9 Haziran 2015 Salı

BUZDAKİ ATEŞ 16. Bölüm





Tatlılar yenip, Umut'a övgüler yağdıktan sonra konu, spora ve Uğur'un çalıştırdığı takıma geldi. Erhan'dan hiç beklemediği övünç dolu sözler utandırmıştı, Uğur'u. O gençler için çabalarken aslında onların neler hissettiğini çok da fazla bilmiyordu. Ama kısa süreli bile olsa tekerlekli sandalyeye mahkûm birinin bunları söylemesi çok mutlu etmişti kendisini. Fakat konu sandalye alınması gerektiğine geldiğinde yine utandığını hatta kırmızı yanaklarla oturmaya başladığını biliyordu. Erhan onun bu haline üzülse de bu konu ile ilgili günlerdir kafa yoruyordu.


“Anne, sizin dernek bu yıl kermes düzenlemeyecek mi?”

“Düzenleyecek. Hayrola, hazır evdeyken bir iki örtü mü işleyeceksin? Bak sana en kolayı etamin gelir. Dantel falan zorlar seni.” Annesi hem konuşuyor hem gülüyordu. Tüm masadakiler gülerken sadece Erhan ile Uğur gülmüyordu.

“Uğur'un takımına sponsor olsanız nasıl olur? Bunu dernek yönetimi ile görüşsen diyordum. Kermes geliri ile sandalyelerin en azından iki üç tanesini alamaz mısınız?”

Gülüşmeler kesilmişti. Bu kez masada sessizlik hüküm sürüyordu. Annesi kendisine baktı.

“Erhan, bu çok güzel bir fikir!  Pazartesi günü bunu konuşacağım.”

“Meliha Hanım, derneğinizin başka planları olabilir. Başkalarının hakkını almak istemeyiz. Biz bir şekilde o sandalyeleri temin edeceğiz. Lütfen bu konuda kendinizi zorunlu hissetmeyin.”

“Zorunlu değilim ki. Sadece, fikri yönetime ileteceğim. Bu sandalyelerin fiyatları ne kadar?”

“Biraz pahalı. Normal sandalyelere hiç benzemezler. Hem dengeli durması hem de hızlı hareket etmesini sağlayan aerodinamik yapısı var. O yüzden fiyatları çok yüksek.”

“Ne kadar yüksek, Uğurcuğum?”

“Tanesi 2.250 liradan başlıyor. İkinci eli de yok gibi bir şey.”

“Anladım. Evet pahalıymış. Tek başınıza altından kalkamayacağınız kadar çok para bu.”

“Anne, siz bu kermesten iki ya da üç sandalye çıkartırsanız bir tane de ben alırım.”

Erhan, bunu söylediğinde Uğur kafasını hızla ona çevirdi.

“Çok teşekkür ederim ama bu kadarına izin veremem.”

“İzin almam mı gerekiyor? Ben sadece sandalyelerden bir tane alacağım. Üstelik daha çok alınması lazım!  Bu sadece ufak bir destek!”

“Ama anneniz de kermes aracılığı ile destek verirse çok da ufak bir yardım olmayacak bu.”

“O kısmı henüz kesin değil ama! Konuyu kapatalım. Ben kararımı verdim.”

“Ama...”

“Uğur'cuğum, hiç itiraz etme. Erhan kararını vermiş. Bence de çok doğru bir karar. Ben de görüşüp sana dönerim. Her yıl kermesimiz zaten bu tarz yardımlar için düzenleniyor. Şubat sonu ya da mart başı yapıyoruz kermesi. Senin için tarih geç değildir inşallah!”

“Teşekkür ederim hepinize. Geç değil. Zaten bu yıl sandalyeleri var. Sadece son elemeyi geçersek, ortak kullandığımız takım ile tarihler çakışacak. Biz elemeleri geçemezsek o zaman da sandalyeye ihtiyaç olmayacak.”

“Bu yıl olmazsa seneye olur. O yüzden biz bu işi bu yıl çözelim.” Erhan konuyu kapatmak için söylemişti son sözü.

Alihan Bey, oğluna baktı. Onun aklında olanları anlamak istiyordu. Erhan kafasına koyduğunu yapardı.

Kızlar bu arada kermeste neler satıldığını sormuş, arkadaşlarının da kermesten alış veriş yapmasını sağlamaya çalışacaklarını söylemişti. Bir nevi imece usulü çözüm aranıyordu. Uğur ilk kez gülümsedi masada. Yeni yıl güzel başlıyordu.

Uğur, katılmak istemediği gecede, yaşadıklarının ne kadar farklı olduğunu düşünüyordu. Geldiği için pişman değildi. Meliha Hanım, çok sıcak ve içten bir kadındı. Konuşurken yardım için yapacağı konuşmanın ardında duracağını belli etmişti. Oğlu istediği için değil de kendisi de istediği için yardım etmeye çalışacaktı. Uğur minnetle baktı yaşlı kadına. Gözleri ile teşekkür etti, sessizce...

Erhan, ilk kez gülerken gördüğü genç kadının gözlerinin ne kadar güzel olduğunu fark etti. Kısa saçları da ona çok yakışıyordu. Kısa saçlı kadınları pek beğenmezdi ama Uğur'a gerçekten yakışıyordu. Üstelik mutlu olunca tüm yüzü ile birlikte gözleri de ışıldıyordu... Şimdi o gözler annesi ile konuşuyordu sessizce...


Gece yarısına doğru artık rahat koltuklara geçmişti herkes. Yemek masası ile iş bitmişti. Ama erkekler rakılarına devam edeceği için hepsine meze tabağı hazırlamak bu kez Onur'a düşmüştü.

Rahat koltuklarda müzik eşliğinde sohbete devam ediyorlardı. Sedat o zamana kadar havadan sudan konuşmaktan öteye gidemediği Onur ile baş başa kalabilmenin yolunu arıyordu. O fırsat eline geçmeden zaman aktı gitti...

Tam on iki olduğunda herkes birbirini kutlayarak yeni yıla girdi. Umut ve Onur, Sedat ile Yunus'u yanaklarından öptükten sonra Erhan'ı da öperek kutladılar. Uğur, ise diğerlerini öpse de Erhan'ın sadece elini sıkmakla yetinmişti. Genç adamı öpmek doktor hasta ilişkisinin çok ötesindeydi. Bunu yapmazdı!

Herkes yeniden yerine oturacakken dışarıdan gelen havai fişek sesleri ile irkildiler.

“Görebileceğimiz bir yer var mı?” Onur sormuştu soruyu. Çocukluğundan beri çok severdi havai fişekleri. Sedat ona, arka odadan bahçeye çıkmayı teklif etti. Onur hızlı hızlı yürüyünce o da peşinden gidip yetişti. İki gencin bu hallerine gülen Meliha Hanım, “Biz de çıksak nasıl olur? Yunus, sen ısıtıcıyı çıkart bahçeye. Ben de kahveleri yapayım. Bahçede içelim.”

Hasan ve Alihan Bey de kabul edince herkes üstlerine montlarını, kabanlarını alıp bahçeye yönlendi.

Uğur, mutfağa doğru yürüdü, “Kahveleri ben yaparım, siz de bahçeye çıkın.” dedi. Meliha Hanım, “Ben de seninle kalayım. Laflarız kahve pişene kadar.” Sevmişti bu kızları. Yakından tanımak için elindeki fırsatı değerlendirmeye çalışıyordu.



Sedat, arkasından gelen kalabalığın farkındaydı ama fırsatı kaçıramazdı. Bahçenin ucuna doğru yürümüş olan Onur'un yanına gitti. Bahçeye çıkarken eline aldığı hırkalardan birini Onur'a uzattı. Sonra da kovaların ters çevrilmesi ile oluşturulmuş üç oturma yerinden ikisine oturdular.  Üç kardeşin bahçede muhabbet etmek için yaptıkları bu kovalar o an çok işe yaramıştı. Herkesten uzak kalabilmeleri için iyi bir ortam yaratmıştı. Sedat, gökyüzündeki renk cümbüşüne bir süre bakıp, Onur'dan tarafa döndü. “Tüm gece burada oturup izleyebilirim.”

“Sen de mi çok seviyorsun havai fişekleri?”

“Yo, çok sevmem ama artık seveceğim sanırım.”

Onur, Sedat'ın ne demek istediğini anlamak için yüzüne baktı. Onun kendisini izliyor olması yanaklarını kızartmıştı. Babası, ablaları ve Sedat'ın ailesi buradayken nasıl bu kadar arsızca kendisine asılabiliyordu?

“Sen fazla mı açık olmaya başladın?”

“Asla senin kadar açık olamam.”

“Ben sana asılmıyorum. O da nereden çıktı?”

“Açık derken bana asıldığını söylemek istemedim. Sadece açık sözlüsün ve seninle laf yarıştırmak bana çok keyif veriyor, demek istedim.”

“Bana da laf yarıştırmak keyif verir ama şu an o keyfi alamıyorum.”

“Neden?”

“Çünkü sana yanıt vereyim derken güzellikleri kaçırıyorum. Sus da izleyeyim.”

“Susarım ama bir şartla.” Sedat, öyle bir sesle söyledi ki Onur dönüp bakmak zorunda kaldı.

“Neymiş o?” Soruyor ama yanıtı biliyordu.

“Pazar günü benimle sinemaya gelirsen!” Çok mu hızlı olmuştu? Aldığı yanıtla hızlı davrandığı anlaşıldı.

“Gelemem.”

Sesi soğuk muydu? Sedat kendisine gerçekten kızıyordu. Doğru düzgün bir ortamda, bahçedeki gözlerden uzak rahat rahat konuşmak varken, yangından mal kaçırır gibi kızı davet etmek de ne oluyordu. Haklıydı tabii, gelemem demekte. Ama en azından neden, diye sorarsa mazeretine göre sonra davet edebilirdi, değil mi?

“Neden?”

“Başka bir randevum var.” İşte bu yanıtı beklemiyordu. Sanki erkek arkadaşı yokmuş gibi gelmişti. İçinin acıdığını hissetti. Sesini toparladı ve özür diledi.

“Öyle mi? Affedersin erkek arkadaşın olduğunu bilmiyordum.”

“Sormadın ki!”

“Haklısın. Çok özür dilerim. Seni rahatsız etmediğimi umuyorum.”

Onur, Sedat’ın gerçekten üzüldüğünü anlayınca kendini kötü hissetti. Genç adamın kibarca sorduğu soruya vereceği kibar bir yanıt yeterliydi. Oysa kendisini suçlu hissetmesine neden olmuştu.

“Rahatsız etmedin. Sormadın ki dedim.” Sedat, süngüsü düşmüş şekilde bakıyordu. Onur, o haline daha fazla dayanamadı.

“O gün ders çalışmam lazım. Arkadaşlarım ile buluşacağım. Sinema teklifine o nedenle olur diyemiyorum.”

Sedat, ne anlayacağını şaşırmıştı. Sorması mı gerekiyordu? Ders mi çalışacaktı? Erkek arkadaşı ile mi ders çalışacaktı? Bu kız hangi dilden konuşuyordu?

“Bu kez hata yapmamak için soruyorum. Erkek arkadaşın var mı?” Bu sorunun yanıtından korktuğunu hissettiğinde kendisine şaştı.

“Yok.” bu kaz yanıtlarken Onur'un yüzü gülüyordu. Sedat rahatladığını belli etti. O da gülerek, “O zaman ikinci sorumu soruyorum. Sınavın ne zaman?” dedi.

“Salı günü.”

“Salı akşamı sinemaya gidelim mi?”

“Başka sınavım olmadığından emin misin? Çok çabuk karar vermiyor musun?”

“Başka sınavın var mı?”

“Var ama ona çalışmam gerekmiyor.”

“Onur, sen bana işkence mi etmek istiyorsun? Salı akşamı sinemaya gelebilecek misin? Şunu söyle de beni de kurtar kendini de...”

“Sanırım gelebilirim. Aksi bir durum olursa haber veririm. En geç beşe kadar haber vermezsem geliyorum demektir.”

Sedat neredeyse küfredecekti. Ne demek beşe kadar haber vermezsem geliyorum. Salıya zaten daha dört gün vardı. Bir de o gün buluşup buluşamayacaklarının belirsiz olması çok sinir bozucuydu. Neredeyse kolundan tutup, şunu netleştirelim geliyor musun, gelmiyor musun? diyecekti. Ama tüm aile bahçeye çıkmışken ve ikisi de onların gözünün önündeyken yapamayacağını biliyordu. Ne yapalım, diye aklından geçirdi, 'Bu kızı da beklemek gerekiyor demek ki!'

Bahçede erkekler koltuklara dağılmışken mutfakta kahveler pişiyordu. Umut da bahçede kalmıştı. Bir yandan Sedat ile Onur'u izliyor, bir yandan da babası ile konuşan Yunus ile Erhan'a bakıyordu. Neler konuşulduğunun farkında bile değildi. Dalgın dalgın erkeklerin hatlarının ne kadar düzgün olduğunu, kardeşlerin babalarına ne kadar benzediğini düşünüyordu. Erkekler ise onun düşündüklerinden habersiz daha samimi konuşmalara dalmıştı. 

Mutfakta ise, Uğur'un konuşmaya niyeti olmadığını anlayınca Meliha Hanım, fincanları çıkartırken Erhan'dan bahsetmeye başladı.

“Yunus, internette okumuş, ben biraz hatalı davranmışım. Sanki her şeyi benim yapmam ona yardımcı olmam gerekirmiş gibi düşünüyordum. Ama hataymış bu.”

“Evet, ne yazık ki iyi niyetle bile davransanız bu yaptıklarınız, hem Erhan Beyin üzülmesine neden olur hem de yapabileceklerini kısıtlar. Erhan Bey...”

“Neden Erhan Bey diyorsun? Erhan desene.”

“Ama o benim hastam!”

“Bırak canım sen de. Hastanede miyiz?”

“Haklısınız.” Haklıydı ama yine de Erhan demek kolay değildi. Denemeye karar verdi.

 “Erhan B... Erhan, kendi işlerini yapabildikçe iyileşme sürecine yardımcı olacaktır. Mümkün olduğunca hastalarımızın kendi kendilerine yeterli olmaları için çalışıyoruz. Erhan, birkaç ay sonra tüm bunları geride bırakacak. İşine geri dönecek. Ama bunu yapamayacak çok fazla kişi var.”

“Erhan da belki işine dönemeyecek!”

“Erhan işine çok rahat dönebilecektir. Gerçi işini bilmiyorum ama ağır yük taşıması gerekmediği sürece çalışmasına engel bir durum kalmayacak.”

“Yok, canım işi masa başında. Gerçi terfisinin üstünden epey zaman geçti ama mahkeme yüzünden yarbay olması zor zaten. Temize çıksa bile siciline işlerler.”

Uğur, yarbay kelimesinden sonrasını duymamıştı. Kulakları uğulduyordu. Erhan asker miydi? O. günlerdir bir askeri mi iyileştiriyordu?

Umut bunu biliyordu ama ablasına söylememişti!

Uzak duracağını söylediği askerler ile yine burun burunaydı. Kocasını kaybettiğinden beri uzak duruyordu, askerden, askeriyeden. Bir askerin daha acı haberini duymamak için akşamları ana haberler izlenmezdi evde. Ama şimdi bir askerin tedavisini yapıyordu. Üstelik kardeşinin yalanları ile bakmak zorunda kalmıştı. Keşke Erhan başka doktora gitmek istediğinde olur diyerek bıraksaydı tedaviyi. İçindeki korkunun kabarmasını engelleyemiyordu. Bir askerin daha hayatıyla oynayamazdı. Bir kez daha bu acıyı yaşayamazdı. Ya yanlış bir şey yapar da Erhan'ın geleceğini değiştirirse? Atilla gibi onunda hayatını söndürürse? Uzak durmalıydı... Hemen uzaklaşmalıydı...

“Uğur kahve taşıyor kızım”

Meliha Hanım fark etmemişti Uğur'un daldığın. Seslendiği halde duymadığını fark edince ocağı kapattı. Yavaşça koluna dokundu.

“Uğur iyi misin kızım? Ne oldu sana?”

“Erhan Bey, asker mi?”

“Evet. Hukukçudur kendisi. Ama askeriye içinde görevi farklıdır. Soruşturma yapar diyeyim.”

“Yani asker?”

“Uğurcuğum, sen neden askerlere bu kadar karşısın?” Meliha Hanım, böyle bir tepki beklemediği için şaşırmıştı. Bir yandan kahveleri soğutmadan götürmek istiyor, bir yandan da Uğur'u o halde bırakmak istemiyordu. Mutfaktaki masaya oturtup kendisi tepsi ile dışarı çıktı. Kahveleri dağıttıktan sonra Umut'a işaret edip içeri çağırdı.

Bu süre içinde anlamlandıramadığı asker tepkisini düşündü durdu. Askere bu kadar tepkili olmasının ardında ne yatıyor olabilirdi? Uğur hakkında yanılmış mıydı? Umut ile içeri girene kadar aklındaki soruların ardı arkası kesilmedi.

“Söyle Meliha teyze.”

“Umut, ablan mutfakta!  Pek iyi değil bir bakar mısın?”

“A nesi var? Hemen bakarım.” Umut korkuyla mutfağa geldiğinde ablasının sessizce oturduğunu gördü.

“Neyin var Uğur?”

“Erhan askermiş!”

Umut, ne diyeceğini bilemiyordu. Bu gece öğrenebileceğini akıl edememişti. Şimdi ne diyecekti?

“Evet abla.”

“Biliyordun yani?”

“Evet”

“Dosyaları getirmelerini sen mi engelledin?”

“Ne dosyası?”

“Ameliyatı Gata da yaptırmıştır. O dosyalar bana gelseydi hastayı kabul etmeyeceğimi biliyordun. Sen mi söyledin?”

“Yok, öyle bir şey yapmadım. Dosyasını istediğini bile bilmiyordum.” Uğur kardeşinin doğru söylediğini anladığı için konuyu kapatmak istedi.

“Ben elimi yüzümü yıkayayım.”

Uğur mutfaktan çıkar çıkmaz Meliha Hanım Umut'a neler olduğunu sordu. Umut kısaca eniştesini ve nasıl öldüğünü anlatıp kadının merakını giderdi. Daha sonra Uğur'un gittiği banyoya doğru yürüdü.

Meliha Hanım, ummadığı bir yanıt almıştı. Genç kadının tepkisi askeri sevmemesinden değil, aksine çok sevmesinden kaynaklanıyordu. Şimdi ne yapacaktı? Erhan'ın asker olduğu gerçeği de, Uğur'un asker kocasını kaybetmiş olması gerçeği de değişmeyeceğine göre... En iyisi aklı selim bir konuşma yapmaktı. Uğur aklı başında bir kadındı. Gerçi üç yıldır kocasının yasını tutan bir kadına iki cümle ile fikir değiştirtmek mümkün olmasa da o geceyi kurtarırdı belki...



Umut banyoya ulaşamadan Yunus geldi yanına.

“Ne oldu? Neden hepiniz içeridesiniz? Hava gerçekten çok güzel!” Umut'un asık yüzü canını sıkmıştı. Üstelik yanında, bahçede olmasından memnundu. Neden içeri kaçmıştı ki? Yoksa kendisinden mi kaçıyordu? Rahatsız mı etmişti Umut'u? Oysa durum çok başkaydı...

“Uğur, Erhan'ın asker olduğunu öğrenmiş.”

“Ciddi misin? Ne olacak şimdi?”

“Tahminim doğru ise tedavi devam edecek ama bana bir süre tavır alacak. Yanılıyorsam da bu iş burada bitecek.”

“Umut, bunu yapmaz değil mi? Ağabeyimin en iyi doktorlar tarafından tedavi edilmesini istiyorum ve ablan gerçekten iyi. Bu kadar kısa sürede bile Erhan'da gelişmeler ortada.”

“Ben de ablamın doktor tarafına güveniyorum.”

“Umut, ya seninle arasında sorun büyürse? Senin üzülmeni istemem.”

“Yok, olmaz inan kısa sürede toparlarız. Eniştemin ölüm yıldönümü çok yakın. On bir ocakta ölmüştü. O nedenle daha da duygusal günlerinde. Geçecek emin ol.”

“Tamam, sen öyle diyorsan!”


Uğur, banyodan çıktığında Yunus ile Umut'u konuşurken gördü. Daha fazla kalmak istemiyordu. Umut'a yaklaşıp, “Kalkalım mı artık? Geç oldu.”

“Tamam, kalkalım. Ben babama söyleyeyim de.”

Umut, bahçeye çıktı. Bir köşede iki baba konuşmaya devam ediyordu. Sedat ile Onur da koltukların diğer köşesindeydi ama onlar konuşmadan oturuyordu. Meliha Hanım ise gözünü kapıya dikmiş bekliyordu. Umut tek çıkınca yanına geldi.

“Uğur nasıl?”

“Gitmek istiyor.”

“Ben ikna etsem? Biraz daha otursun. Oğlum zaten asker olduğunu ağzına almaz. Ama Uğur bu şekilde giderse ben çok üzülürüm. Hem onlar daha çok bir araya gelecekler. Tedaviyi bırakmaz değil mi?”

“Sanmıyorum. Bırakmaz herhalde. Ama daha fazla kalmak ister mi bilemiyorum.”

“Böyle olmaz. Ben konuşuyorum.” Meliha Hanım, içeriye girdiğinde Yunus'un Uğur ile konuşmaya çalıştığını gördü. Oğluna başı ile işaret edip dışarıya çıkmasını istedi.

Uğur ile tek kalınca, Yunus'un kalktığı yere, hemen yanına oturdu.  Uğur, sessizce halıya bakıyor, sanki dünyadan soyutlanmış gibi duruyordu. Meliha Hanım en sonunda elini tutup, yüzüne bakmasını sağladı.

“Acını anlıyorum diyemem. Yaşamayan bilmez. Ama lütfen bu kadar genç yaşta kendini bu kadar yıpratma. Hayat o kadar uzun ve güzelliklere gebe ki.” Bir an sustu, Uğur hala halıyı inceliyordu. “Askerler ile hayatımızın her anında iç içeyiz. Ne yaparsan yap kendini soyutlayamazsın. Ama Erhan şu an büyük bir derdin içinde ve ağzını açıp askerlikten ya da mesleğinden söz etmez. Hoş, başı dertte olmasa da işini anlatamaz. İşi biraz gizlilik gerektiriyor.”

Uğur, ilk kez başını kaldırdı, Meliha Hanımın yüzüne baktı. “Ne olursa olsun yine de o bir asker. Ve ben üç yıldır asker görmeye de askerler ile konuşmaya da dayanamıyorum. Lütfen anlayın beni. Ben kalamam.”

“Uğur, canım kızım, sen, sana muhtaç insanlara arkanı döner misin? Erhan şu an sana muhtaç. Bir başkası ile çalışmaya başlayana kadar kaybedeceği günler onun iyileşmesini engelleyecektir. Bunu ister misin?”

“Ben ona bakacak çok iyi bir doktor bulurum. Hiçbir hastamın sağlığı ile oynamam. İnanın onun için de en iyisi bu olacaktır.”

“Ama senin onu başka bir doktora yollaman Erhan'ın moralini bozacak ve mutlaka iyileşmesine engel olacaktır. Yunus, internette araştırmalar yapınca çok şey öğrendim. Bunlardan biri de hasta doktor ilişkisi. Olumlu ilişkiniz bozulursa ne olur? Erhan için en iyisini istiyorum. Umarım beni anlarsın!”

Uğur ne diyeceğini bilemiyordu. Haklılık payı vardı ama kendi yanında daha kötüye gitmeyeceği ne malumdu? Kendisine yakın olanlara acı vermekten başka ne yapıyordu?

“Sizi üzmek istemiyorum ama...”

“O zaman şimdi benimle bahçeye çıkıyorsun. Biraz oturuyoruz, ne kardeşlerini ne babanı üzmüyorsun. Sonra da üzüntülerini bir kenara bırakmak ve yoluna devam etmek için yeni yılı kendine hedef alıyorsun. Bugün tüm geçmişini geride bırak ve yeni bir hayata adım at.”

“Keşke o kadar kolay olsa! Keşke yapabilsem!”

“Yapmayı iste ki, yapacak gücün olsun. Hadi gel bahçeye çıkalım. Senin kahven soğudu ama istersen hemen yenisini yaparım. Ya da sana daha sert bir şeyler mi hazırlasak?”

“Bir şey istemem. Bir süre oturalım kalkarız zaten.”

Meliha Hanım ile konuşmak iyi gelmişti. Biraz daha rahat nefes alabildiğini fark edince, minnetle yaşlı kadının elini okşadı. “Teşekkür ederim.”

“Asıl ben teşekkür ederim. Hadi gel.”

İkili bahçeye çıktığında Umut ile Yunus hemen onlardan tarafa baktılar. Erhan da gözlerini gelen ikiliye dikmişti. İçeride neler olduğunu anlamasa da Uğur'un canının sıkkın olduğunu anlayacak kadar tanımıştı genç kadını. Annesi ile sessizce gelip koltuklara yerleştiler. Uğur o andan sonra kalkana kadar ne tek laf etmiş ne de kafasını çevirip bir kez bile Erhan'a bakmıştı. Erhan neler olduğunu anlamasa da onun bu hallerine sinirleniyordu. Vebalı gibi uzak durmalar konuşmamalar deli ediyordu kendisini. Üstelik Erhan'da çok konuşan biri değildi!


Kalabalık gurup vedalaşırken Sedat, Onur'a salı gününü anımsattı. Kimseye duyurmadan sorduğu sorunun yanıtı “kısmetse” olunca yine çileden çıktığını hissetti. Neden bu kadar inat ve tersti ki. Kendisi bu kadar hoşlanmış, onu yakından tanımak için imkânlar yaratmaya çalışırken, onun bu kadar soğuk duruşu deli ediyordu. Kız tarafı naz tarafı mıydı? Naz mı yapıyordu? Yoksa gerçekten kendisinden hoşlanmamış da ailenin ortasında tersleyememiş miydi? Oysa ne güzel bakıyordu o gözleri. Hele o topladığı saçlarının salınması? Yılbaşı dememiş yine kot ve kazak giymişti. Ama bu kez giydiği kot daha dar ve biraz süslüydü. Ama tanıdığı diğer kadınlardan çok sadeydi. Gerçi üç kardeş de aynıydı neredeyse. Abartılı bir tarafları yoktu. En neşeli ve konuşkan Umut'tu. Diğerleri daha sessiz olsalar da durulukları birbirinin aynıydı.

Sedat, aklından bunları geçirirken Umut da kendine kızıyordu. Neden öyle dediğini bilmiyordu. Aslında bu hafta bir sürü sınavı vardı. Sondu bunlar artık. Çoğu zaman hastanelerde iş başı eğitimi alıyordu ama bu hafta aksi gibi dört sınav üst üsteydi. Yine de salı akşamı için söz vermek istemişti. Ama son anda sağduyusu ağır basmış gelemeyeceğini ima etmişti. Tam kapıda yine sorması ile kararı değişir gibi olsa da son yanıtını o güne bırakmayı doğru buldu. Eğer kendini hazır hissederse giderdi.

Yunus ile Umut, kapının kalabalığından uzakta konuşuyordu.

“Bak ablan kızdı diye bizim yemeği iptal etmezsiniz değil mi?”

“Acele etme. Ben ayarlarım. Bu akşam hemen fırlayıp çıkacak diye beklerken bahçeye gelip bir saat daha oturması bile benim beklentilerimin çok üstünde.”

“Annem ikna kabiliyeti yüksek biridir. Bizi nasıl idare ediyor sanıyorsun?”

“Büyük başarı ile yönettiği ortada. Ama Erhan'ın da ondan aşağı kalır yanı yok. Nasıl güzel iş yaptırdı sizlere. Erhan'dan çok iyi koca olur.”

“Koca mı? Ne alakası var?” Nereden çıkmıştı bu laf?

“Lafın gelişi dedim. Belli ki eşine yardım edecek biri.”

“Evlenmeyi düşünseydi belki haklıydın ama öyle bir isteği yok.”

“İyi canım, bana ne?”

“Sen sordun!”

“Ay yeter, ne saçma muhabbet oldu bu böyle. Hadi sonra görüşürüz. Bekletmeyeyim bizimkileri.”

“Tamam, yarın ararım seni.”

“Neden yarın arıyorsun? Programımız mı vardı?”

“Yo, ne bileyim ararım dedim işte. Belki çıkar bir şeyler yaparız.”

“Tamam, konuşuruz. Tekrar iyi seneler diliyorum sana.”

“Sana da, her şey gönlündeki güzelliklere göre olsun.”

“Senin de.”


Umut, hem gitmek istiyor hem de hala konuşuyordu. En sonunda zorla da olsa ayaklarını çıkışa doğru yönlendirdi. Yunus da diğerlerine veda etmek için kapıya doğru yürüdü. Hepsi kapının dışındaydı. Hava aralığın son günü için fazla ılımandı. Uzun vedalaşmalardan sonra Hasan Bey kızlarını da alıp evinin yolunu tuttu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder