10 Haziran 2015 Çarşamba

BUZDAKİ ATEŞ 17. Bölüm


Uğur, bir saattir aklının bir tarafını tüm dünyaya kapatmıştı. Diğer tarafı da zaten pek işe yaramıyordu. O kadar canı sıkkındı ki, tüm yeni yıl ümitlerinin bir bir yok olduğunu düşünüyordu. Erhan'ın asker olması değil, o askerin kendisine yakın olmasıydı derdi. Ama uzak da duramazdı. Hastasıydı. Yapacağı tek şey mesafesini arttırmak, bir an önce iyileştirmek ve hayatından tamamen çıkmak... 

Evet, tek yapması gereken buydu. En hızlı şekilde tedaviyi bitirmeliydi. Gerçi çok hızlı davranamayacağı ortadaydı. Belli bir süreç vardı yaşanması gereken. Ama bir süre sonra yoğun bir bakım uygulamak olumsuz sonuç vermez diye düşünüyordu. Aklına gelen fikir, hem olumlu hem de olumsuz olaylara gebeydi. En iyisi zamana bırakmak diyerek, evin önünde duran arabadan yine sessizce indi.

 ***** 


Sedat, uğurladıkları misafirlerin ardından hemen yatak odasına çıktı. Yunus kardeşindeki tuhaflığın farkındaydı. O da herkese iyi geceler dileyerek peşinden yukarıya çıktı.

Alt katta Erhan, misafirler geleceği için toplanan yatağının yeniden yapılmasını bekliyordu. Annesi maharetli ellerle kısa sürede yapmıştı yatağı.

“Teşekkür ederim anne. Zahmet verdim.”

“Ne zahmeti diyemeyeceğim, çabuk iyileş de çık üst kata. Seninle mi uğraşacağım?”

“Anne?”

“Eee her şakanın altında bir gerçek varmış. Bu şakanın altındaki tek gerçek de senin bir an önce iyileşmeni istemem. Elbette uğraşacağım senin için. Ama sen de uğraş ve bir an önce iyileş.”

“Elbette iyileşmek için çaba harcıyorum ama senin bu ısrarın neden anlayamadım?”

Meliha Hanım, Uğur’un askerlere olan tepkisini anlatıp anlatmama arasında bocalıyordu. Sonunda susmayı tercih etti. Belki Uğur bu konuyu dışarıya yansıtmadan tedaviyi bitirirdi. Erhan’ın aklını bulandırmanın yeri değildi.

“Sen kendini daha iyi hissedeceğin için söyledim oğlum. Ben seni tanımaz mıyım?”

“Doğru. Bu arada iyi ki çağırmışsın. Hasan bey de kızları da çok iyi insanlar.”

“Evet, adam tek başına üç kız yetiştirmiş, hepsi birbirinden hanım. Bu devirde analar bile böyle kız yetiştiremez.”

“Anne, bu akşam belki öyleydiler. Ne biliyorsun?”

“Az önce sen de dedin. Sen insan sarrafısın. Onların nasıl insanlar oldukların sen anlamazsan kim anlar?”

“Ben insan sarrafıysam, neden en yakın arkadaşım yüzünden başım dertte?”

“Neden acaba, ben senin o olayın ardında Celal’in kabahatinin olmadığını düşündüğünü, düşünüyorum?”

“Nereden anladın?”

“Buna sadece annelik içgüdüsü diyorum. Çünkü ben de bilmiyorum. Hadi yat artık. Neredeyse sabah oldu. Sen şimdi sabah erken de kalkarsın. Uykunu alamazsın.”

Ana oğul vedalaşıp geceyi sonlandırdılar. Erhan, yattıktan bir süre sonra hala uyanıktı. Aklında Uğur'un son bir saatte asılan yüzü ve daha da sessizleşen hali vardı. Neden durulmuştu? Kimse kötü bir şey söylemediğine göre, yorgunluktan olmalı diye düşündü. Kendisi de yorulmuştu. Yatakta bile rahat hareket edemediği için gece sık uyanıyor, uykusunu tam alamıyordu. En iyisi artık uyumak diyerek gözlerini kapattı.

***** 

“Yeni ahbaplarımızı sevdim.”

“Hasan Beyi ben de sevdim. Ama kızları? Ne düşünüyorsun?”

“Meliha, sen kızları da sevdin. Hiç ağzımı yoklama. Ben kötü laf etmem.”

“Biliyorum. Vallahi sevdim kızları ne diyeyim. Hepsi farklı ama hepsi aynı.”

“E bu ne demek?”

“Hani diyorum, bizim çocuklar da hem farlı hem aynı ya...”

“Sakın müdahale edeyim deme. Bırak ne olacaksa kendi olsun.”

“Ne müdahalesi? Sen farkında değil misin? Yunus da Sedat da çoktan kızlara abayı yakmış.”

“Sen beni ne sanıyorsun Meliham? Hele ki Yunus, Hasan Beyin lafından sonra ne hale geldi görmedin mi?”

“Hangi lafı?”

“Emanet etti ya Yunus'a. O an ne hale geldi oğlan, görmedin mi?”

“Gördüm, gördüm. Ama Hasan Beyin o lafını da sevdim. Demek ki oğullarıma güveniyor!”

“Onları kim yetiştirdi? Güvenecek tabii...”

“Yani sen şimdi kızları da sevdin değil mi Alihan?”

“Vallahi ne yalan söyleyeyim, üçünü de sevdim. Ama ne olur bilmem. Bekleyip görelim.”

“Ne kadar rahatsın. Nasıl bekleyeceksin?”

“Sen de ben de sabırla bekleyeceğiz canım. Hadi uyu artık. Yoruldun bu gece.”

“Yok yorulmadım ama son saatte üzüldüm.”

“Ne oldu? Neye üzüldün?”

Meliha hanım, kocasına kısaca Uğur'un yaşadıklarından bahsedince yaşlı adam da üzülmüş, tedavi için de tedirgin olmuştu. Meliha hanımın da tedirginliği aynı konuda olsa da Uğur'un tedaviyi bırakmayacağından neredeyse emin konuşuyordu.

Biraz daha gece hakkında konuşan karı koca sonunda uykuya yenik düşmüştü...

*****

Yunus, Sedat'ın odada olmadığını görünce üstünü değiştirip kardeşini bekledi. Tuvaletten dönen Sedat, kuru bir iyi geceler diyerek yatağına uzandı. Ama birkaç dakika içinde sayısız kez yatakta dönünce Yunus en sonunda dayanamadı.

“Senin neyin var?”

“Bir şey yok.”

“Bu mu olmayan halin?”

“Ne varmış halimde?”

“Sen söyleyeceksin!”

“Yunus, rahat bırak beni.”

“Sedat, ne olduğunu söyle rahat bırakayım.”

“Yok, bir şey dedim ya!”

“Sen Onur’a mı bozuldun?”

“Sen nereden… Yok, ona bozulmadım.”

“Tabii, tabii ben de öyle anladım bu cümlenden. İyi ki poker oynamıyorsun, donuna kadar kaptırırdın.”

“Hay sana da pokerine de… Yahu uyusana. Ne derdin var benimle?”

“Senin ne derdin var Onur ile? Yoksa kıza abayı mı yaktın?”

“Yoo, o da nereden çıktı?”

“Nereden olacak? 'Yoo, o da nereden çıktı?' derken bakışlarını kaçırmandan!”

“Yunus, o kız var ya, o kız tam bir baş belası.”

“Hah, şimdi aynı dilden konuşuyoruz. Eee niye baş belası oluyormuş o kız?”

“Sinemaya davet ettim. Önce dersiydi, sınavıydı mazeretlerini dinledim.”

“Bunlar mazeret değil ki! Umut hep anlatır Onur’un ne kadar çok çalışmak, ezber yapmak zorunda olduğunu.”

“Aman, neyse. Sonra sınavının olduğu günün akşamına yeniden davet ettim.”

“Vay, aynı kızı, hayır yanıtına rağmen ikinci kez davet ettin. Sen kendini aşmışsın Sedat! Hayır, olsun diyorum.”

“ Ben de kendime şaşıyorum. Salak gibi ikinci kez çağırdım ve aldığım yanıt, Gelebilecek olursam beşe kadar haber veririm, oldu. Ne sanıyor o kendini?”

“E ama kötü bir yanıt değil ki bu? Kız gelemezse haber verecek. Ya seni sinemada ağaç etse?”

“Kim kimi ağaç ediyor?”

“Sedat, hiç debelenme, bu kız seni fena çarpmış. Şimdiki tavrın da sana koşa koşa gelmemesinden!”

“Kim bana koşa koşa gelmiş ki? Ben koşarım peşlerinde.” Dalga geçmeye çalışıyordu kendisiyle. Ama Yunus da farkındaydı neler olduğunun. O yüzden Sedat'ın damarına basacağını bildiği konuyu açtı.

“Ben neden tam tersini biliyorum? Sen, teklifi edersin onlar da dünden razı, koşarak gelir. Selen bile öyleydi. Daha o zaman belliydi ama sen anlamadın.”

“Anma şunun adını. Cinlerim tepemde zaten, sen o kadını anınca cinlerim bile birbiri ile kavga ediyor.”

“Yoksa hala onu seviyor musun?” Bu da son noktaydı. Sedat çıldırıyordu bunu sorduğunda.

“Yok, daha neler. Adını anmak istemiyorum. Hem o asla bana hayır demezdi. Ne dersem kabul ederdi. Kişiliksizin tekiydi. Son hareketi de aynen kendine uygun oldu işte.”

“E oğlum karar ver. Selen kişiliksiz. Onur kişilikli. Sen ne arıyorsun? İkisinin ortasını mı?”

“Hayır, kişilikli birini arıyorum elbette.” Kişilikli ve güzel! Üstelik kendisini kıvrandıracak kadar ikili ilişkilerde saf... Saf mıydı gerçekten? Yoksa güzelliğinin farkında olup erkekleri parmağında oynatanlardan mıydı? Saftı. Emindi.

“Bulmuşsun daha ne aranıyorsun?” Yunus, kardeşinin Onur ile ilgili duygularından emin olmak istiyordu. Çünkü Sedat'ın gelip geçici hevesleri, Umut ile arkadaşlığını bozabilirdi. Bu aralar her şey arkadaşlıklarını bozabilir gibi geliyordu zaten.

“Bulduğumdan emin olmak istiyorum.” Ciddiydi Sedat.

“İşte bu. Onur’u çok beğendiğini ve hayatında istediğini itiraf ettiğin bu yılbaşı gecesini bir yere not ediyorum.” Yunus, bunu söylerken duvarı not kâğıdı gibi kullanmış parmağı ile de yazmıştı. Sedat, ağabeyine baktı... Sakin bir sesle, “Sen ne zaman kabul edeceksin?”

“Neyi?”

“Neyi değil kavalı! Anlamazlıktan gelme! Umut’a âşık olduğunu!”

“Umut benim arkadaşım!” Savunması cılız kalmıştı.

“Umut benim de arkadaşım. Senin baktığın gözle baksam neler olurdu acaba?”

“Senin gözünü oyarım!”

Bu cümleden sonra Sedat kahkahalar atarak arkasını dönerek yattı. 

Yunus, Sedat'ın arkasından bakarken içinin acıdığını hissetti. İlk kez böyle bir his duyuyordu. İki dakika önce başka bir kızı beğendiğini söyleyen kardeşinin, Umut'u beğenme ihtimali bile canını yakmıştı. Umut'u kardeşinden bile kıskanmış mıydı? Kıskanamazdı. O arkadaşıydı ve aralarında olan sadece buydu.

Ne derse desin, kıskandığının farkındaydı. Umut'u her erkekten kıskanıyordu!

Yunus önce yastığını yumrukladı, sonra kulağında Hasan amcanın “Kızımı emanet edebileceğim biri var” sözleri ile gözlerini tavana dikip, bir an önce uyumak için dua etmeye başladı. Saat geç olsa da hemen uyuyamayacağını biliyordu. Neler olduğunu anlamak için kendini dinlemeli, gerekirse arkadaşlığını kesmeliydi. En doğrusu buydu!


***** 

Yılbaşı sabahı kızların evinde herkes erken kalkmış, tatil olmasını da fırsat bilip uzun bir kahvaltı yapmıştı. Yine en erken masadan babaları kalkınca üç kız kardeş keyif yapmaya devam etti. 

Uğur, bir önceki gecenin etkisinden biraz da olsa çıktığı için masa daha keyifliydi. Erhan'ın asker olmasını büyütmemeliydi. Aldığı kararı uygulayacaktı. Tedavi bitene kadar doktor hasta ilişkisinin haricinde görüşmeyecekti. Umut, akşamdan beri ablasının kendisine patlamasını beklemiş ama beklediği olmamıştı. Uğur, kendi içinde halletmeye çalışıyordu olayları.

Umut'un, 'bizim de onları davet etmemiz lazım'demesine aldırmamıştı ama kardeşi de haklıydı. Onların geleceği akşama bir bahane hazırlardı. Son dakikada çıkan bir toplantı ya da bir hastaya acil tedavi, kendisini o yemekte olmaktan kurtarırdı. Kim bilir belki de Erhan da gelmezdi. Annesi anlattıysa, o da düşünceli davranıp o yemeğe katılmazdı. Bunları sırası gelince düşünecekti.

Şimdi aklındaki tek şey, on gün sonra yapılacak mevlit ve mezarlık ziyaretiydi.

Çünkü eşinin ailesi bir iki gün önce gelip, onlarda kalıyordu. Onlar varken Uğur çok daha kötü günler geçiriyordu. O günlerin öncesindeki son haftasını asık yüzle geçirmek istemediği için bu sabah yataktan kararlı çıkmıştı. Meliha Hanımın söyledikleri kulağındaydı. Bir günde değişmesi mümkün değildi ama en azından artık çaba sarf etmeliydi. Kim bilir belki bu kez onlara gerçekleri açıklayabilirdi. Cesaretini toplarsa anlatacaktı... Ama o gün gelene kadar kendisini hazırlamalıydı.

Şimdi de kardeşleri ile muhabbet ediyor, akşamın kritiğini yapıyordu.

Son ana kadar aslında çok keyifli geçmişti gece. Tahmin ettiğinden daha kolay kaynaşmıştı iki aile. Bunda Meliha Hanımın ve Alihan Beyin etkisi çok fazlaydı. İkisini de sevmişti Uğur. Erhan ikisine de benzemiyordu. O daha ağırbaşlı, daha sessizdi. Asker olmasının etkisidir diye düşündü. Sonra yine kendisine kızdı. Hani bir tarafa bırakacaktı onun asker olmasını? O hastasıydı. Acı çeken, bilinmezlikler yaşayan hastası! En iyisi evden de uzaklaşmak ve düşünmemekti. Kahvaltılıkları didikleyen kardeşlerine döndü,

“Kızlar ne yapalım bugün?”

“Ben ders çalışacağım.”

“Bir saat yürüyüş yapsan ne olur. Sonra da çalışırsın. Hadi gel sen de.”

“Sonra çalışamam. Yetişmez. Perşembe günü de sınav var.”

“Kızım kaç akşamın var. Ne bu ders aşkı?” Doğruyu söylemeden kurtulamayacağını bilen Onur, “Hafta içi çalışamaya bilirim.”

“Neden çalışamıyor muşsun?” Uğur, kardeşinin ders çalışamayacak olmasına anlam veremedi. Ne olursa olsun derse vakit ayıran Onur ne yapacaktı ki?

“Salı akşamı sinemaya gidiyorum.” Hiç yalan söylememişti. Yine söylemeyecekti. Ama içinden kimle gidiyorsun diye sormamaları için dualar ediyordu. Nedense Sedat’ın teklifinden bahsetmek tuhaf geliyordu. Yunus, Umut’un yakın arkadaşı, Erhan, Uğur’un hastasıyken en küçük kardeşle gezmeye gitmek sanki yakışıksızdı!

“A, kiminle?” Ah, işte beklenen ama istenmeyen soru geldi… Onur, ne diyeceğini bilemez şekilde kıvranırken, Umut atıldı.

“Ay abla, sen de burnunun ucunu görmüyorsun. Kiminle olacak elbette Sedat’ladır.”

Uğur gerçekten şaşırmıştı. “Sedat mı? Ne zaman oldu bu davet? Dün akşam mı?”

“Evet, yarın için çağırdı ama ben gelemem deyince salıya erteledi.”

“Eh, sen ne yanıt verdin, demek komik olacak. İyi eğlenin bakalım.” Uğur, bunları söylese de içinde yeşeren tedirginliği yok edemiyordu. Eğer kardeşi ile Sedat arasında bir yakınlaşma olursa, hatta Umut ile Yunus arasında da bir yakınlaşma olursa, ki ortanca kardeşlerinki daha yüksek ihtimal taşıyordu, o zaman kendisi de Erhan’ı sık görmek zorunda kalacaktı. Tam karamsarlığa kapılacakken aklına Meliha teyzenin sözleri geldi. 'Erhan, göreve dönmeyebilir, dönse de şehir dışında oluyor genelde!' İşte bu iki açıklama kendisi için daha olumluydu. Kardeşlerinin mutluluğu, sorunlarından önce geliyordu. 

“Sen ders çalış o zaman. Biz ne yapalım Umut? Evde yapılacak iş yok. Yemekleri de yarın yaparız. Çıkalım mı biraz dışarıya?”

“Olur, alışveriş mi yapalım? Aylak aylak yürüyelim mi?” Acaba yürürken mi hesap soracaktı kendisinden? Ama gerçekten kendisi iyi niyetle davranmış, özel bir çaba harcamamıştı. Ablasını buna ikna etmek gerekecekti...

“Yürüyelim. Dönüşte alışveriş açlığımızı markette bastırırız.”

Evden çıkıp, ara sokaklarda yürüyerek, ara sıra konuşarak, güzel günün tadını çıkarttılar. Dün akşam yaşanan olayları ikisi de ağzına almamıştı. Umut nihayet rahatlamıştı.

Eve dönüş yolundaki markete girdiklerinde Umut’un cep telefonu çaldı. Ekranda Yunus'un adı vardı. Dün gece ararım demiş, sözünü de tutmuştu. Sesini duymak iyi gelecekti. Neşeli bir Alo ile açtı telefonu.

“Selam, nasılsın Umut?”

“Anca mı kalktın, tembel adam. Biz neredeyse bir saattir yürüyoruz, şimdi de alışverişe geldik.” Sesini duymak neşelendirmiş daha da keyifli çıkmaya başlamıştı sesi.

“Ben de erken uyandım ama senin uyuduğunu düşünüp aramadım.” Zaten geç uyuyabilmiş, erkenden de uyanmıştı. O saate kadar da sesini duymak için neredeyse dakikaları saymıştı.

“Bu sabah nasıl olduysa herkes erkenden ayaklandı. Biz de sabahın sakinliğinde yürümek istedik.”

“Kimle yürüdün? Onur mu?” Yunus bunu sorarken arkadan Sedat'ın fısıltıyla bir şeyler sorduğunu duyuyordu. Umut da bunu duyduğunu belli etmeden yanıtladı.

“Yok, o ders çalışıyor. Çok yoğun kafasını kaldırmıyor kız. Uğur ile yürüdük. Marketteyiz şimdi.”

“Onur’un bu hafta sınavı çokmuş galiba?” Umut, ablasına göz kırpıp telefona yanıt verdi.

“Evet ya, kız gece gündüz ders çalışıyor. Bu hafta kafasını kaldıramaz dersten. Sınavları çok ağır, tahmin edersin.” Uğur, Umut’un neden öyle konuştuğunu anlayınca gülmeye başladı. Sesi telefona ulaşmasın diye bir iki adım uzaklaştı.

“Ha, tamam, evet, tabii, çok dersi varsa çalışsın.” Yunus, başka söyleyecek söz bulamayınca “Kendine iyi bak, görüşürüz.” diyerek telefonu kapattı.

Umut, telefonunu çantasına koyarken, Uğur yeniden yanına geldi. “Çok hainsin.”

“Yo, kardeş dayanışması! Sedat kıvransın şimdi.”

“Sen, Sedat ile Onur’un durumuna ne diyorsun? Bu Sedat, Yunus gibi çapkın değil mi? Kızı üzerse ben de onu üzerim. Senin kankanın kardeşi falan dinlemem.”

“Sana gelene kadar ben üzerim o Sedat denen herifi. Hele bir üzsün Onur’u. Yunus çapkın ama Sedat'ı bilmiyorum. Yanı değildir inşallah. Yunus gibi biri üzer bizim kızı.” Yunus'un yaşamını düşününce canı sıkıldı. Yunus gerçekten çapkındı. Tanıştıklarından biri kaç kızla çıktığını anımsamıyordu. Sayılamayacak kadar çoktu! Ne kadar sinir bozucuydu. Yunus'u düşünmek canını sıkınca yine Onur'a çevirdi düşüncelerini.

“Ya abla, bizim kız da etkilenmiş, değil mi? Sabah anlatırken renkten renge girdi.”

“Eh, kimisi öyle oluyor demek ki! Kimisi de biz arkadaşız diyor.” Umut'a sataşıyordu. Umut ise üstüne alınmamış gibi yapmayı tercih etti. Ne diyeceğini bilemiyordu. En iyisi ortaya konuşmaktı.

“Arkadaşsa, arkadaştır canım. Neden arkadaşken başka şey desin ki?”

“Bilmem.” Uğur artık açıkça gülüyordu. Umut, raflara bakıyor gibi yapıp adımlarını hızlandırdı.

“A bak burada temizlik malzemeleri var. Deterjan azalmıştı galiba?”

Uğur, kardeşinin telaşlı haline baktı... “Kaç bakalım, nereye kadar kendinden kaça bileceksin?”


***** 

2 yorum: