25 Haziran 2015 Perşembe

BUZDAKİ ATEŞ 32. Bölüm

Zeycan, İbrahim’in araması ile etrafına bakında. Rahat konuşamayınca koltuktan kalktı. Onun gidişini gören Erhan ve Yunus gülmeye başladılar. Erhan, Yunus'a “İbrahim bu kızı üzerse, ben de onun derisini yüzerim.” dedi. Uğur, Erhan'ın tavırlarındaki sevginin bir erkeğin bir kadına olan sevgisi olmadığını, bir ağabeyin kız kardeşine duyabileceği tarz bir sevgi olduğunu anladı. Bu adamın gönlü ne kadar büyüktü. Kendi kardeşlerine de sevgiyle bakıyordu.

“İbrahim'in halini görsen, kim kimi üzer, kim kimi parmağında oynatır anlarsın. Bitti İbrahim.”

“Zamanı gelmişti. Ama benim dosyamı savsaklarsa yine okurum canına.”


“Bak bunu yapabilir işte. Orada daha çok kalmak için senin davayı uzatabilir.”

“Asla yapmaz. İbrahim çok sağlamdır.”

“Biliyorum. Zaten o yüzden bir grup evrakın fotokopisini benimle yolladı. Senin gözlerine güveniyor. Yarın bakalım. Pazartesi iş başı yapacağım ama akşamları gelirim birlikte incelemeye devam ederiz.”

“Sadece dosya incelemek için mi o kadar yolu geleceksin?”

“Evet desem inanacak mısın?” İki kardeş de gülüyordu.


Yunus, Umut'un çarşamba akşamına kadar orada olacağını öğrenmişti. Yazın alacağı izinden başka izni kalmamıştı. Yazın o izinlere ihtiyacı olacağı için akşamları gelmek üzere sözleşmişti Umut ile. Erhan da bunu anlamış dalga geçiyordu.

Uğur, onların konuşmalarını dinlerken bir şeyler yakalamaya uğraşıyordu. Çok merak ediyordu olayın aslını. Neler olduğunu ve neler olabileceğini... Sormak istiyor ama üstüne vazife olmayan konulara burnunu soktuğu için ayıplanmaktan korkuyordu.

Onlar bunları konuşurken Sedat ile Onur kendi dünyalarına gitmişti bile. Etraflarında olanların neredeyse farkında bile değillerdi. Bir süre sonra da çalan müzik ile dans etmek için ayaklandılar. Birbirine yakışan, uzun boyları ile birbirini tamamlayan çift hem konuşuyor hem hafif hafif sallanıyordu. Sedat, “Şu an seni en rahat dans ederken kollarıma alabileceğimi biliyordum.”

“Yani amacın dans etmek değil beni kollarına almak öyle mi? Bundan sonra ne gibi planların var?”

“Planlarımı duysan belki yüzüme bakmazsın. O yüzden sus ve dans et.”

“Öyle olsun bakalım. Ama benim planlarımda dans yoktu.”

“Ne vardı?” İkisi de muzipleşmişti. Sedat, Onur'un bakışlarının dudaklarında olduğunu görünce içini çekti. “Sık dişini, birazdan seni bahçeye çıkartırım. Ama hemen olmaz.”

“Neden bahçeye çıkacakmışız? Hava soğuk.”

“Birincisi, ben de seni öpmek istiyorum. İkincisi kesinlikle ısınırsın.” Onur artık açık açık gülüyordu. “Anlaştık.” o andan sonra iki parça boyunca dans ettiler. Sonra hava almak için dışarı çıkacaklarını söylediler.

Zeycan birkaç dakika önce uykusu geldiğini söyleyerek odasına çıkmıştı. Olaylardan uzakta olmak içini rahatlatsa da aklı Gaziantep’teydi. Cemal ağabeyi ile konuşmuş, iyi olduğunu söylemişti. Onların da iyi olduğu haberini almış biraz rahatlamıştı.

Yunus ve Umut da konuşmak istiyor ama nereden başlayacaklarını bilemedikleri için Erhan ve Uğur ile konuşmaya devam ediyorlardı. Erhan, onların halini anlıyor fakat Uğur ile konuşmak hoşuna gidiyor, ortamı bozup odasına gitmek istemiyordu. Tanıştıklarından beri belki de ilk kez bu kadar rahat ve bu kadar güzel bir ortam oluşmuştu. Sanki hiç dertleri kalmamış gibiydi hepsi.

Onlar konuşurken, odalarına giden takım elemanları yanlarından geçiyor, iyi geceler diliyordu. En sonunda dörtlüden başka kimse kalmamıştı. Onur ile Sedat hala dışarıdaydı. Yarım saatten fazla olmuştu dışarı çıkalı. Uğur, soğuk havada üşütmesinden ve derslerinden geri kalmasından korkuyordu. Tam bakmak için yerinden kalkacaktı, ikili kapıdan girdi. Onur'un yanakları ve burnu kıpkırmızı olmuştu. Üşüdüğü de, mutluluğu da yüzünden okunuyordu. Isınmak için sıcak bir şeyler içmek istiyorlardı. Sedat garsonu çağırdı. Altı tane salep söylediler. Salepler bittikten sonra Erhan ile Sedat, Uğur ile de Onur ayağa kalktı. Yunus, “Siz gidin, bizim konuşmamız gereken şeyler var.” dedi. Dördü iyi geceler dileyerek asansörün olduğu tarafa yürüdü.

“Yarın konuşsaydık.” Umut, neden olduğunu bilmese de utanmıştı.

“Çok uzun zaman önce konuşmalıydık. Haftalardır , artık ertelemeyeceğim.”

“Çok yorgunsun. Sen dinlen diye söylemiştim.”

“Seninle konuştuktan sonra dinlenirim. Önce şu garsonları da yollayalım. Başka bir şey içer misin?”

“Hayır. Salep yetti.”

Yunus, garsonlara başka bir şeye ihtiyaçları olmayacağını söyledi. Çocuklar memnun olarak ayrıldılar. Umut'un yanına geri döndüğünde, sarılarak oturdu. İyice kendisine yasladıktan sonra, “Neler olduğunu konuşalım. Önce sen beni dinle.”

“Dinliyorum.”

“İki yıl önce seni ilk gördüğümde çok beğenmiştim. Ne o zaman ne de sonrasında seni kız arkadaşım olarak görmedim. Görmek istemedim. Çünkü senin hayatımdaki diğer kadınlar gibi olamayacağını sanırım o zaman da biliyordum. Seni tanıdıktan sonra bir sürü kadınla çıktım. Kimisi ile bir iki kez kimisi ile sadece bir kez! Şimdi biliyorum ki o kadınların hepsinde seni aradım. Seninle konuşmalarımızdaki rahatlığı, samimiyeti aradım. Senin yanında en doğal halim ile olabiliyorken, başkalarının yanında hep düzgün davranan ya da amacına uygun hareket eden biri olmak zorunda kalıyordum.”  Yunus bir süre sustu. Umut'un saçlarına bir öpücük kondurduktan sonra devam etti. “Senin de birileri ile çıkmanı izledim. Sen de benim gibi hep kısa süreli ilişkiler yaşıyordun. Galiba o nedenle bir şekilde kendimi rahatlatıyordum. Ama şu evlenmek isteyen adam ortaya çıkınca, kafama balyoz yemiş gibi oldum. Ya evlenseydin? İşte o an senin bendeki yerin bir anda değişti. Seni kaybedeceğimi düşündüğümde aslında iki senedir seni sevdiğimi fark ettim.” Umut, kafasını kaldırıp bakmak isteyince Yunus engelledi. Yine saçını öpüp kaldığı yerden devam etti.

“O an hissettiğim acıyı bir daha asla yaşamak istemiyorum. Sana bunca zaman arkadaşım dedikten sonra, sevgilim demek için yanıp tutuşuyordum. En büyük korkum senin beni sadece arkadaş olarak görmendi. Senden uzak durmam, sesini bile duymamak için kendimle boğuşmam hep bundandı. Ya benden nefret etseydin? Bunu göze alamıyordum. Sensiz bir dünya yerine, senin yanında arkadaşın olarak kalabileceğim ortamı bozmamak için savaşıyordum. Gaziantep'e gitme nedenim de sadece bu yaşadıklarımdan uzaklaşmaktı.”

“Yani...”

Yunus, sözünü kesti. “Yani, senin yanında olup da artık aşkımı gizlemek çok güçtü. Bunun için kaçtım ya da kaçtığımı sandım. Kazağımı yanımda götürdüm. Defalarca giydim. Sanki böylece sana yine de yakın olacaktım. Saçmalık! Çünkü sana yakın olmanın tadını verecek hiçbir şey yok.”

“Yunus, o kadar benzer şeyler yaşamışız ki... Ben de seni sevdiğimi Kerem'in teklifinde anladım. Eski arkadaşlarım ile görüşmemi engelleyeceğini söylediğinde tek sıkıntım sendin. Seni bir daha göremeyecek olmam engellemişti beni. Hatta o akşam o kadar kötü oldum ki, ablamı çağırmak yerine seni çağırdım. Bir an önce görmek istedim. Sonra, kendime şaşmaya başladım. Seni kıskanıyordum. Bürodaki kızlar ile yaşadıkların beynimi yiyordu.”

“Anlatayım sana...”

“Gerek yok. O zamanlar ikimiz de birbirimizin hayatında değildik. Onlar geçmişimiz.”

“İyi o zaman, sadece şunu bil. Senin bürodan olan hiçbir kız ile birlikte olmadım. Sadece yemeğe götürdüm. Başka şeyler yakışık almaz diye düşündüm.”

“İşte buna sevindim. Gerçi kızlar canıma okuyacak. Senin için hep arkadaşım diyordum. Şimdi ne diyeceğim?”

“Kocam, dersin. En kolayı o.” Yunus, takılıyordu Umut'a.

“Kocam! Evet, güzel olacak. Böylece hepsi senden ümidini kesecek.”

“Onlar zaten ümitlenmiyordu. Hiç öyle bir ortam yaratmadım. Galiba bilinçaltım senin daha sonra başını ağrıtmamak için bunu yapıyordu.” Aslında konuştukça farkına varıyorlardı bazı gerçeklerin… Birbirlerini üzmemek için yapılmış hareketler şu an anlam kazanıyordu!

“Son haftalarda uzak durmanı, hayatına giren bir kadına bağlamıştım. Benimle bile paylaşmayacağın kadar özel bir kadın! İşte buna tahammül edemiyordum. Sonra Gaziantep gezisi ve orada Zeycan ile birlikte olman... Delirdim sanırım. Zeycan'ı tanımadan nefret ettim.”

“Zeycan, dünya tatlısıdır. Bir gün hikâyesini anlatırım. Ama en son kıskanacağın kadındır o.”

“Biliyorum. Zaten anladım ama kapıdan onunla girdiğin an ikinizi de öldürmek istedim.”

“Havuzun dışında bir su birikintisine bastı. Ayağı kayınca düşmesin diye tuttum ve havuz kenarına öyle yürüttüm. Ama orada seni görünce ne yapacağımı şaşırdım. O kadar özlemiştim ki. Ne kolumda Zeycan olduğunun farkındaydım ne de başka bir şeyin. Erhan peşinden yollamasa, ben neler olduğunu hala kavrayamazdım. Çünkü beni görmeye bile tahammül edemediğini sanıyordum.”

“Erhan ağabey mi yolladı seni, peşimden?”

“Evet. Seni sevdiğimi biliyordu zaten. Belki de o yüzden direkt havuza çağırdı bizi.”

“Onun gözlem yeteneği gerçekten çok ileri. Benimle de konuştu aslında. Ama ben saf saf sana olan duygularımı gizlediğimi sandım. Becerememişim.”

“İyi ki beceremedin. İyi ki kıskandın. İyi ki beni sevdin.” Artık daha fazla konuşmaya ihtiyaçları yoktu. Uzun zamandır öpmediği dudaklarına eğildi.  Uzunca bir süre sonra konuşmaya kaldıkları yerden devam ettiler.

“Babana ne zaman söyleyeceksin? Seni istemeye gelmek için önce Hasan amcanın beni kabul etmesi lazım. Benim içim hala rahat değil. Gözümle görmeden inanmam beni sevdiğine. Ya derse, emanete hıyanet ettin, diye? O zaman ne yaparım?”

“Uğur dedi ya, senin beni sevdiğini anladığı için beni sana emanet etmiş. Sana güvenmiş. Yani seni sevmiş!”

“Sevsin beni. Ben kızını çok seviyorum.”

“Kızı da seni... Ablam eve dönsün, o zaman hep birlikte konuşuruz. Yani iki hafta sonra! Olur mu?”

“Olur. Yaza da düğün yaparız.” Yunus daha fazla bekleyemezdi. Yaz bile çok uzaktı ama aileleri de düşünmesi gerekiyordu.

“Yaz düğünü... Onur ile Sedat ne yapacak acaba?”

“Neden sordun?”

“Yok bir şey.”

“Eğer, onlar da yaza evlenirse birlikte mi düğün yapmak istersin?” Umut, Yunus’un aklından geçenleri okumasına şaşırmış, “Onlar ister mi acaba?” diye sesli düşünmeye başlamıştı.

“Eğer, isterlerse benim bundan daha çok keyif alacağım bir şey olmaz. Kardeşim ile aynı gün düğün yapacağım. Ne güzel.”

“Acele etmeyelim. Çünkü Sedat daha tam olarak teklif etmemiş.” Umut sanki Onur ile Sedat'ın işine karışıyormuş gibi hissetmişti. Susmayı yeğledi. Ama Yunus devam ediyordu.

“Bunun tek nedeni, kardeşinin okulu. Yoksa o dünden razı evlenmeye. Neyse konuşuruz bunları. Ama şimdi artık yat ve uyu. Yarın kahvaltıyı seninle yapacak olmak çok güzel.”

“Buraya gelirken amacım senin için çektiğim acıyı hafifletmekti. Oysa şimdi burası cennet gibi geliyor.”

“Yarın akşam döneceğim ama.”

“Erhan'a söylediğini duydum. Akşamları geleceksin.”

“Tek nedeni sensin. Dosyayı Erhan benden on kat daha iyi inceler. Anlayacağın bahane lazımdı bana. Akşamları geleceğim ve seni göreceğim.”

“Yol çok uzun. Her akşam yorgun argın araba kullanma. Ben de yarın babamlarla döneyim.”

“Benim için yol sorun değil. Bir saat bile göreyim yeter bana. Sen de bu üç günü iyi değerlendir. Dinlen ve beni ne kadar sevdiğini düşün.”

“Seni sevdiğimi düşünmeme gerek yok. Zaten en iyi bildiğim şey o.”

Yunus, ayağa kalktı. Artık uyku ikisinin de gözlerinden akıyordu. “Hadi, canım. Artık uyu ve sabah dinç kalk. Yarın bana buraları gezdir.”

“Olur. Sanki ben biliyorum da!”

“Daha iyi ya! Kayboluruz!”

“Delisin sen.”

“Keşke...” Yunus cümlesini tamamlayamadan sustu.

“Keşke ne?”

“Yok, bir şey!”

“Söyle.”

“Yanlış anlarsın.”

“Sanmam. Söyle.”

“Keşke, bizim odamız ayrı olsaydı diye düşündüm.”

“Güzel olurdu. Ama bekleyeceksin.”

“Beklerim. Sabırlı olmayı öğreneceğim.”

“Sabır iyi bir erdemdir. Fark etmemişiz ama iki yıldır sabrediyormuşuz. Biraz daha sabredeceğiz.”

“Beklemeye değersin.”


***** 

Pazar sabahı herkes erkenden kalkmıştı. Hava daha da soğumuştu. O gün çalışma olmadığı için gruplar kendi aralarında oyunlar oynamaya başladılar. En iddialı okey masası Sedat-Onur ve Yunus-Umut'tan oluşan eşli masaydı. Kardeşlerin birbirlerini kızdırmaları en çok babalarını eğlendiriyordu. Onlar da başka bir masada oyun oynuyordu.

Uğur, her masayı tek tek dolaşıyor, kısa kısa muhabbet ediyordu. Sanki herkesi ağırlayan ev sahibi gibiydi. Erhan ile Zeycan da bir masada tavla oynuyordu. En son onların yanına uğradı. Erhan, Zaycan'a öğretiyordu. Sabırlı ve iyi bir eğitmendi. Zeycan'ın güzel bir kapı alması ile onu takdir ettiğini hemen belli ediyordu. Uğur, ilgi ile izlemeye başladı. Tüm kuralları öğretiyordu. Hatta öyle ki kendisini yeneceği adımları bile gösteriyordu.

Erhan, kendilerini izleyen Uğur’u sağındaki sandalyeye davet etti. Uğur oturduktan sonra,

“Yenilince mızıkçılık yapmıyorsun demek ki. Güzel bir meziyet!”

“Yenene ve nasıl yendiğine bağlı o biraz da.”

“Bundan ne anlamam lazım?”

“Bir el de seninle oynarız. O zaman anlarsın.”

“Bana meydan mı okuyorsunuz, Erhan bey?”

“Bu sözden sonra kaçsam mı diyorum ama olmaz ki, kaçılmaz ki. Erkekliğin şanına yakışmaz. En iyisi Zeycan'dan sonra bir el de seninle tavla atalım. Olur mu?”

“Olur.” Zeycan onların konuşmasını izlerken sıkılmasınlar diye hemen oyunu bırakmak istedi.

“Kesinlikle olmaz. Sen önce oyunu bitir, ben nasılsa buralardayım. Oynarız sonra Erhan'la.”

“Tamam, ama gördüğün gibi oldukça yavaş oynuyorum.”

“Sorun değil. Sana öğretmesinden ben de ne kadar bildiğini anlıyorum. Yenerken işime yarayacak.” Sözlerini bitirdiğinde Zeycan'a göz kırpmıştı.  Zeycan'ın aynı şekilde yanıt vermesi Erhan'ın gözünden kaçmadı. Uğur eskisi kadar soğuk ve üzgün durmuyordu. Yine de gözlerinin derinliklerinde bir gölge vardı. Hiç sökülüp atılamayacak gibi duran bir gölge...

Yarım saat kadar sonra Erhan, kasıtlı kaybettiği üç el ile beş-üç kazanmıştı. Ama Zeycan da son iki oyunda kök söktürmüştü. Matematik kafası iyi çalışıyordu. Erhan memnun bir ifade ile baktı kardeş bildiği kıza. Sonra biraz kızdırmak için, “Gözden ırak, gönülden ırak mı? Arayan soran yok!” dedi. Zeycan zaten merak ediyordu. Bir de Erhan öyle konuşunca “Ben arasam ne olur? Sırası mı var bu işlerin?” diyerek kalktı yerinden.

“Ne güzel, gurur yapmadan aşkı yaşamak! Akıllı kız, Zeycan.”

“İbrahim'i tanısan anlardın Zeycan'ın neden o kadar rahat olduğunu. Bir kere aşık oldu mu asla saklamaz. Olduğu gibi yaşar. Karşısındakine de belli eder sevgisini. İkisi de birbiri için ne hissettiğini biliyorsa neden aramasın? Yunus ile Umut mu onlar?” Erhan gülerek söylemişti son cümlesini.

“Onların da aralarındaki sorunu çözmeleri iyi oldu. Bir ara hiç konuşmayacaklar diyordum. Umut, Yunus'u sevdiğini anlayınca rahatladım. Nasılsa bir araya gelecekler ve kendilerini saklayamayacaklardı.”

“Onları havuz başında buluşturmam iyi bir planmış.”

“Kasıtlı çağırdığını anlamalıydım. Ama Zeycan ile gelince plan bozulacak diye düşünmedin mi? İkisinin girişi Umut'u yerle bir etmeye yetti.”

“O zaman da biz araya girer, bir şekilde yine de aralarını düzeltirdik. Ben kardeşimin neler yaşadığını görüyordum. Ondan emindim. O yüzden küçük pürüzleri yok etmek için seve seve çabalardım.”

“Eh ben de benzer şeyleri Umut için söylemeliyim. Hele son üç hafta evde var mıydı? Yok muydu? Belli değildi.”

“Umarım sonrası da güzel gelir.”

“Ben de öyle umuyorum.”

İkili, aralarındaki soğukluğu aştıklarının, çevrelerindekiler hakkında rahatça konuştuklarının farkında, sohbete devam ediyordu. Bir ara gözü tavlaya takılan Erhan, “Oynayalım mı?” diye sordu.

“Olur.” yanıtını veren Uğur, pulları dizmeye başlamıştı.

“İyiysen iddialı olsun. Kazanan ne alacak?”

“Sen kazanırsan, kampın son günü yüzmene izin verebilirim.”

“Kesin bir söz alayım.”

“Ama bu sözüm iyileşmene bağlı. Hem iki haftamız var daha. O zamana kadar çok iyi bir aşama kaydedersek kesin yüzdüreceğim. Aksi halde bir hediye alırım. Mesela sedef kakmalı bir tavla? Ne dersin?”

“Tamam. Sen kazanırsan ne istersin?”

“Bir şey istemem.”

“Olmaz. Sen kazanırsan, benim olduğum her yerdeki maçlarınıza kesin gelme sözü veriyorum.”

“Ciddi misin? Çok güzel bir hediye bu! Çünkü tekerlekli sandalye takımlarının çok az izleyicisi olur. Çocuklar çok sevinecek.”

“Onlarla çok güzel bir diyalog geliştirmişsin. İlk başta bunu hiç tahmin etmemiştim. Ama şimdi yanıldığım için memnunum.”

“Benim için terapi gibi oldu. Bir dönem kendi derdimden daha büyük bir derdin olmadığını düşünüyordum. Üstelik bu işi yaptığım ve yüzlerce hasta ile karşılaştığım halde. Ama sonra onların her şeye rağmen mutlu olduklarını, hayata bağlılıklarını görünce kendimden çok utandım. Zamanla da onların bizlerden hiç farkı olmadığını anladım. Hatta anlatırken 'onlar' demek bile beni çok rahatsız etmeye başladı. Benim takımım hepsi. Ve takımımız ile biz çok iyi geçiniyoruz. Bu konuda Harun da beni çok destekledi.”

Harun'un adının geçmesi canını sıkmıştı Erhan'ın. O adamı neden sevmediğini bir türlü anlamıyordu ama rahatsız oluyordu ondan.

“Sana yardımcı olacak kadar boş vaktinin olması ne güzel. Basketbolu bıraktıktan sonra iş yapmadı mı? Nasıl vakit buluyor?”

“Basketbol okulu var Harun'un. Saatleri çok rahat ayarlayabiliyor. Nadiren kursiyerlerini o da getirir bizim salona. Ama onun o öğrenciler çok küçükler. Harun çocukları çok sever. Onlarla yakın olmak için epey para harcadı.”

“Ne güzel.” Oysa içinden 'Ne kadar mükemmel bir erkek. Neden Uğur Hanımın onun ağzının içine düştüğü belli oluyor.' düşünceleri geçiyordu. Harun'u sevmemişti. Kim ne derse desin sevmeyecekti.

Konu kapansın diye zarın birini Uğur'a uzattı.  Büyük atan Uğur önce başladı oyuna.

İkisi de ilk elde birbirini tartarak oynuyordu. Üçüncü elde durum 2-1 di. Bu arada okeyi bitirmiş olan dörtlü tavla masasının etrafına gelmişti. Güle oynaya onları izliyorlardı. Babalarının okeyi de bittiğinde durum 4-4 dü. Son oyunu kimin kazanacağına dair bahse girmeye başlamışlardı.

“Bizim tavlanın galibinin kazanacağından çok, bahisçiler kazanacak baksana. Bırakıp onları şoke etmek var ama o zaman da kaçtı dersin.” Erhan, Uğur'un ciddi bir yüzle pulları bakmasına, kapı hesaplamasına takılıyordu aslında. Önde olan Erhan'dı. Uğur, oyunu bırakmamak için daha dikkatli oynuyordu.

“Söz verdik bir kere, oyun bitecek kaybeden de diğerine hediyesini verecek.”

“Eh ne yapalım. Devam o zaman.”

Kızlar ablalarını, erkekler ağabeylerini destekliyordu. O kadar şamata yapıyorlardı ki civardaki oyuncular da izlemeye gelmişti. Bir tavla masası belki de en kalabalık ortamını bulmuştu.

Neredeyse son pula kadar kazanan belli değildi. Ama son zar Erhan'ın kazanmasını sağlamıştı.

“Tebrik ederim.”

“Asıl ben tebrik ederim. Son ana kadar eşittik. Ama benim yüzme isteğim ağır basınca kazanan ben oldum. Yine de bu maçın skoru benim sizin maçlara gelmeme yetecek kadar başarılı.” Erhan, neden böyle konuştuğunu düşünmek istemedi. Ama o maçlara gitmek için mazeret yarattığının bilincindeydi.

“Önümüzde gün çok! O zamana kadar ben nasılsa yenerim. Benim ödülüm de kazanılmış bir ödül olur.”

“Anlaştık.” İkisi de, izleyenler de çok keyif almıştı. Hasan bey kızının içten gülümsemesine sevgi dolu gözlerle baktı. Uğur, hayata dönüyordu. Bunu görmek yaşlı adamın en büyük isteğiydi.

Öğlen yemeği saati geldiğinde tüm salon boşalmıştı.


*****  

2 yorum:

  1. Aşkı anlamak hep zaman alıyor dimi:)))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. ne yazık ki... ama özümsenmiş aşk dolu dolu yaşanıyor. Gerçi ilk görüşte aşık olan çiftimiz de var :D

      Sil