“İbrahim
Bey, size bir resim ulaştıracağım. Bugün postadan çıktı. Adıma gelmiş. Arkasında da, Celal ağabeyimden bir not var.”
“Zeycan
Hanım, ne resminden bahsediyorsunuz? Nasıl bir not?”
“Önlü
arkalı tarayıcıdan geçirip göndereceğim. Daha Antep'e dönmediniz sanırım?”
“Hala
dönmedim. Mahkemem var. Mahkeme akşamı uçakla geleceğim.”
“Ben
de o yüzden aradım. Bunun size ulaşması önemli. İbrahim Bey... Sanırım ağabeyim
gerçekten kaçmış. Hep kaçırıldığı, istemeden birilerinin elinde olduğunu
düşünüyordum. Ama bu resim her şeyi değiştirdi.”
“Zeycan,
hemen yollar mısın bana o resmi? Bir de ben inceleyeyim. Başka kimseye söz
ettin mi?” Zeycan'a hitap ederken o heyecanla sadece adını söylemişti. Zeycan
da fark etmemişti galiba!
“Hayır.
Ağabeylerim evde yoktu. Yengeme de ben göstermedim. Ama ağabeylerime göstermem
gerekir diye düşünüyorum.” Sesi korku ve hayal kırıklığı doluydu.
“Bir
süre kendine saklar mısın bu bilgiyi? Dört gün sonra mahkeme var. Lütfen en
azından o güne kadar sakla. Ya da... Ya da benden haber gelene kadar sakla.”
“Tamam,
ama ne olur güzel şeyler söyleyin bana. Bu resmin beni kandırmak için
yollandığını söyleyin. Ağabeyimin, ben üzülmeyeyim diye böyle yaptığını
söyleyin.” O an telefonun ucunda yirmi üç yaşında bir genç kız değil sekiz
yaşında bir kız çocuğu vardı. Sesindeki korku İbrahim'i üzdü. Yanında olmak
istediğini biliyor ama bir şey yapamıyordu.
“Sen
resmi yolla da bakalım o resim gerçek mi fotomontaj mı? Biraz da biz
inceleyelim. Sen de çok üzülme. Çözülecek her şey.”
Zeycan,
evde tarayıcı olmadığı için, bir bahane ile çarşıya indi. Gittiği internet
kafe, genelde gençlerin ders amaçlı geldikleri bir yer olduğundan dikkat
çekmemişti. E-postayı yollar yollamaz yine telefon açtı, haber verdi.
İbrahim,
e-postayı açtığında hiç ummadığı bir resim ile karşılaştı. Celal ile Burhan,
aynı masada, Celal'in kucağında oğlu ve karşısında karısı ile yemek yiyorlar!
Bulundukları
yerin arkasındaki pencere bir bahçeye bakıyordu. Şömine ateşi resmin bir
kısmını hafif kırmızıya boyuyordu. Bahçenin büyüklüğü ve ağaçlarla bezeli
olması orasının müstakil bir çiftlik evi olabileceği hissini uyandırıyordu.
İbrahim, resmin arka yüzündeki notu okuduğunda oldukça şaşırdı.
“Zeycan'ım,
ağabeylerinin sözünden çıkma. Bir gün görüşürüz nasılsa.”
Bu
ne demek olabilirdi ki? Neden Zeycan ağabeylerinin sözünden çıkmayacaktı? Ne
istiyorlardı kızdan? Bir şey mi ima ediliyordu? Yeniden resme döndü. Resim, hiç
de kaçırılmış birilerinin resmi değildi. Kameraya bakan üçlü mutlu gözüküyordu.
Masada rakılar ve mezeler vardı. Resmin altındaki tarih yılbaşı gecesini
gösteriyordu. Bir gece önce!
İbrahim,
resmin incelemesine devam ederken, Erhan'a bilgi vermesi gerektiğini
düşünüyordu. Ama hemen anlatmasının ne yararı olacaktı? Yarını beklese?
Çarşamba günü zaten mahkeme vardı. Ama bu resimler eğer savcılığa da gitti ise
o davanın bitme ihtimali hiç kalmamıştı. Başı zonkluyordu. Resmi ortaya
çıkartsa arkadaşının davası iyice çıkmaza girecekti.
Mahkemeye
hazırlanmak için çantasından diğer dosyayı çıkarttı. Devam eden davaları
yüzünden bu aralar epey yolculuk yapması gerekiyordu. Yılbaşı için ailesinin
yanına gitmiş, oradan sabah erkenden İzmir'e uçmuş otele yerleşmişti. Pazartesi
günü mahkemeye çıkacak ve bu kez de Gaziantep'e uçacaktı. Zeycan'ı ise ne zaman
göreceği belli değildi.
*****
Pazar
gününü evlerinde geçirenler iş başı yapmıştı. Yunus, cumartesi günü Umut ile
konuştuktan sonra bir daha aramamıştı. Zaten Sedat'ın dedikleri beyninde dolanıyordu.
Umut arkadaşıydı. Sadece kardeşi ve başka erkeklerin onu üzmesini istemediği
için öyle konuşmuştu. Yoksa âşık falan değildi. Umut ona emanetti!
Pazar
günü iki arkadaş görüşmemişti. Bugün arar diyordu. Ama öğlen olduğunda henüz
aramamıştı Umut. İşi çoktur, o nedenle aramamıştır diyerek, diğer avukatlarla
öğlen yemeğine çıktı.
*****
“Kızım,
gül biraz, ne bu surat? Ne oldu? Kerem mi aradı yoksa yine?” Hep birlikte
gittikleri lokantada sessizce yemeğini yemeye çalışıyordu. Oysa lokmalar boğazında
düğümleniyordu.
Bu
halini gören mesai arkadaşlarının nedenini sorması çok doğaldı. Onların
merakını gidermesi gerekiyordu. Ama ne diyecekti?
“O
iş bitti. Arayamaz artık.” Başka soru sormayın artık, diye geçirdi içinden.
Lütfen sormayın. Ama kızlar iyi niyetle sorularına devam ettiler...
“O
zaman bu suratın ne? Bir şeylere canın sıkılmış!”
“Yok
bir şey. Sanırım yılbaşında çok içtim, daha atamadım üstümden.” Bu kuyruklu bir
yalandı...
Gerçekten
canı sıkkındı. Ama neye sıkıldığını bilmiyordu. Kızlar da üstüne geldikçe daha
çok sıkılıyordu. Kendi bilmiyordu ki neyi olduğunu, nasıl anlatacaktı. Uğur'un
dediklerinin canını sıktığını, ablasının saçmaladığını söylese kim ne
anlayacaktı? Uğur da nereden etmişti o lafları? Bunca yıllık arkadaşına bakışı değişecek
değildi ya? Tamam, Yunus yakışıklı ve çekici bir erkekti ama onun
arkadaşıydı. Kafasını bulandıranlara
iyice sinirlenip yemeğine çatalı sapladı.
Zaten
Yunus da hala aramamıştı!
*****
Erhan,
pazar günü başladığı maketin büyük bir kısmını tamamlamıştı. Alışkanlıklarını
çok yitirmemiş olduğunu görmek mutlu ediyordu. Ana hatlarını tamamladığı
uçağını kurumak için bir kenara bıraktı. Sırtında ağrı hissedince uzun zaman
aynı şekilde kaldığını anlayıp kızdı kendisine.
Yarım
saat sonra ağrısında azalma olmayınca doktorunu aramak zorunda kaldı. Annesine
duyurmadan görüşmek zorundaydı. Aksi halde bir daha maketlerin başına
oturamazdı.
“Uğur,
merhaba, ben Erhan!”
“Buyurun,
Erhan Bey!”
Erhan,
yılbaşı gecesinden sonra yine resmiyet beklemiyordu. Şaşırsa da hemen
toparlandı.
“Uğur
Hanım, biraz ağrım var. Ne yapsam geçiremedim.”
“Ters
bir hareket yapmadınız umarım?”
“Maket
ile uğraşırken uzun süre aynı şekilde oturmuşum. Biraz yürüdüm, biraz uzandım
ama ağrı azalmadı.”
“Ne
zaman kalktınız masa başından?”
“Yarım
saat kadar önce.”
“Bir
yarım saat daha geçsin, bu sırada siz düz şekilde yatın. Yine geçmezse germe
hareketlerinizi yapın.”
“Yine
geçmezse?”
“O
zaman gelirsiniz bir bakarız ama geçeceğini düşünüyorum. Zaten yarın seans
var.”
Erhan,
soğuk sese daha fazla dayanamadı. “Teşekkür ederim, geçmezse de yarına kadar
ağrılar ile dururum. İyi günler.” diyerek kapattı telefonu. Aklından geçenleri
dile getirse kadının kendisine hakaret davası açacağından emindi. Küfürlerini
sessizce sıraladı. Sonra da doktorun dediğini yaptı. Yatağına uzandı.
Ağrılarını düşünmek istemiyordu.
İlk
kaza anından sonra umutsuzluğa kapıldığı bir iki gün çektiği ağrılarla şu an
çektikleri arasında çok büyük fark vardı ama içindeki, kalıcı sakatlık
korkusunu yok edemiyordu. Yapacağı ters bir hareketin tüm hayatını
değiştireceği korkusu hep onunlaydı. Ama bu korkunun bile eskisi kadar şiddetli
olmadığını biliyordu. Rahat hareket edemese bile birçok işini tek başına
yapabiliyordu. Zamanla evin içinde daha rahat hareket edebilir olmuştu. Bir aya
yakın bir zaman geçmişti. Altı ay sonra sorunsuz bir hayat yaşayacağını
söylemişti doktorları. Demek ki bunun için beş ayı kalmıştı. Hayatının en uzun
beş ayı...
Düşüncelere
dalmışken ağrılarının hafiflediğini fark etti. Kısa süre sonra uyuya kalmıştı.
*****
Pazartesi
sendromu herkesi sarmıştı. O gün kimse mutlu değildi. Akşam masada kimsenin
ağzını bıçak açmayınca Meliha Hanım da sessizliği tercih etti. Nadir olarak
oğulları bu kadar sessiz olurdu. O da, hiç üstelemez dertlerini kendilerinin
anlatmasını ya da halletmesini beklerdi. O gece ise bu sessizliği çalan telefon
bozdu. Ev telefonu Alihan Beye yakındı.
“Bade,
kızım? Sesini duymak çok güzel bir tanem... Ne olsun? Yemekteyiz. Ağabeylerinin
susma gecesine denk geldin. Konuşmazlar sanırım seninle.” daha Alihan Beyin
sözü bitmeden erkeklerden itiraz geldi. İki gün önce, yeni yıl için konuşmuş
olsalar da kardeşlerini çok özlüyorlardı. Tüm gençlikleri Bade'yi kimin daha
çok sevip koruyacağı yarışı ile geçmişti. En küçükleri Bade'nin kız
arkadaşları, üç ağabeyi olduğu için üzülseler de, Bade çok mutluydu ağabeyleri
olduğu için. Arada bir kısmetini kapatsalar da genelde karışmaz, korurlardı.
Evleneceği erkeği seçtiğinde, ilk yaptığı ağabeyleri ile tanıştırmak oldu.
Mustafa, bunu duyduğunda çok çekinmiş ama tanıştıktan sonra çok rahatlamıştı.
Şimdi ise zorunlu hizmet için Elazığ da görev yapıyordu.
“Hepsinin
dili açıldı. Konuşacaklarmış.” Babaları telefonu verip yerine oturdu.
Kardeşlerden
sonra anneleri de konuştu. Kötü başlayan, o saate kadar kötü yaşanan pazartesi
sonlanmış, Bade ile tamamlanan gece tatlanmıştı.
Sedat
ile Yunus üst kata çıkarken herkese iyi geceler dilediler.
“Yarın
geliyor mu?”
“Bilmiyorum!
İnan bilmiyorum ve buna da sinir oluyorum. Ben yirmi dokuz yaşındayım. Yirmi üç
yaşındaki bir kızın parmağında oyuncak oluyorum.”
“Oyuncak
falan değilsin. Söyledim sana, kız ders çalışıyormuş gerçekten. Umut yalan
söylemez. Gece gündüz ders çalışıyormuş. Çok sınavı varmış.”
“O
zaman benim hiç şansım yok. Okul bitiyormuş bu yıl. Ama sonra da çok yoğun bir
çalışma süreci başlayacak. E ben ne zaman göreceğim bu kızı?”
“Sen
ciddi ciddi uzun vade düşünür oldun. Sedat, sen de biraz acele ettiğinin
farkında mısın?”
“Yunus,
ne acelesi? Ben yarın evleneceğim mi diyorum? Kızı görmek için vakit yok,
diyorum. Doktorların nasıl çalıştığını hepimiz biliyoruz. Onur da zaten deli
gibi ders çalışıyor. Eh böyle ders çalışan, okul bitince de böyle çalışmaya
devam eder. O zaman ben de başka limanlara demir atmalıyım.”
“İyi
olur. Haklısın, vazgeç en iyisi.” Yunus, Sedat'ın tepkisini bekliyordu. Sedat,
önce şaşkınlıkla baktı. Sonra gülen Yunus'u görünce o da gülümsedi.
“Hayır,
şansımı denemeden vazgeçmem. Ne yapacak edecek onunla görüşeceğim.”
“Oğlum,
bu kız seni, ilk tanıştığınızda yerle bir etti. Yılbaşı gecesi her ne olduysa
sinemaya davet etmişsin. İyi güzel! Ama kız gelip gelmeyeceğini bile
söylememiş. Yine vazgeçmedin. Kızın okul hayatı, sonra iş hayatı diyorsun ama
yine vazgeçmiyorsun! Hayırdır? Ne bu saplantı?”
“Saplantı
değil. O kafenin kapısından girdiği an çarptı. Ne inkâr edeceğim ki? Onunla
birlikte olmak istiyorum. Onu tanımak istiyorum. O hazır cevapları ile mest
olmak istiyorum.”
“Sedat,
son kez söylüyorum. Onur'u üzersen Umut da beni üzer. İşte o zaman ben de seni
üzerim.”
“Üzmek
mi? Onun için düşündüklerim, onu üzmek için değil ki! Aksine onun omuzlarından
yükünü almak isterim. Keşke aynı meslekten olsaydık da ona bildiklerimi
öğretebilseydim. Böylece daha az ders çalışır, bana daha çok vakit ayırırdı.”
“Çok
romantiksin! Dikkat et de pembe dizi kıvamında bir entrikanın içine düşme.”
“Ne
entrikası?”
“Ne
bileyim. O kadar tuhaf laflar etmeye başladın ki, ardından bir pembe dizi
senaristi çıkacak dedim.”
“Benimle
uğraşma. Sen kendi derdini hallet önce.” İki kardeş yatak odalarına girdiğinde
konuşmaya devam ediyordu.
“Benim
derdim yok.”
“Umut'u
dert etmiyorsun yani artık?”
“Umut
benim arkadaşım ve öyle de kalacak.”
“Yunus,
şurada ikimiziz! Bana gerçekte ne hissettiğini söylesene. Umut senin için ne
anlam taşıyor?”
“Ne
taşıdığı değil ne taşıması gerektiğini konuşuyoruz. O benim arkadaşım. Başka
bir şey değil!”
“Onu
anladım. Neyin olmasını isterdin onu anlamadım. Kız arkadaşın mı, kısa süreli
yatak arkadaşın mı, uzun süreli hayat arkadaşın mı?”
“Sedat,
bu konu kapandı. O benim arkadaşım. Daha fazla sorma.”
“Senin
kararın bu kadar kesinse iyi. Çünkü benim arkadaşlardan biri seni onunla
görmüş. Bana sorup duruyordu. 'Ağabeyinin kız arkadaşı mı o kız?' diye. Ben de
yok onlar arkadaş sadece dedim.” Sedat'ın cümlesi bitmeden, Yunus dikleşerek
kardeşinin karşısına geçip sert bir sesle sordu,
“Kimmiş
o soran?”
“Önemli
değil. Nasılsa sizin aranızda başka bir şey olamayacakmış, yarın söylerim, bir
yolunu bulur tanıştırırım. Gerisi onlara kalmış.”
“Öyle
bir şey yaparsan, seni lime lime doğrarım.” Sesi gittikçe kısılıyor, hatta
hırlamaya dönüşüyordu.
“Ya
ne oluyor ki sana? Hem Umut, bir sürü erkekle gezdi, onunla da gezsin belki
anlaşırlar!”
“Sedat,
susmazsan sabahı göremezsin. Tanıştırmayacaksın, işte o kadar.”
“Neden?”
“Çünkü”
“Çünkü
açıklama değildir. Çünkü der devamını getirirsin.”
“Yeter
sıkıldım. Ben yatıyorum.”
“Tamam,
ben de yatıyorum. Yarın için Umut'u arayacağımı unutmamam lazım.”
“Sedat,
Umut'u ararsan ve onunla birilerini tanıştırırsan seni gerçekten gebertirim.”
“Neden?”
“Çünkü
onu seviyorum.”
“Nihayet.
Günlerdir her halinden anlaşılanı söze dökmek bu kadar zor mu?”
“Şu
an konuşmak istemiyorum. Sana dediğimi yap. Kimseyi tanıştırma.”
“Tamam...
Bu arada... Kimse yoktu tanışmak isteyen. Ama senin yüzünü izlemek çok
keyifliydi.” Sedat, keyifle gülüyordu. Ama o güldükçe Yunus karşısında sinirden
daha çok kızarıyordu. En sonunda dişlerinin arasından tıslayarak, “Bunu sana
ödeteceğim.” dediğinde, Sedat omuz silkerek, “Benim için sorun yok.” dedi.
Yunus,
kardeşine arkasını dönerek yattı. Evet, itiraf etmişti nihayet. Günlerdir içini
kavuruyordu bu aşk. Biliyor ama söze dökmek istemiyordu. Çünkü bundan dönüş
yoktu. Ama az önce daha fazla dayanamamıştı. İçinde uyanan duygulara
inanamamıştı. Sedat'ın söyledikleri ile içi yanmaya başlamış, Sedat'ı bile
dövmek istemişti. Başka bir erkeği kabullenemeyeceğini biliyordu. Evlenmek
istediğini söyleyen o serseriden beri kendisindeki değişiklikleri fark ediyor,
duygularını dizginlemek istiyordu. Ne yaparsa yapsın önüne geçemediği bir aşka
düştüğünün farkındaydı.
Artık
yapacağı tek şey uzak durmaktı. Umut, kendisi ile asla bir erkek olarak
ilgilenmediğine göre, ne kendisine acı çektirecekti ne de ona yakın olacaktı.
Hem, kendisi de bu güne kadar bir sürü kadına ilgi duymamış mıydı? Belli bir
süre geçince ilgisi yok oluyordu. O da o zamanı kendisine verecek, Umut'dan
uzak duracaktı.
Kararını
verdikten sonra gözlerini kapattı. Ama kapar kapamaz gözünün önüne Umut gelince
yeniden açtı gözlerini. Bulduğu çözümü en kısa sürede uygulamalıydı! Yoksa
uykusuz çok gece geçirecekti...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder