18 Haziran 2015 Perşembe

BUZDAKİ ATEŞ 25. Bölüm

*****

Zeycan, Cemal ve Kemal ağabeylerinin yanında artık rahat değildi. Öğlen kendisini karşılarına alıp yaptıkları konuşmadan sonra nasıl rahat olabilirdi ki?

“Zeycan, seni isteyen biri var, akşama gelecekler” dediğinde Cemal ağabeyinin sesi son derece netti. İtiraz edilemez bir ifadesi vardı. Züleyha yengesi söylediğinden beri bu günün gelmesini bekliyor ama günler geçip ses çıkmayınca da ağabeylerinin bu saçma olaydan vazgeçtiğini düşünüp seviniyordu. Ama işte o gün gelmişti.


“Ben evlenmeyi düşünmüyorum.” diye itiraz ettiğinde aldığı yanıt, “Yaşın geldi, kimse de yok senin istediğin. O zaman bizim istediğimiz olacak. Adamı gör seversin. Hem yakışıklı hem de çok varlıklı.” Öyle kesin ve hükmedici konuşuyordu ki Celal, Zeycan korktuğunu hissetti. Ağabeyleri o güne kadar hiç kırıcı olmamıştı. Zeycan yine de itirazına devam etti.

“Celal ağabeyim olsaydı bunlar olmazdı. İstemiyorum ben evlenmek. Sizler gibi sevdiğimle evlenmek istiyorum.”

“Zeycan, Celal buruda olsaydı bizler de bu durumda kalmazdık.” Kemal ağabeyi de Cemal'e destek olacağını bu cümle ile belli etmişti. İkisinin de tavrı Celal'in kaçarak aileyi zorda bıraktığını ifade ediyordu. Konunun borçlardan kaynaklandığını biliyordu ama yengesinin kendisine söylediklerini gizlemek için, bilmiyormuş gibi yaptı.

“Sizin ne durumda olduğunuzu bilmem ama Celal ağabeyim benim böyle bir evlilik yapmamı istemezdi.” Bunları söylerken ağabeyinden gelen resmin arkasındaki notu unutmak istiyordu. Celal de bu evliliği istiyor ve onun için kendisine haber gönderiyor olabilir miydi?

Cemal ağabeyi bu kez aynı ses tonu ile konuşmuyordu. Sesinde içinde bulunduğu utancı yansıtan tınılar vardı. Bu kez kardeşine doğruları açıklıyordu.

“Bak, bizim ödememiz gereken çok fazla borç var. Ağabeyimin tüm hesaplarına tedbir konduğu için kullanamıyoruz. Satacak tırlardan başka bir şey kalmadı. Ama onları satarsam nakliye işini yapamam. O zaman daha da büyük bir batağa saplanırız. Celal kim bilir nerede gönlünü eğlerken biz burada canımızla uğraşıyoruz. Tüm bu sıkıntıların ardımızda kalması için bu adam bize yardımcı olacak. Ama tek şartı var. Seni görmüş beğenmiş, şimdi de evlenmek istiyor. Evlenirsen yardım edecek.”

Zeycan, aynı resmin ağabeylerinin de eline geçtiğini ya da belki de kardeşlerin hala birbirleri ile görüştüğünü anlamıştı. Yine de kırgın konuşmaya devam etti.

“Satılığa çıktığımı bilmiyordum. Ağabeyimin davası sonuçlanana kadar idare ederiz. O zaman da ağabeyim neredeyse döner gelir ben de sizin satacağınız mal olmaktan çıkarım.” O resmin, söylediklerini yalanladığını, ağabeyinin haklı olduğunu biliyordu. Ama yine de bir umut konuşuyordu. İstemediği biri ile evlenmeyi düşünmek bile içini bulandırıyordu.

“Zeycan, seni kandırmaya çalışmadık. Açık ve net olayları anlattık. Çünkü sana yalan söyleyip de güvenini sarsmak istemedik. Ama sen de bizlere yardımcı ol. Bak onlarca boğaz senin bu evliliğe vereceğin onay ile doyacak. İnan günlerdir denemediğim yol kalmadı. Ama sıyrılamıyorum borçlardan. Tüm hesaplara el kondu. O paraların kaçakçılıktan kazanılmadığını ispatlayana kadar yapacak bir şey yok. Ayrıca Celal suçlu ise o paralara veda edeceğiz zaten. Anlayacağın tek umudumuz sen kaldın. Yarın akşama kadar düşün.”

Tüm bu konuşmalar düz bir sesle yapılmıştı. Cemal de, Kemal de kendi söylediklerinden memnun olmadıklarını belli ediyor olsa da beklentileri Zeycan'ın onaylaması yönündeydi.

Zeycan, bu konuşmadan sonra yengesinin yanına gitmiş, ağabeylerinin karşısında tuttuğu gözyaşlarını bırakmıştı. Konuşmaları anlattığında yengesi zaten bildiklerini yeniden duymuş, görümcesi ile çıkar yol aramaya başlamıştı. Kocasına kızsa da bir yandan da hak veriyordu. Günlerdir uykuları kaçmış şekilde evde geziniyor, bazen sabaha karşı uyumak için yatağa giriyordu.

“Erhan ile konuşsan? O sana yardım edebilir mi?”

“Nasıl edecek ki?”

“Ne bileyim. Aklıma bir o geldi.” Yengesi İbrahim ile görüştüğünü bilmiyordu. Erhan'dan önce konuşabileceği kişi İbrahim idi. Ağabeylerinin hesaplardaki parayı kullanabilmesi için bir şeyler yapabilirse kendisi de evlenmek zorunda kalmazdı.

En iyisi yarın İbrahim'i görmeye gitmek, diye düşündü. Yengesi ile bir süre daha oturdu. Sessizce oturan ikili bir süre sonra odalarına çekildi.

*****

“Zeycan mı o da kimmiş?”

Umut, Onur ile odalarında konuşuyordu. Kardeşine Yunus'un gidişini anlatmamıştı. Onur onun anlatmamış olmasına kızsa da asıl kendi söyleyeceklerinin önemli olduğunu, Umut'un bilgisinin olup olmadığını sorgulamıştı. Yunus'un gittiği yerde Zeycan diye genç bir kız varmış! Sedat'ın çok güzel olduğunu söylediği bir genç kız!

Umut, Yunus'tan defalarca kız arkadaşlarını dinlemişti. O zamanlar aldırmadığı kızlar artık düşmanıydı. Gerçekten eskiden aldırmıyor muydu? Emin değildi. Hiçbir şeyden emin değildi.

Neden kendisine bahsetmemişti o kızdan? Onu görmek için mi gitmişti? Üstelik bir hafta orada kalacaktı. Onur'un kendisini izlediğini biliyordu ama yüzünden geçen ifadeleri bilmiyordu. Onur ise gülerek bakıyordu. İzlediği Umut, tanıdığı Umut değildi.

Umut, onun karşısında daha fazla oturmak istemediği için ayağa kalktı. Yapacak iş bulamayınca çekmecelerini yeniden düzeltmeye başladı. O an aklına gelenle geri döndüğünde Onur'un hala kendisini izlediğini fark etti.

“Sen Sedat ile ne zaman konuştun?” Onur bir an duraladı. Sonra “Az önce aradı.” dedi. Neredeyse üzerinden altı saat geçmişti ama ablası ile konuşmak için bir türlü kendine hazır hissedememişti. Şimdi de hem yalan söylemenin hem de Sedat’tan bahsetmenin utancını yaşamıştı. Bir sürü arkadaşı arar, bir kısmı da erkek olurdu hiç utanmazdı ama Sedat ile ilgili her olayda utanıyordu.

“Niye aramış? Hani bitmişti aranızdakiler?”

“Bitti ama beni arkadaş olarak aramasının sakıncası mı var? Hem zaten sadece havadan sudan konuştuk.”

“Sen pek memnun değilsin! Aradığı için mi? Aradığı halde havadan sudan konuştuğu için mi?”

“İkisi için de desem çok dengesiz mi olurum?”

“Onur, bak hayatım, eğer ondan gerçekten hoşlanıyorsan o zaman sen de ara ve aranıza soktuğun soğukluğu yok et. Eğer seviyorsan ve ayrı kalırsan, çok üzülürsün.”

“Ondan çok hoşlanıyorum. Ama bir kere çıkma ile kafama bu kadar takıyorsam görüşmeye devam edersem kendime zarar veririm diye korkuyorum.” Seviyorum diyememişti. Ateş bastığını hissediyordu. İlk defa bir erkekten bahsederken bu kadar utanıyordu.

“Bunu ben anlıyorsam Sedat da anlamalı. Sen de anlatmayı dene.”

“İyi ama Sedat benim için ne hissediyor bilmiyorum ki! Bunu istediğimi söylediğimde gülerse bana?”

“Sanmam ama istersen önce onun söyleyeceklerini bekle. Sonra sen konuş.”

“Eğer bir daha ararsa...”

“Arar. Nasıl kapattınız telefonu? Kavga falan etmediniz değil mi? Beni arama, falan demedin değil mi?”

“İyi konuştuk ve görüşürüz diye kapattık.” Bunu anımsamak yüzünü yeniden güldürmüştü. En azından görüşeceklerdi.

“Kesin arar. Üstelik sen bile arayabilirsin. İyi olmuş bu durum.”

“İyi mi olmuş? Baksana yine aklım fikrim ona takıldı.”

“Aramaması aklını başka yöne çevirmeni sağlıyor mu? Yoksa aramasa bile aklın onda mı?”

“Onda...”

“Hayatım, sen artık rahatla. O aradığına göre seni düşünmeye devam etmiş.”

Dilinin söylediği ile kalbinden geçenler çok farklıydı. Kardeşi için seviniyordu. Onun da içinin rahatlamasını istiyordu. Ama diğer yandan beyninde hep aynı cümle dolanıyordu.  Sedat düşünüp ararken, Yunus aramıyordu. İki erkeğin tavırları, duygularını da ortaya koyuyordu.

Fark açık ve netti!

***** 

Erhan, Yunus'u arayıp neler yaptıklarını sormuş, buldukları ile biraz daha detaylanan konunun ardında yatanların neler olduğunu daha çok merak eder hale gelmişti.

Celal, nakliye işi yaptığına göre ve kaçakçılıkla suçlandığına göre ona tuzak kuran kişinin o tırlara ihtiyacı olmalıydı. Şimdi işlere Cemal baktığına göre, neler taşınacak ondan öğrenilmesi gerekiyordu. İbrahim elbette işin bu kısmını düşünecek kadar zeki biriydi. Ama bunu direkt soramayacağı için İbrahim'in işi zordu. Celal ikinci kez ipucu gönderebilecek fırsatı yakalayamayabilirdi. O yüzden en kısa yol taş ustasına ulaşmaktı. Araştırmanın daha sonuçlanmamış olması resmin açısından kaynaklanıyordu. Resimde yer döşemesi çok yatay olduğu için imzanın üç boyutlu hale getirilmesi uzun sürüyordu. Üstelik taşla atılan imzaların çok da farklı olamayacağı düşüncesi ile bir sürü ustanın peşine düşmeleri gerekebilirdi.

Cemal ya da Kemal işin içinde değilse yardımcı olabilirlerdi ama Erhan tecrübelerinden bu tarz olaylarda çoğunlukla içeriden birilerinin yardım ettiğini bildiği için Tutanoğlu  kardeşlere güvenemiyordu.

Kendi kardeşinden haber beklemeye karar verdi.

***** 

Zeycan, İbrahim'in kaldığı otele geldiğinde saat on bir olmuştu. O saate kadar zor dayanmıştı. İbrahim'in odasını arattığında hemen aşağı ineceğini söylemişlerdi.

Bekleme koltuğuna gömülerek oturdu. Nasıl anlatacaktı? Ama anlatmak zorundaydı. O yüzden kendisini toplamalıydı. İbrahim hem durumları biliyordu hem de asker olarak da belki bir çözüm bulurdu. Boş hayaller kurmadığını umuyordu.

İbrahim'in asansörden indiğini gördüğünde koltukta doğruldu. Yanındaki tanıdıktı ama kim olduğunu ilk bakışta çıkartamadı. Yaklaşırken gülen yüzü tanıdı.

“Yunus ağabey sensin değil mi?”

“Hey sen kimsin? O ekrandan gördüğüm kız sen olamazsın!”

Zeycan, Erhan'ın küçük kardeşini görünce çok mutlu olmuştu. Yunus, hemen yanına gidip sarıldı. Zeycan'ın gözleri nemlenmişti. Kendi ailesinin onlara çektirdiklerinden sonra yine de bu kadar sıcak bir sarılma beklemiyordu.

“Seni göreceğimi hiç ummuyordum. Dava için mi geldin? Bir şeyler buldunuz mu?”

“Sonra konuşuruz bunları. Aç mısın?”

“Değilim. Ama çay içerim.”

Küçük sayılacak bekleme bölümünde rahat edemeyeceğini düşünen Yunus, kendilerine çatık kaşlarla bakan İbrahim'e döndü. Bakışlarına anlam veremese de başı ile bar kısmını işaret etti.

Gündüz boş olan barda rahat koltuklara yerleştiler. O zamana kadar İbrahim hiç konuşmamıştı. Zeycan ise bara gidene kadar İstanbul'dakileri sormuş en çok da Erhan'ın durumunu irdelemişti.

“İbrahim sen neden konuşmuyorsun?” Çaylar içilmiş, ikinci çaylar istenmiş tüm bu sürede İbrahim ağzını açıp tek kelime etmemişti. En sonunda Yunus, meraklanıp sormuştu. İbrahim sadece omuz silkmiş ve sizi dinliyorum, demekle yetinmişti.

Yunus, bu yanıttan sonra yeniden İbrahim'e baktı. Onun Zeycan'a çatık kaşlarla baktığını görünce bir şeyleri kavrar gibi oldu.

İkinci çayın sonuna gelindiğinde Zeycan huzursuzca kıpırdandı. Söze nasıl başlayacağını bilemiyordu.

“Yeni bir haber mi var?” İbrahim onun sıkıntılı halini anlamış ama o ana kadar konuşmasını beklemişti. Daha fazla sıkıntı ile kıvranmasına dayanamamıştı.

“Celal ağabeyimden haber yok. Ama diğer ağabeylerim bana bomba bir haber verdi.”

“Ne haberi?” İki erkek de Celal ve Erhan ile ilgili haber verdiklerini sanıp heyecanlanmıştı.

“Evleniyorum!”
Acının en az hissedilmesi için yara üstündeki bandın hızlı çekilmesi gerekir. Zeycan da aynı hızla söylemişti evleneceğini. O cümlesini bitirdiğinde deminden beri kendisini kıvrandıran acıdan arınmıştı ama İbrahim yeni bir acının içine düşmüştü. Doğru duyduğundan emin olmak için sordu. “Evleniyor musun?”

“Evet, acil bir çözüm bulamazsam evleniyorum.”

“Ne demek çözüm bulmak? Yani sen evlenmek istemiyor musun?”

“Elbette istemiyorum. Borçlar yüzünden evleneceğim. Biri bizim borçlarımızı ödemeyi ama karşılığında benim onunla evlenmemi istemiş.”

İki erkek de birbirine baktı. Kimdi bu adam? Olaylarla ilgisi var mıydı? Yoksa sadece fırsatçılık mı yapıyordu? İbrahim bir taraftan rahatlamış, bir taraftan da yeni sıkıntılara düşmüştü.

“Kim bu herif?” Yunus çok sinirlenmişti. Gözlerinden ateş çıkarak sormuştu. Zeycan, bilmediğini, adını bile sormadığını söyledi. İki erkek yine birbirine baktı. Bu kez İbrahim, “Ne zaman olacak bu evlilik?” diye sordu.

Zeycan, “Bana kalsa hiçbir zaman. Ama ağabeylerime göre bir aya kadar. Bu akşama da görmeye geleceklermiş.” diyerek soruyu yanıtladı.

“Bu akşam mı? Neden bu kadar acele? Hafta sonuna erteletebilir misin?”

“Neden? Sanki çok istiyormuşum gibi hafta sonuna erteletmemin ne anlamı var?”

“Senden bir şey isteyeceğim. Yapabilir misin?” Hızlı düşünmüş, hızlı karar vermişti. Şimdi uygulatabilmek gerekiyordu.

“İbrahim... Bey, eğer beni bu evlilikten kurtaracak bir şeyse elbette yaparım.”

“Umarım kurtarır. Bu adamın adını sanını öğren. Hatta buluşma ayarla. Yeri saati bize bildir. Kimmiş öğrenelim. Belki de ağabeyini bu tuzağa düşürenlerden biridir.”

“Tuzak mı? Yani Celal ağabeyim suçsuz mu? Emin misiniz?”

“Neredeyse eminiz.”

İbrahim, resimden bulduklarını söylememişti Zeycan'a. Daha ortada netleşmiş hiçbir şey yoktu. Suçsuz olduğunu düşündüklerini bilmesi de onun kendini iyi hissetmesini sağlayacaktı. Onun daha çok üzülmesini istemiyordu.

“O zaman kesinlikle evlenmem. Evlenmeme gerek kalmaz. Kurtulurum bu saçmalıktan. Lütfen acele edin. Bulun onları. Çözün artık bu saçma sapan olayı.” Yalvarır gibi konuşuyordu. Yunus da, elini tutup, “İçin rahat olsun, seni istemediğin biri ile evlenmek zorunda bırakmayız. Ama sen, İbrahim'i dinle. O adamla buluş. Biz seni izler, kim olduğunu anlarız. Belki işe yarar o buluşma.” Konuşma süresince elini bırakmamıştı. Sonra, eli elindeyken İbrahim'e baktı. Onun sert bakışlarını ellerinden ayırmadığını görünce emin oldu.  Yavaşça elini çekti.

“Siz biraz laflayın. Ben bir telefon konuşması yapıp geleceğim.” diyerek masadan kalktı. İbrahim, kafasını camdan dışarıya çevirmiş yağan karı izliyordu. Yunus, kapının dışından bir süre izledi ikisini. Yanılmadığından emindi. İbrahim'in dün akşam bahsettiği kız Zeycan'dı. Üstelik Zeycan bunların farkında bile değildi.

Masada baş başa kalan ikili yeni bir konuşmaya başlayamamıştı. Zeycan bir iki kez İbrahim'e bakmış, onun kaşlarının hala çatık, bakışlarının hala dışarıda olduğunu görüp sessiz kalmayı seçmişti.

İbrahim, içi içini yiyerek oturuyordu orada. Zeycan, Ertaş ailesindeki her erkekle çok samimiydi. Yunus dün başka birisinden bahsederken, şimdi Zeycan'ın elini bırakmıyor, gözlerine derin derin bakıp duruyordu. Demek ki diğer kadına aşık falan değildi. Zeycan'a yaşı da yakındı. İyi ama Erhan'a olan düşkünlüğü ne olacaktı? Of bu kız beni deli ediyor, diyerek başını çevirdi. O sırada kendisine dikkatle bakan Zeycan ile göz göze geldi.

“Bana mı kızdın?” Sesi o kadar yavaş çıkınca İbrahim soruyu tam duyamadı.

“Anlamadım?”

“Seni bu kadar ben mi kızdırdım? Geldiğim için mi kızdın? Ama kime danışacağımı bilemedim. Sen yardım edersin sandım. Onun için buraya geldim. Bir daha gelmem.”

“Zeycan, ne diyorsun Allah aşkına? Buraya gelmene neden kızayım?”

“Geldiğimden beri ne yüzüme baktın ne de kaşların düzeldi. Bana kızmadıysan başka şeye mi kızdın?” O an Yunus'tan başka tek dayanağı İbrahim'di. İbrahim mi? Bey demekten vazgeçmişti. O kadar özel şeyler konuşulunca resmiyet kalmıyordu galiba?

“Yok, bir şey.”

“Tamam. O zaman ben kalkayım. O adamın adını falan sorayım. Buluşma ayarlarsam haber veririm.”

“Keşke gerek kalmasa!”

“Ama sen istedin buluşmamı.”

“Ben istedim, doğru. Bir gör bakalım. Adamın hareketlerini konuşmasını incele. Biz de size yakın oluruz. Mümkün olursa dinleyecek kadar yakın oluruz.” Zeycan'ın yanıtlarını, neler yapacağını merak ediyordu.

“Tamam.” Tam kalkarken Yunus içeri girdi.

“Nereye gidiyorsun? Birlikte yemek yiyelim. Asla bırakmam seni.”

Zeycan, İbrahim'e kısa bir bakış attı. Yine kaşları çatılmıştı. En iyisi kalmamak diye düşündü.

“Yok, merak ederler. Kısa süre diye çıktım evden.”

“Ara, arkadaşlarında olduğunu söyle.” Yunus ısrar ettikçe İbrahim'in yüzü kararıyordu.

“Yok, yok gideyim. Sizi de rahatsız etmeyeyim.”

“Bırakmam, ara evi ve kal yemeğe. Hem bir daha ne zaman karşılaşırız? Hadi ara.”

Israrına daha fazla dayanamayınca evi aradı. Yengesine arkadaşları ile yemek yiyeceğini söyledi. Biraz mırın kırın etse de Zeycan'ın sıkıntılı olduğunu bilen yengesi izin verdi.

Saat on iki olmuştu. Yemek salonuna doğru yürüdüler. Cam kenarına Zeycan oturmuştu. Yunus, karşısına geçmek yerine oraya İbrahim'i oturttu. Kendisi de yanına oturdu. Bu hamleye şaşan İbrahim, Yunus'a bakınca onun göz kırptığını gördü. Tüm bunlardan habersiz Zeycan, çatalı ile masaya bir şeyler çizmekle meşguldü. İbrahim, Yunus’un bir şeyler anladığını fark edince kendini toparlaması gerektiğini düşündü. Ya Zeycan da anladıysa?

“İbrahim, sen daha ne kadar buradasın?”

“Bilmiyorum Yunus! Aslında sık sık Ankara'ya gitmem gerekiyor. Orada ve İzmir de davalarım var. Ama buradaki araştırma bitmeden ayrılmayacağım sanırım.”

“Güzel. Zeycan sana buraları gezdirir o zaman.”

“Zeycan'ın bana rehberlik edeceğini sanmam. Baksana derdi başını aştı.”

“O derdi çözeriz biz. Ben de en azından bir hafta buradayım. İşleri hızlandırırız. O zaman da hem hesaplardaki tedbirler kalkar, hem de dava sonuçlanabilir.”

“O kadar iyimser değilim. Bu dava daha uzun süre devam eder.”

“İyi ama az önce ağabeyimin suçsuzluğuna inanmıyor muydun? Neden uzun sürsün?”

“Ağabeyin suçsuz mu bilmiyorum. Ama öyle olduğuna inanıyorum. Asıl sorun o değil. Asıl sorun gerçek suçluları bulmak ve yargılamak. İşte o dava uzun sürer. Ama o kısmı beni ilgilendirmiyor. Erhan'ın davası bitince benim de işim bitiyor.”

O sırada Yunus'un cep telefonu çaldı. Şirketten arıyorlardı. Müsaade isteyip masadan kalktı. Zeycan bir süre boş tabaklara baktı. Sonra, alçak bir sesle konuşmaya başladı.

“Sen Erhan ağabeyin davası bitince gidecek misin?”

“Evet.”

Kime güvenecekti Zeycan? İbrahim de giderse kime güvenecekti? Yunus zaten birkaç güne kadar gidecekti. İbrahim de gidince kendisine kim destek olacaktı? Bozkurt ile ayrıldığı zaman Erhan ve kardeşleri hep yanında olmuş, hemen her akşam onunla konuşmuş, dertleşmişlerdi. Şimdi bunu da yapamazdı. Eğer gerçek suçlular bulunmadan kendisi evlenmek zorunda kalırsa kimse ona yardım edemezdi... Düşündükleri o kadar ürkütücüydü ki, bir an titremiş, elinde tuttuğu boş bardak tabağa düşmüştü. İbrahim onun bu hareketi ile yerinden sıçramıştı.

“Ne oldu?”

“Yok, bir şey. Bir an ürperdim.”

“Korkuyor musun?” Dikkatlice baktığında kızın renginin iyice beyazlaştığını gördü. İyi ama neden korkuyordu bu kadar. İlk geldiğinde bile o kadar korkmuyordu. Hem kendilerinin yardım edeceğini öğrenip hem de daha çok korkması normal değildi.

“Korkmuyorum.”

“Korkuyorsun. Hiçbir şeye güvenmesem bile bunca yıllık mesleki tecrübeme güvenirim. Sen bir şeyden korkuyorsun. Nedir? Bilmediğimiz başka şeyler mi var?”

Zeycan, ne diyeceğini bilmeden baktı. Söylese yanlış anlaşılacağından korkuyordu. Sussa daha çok ısrar edecekti.

“Önemli değil.” Belki susar ve sormazdı bir daha. Ama İbrahim öyle düşünmüyordu.

“Zeycan, bana neler olduğunu, neden korktuğunu anlatacak mısın?”

“Sen de gidince ben kime güveneceğim?”




***** 

2 yorum:

  1. Zeycan ile evlenmek isteyen adamın sanırım olaylarla ilgisi var ama en çok ibrahimin tavrını merak ediyorum :))))

    YanıtlaSil