çıkıp İbrahim'i aradı. Antep’te yine işler
karışmıştı. Ünsal, aileyi kızı kendisinden kaçırmakla suçlamış ortaklıktan
vazgeçmişti. O nedenle yine parasal sorunlar baş göstermişti. Bu yüzden
İbrahim, polis ve asker ile işbirliği yapmalarını ve tarlalardan
uzaklaşmalarını, Burhan Pektaş'ın ailesinin de komşu tarlayı bırakmasını
sağlamıştı.
Bunları anlattığında Erhan rahatlamak yerine daha çok sıkıldı.
Celal ve karısının hayati tehlikesi artıyordu. Artık daha da hızlanması
gerekiyordu.
Öğlen yemeğinin saati çoktan geldiği halde odadan çıkmamıştı. Uğur
yemek salonunda onu göremeyince Meliha Hanıma sordu. Yemeyeceğini öğrenince
sessizce kendi yemeğini yemeye başladı. Ama aklı Erhan'daydı. Rahatsızlanmış
olabilir miydi? Bunu sorması normaldi. O doktoruydu.
“Sesi iyi miydi? Ağrısı olabilir mi?”
“Sesi bana pek iyi gelmedi ama iyi olduğunu söyledi. Bilemedim şimdi.
Bir baksam mı acaba?”
“Siz rahatsız olmayın ben bakarım. Ağrısı varsa ilaç veririm. Siz
yemeğinizi yemeye devam edin.”
“Canım, ne kadar düşüncelisin. Teşekkür ederim.”
Uğur masadan kalkınca Alihan Bey, Meliha Hanıma dönüp, “Nesi var
Erhan'ın? Bir şey söylemedin az önce. Sesi kötü müydü?” diye sordu.
Meliha Hanım, “Yoo ama kızın merakı boşa gitmesin dedim.”
“Meliha, senden korkulur. Neler planlıyorsun?”
“Ben bir şey planlamıyorum. Planı yapan yapmış gibi geliyor
sadece.”
Onların konuşmasını dinleyen Zeycan neredeyse kahkahayla
gülecekti. Oraya geldiğinden beri ilk kez bu kadar neşelenmişti. Uğur ile Erhan
ağabeyi arasında bir şeyler olabileceğini o da hissetmişti. Ama Meliha
Teyze'nin yaptığı gibi bir manevra ölse aklına gelmezdi.
Uğur, Erhan'ın kapısını çaldığında, ağrısı varsa kapıyı açmanın
bile zor olacağını düşünüyordu. Oysa kapı kısa sürede açılmıştı. Üstelik
değneklerine dayanmadan gelmişti kapıya. Erhan, şaşkınlıkla baktı Uğur'a.
“Bir şey mi oldu?”
“Yok, yemeye inmeyince, ben hastalandın sandım. Annen de sesinin
kötü geldiğini söyleyince ağrın olduğunu düşündüm.”
“İyiyim, canım yemek yemek istemediği için inmedim. Sen yedin mi?”
“Evet.”
“O zaman, gel de sana bir kahve ikram edeyim. Ya da çay mı
içersin?”
“Kahveyi tercih ederim. Çalışıyor muydun?”
“Evet, dosyayı bitirirsem Celal'i ve karısını kurtarmaya daha da
yaklaşacağız.”
“Uzmanlar bakmıyor mu bu dosyaya?”
“Bir arkadaşımız var. O bu işlerde uzmandır. Ama taş ustasının
işleri ile ilgili veriler o kadar silik ve karmaşık ki... Bunları, önce program
yazıp, sonra sisteme yüklemesi lazım! Ama bu çok daha uzun sürebilir. Bir
kopyasını ona da ulaştırdık gerçi. Yine de ben daha hazlı gidiyorum sanırım.
Benzer desenden bir kaç tane çalışması olduğu için tüm dosyayı bitirmem ve
gerekirse her eve eş zamanlı baskın yapılmasını sağlamam lazım.”
“Ben yardım edebilir miyim? Daha çabuk biter.”
Erhan, bu teklife çok şaşırmıştı. Hiç beklemiyordu böyle bir şey.
“Çok teşekkür ederim. Zaten çok işin var burada. Bir de benim
işimle yorulma”
“Yorulmam. Bir saat sonra antrenman var. O zamana kadar birlikte
çalışalım.”
“Tamam. O zaman ben kahveleri söylüyorum.”
Bir saat masa başında çalıştılar. Erhan ara sıra Uğur'u izliyordu.
Kendini yaptığı işe vermiş dikkatlice resim ile çizimleri karşılaştırıyordu.
Benzettiği resimleri Erhan'a gösteriyordu. Yine öyle bir resmi Erhan'a
uzattığında onun kendisini izlediğini gördü. O kadar yakın duruyorlardı ki
nefesleri karışmıştı. İlk toparlanan Erhan oldu. Resmi alıp baktı ama bir şey
görmüyordu. Ona bakarken yakalandığı için kendisine kızıyordu. Uğur onu
etkiliyordu. Bunu artık kabul ediyordu. Bu ‘kız kardeşlerde’ ne vardı?
Uğur, Erhan'ın bakışlarını üstünde yakaladığında ne yapacağını
şaşırmıştı. Heyecanlanmıştı. Erhan elinden resmi alana kadar bakışlarını
çeviremediğinin farkında değildi. Bu olmamalıydı. Bu asla olmamalıydı. Erhan
resme bakarken o da yerinden kalktı.
“Benim artık gitmem lazım. Çocuklar bekliyordur.”
Erhan'ın bir şey söylemesine fırsat vermeden odadan çıkmıştı bile.
*****
Sanırım en zor kısım doktor hasta ilişkisinin aşka dönüşmesi olacak 😊
YanıtlaSil