Uğur,
Erhan'ın makinede yapması gereken hareketi bir süre izledi. Daha sonra
notlarını yazmaya başladı.
Erhan,
hastaneye geldiğinden beri neredeyse hiç konuşmamıştı ikili. Erhan, bir önceki
günün sinirini atamamıştı üstünden. Uğur'un da sessiz kalışı ile tedavi süresi
iyice uzamış gibiydi. Hareketleri tekrarlarken ağrısının artmaması mutlu
ediyordu. Bu sabah yine maket ile uğraşmış ama kısa aralıklarla ayağa kalkmış,
kısa yürüyüşler yapmış, hatta arada germe hareketlerinden de yapmıştı.
İlk
karşılaştıklarında Uğur da ağrısını sormuş, geçtiğini öğrenince başka bir şey
söylememişti. Sessizlikten memnun olduğunu düşünüyordu Erhan. Bu kadın onu
rahatsız ediyordu. En güzeli konuşmamaktı işte!
Çalıştıkları odanın kapısı açılıp içeri Doktor Uğur Bey girince
memnun oldu Erhan. Yanına
gelen genç adam, hatırını sorup biraz muhabbet etti. Sonra Uğur'a dönüp,
“Dolaplar nihayet gelmiş. Gördün mü?”
“Gelmiş
mi? Nihayet! Kaç kere kavga ettiğimi bilmiyorum. Seans bitsin inerim.”
“Tamam.”
“Senin
hastan yok muydu?”
“İptal
oldu. Yarına erteledik. İyi oldu. O kadar yorulmuşum ki bu bir saati bile büyük
memnuniyetle karşıladım.”
“Yorulursun
tabii. Sana diyorum dinlen biraz. Ama sabah erken kalk, akşam geç yat, olacağı
bu. Bizimle gel sende. İki hafta sonra merkeze götürüyorum takımı.”
“Tarih
geldi mi ya? Ben de istiyorum ama ikimiz birden gidemeyeceğimize göre, bana
yine sizlerin ardından el sallamak düşecek.”
“Sana
söylüyorum. Diğer hastaneden destek isteyebilirsin.”
“Kalsın
boş ver. Başka zaman giderim.”
“Sen
bilirsin. Tatil iyi gelir diye söylemiştim.”
“Daha
sonra yaparım tatili.”
“Tamam,
sen şimdi ne yapacaksın?”
“Hiç.
Odaya gidiyorum. Sizin seans bitince gelirim. Erhan, vaktin var mı? Çalışma var
yine. Takılırız biraz.”
O
ana kadar ikili arasındaki konuşmayı dinlemiş, tatilden neyi kastettiklerini
anlamamıştı. Soramazdı da... Uğur'un sorusuna yanıt verdi.
“Olabilir.
Çocukları yeniden görmek isterim.” Asıl görmek istediği başka şeyler de vardı!
“Tamam,
on beş dakika sonra gelirim. Birlikte ineriz.”
Uğur
Bey, çıkınca ortalık yine sessizliğe büründü. Erhan, doktorunun neden kendisi
ile konuşmadığını, hatta surat astığını anlamıyordu. Sormayacaktı. Kendisi ile
konuşmak bu kadar itici ise, soru sorup konuşmaya zorlamasının gereği yoktu.
Hareketlerine devam etti.
Seans
bittiğinde, iki tarafta rahatladı. Sessizlik içinde geçen dakikalar ikisi için
de işkence olmuştu. Uğur tüm çalışma boyunca onun asker olduğu gerçeğini bir
kenara bırakmak istemiş ama aksi gibi hiç aklından çıkartamamıştı. O yüzden de
çok daha özenliydi. Her hareketinin hatasız olması için neredeyse tüm çalışmayı
gözleri ile izlemişti.
Uğur'un
çalışmanın bitmesi ile rahatladığını fark eden Erhan, salona inmekten
vazgeçmişti. Erhan'ı, kapıdan giren Uğur, zorla aşağı inmeye ikna etti. Koltuk
değneklerine dayanıp, asansöre doğru yürürken iki erkek hafta sonundaki
maçlardan konuşmaya başlamıştı. Erhan, İstanbul da olduğu zamanlarda maça
gitmekten keyif alırdı. Uğur da futbolu sevdiğini söyleyip, aynı takımı
tuttukları anlaşılınca konu iyileşince birlikte maça gitmeye kadar varmıştı.
Salona
yaklaştıklarında içeriden onlardan önce inen Uğur'un sesi geliyordu. Daha önce
gelişinde takımı çalıştırırken duyduğu sese benzemiyordu. Aksine sinirlenip
kavga ettiği sese benziyordu.
“Neler
oluyor?” Uğur'un da dikkat kesildiğini fark etti.
“Bilmiyorum
ama Uğur sinirlenmiş. Sesi çok kötü!”
Adımlarını
hızlandırıp salona girdiler. Oyuncular tekerlekli sandalyelerinde oturmuş,
soyunma odalarının orada yaşananları izliyordu. Uğur yanlarından geçerken
sorusunu yineledi. Hepsi mırıltı halinde “Dolaplarda sorun var. Uğur Hanım çok
sinirlendi.”
Erhan,
geçen sefer duyduğu sesin sinirli olduğunu düşünmüştü. Ama bu ses sinirli falan
değildi resmen köpürmüştü. Erhan da koltuk değneklerinin izin verdiği süratte
salonun diğer ucuna gitti. Erkeklerin soyunma odasının içinde tam bir karmaşa
vardı.
Dolaplar
ortada duruyor, birileri monte ediyor, birileri de onları izliyordu. İki Uğur
ise karşılıklı konuşuyordu. Erhan, “Neler oluyor?” diye sorduğunda, yanıtı
doktoru verdi. “Önemli bir şey yok. Biz hallederiz.” Sesi Erha ile konuşurken
de çok sertti. Erhan daha fazla susmayacaktı.
“Uğur
Hanım, benimle ne derdiniz var bilmem ama şu an burada önemli bir sorun olduğu
belli. Nedir olay?” Sesi belki de ilk kez bu kadar otoriter bir tonda
çıkıyordu. Uğur sinirini ona yönlendirerek, “Sizi ilgilendirmez, Erhan Bey! Ben
hallederim.”
“Uğur
Bey, siz aklıselim bir şekilde neler olduğunu anlatır mısınız?” Uğur Hanımın
benimle olan sorunu, gözünü kör etmiş.”
“Erhan
Bey, dolaplar yanlış yapılmış. Zaten neredeyse bir ay geç geldi. Şimdi de
yanlış yapılmış. 112 cm olması gereken dolaplar, 172 cm yapılmış. Yeniden
yapılması için para yok.”
“Yeniden
yapılmasına gerek yok ki.” Erhan'ın sözü bitmeden Uğur patladı.
“Erhan
Bey siz belki ayakta durup giyinebilirsiniz ama benim takımımda bunu yapacak
kimse yok. Lütfen bilmediğiniz konularda konuşmayın.”
“Uğur
Hanım, benimle konuşmamanız sorun değil. Beni tedavi etmeniz yeterli. Ama
fikirlerimi söylememi engelleyemezsiniz. Çok basit bir çözüm var.”
Uğur
gerçekten saçmalıyordu. Adam yardımcı olmak için olur ya da olmaz bir fikir söyleyecekti.
Neden abarttığını bilmese de kendi kabahatinin farkındaydı. Sustu ve başını
dinliyor gibi eydi...
“Usta
kim? Kim sorumlu?” Erhan öyle bir sesle sormuştu ki, çalışanların hepsi bir an
durup sesin sahibine baktı. Sonra içlerinden biri onlara en uzak noktada
çalışan adamı gösterdi. Uğur'u önemsemeden işine döndüğü belliydi.
“Suat
Usta.” genç bir çocuk ustasının adını söyleyip, eli ile gösterdikten sonra
monte ettiği dolaba döndü.
“Suat
Usta?”
“Buyurun?”
“Bu
işi sen yapmışsın sanırım?”
“Evet,
beyim. Gayet de güzel yaptık.”
“Bırak
da onu, bu işi size verenler söylesin. Ölçüler hatalı olmuş.”
“Yok,
beyim, tam ölçü aldık.”
“Bak,
burada tekerlekli sandalyede oturan bir sürü oyuncu var. Hangisi sence yüz
yetmiş santimlik dolabın üst rafını kullanabilir?”
“Ama
beyim...”
“Uğur
Hanım, kaç santim olmalı bu dolaplar?”
“En
fazla yüz on iki santim olmalı.”
“Siz
ise altmış santim daha yüksek yapmışsınız. Şimdi hepsini söküyor, geri
götürüyor ve yarın bu saatte istenen ölçülerde yapılmış hali ile geri
getiriyorsunuz. Artan parçalardan da orta sehpa mı yaparsınız, daha kısa
dolaplar mı yaparsınız bilmem ama yarın tüm bu dolaplar burada olacak.”
“Beyim,
mümkün değil. Hem çok da masraf olur.”
“Mümkün
ve masraf olmayacak. Bunları hemen götürün kesin ve kestiğiniz yerleri yeniden
kaplayıp yapıştırın. Yarına kadar kurur. Bu işlerden anlarım. Bana boş muhabbet
yapmayın. Her kesilen dolabın artan parçasını da değerlendirin. Sayıları
belirli. Noksan mal gelirse parasını keseriz.”
“Beyim,
valla mümkün değil. Yarına yetişmez.”
“Oyalanmayı
bırakın, monte etmeyi de bırakın. Hemen sökün. Dua edin aranızda tarih belirtir
bir anlaşma yok. Yoksa sizin atölyenizi dava ederdim. Tazminat ödetirdim. Şimdi
acele edin. Yarın bu saatte burada olmazsa dolaplar, gereğini yaparım.”
Sözleri
daha bitmeden, konuşmayı dinleyen çıraklar ve kalfa zaten sökme işlemine
başlamıştı. Usta da onlara katıldı. Kulaklarına kadar kızarmıştı ama tek laf
edememişti.
Uğur,
Erhan'a bakıyordu. Evet ya o kadar sinirlenmişti ki bu kadar basit bir çözümü
üretememişti. Sakin durmayı bilen Erhan ise olayı bir iki cümle ile çözmüştü.
Şimdi teşekkür etmesi gerekiyordu.
“Sağ
olun. Ben de düşünmeliydim.” Sesi pişmanlık yüklüydü. Erhan sinirlerini tavana
kadar sıçratan kadına döndüğünde, yüzündeki kırılgan ifadeyi gördü. Evet
sesindeki pişmanlık yüzünde de vardı. Sinirlerinin yatıştığını fark etti. Sesi
Suat usta ile konuştuğu tonun çok ötesindeydi artık.
“Bazen,
sinir baldan tatlı olur. O zaman da düşünmek zorlaşır. Yarın dolaplar gelmezse
haberim olsun. Bu firmanın telefonunu da alayım sizden. Atölye sahibine de
telefon açmam gerekebilir.” Konuşurken soyunma odasından dışarı çıkıyordu. İki
Uğur da kendisini takip ediyordu. Uğur Bey, biraz uzaklaşınca Erhan'ın kulağına
doğru eğilip, “Aramızda yazılı anlaşma yokken nasıl bir yol izleyeceksiniz?”
Erhan hafif bir tebessüm etti.
“Uğur
Bey, B planım yoktu.”
İki
erkek gülmeye başlayınca Uğur da gülümsedi. Günlerdir ilk kez gülüyordu. Erhan,
o tebessümün gözlerine ulaştığını görünce sevindi. Bu buzları eritir miydi?
Belki...
Üçlü,
spor salonunun ortasında toplanmış olan sekiz oyuncuya yaklaştı. Harun yoktu
ortalıkta. Tam bunu düşünürken kapıdan girmesi ile Erhan kendi kendine, iyi
insan mı? İt mi? Diye düşündü. Nasıl aynı olay için Türkçe de iki ayrı atasözü
olduğuna hayret ediyordu. Harun iyi biriydi. Guruba yaklaşıp selamladı.
Tekerlekli sandalyesi duvar dibindeydi. O tarafa yönelmeden önce eşofmanının
cebinden bir kâğıt çıkarttı. Uğur'a uzattı. Kâğıdı açıp okuyan Uğur'un yüzü
daha da aydınlandı.
“Harun?
Burada yazılanlar gerçek mi?”
“Evet,
tam beş sandalyemiz önümüzdeki ay gelecek. Antrenman yapmaya yetmese de takımı
maça çıkartmaya yeter.”
Uğur,
kâğıda bir daha baktı ve Harun'a döndü. Gözlerinde yaşlar vardı. Kısa süre
baktıktan sonra Harun'a sarıldı. “Çok teşekkür ederim. Çok çok teşekkür
ederim.” Uğur'un omzunun üstünden iki erkeğe bakan Harun onlara göz kırpıp
biraz daha sarıldı Uğur'a.
*****
“Sedat,
ne yapıyorsun akşam? Aradı mı?”
“Yunus,
uğraşma benimle. Saat dört oldu. Eğer beşe kadar aramazsa gelecekti. Son bir
saat ve yüreğim ağzımda.”
Yunus,
Sedat'ın yanıtından sonra kahkahalarla güldü. “Oğlum, senin kurtuluşun yok. Kız
ekecek diye bu kadar korkuyorsan artık kaçışın kalmamış. Ama bak sana söyledim,
gerçekten dersleri ağır ve sınavları varmış. Kız belki de unuttu
buluşacağınızı! İstersen sen ara, olmaz mı?”
“Zaten
kendimi zor tutuyorum, bir de sen söyleme, ararım yoksa.”
“Ara,
ne olacak?”
“Beş
olsun saat. Sonra ararım, kesin yanıtı alırım. Ama şimdi arayamam.”
Telefonu
kapattıktan sonra saate baktı. Daha dördü yedi geçiyordu. Nasıl bekleyecekti
elli üç dakika daha? Of Onur Of, diyerek odasında yürümeye başladı. Yürümek
çözüm değildi. En iyisi vakit geçirmek için elindeki işin raporlarını okumaya
başladı. Sayfaları bitirdikçe saatine bakıyordu. En nihayet saat, 16.48
olduğunda dosyayı kapattı. Tek kelime bile anlamamıştı. Aklını veremediği
ortadaydı. Kendisine neler olduğunu anlamak için son on iki dakikası vardı.
Pencerenin önüne doğru yürürken cep telefonu çalmaya başladı. Yüreği ağzına
gelerek baktı telefonun ekranına. Hayır, Onur değildi arayan. Annesi arıyordu.
“Anne,
hayrola?”
“Ne
o arayamaz mıyım?”
“Yok,
anne, bir şey mi lazım, onun için mi aradın demek istedim.”
“Yo,
sesini duymak istedim. Akşam erken geliyorsun değil mi?”
Ya
bugün herkes damarına basmak için mi telefon açıyordu? Nereden bilecekti ki
kaçta evde olacağını? Ya birazdan çıkıp eve gidecekti ya da geceyi
uzatabileceği kadar uzatacaktı...
“Bilmiyorum
anne.”
“Ay
bıktım sizin bu belirsizliklerinizden, erken gelirsen aç kalırsın o zaman. Sana
balık kızartmıyorum.”
“Tamam,
anne, erken gelirsem kendim yaparım.” Telefonu kapatmak istiyordu. Bunu
söyleyemeyeceği için annesi ne derse kabulleniyordu. En sonunda vedalaşan
annesinin telefonu kapatması ile rahatladı. Beşe üç vardı! Üç dakika daha
aramazsa gelecekti.
Kendi
yaşadıklarını bir başkası anlatsa o kadar çok gülerdi ki, karşısındaki ile
kavga bile edebilirdi. Kendisi şu an komik bir durumdaydı. Artık
rahatlamalıydı. Gelecekti!
Tuvalete
gidip elini yüzünü yıkadı. İçi rahattı artık. Beşi beş geçe cep telefonu
çalınca ekrana rahat bir bakış attı. Yunus arıyordu.
“Aradı
mı?”
“Hayır.”
“Gelecek
mi acaba? Yoksa aramayı mı unuttu?” Yunus bunları sorarken gülmemek için
kendisini zor tutuyordu.
“Yunus,
damarıma basma. Unuttuğunu sanmam.”
“Ara
bence.”
“Kapat,
arıyorum.”
Sedat,
Onur'un telefonunu çaldırırken tedirgindi. Yunus haklı olabilir mi?
“Efendim?”
“Onur,
merhaba. Nasılsın?”
“İyiyim
Sedat. Sen nasılsın?”
“İyiyim.
Seni nereden alayım?”
“Almana
gerek yok.”
“Neden?” Gelmeyecek miydi?
“Çünkü
ben dolmuşa binebiliyorum. Hatta taksi tutacak param bile var.”
“Onur, benim almamın ne gibi sakıncası var?”
“Çünkü
şu an Cerrahpaşa'dayım. Oraya gelmem için seni beklersem gece yarısına kadar
buralarda beklemem gerekir. Ben birazdan metroya biniyorum. Bir saate kadar
karşıya geçmiş olurum. İstersen iskeleden alabilirsin. Tabii bu sana
yetecekse?”
“Onur,
bir kere beni iğnelemesen nasıl olur?”
Telefonun
ucunda Onur gülümseyerek ve bunu sesine yansıtarak “O zaman ben olmam ki!
Benim, ben olmamamı istersen bileyim.”
“Yok,
sen beni iğnelemeye devam et. Ben senin bu halini tercih ederim.”
“Bir
saat sonra iskeledeyim.”
“Orada
olacağım.”
Sedat
telefonu kapattığında çok mutluydu. Tüm sıkıntısı dağılmıştı. Tek yapması
gereken bir saat daha beklemekti...
*****
Onur,
günlerdir içinde yaşattığı ümidin büyüdüğünü hissetti. Telefonu kapattığından
beri yüzü gülüyordu. Ablaları sabah evden çıkarken özellikle hazırlamıştı
kendisini. Özellikle Umut, üstüne giydiği kazağı görünce hemen kendi dolabını
açmış çok şık dökümlü bir kazak çıkartmıştı. Şimdi üstündeki kazağa bakıp
içinden yine teşekkür etti. Sedat, onu almaya geldiğinde beğensin istiyordu.
Kendi hislerine şaşırsa da duygularına engel olamayacağını biliyordu.
Onur'u
tanıyan herkes onun sadece okulunu ve derslerini düşündüğünü bilirdi. Tipik
inek denen öğrenci tipini çizse de kendine has şakaları ile bilinirdi.
İğnelemeyi seven dili ile arkadaşlarını sık sık kızdırmaktan da geri
duramıyordu. Sedat ile ilk karşılaştıkları akşamı anımsadı. Ne çok uğraşmıştı
onunla. Ama o geceden beri de aklındaydı...
Yılbaşı
gecesi yemek masasında başlayan konuşmaları bahçede izlenen havai fişek
gösterisi ile devam etmiş, gece bitene kadar da konuşmaları sürmüştü. Rahat
konuşulan, şaka anlayan, ortak zevkleri paylaştığı biriydi. Bu akşam buluşmayı
dört gözle beklese de kesin yanıt vermemiş olmak, kadınca bir haz vermişti. Ama
telefonu çalıp ekranda onun adını gördüğünde yüreği ağzına gelmişti.
Gelmeyeceğini söyleyeceğini sanmış ve korkmuştu. Ama o, kendisini almak
istediğini söylemişti. Yüreğinin atışı hızlanmış, elleri terlemişti. Neler
yaşadığını anlamak istiyordu. Bunun için de bu akşam Sedat'ı ve onun yanında
kendisini ölçecekti...
*****
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder