12 Haziran 2015 Cuma

BUZDAKİ ATEŞ 19. Bölüm

Uğur, Erhan'ın makinede yapması gereken hareketi bir süre izledi. Daha sonra notlarını yazmaya başladı.

Erhan, hastaneye geldiğinden beri neredeyse hiç konuşmamıştı ikili. Erhan, bir önceki günün sinirini atamamıştı üstünden. Uğur'un da sessiz kalışı ile tedavi süresi iyice uzamış gibiydi. Hareketleri tekrarlarken ağrısının artmaması mutlu ediyordu. Bu sabah yine maket ile uğraşmış ama kısa aralıklarla ayağa kalkmış, kısa yürüyüşler yapmış, hatta arada germe hareketlerinden de yapmıştı.

İlk karşılaştıklarında Uğur da ağrısını sormuş, geçtiğini öğrenince başka bir şey söylememişti. Sessizlikten memnun olduğunu düşünüyordu Erhan. Bu kadın onu rahatsız ediyordu. En güzeli konuşmamaktı işte! 

Çalıştıkları odanın kapısı açılıp içeri Doktor Uğur Bey girince 
memnun oldu Erhan. Yanına gelen genç adam, hatırını sorup biraz muhabbet etti. Sonra Uğur'a dönüp, “Dolaplar nihayet gelmiş. Gördün mü?”

“Gelmiş mi? Nihayet! Kaç kere kavga ettiğimi bilmiyorum. Seans bitsin inerim.”

“Tamam.”

“Senin hastan yok muydu?”

“İptal oldu. Yarına erteledik. İyi oldu. O kadar yorulmuşum ki bu bir saati bile büyük memnuniyetle karşıladım.”

“Yorulursun tabii. Sana diyorum dinlen biraz. Ama sabah erken kalk, akşam geç yat, olacağı bu. Bizimle gel sende. İki hafta sonra merkeze götürüyorum takımı.”

“Tarih geldi mi ya? Ben de istiyorum ama ikimiz birden gidemeyeceğimize göre, bana yine sizlerin ardından el sallamak düşecek.”

“Sana söylüyorum. Diğer hastaneden destek isteyebilirsin.”

“Kalsın boş ver. Başka zaman giderim.”

“Sen bilirsin. Tatil iyi gelir diye söylemiştim.”

“Daha sonra yaparım tatili.”

“Tamam, sen şimdi ne yapacaksın?”

“Hiç. Odaya gidiyorum. Sizin seans bitince gelirim. Erhan, vaktin var mı? Çalışma var yine. Takılırız biraz.”

O ana kadar ikili arasındaki konuşmayı dinlemiş, tatilden neyi kastettiklerini anlamamıştı. Soramazdı da... Uğur'un sorusuna yanıt verdi.

“Olabilir. Çocukları yeniden görmek isterim.” Asıl görmek istediği başka şeyler de vardı!

“Tamam, on beş dakika sonra gelirim. Birlikte ineriz.”

Uğur Bey, çıkınca ortalık yine sessizliğe büründü. Erhan, doktorunun neden kendisi ile konuşmadığını, hatta surat astığını anlamıyordu. Sormayacaktı. Kendisi ile konuşmak bu kadar itici ise, soru sorup konuşmaya zorlamasının gereği yoktu. Hareketlerine devam etti.

Seans bittiğinde, iki tarafta rahatladı. Sessizlik içinde geçen dakikalar ikisi için de işkence olmuştu. Uğur tüm çalışma boyunca onun asker olduğu gerçeğini bir kenara bırakmak istemiş ama aksi gibi hiç aklından çıkartamamıştı. O yüzden de çok daha özenliydi. Her hareketinin hatasız olması için neredeyse tüm çalışmayı gözleri ile izlemişti.

Uğur'un çalışmanın bitmesi ile rahatladığını fark eden Erhan, salona inmekten vazgeçmişti. Erhan'ı, kapıdan giren Uğur, zorla aşağı inmeye ikna etti. Koltuk değneklerine dayanıp, asansöre doğru yürürken iki erkek hafta sonundaki maçlardan konuşmaya başlamıştı. Erhan, İstanbul da olduğu zamanlarda maça gitmekten keyif alırdı. Uğur da futbolu sevdiğini söyleyip, aynı takımı tuttukları anlaşılınca konu iyileşince birlikte maça gitmeye kadar varmıştı.

Salona yaklaştıklarında içeriden onlardan önce inen Uğur'un sesi geliyordu. Daha önce gelişinde takımı çalıştırırken duyduğu sese benzemiyordu. Aksine sinirlenip kavga ettiği sese benziyordu.

“Neler oluyor?” Uğur'un da dikkat kesildiğini fark etti.

“Bilmiyorum ama Uğur sinirlenmiş. Sesi çok kötü!”

Adımlarını hızlandırıp salona girdiler. Oyuncular tekerlekli sandalyelerinde oturmuş, soyunma odalarının orada yaşananları izliyordu. Uğur yanlarından geçerken sorusunu yineledi. Hepsi mırıltı halinde “Dolaplarda sorun var. Uğur Hanım çok sinirlendi.”

Erhan, geçen sefer duyduğu sesin sinirli olduğunu düşünmüştü. Ama bu ses sinirli falan değildi resmen köpürmüştü. Erhan da koltuk değneklerinin izin verdiği süratte salonun diğer ucuna gitti. Erkeklerin soyunma odasının içinde tam bir karmaşa vardı.

Dolaplar ortada duruyor, birileri monte ediyor, birileri de onları izliyordu. İki Uğur ise karşılıklı konuşuyordu. Erhan, “Neler oluyor?” diye sorduğunda, yanıtı doktoru verdi. “Önemli bir şey yok. Biz hallederiz.” Sesi Erha ile konuşurken de çok sertti. Erhan daha fazla susmayacaktı.

“Uğur Hanım, benimle ne derdiniz var bilmem ama şu an burada önemli bir sorun olduğu belli. Nedir olay?” Sesi belki de ilk kez bu kadar otoriter bir tonda çıkıyordu. Uğur sinirini ona yönlendirerek, “Sizi ilgilendirmez, Erhan Bey! Ben hallederim.”

“Uğur Bey, siz aklıselim bir şekilde neler olduğunu anlatır mısınız?” Uğur Hanımın benimle olan sorunu, gözünü kör etmiş.”

“Erhan Bey, dolaplar yanlış yapılmış. Zaten neredeyse bir ay geç geldi. Şimdi de yanlış yapılmış. 112 cm olması gereken dolaplar, 172 cm yapılmış. Yeniden yapılması için para yok.”

“Yeniden yapılmasına gerek yok ki.” Erhan'ın sözü bitmeden Uğur patladı.

“Erhan Bey siz belki ayakta durup giyinebilirsiniz ama benim takımımda bunu yapacak kimse yok. Lütfen bilmediğiniz konularda konuşmayın.”

“Uğur Hanım, benimle konuşmamanız sorun değil. Beni tedavi etmeniz yeterli. Ama fikirlerimi söylememi engelleyemezsiniz. Çok basit bir çözüm var.”

Uğur gerçekten saçmalıyordu. Adam yardımcı olmak için olur ya da olmaz bir fikir söyleyecekti. Neden abarttığını bilmese de kendi kabahatinin farkındaydı. Sustu ve başını dinliyor gibi eydi...

“Usta kim? Kim sorumlu?” Erhan öyle bir sesle sormuştu ki, çalışanların hepsi bir an durup sesin sahibine baktı. Sonra içlerinden biri onlara en uzak noktada çalışan adamı gösterdi. Uğur'u önemsemeden işine döndüğü belliydi.

“Suat Usta.” genç bir çocuk ustasının adını söyleyip, eli ile gösterdikten sonra monte ettiği dolaba döndü.

“Suat Usta?”

“Buyurun?”

“Bu işi sen yapmışsın sanırım?”

“Evet, beyim. Gayet de güzel yaptık.”

“Bırak da onu, bu işi size verenler söylesin. Ölçüler hatalı olmuş.”

“Yok, beyim, tam ölçü aldık.”

“Bak, burada tekerlekli sandalyede oturan bir sürü oyuncu var. Hangisi sence yüz yetmiş santimlik dolabın üst rafını kullanabilir?”

“Ama beyim...”

“Uğur Hanım, kaç santim olmalı bu dolaplar?”

“En fazla yüz on iki santim olmalı.”

“Siz ise altmış santim daha yüksek yapmışsınız. Şimdi hepsini söküyor, geri götürüyor ve yarın bu saatte istenen ölçülerde yapılmış hali ile geri getiriyorsunuz. Artan parçalardan da orta sehpa mı yaparsınız, daha kısa dolaplar mı yaparsınız bilmem ama yarın tüm bu dolaplar burada olacak.”

“Beyim, mümkün değil. Hem çok da masraf olur.”

“Mümkün ve masraf olmayacak. Bunları hemen götürün kesin ve kestiğiniz yerleri yeniden kaplayıp yapıştırın. Yarına kadar kurur. Bu işlerden anlarım. Bana boş muhabbet yapmayın. Her kesilen dolabın artan parçasını da değerlendirin. Sayıları belirli. Noksan mal gelirse parasını keseriz.”

“Beyim, valla mümkün değil. Yarına yetişmez.”

“Oyalanmayı bırakın, monte etmeyi de bırakın. Hemen sökün. Dua edin aranızda tarih belirtir bir anlaşma yok. Yoksa sizin atölyenizi dava ederdim. Tazminat ödetirdim. Şimdi acele edin. Yarın bu saatte burada olmazsa dolaplar, gereğini yaparım.”

Sözleri daha bitmeden, konuşmayı dinleyen çıraklar ve kalfa zaten sökme işlemine başlamıştı. Usta da onlara katıldı. Kulaklarına kadar kızarmıştı ama tek laf edememişti.

Uğur, Erhan'a bakıyordu. Evet ya o kadar sinirlenmişti ki bu kadar basit bir çözümü üretememişti. Sakin durmayı bilen Erhan ise olayı bir iki cümle ile çözmüştü. Şimdi teşekkür etmesi gerekiyordu.

“Sağ olun. Ben de düşünmeliydim.” Sesi pişmanlık yüklüydü. Erhan sinirlerini tavana kadar sıçratan kadına döndüğünde, yüzündeki kırılgan ifadeyi gördü. Evet sesindeki pişmanlık yüzünde de vardı. Sinirlerinin yatıştığını fark etti. Sesi Suat usta ile konuştuğu tonun çok ötesindeydi artık.

“Bazen, sinir baldan tatlı olur. O zaman da düşünmek zorlaşır. Yarın dolaplar gelmezse haberim olsun. Bu firmanın telefonunu da alayım sizden. Atölye sahibine de telefon açmam gerekebilir.” Konuşurken soyunma odasından dışarı çıkıyordu. İki Uğur da kendisini takip ediyordu. Uğur Bey, biraz uzaklaşınca Erhan'ın kulağına doğru eğilip, “Aramızda yazılı anlaşma yokken nasıl bir yol izleyeceksiniz?” Erhan hafif bir tebessüm etti.

“Uğur Bey, B planım yoktu.”

İki erkek gülmeye başlayınca Uğur da gülümsedi. Günlerdir ilk kez gülüyordu. Erhan, o tebessümün gözlerine ulaştığını görünce sevindi. Bu buzları eritir miydi? Belki...

Üçlü, spor salonunun ortasında toplanmış olan sekiz oyuncuya yaklaştı. Harun yoktu ortalıkta. Tam bunu düşünürken kapıdan girmesi ile Erhan kendi kendine, iyi insan mı? İt mi? Diye düşündü. Nasıl aynı olay için Türkçe de iki ayrı atasözü olduğuna hayret ediyordu. Harun iyi biriydi. Guruba yaklaşıp selamladı. Tekerlekli sandalyesi duvar dibindeydi. O tarafa yönelmeden önce eşofmanının cebinden bir kâğıt çıkarttı. Uğur'a uzattı. Kâğıdı açıp okuyan Uğur'un yüzü daha da aydınlandı.

“Harun? Burada yazılanlar gerçek mi?”

“Evet, tam beş sandalyemiz önümüzdeki ay gelecek. Antrenman yapmaya yetmese de takımı maça çıkartmaya yeter.”

Uğur, kâğıda bir daha baktı ve Harun'a döndü. Gözlerinde yaşlar vardı. Kısa süre baktıktan sonra Harun'a sarıldı. “Çok teşekkür ederim. Çok çok teşekkür ederim.” Uğur'un omzunun üstünden iki erkeğe bakan Harun onlara göz kırpıp biraz daha sarıldı Uğur'a.

*****  

“Sedat, ne yapıyorsun akşam? Aradı mı?”

“Yunus, uğraşma benimle. Saat dört oldu. Eğer beşe kadar aramazsa gelecekti. Son bir saat ve yüreğim ağzımda.”

Yunus, Sedat'ın yanıtından sonra kahkahalarla güldü. “Oğlum, senin kurtuluşun yok. Kız ekecek diye bu kadar korkuyorsan artık kaçışın kalmamış. Ama bak sana söyledim, gerçekten dersleri ağır ve sınavları varmış. Kız belki de unuttu buluşacağınızı! İstersen sen ara, olmaz mı?”

“Zaten kendimi zor tutuyorum, bir de sen söyleme, ararım yoksa.”

“Ara, ne olacak?”

“Beş olsun saat. Sonra ararım, kesin yanıtı alırım. Ama şimdi arayamam.”

Telefonu kapattıktan sonra saate baktı. Daha dördü yedi geçiyordu. Nasıl bekleyecekti elli üç dakika daha? Of Onur Of, diyerek odasında yürümeye başladı. Yürümek çözüm değildi. En iyisi vakit geçirmek için elindeki işin raporlarını okumaya başladı. Sayfaları bitirdikçe saatine bakıyordu. En nihayet saat, 16.48 olduğunda dosyayı kapattı. Tek kelime bile anlamamıştı. Aklını veremediği ortadaydı. Kendisine neler olduğunu anlamak için son on iki dakikası vardı. Pencerenin önüne doğru yürürken cep telefonu çalmaya başladı. Yüreği ağzına gelerek baktı telefonun ekranına. Hayır, Onur değildi arayan. Annesi arıyordu.

“Anne, hayrola?”

“Ne o arayamaz mıyım?”

“Yok, anne, bir şey mi lazım, onun için mi aradın demek istedim.”

“Yo, sesini duymak istedim. Akşam erken geliyorsun değil mi?”

Ya bugün herkes damarına basmak için mi telefon açıyordu? Nereden bilecekti ki kaçta evde olacağını? Ya birazdan çıkıp eve gidecekti ya da geceyi uzatabileceği kadar uzatacaktı...

“Bilmiyorum anne.”

“Ay bıktım sizin bu belirsizliklerinizden, erken gelirsen aç kalırsın o zaman. Sana balık kızartmıyorum.”

“Tamam, anne, erken gelirsem kendim yaparım.” Telefonu kapatmak istiyordu. Bunu söyleyemeyeceği için annesi ne derse kabulleniyordu. En sonunda vedalaşan annesinin telefonu kapatması ile rahatladı. Beşe üç vardı! Üç dakika daha aramazsa gelecekti.

Kendi yaşadıklarını bir başkası anlatsa o kadar çok gülerdi ki, karşısındaki ile kavga bile edebilirdi. Kendisi şu an komik bir durumdaydı. Artık rahatlamalıydı. Gelecekti!

Tuvalete gidip elini yüzünü yıkadı. İçi rahattı artık. Beşi beş geçe cep telefonu çalınca ekrana rahat bir bakış attı. Yunus arıyordu.

“Aradı mı?”

“Hayır.”

“Gelecek mi acaba? Yoksa aramayı mı unuttu?” Yunus bunları sorarken gülmemek için kendisini zor tutuyordu.

“Yunus, damarıma basma. Unuttuğunu sanmam.”

“Ara bence.”

“Kapat, arıyorum.”

Sedat, Onur'un telefonunu çaldırırken tedirgindi. Yunus haklı olabilir mi?

“Efendim?”

“Onur, merhaba. Nasılsın?”

“İyiyim Sedat. Sen nasılsın?”

“İyiyim. Seni nereden alayım?”

“Almana gerek yok.”

“Neden?”   Gelmeyecek miydi?

“Çünkü ben dolmuşa binebiliyorum. Hatta taksi tutacak param bile var.”

“Onur,  benim almamın ne gibi sakıncası var?”

“Çünkü şu an Cerrahpaşa'dayım. Oraya gelmem için seni beklersem gece yarısına kadar buralarda beklemem gerekir. Ben birazdan metroya biniyorum. Bir saate kadar karşıya geçmiş olurum. İstersen iskeleden alabilirsin. Tabii bu sana yetecekse?”

“Onur, bir kere beni iğnelemesen nasıl olur?”

Telefonun ucunda Onur gülümseyerek ve bunu sesine yansıtarak “O zaman ben olmam ki! Benim, ben olmamamı istersen bileyim.”

“Yok, sen beni iğnelemeye devam et. Ben senin bu halini tercih ederim.”

“Bir saat sonra iskeledeyim.”

“Orada olacağım.”

Sedat telefonu kapattığında çok mutluydu. Tüm sıkıntısı dağılmıştı. Tek yapması gereken bir saat daha beklemekti...


***** 

Onur, günlerdir içinde yaşattığı ümidin büyüdüğünü hissetti. Telefonu kapattığından beri yüzü gülüyordu. Ablaları sabah evden çıkarken özellikle hazırlamıştı kendisini. Özellikle Umut, üstüne giydiği kazağı görünce hemen kendi dolabını açmış çok şık dökümlü bir kazak çıkartmıştı. Şimdi üstündeki kazağa bakıp içinden yine teşekkür etti. Sedat, onu almaya geldiğinde beğensin istiyordu. Kendi hislerine şaşırsa da duygularına engel olamayacağını biliyordu.

Onur'u tanıyan herkes onun sadece okulunu ve derslerini düşündüğünü bilirdi. Tipik inek denen öğrenci tipini çizse de kendine has şakaları ile bilinirdi. İğnelemeyi seven dili ile arkadaşlarını sık sık kızdırmaktan da geri duramıyordu. Sedat ile ilk karşılaştıkları akşamı anımsadı. Ne çok uğraşmıştı onunla. Ama o geceden beri de aklındaydı...

Yılbaşı gecesi yemek masasında başlayan konuşmaları bahçede izlenen havai fişek gösterisi ile devam etmiş, gece bitene kadar da konuşmaları sürmüştü. Rahat konuşulan, şaka anlayan, ortak zevkleri paylaştığı biriydi. Bu akşam buluşmayı dört gözle beklese de kesin yanıt vermemiş olmak, kadınca bir haz vermişti. Ama telefonu çalıp ekranda onun adını gördüğünde yüreği ağzına gelmişti. Gelmeyeceğini söyleyeceğini sanmış ve korkmuştu. Ama o, kendisini almak istediğini söylemişti. Yüreğinin atışı hızlanmış, elleri terlemişti. Neler yaşadığını anlamak istiyordu. Bunun için de bu akşam Sedat'ı ve onun yanında kendisini ölçecekti...

*****  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder