Tatlılar
yenip, Umut'a övgüler yağdıktan sonra konu, spora ve Uğur'un çalıştırdığı
takıma geldi. Erhan'dan hiç beklemediği övünç dolu sözler utandırmıştı, Uğur'u.
O gençler için çabalarken aslında onların neler hissettiğini çok da fazla
bilmiyordu. Ama kısa süreli bile olsa tekerlekli sandalyeye mahkûm birinin bunları
söylemesi çok mutlu etmişti kendisini. Fakat konu sandalye alınması gerektiğine
geldiğinde yine utandığını hatta kırmızı yanaklarla oturmaya başladığını
biliyordu. Erhan onun bu haline üzülse de bu konu ile ilgili günlerdir kafa
yoruyordu.
“Anne,
sizin dernek bu yıl kermes düzenlemeyecek mi?”
“Düzenleyecek.
Hayrola, hazır evdeyken bir iki örtü mü işleyeceksin? Bak sana en kolayı etamin
gelir. Dantel falan zorlar seni.” Annesi hem konuşuyor hem gülüyordu. Tüm
masadakiler gülerken sadece Erhan ile Uğur gülmüyordu.
“Uğur'un
takımına sponsor olsanız nasıl olur? Bunu dernek yönetimi ile görüşsen
diyordum. Kermes geliri ile sandalyelerin en azından iki üç tanesini alamaz
mısınız?”
Gülüşmeler
kesilmişti. Bu kez masada sessizlik hüküm sürüyordu. Annesi kendisine baktı.
“Erhan,
bu çok güzel bir fikir! Pazartesi günü
bunu konuşacağım.”
“Meliha
Hanım, derneğinizin başka planları olabilir. Başkalarının hakkını almak
istemeyiz. Biz bir şekilde o sandalyeleri temin edeceğiz. Lütfen bu konuda
kendinizi zorunlu hissetmeyin.”
“Zorunlu
değilim ki. Sadece, fikri yönetime ileteceğim. Bu sandalyelerin fiyatları ne
kadar?”
“Biraz
pahalı. Normal sandalyelere hiç benzemezler. Hem dengeli durması hem de hızlı
hareket etmesini sağlayan aerodinamik yapısı var. O yüzden fiyatları çok
yüksek.”
“Ne
kadar yüksek, Uğurcuğum?”
“Tanesi
2.250 liradan başlıyor. İkinci eli de yok gibi bir şey.”
“Anladım.
Evet pahalıymış. Tek başınıza altından kalkamayacağınız kadar çok para bu.”
“Anne,
siz bu kermesten iki ya da üç sandalye çıkartırsanız bir tane de ben alırım.”
Erhan,
bunu söylediğinde Uğur kafasını hızla ona çevirdi.
“Çok
teşekkür ederim ama bu kadarına izin veremem.”
“İzin
almam mı gerekiyor? Ben sadece sandalyelerden bir tane alacağım. Üstelik daha
çok alınması lazım! Bu sadece ufak bir
destek!”
“Ama
anneniz de kermes aracılığı ile destek verirse çok da ufak bir yardım olmayacak
bu.”
“O
kısmı henüz kesin değil ama! Konuyu kapatalım. Ben kararımı verdim.”
“Ama...”
“Uğur'cuğum,
hiç itiraz etme. Erhan kararını vermiş. Bence de çok doğru bir karar. Ben de
görüşüp sana dönerim. Her yıl kermesimiz zaten bu tarz yardımlar için
düzenleniyor. Şubat sonu ya da mart başı yapıyoruz kermesi. Senin için tarih
geç değildir inşallah!”
“Teşekkür
ederim hepinize. Geç değil. Zaten bu yıl sandalyeleri var. Sadece son elemeyi
geçersek, ortak kullandığımız takım ile tarihler çakışacak. Biz elemeleri
geçemezsek o zaman da sandalyeye ihtiyaç olmayacak.”
“Bu
yıl olmazsa seneye olur. O yüzden biz bu işi bu yıl çözelim.” Erhan konuyu
kapatmak için söylemişti son sözü.
Alihan
Bey, oğluna baktı. Onun aklında olanları anlamak istiyordu. Erhan kafasına
koyduğunu yapardı.
Kızlar
bu arada kermeste neler satıldığını sormuş, arkadaşlarının da kermesten alış
veriş yapmasını sağlamaya çalışacaklarını söylemişti. Bir nevi imece usulü
çözüm aranıyordu. Uğur ilk kez gülümsedi masada. Yeni yıl güzel başlıyordu.
Uğur,
katılmak istemediği gecede, yaşadıklarının ne kadar farklı olduğunu
düşünüyordu. Geldiği için pişman değildi. Meliha Hanım, çok sıcak ve içten bir
kadındı. Konuşurken yardım için yapacağı konuşmanın ardında duracağını belli
etmişti. Oğlu istediği için değil de kendisi de istediği için yardım etmeye
çalışacaktı. Uğur minnetle baktı yaşlı kadına. Gözleri ile teşekkür etti,
sessizce...
Erhan,
ilk kez gülerken gördüğü genç kadının gözlerinin ne kadar güzel olduğunu fark
etti. Kısa saçları da ona çok yakışıyordu. Kısa saçlı kadınları pek beğenmezdi
ama Uğur'a gerçekten yakışıyordu. Üstelik mutlu olunca tüm yüzü ile birlikte gözleri
de ışıldıyordu... Şimdi o gözler annesi ile konuşuyordu sessizce...
Gece
yarısına doğru artık rahat koltuklara geçmişti herkes. Yemek masası ile iş
bitmişti. Ama erkekler rakılarına devam edeceği için hepsine meze tabağı
hazırlamak bu kez Onur'a düşmüştü.
Rahat
koltuklarda müzik eşliğinde sohbete devam ediyorlardı. Sedat o zamana kadar
havadan sudan konuşmaktan öteye gidemediği Onur ile baş başa kalabilmenin
yolunu arıyordu. O fırsat eline geçmeden zaman aktı gitti...
Tam
on iki olduğunda herkes birbirini kutlayarak yeni yıla girdi. Umut ve Onur,
Sedat ile Yunus'u yanaklarından öptükten sonra Erhan'ı da öperek kutladılar.
Uğur, ise diğerlerini öpse de Erhan'ın sadece elini sıkmakla yetinmişti. Genç
adamı öpmek doktor hasta ilişkisinin çok ötesindeydi. Bunu yapmazdı!
Herkes
yeniden yerine oturacakken dışarıdan gelen havai fişek sesleri ile irkildiler.
“Görebileceğimiz
bir yer var mı?” Onur sormuştu soruyu. Çocukluğundan beri çok severdi havai
fişekleri. Sedat ona, arka odadan bahçeye çıkmayı teklif etti. Onur hızlı hızlı
yürüyünce o da peşinden gidip yetişti. İki gencin bu hallerine gülen Meliha
Hanım, “Biz de çıksak nasıl olur? Yunus, sen ısıtıcıyı çıkart bahçeye. Ben de
kahveleri yapayım. Bahçede içelim.”
Hasan
ve Alihan Bey de kabul edince herkes üstlerine montlarını, kabanlarını alıp
bahçeye yönlendi.
Uğur,
mutfağa doğru yürüdü, “Kahveleri ben yaparım, siz de bahçeye çıkın.” dedi.
Meliha Hanım, “Ben de seninle kalayım. Laflarız kahve pişene kadar.” Sevmişti
bu kızları. Yakından tanımak için elindeki fırsatı değerlendirmeye çalışıyordu.
Sedat,
arkasından gelen kalabalığın farkındaydı ama fırsatı kaçıramazdı. Bahçenin
ucuna doğru yürümüş olan Onur'un yanına gitti. Bahçeye çıkarken eline aldığı
hırkalardan birini Onur'a uzattı. Sonra da kovaların ters çevrilmesi ile
oluşturulmuş üç oturma yerinden ikisine oturdular. Üç kardeşin bahçede muhabbet etmek için
yaptıkları bu kovalar o an çok işe yaramıştı. Herkesten uzak kalabilmeleri için
iyi bir ortam yaratmıştı. Sedat, gökyüzündeki renk cümbüşüne bir süre bakıp,
Onur'dan tarafa döndü. “Tüm gece burada oturup izleyebilirim.”
“Sen
de mi çok seviyorsun havai fişekleri?”
“Yo,
çok sevmem ama artık seveceğim sanırım.”
Onur,
Sedat'ın ne demek istediğini anlamak için yüzüne baktı. Onun kendisini izliyor
olması yanaklarını kızartmıştı. Babası, ablaları ve Sedat'ın ailesi buradayken
nasıl bu kadar arsızca kendisine asılabiliyordu?
“Sen
fazla mı açık olmaya başladın?”
“Asla
senin kadar açık olamam.”
“Ben
sana asılmıyorum. O da nereden çıktı?”
“Açık
derken bana asıldığını söylemek istemedim. Sadece açık sözlüsün ve seninle laf
yarıştırmak bana çok keyif veriyor, demek istedim.”
“Bana
da laf yarıştırmak keyif verir ama şu an o keyfi alamıyorum.”
“Neden?”
“Çünkü
sana yanıt vereyim derken güzellikleri kaçırıyorum. Sus da izleyeyim.”
“Susarım
ama bir şartla.” Sedat, öyle bir sesle söyledi ki Onur dönüp bakmak zorunda
kaldı.
“Neymiş
o?” Soruyor ama yanıtı biliyordu.
“Pazar
günü benimle sinemaya gelirsen!” Çok mu hızlı olmuştu? Aldığı yanıtla hızlı
davrandığı anlaşıldı.
“Gelemem.”
Sesi
soğuk muydu? Sedat kendisine gerçekten kızıyordu. Doğru düzgün bir ortamda,
bahçedeki gözlerden uzak rahat rahat konuşmak varken, yangından mal kaçırır
gibi kızı davet etmek de ne oluyordu. Haklıydı tabii, gelemem demekte. Ama en
azından neden, diye sorarsa mazeretine göre sonra davet edebilirdi, değil mi?
“Neden?”
“Başka
bir randevum var.” İşte bu yanıtı beklemiyordu. Sanki erkek arkadaşı yokmuş
gibi gelmişti. İçinin acıdığını hissetti. Sesini toparladı ve özür diledi.
“Öyle
mi? Affedersin erkek arkadaşın olduğunu bilmiyordum.”
“Sormadın
ki!”
“Haklısın.
Çok özür dilerim. Seni rahatsız etmediğimi umuyorum.”
Onur,
Sedat’ın gerçekten üzüldüğünü anlayınca kendini kötü hissetti. Genç adamın
kibarca sorduğu soruya vereceği kibar bir yanıt yeterliydi. Oysa kendisini
suçlu hissetmesine neden olmuştu.
“Rahatsız
etmedin. Sormadın ki dedim.” Sedat, süngüsü düşmüş şekilde bakıyordu. Onur, o
haline daha fazla dayanamadı.
“O
gün ders çalışmam lazım. Arkadaşlarım ile buluşacağım. Sinema teklifine o
nedenle olur diyemiyorum.”
Sedat,
ne anlayacağını şaşırmıştı. Sorması mı gerekiyordu? Ders mi çalışacaktı? Erkek
arkadaşı ile mi ders çalışacaktı? Bu kız hangi dilden konuşuyordu?
“Bu
kez hata yapmamak için soruyorum. Erkek arkadaşın var mı?” Bu sorunun
yanıtından korktuğunu hissettiğinde kendisine şaştı.
“Yok.”
bu kaz yanıtlarken Onur'un yüzü gülüyordu. Sedat rahatladığını belli etti. O da
gülerek, “O zaman ikinci sorumu soruyorum. Sınavın ne zaman?” dedi.
“Salı
günü.”
“Salı
akşamı sinemaya gidelim mi?”
“Başka
sınavım olmadığından emin misin? Çok çabuk karar vermiyor musun?”
“Başka
sınavın var mı?”
“Var
ama ona çalışmam gerekmiyor.”
“Onur,
sen bana işkence mi etmek istiyorsun? Salı akşamı sinemaya gelebilecek misin?
Şunu söyle de beni de kurtar kendini de...”
“Sanırım
gelebilirim. Aksi bir durum olursa haber veririm. En geç beşe kadar haber
vermezsem geliyorum demektir.”
Sedat
neredeyse küfredecekti. Ne demek beşe kadar haber vermezsem geliyorum. Salıya
zaten daha dört gün vardı. Bir de o gün buluşup buluşamayacaklarının belirsiz
olması çok sinir bozucuydu. Neredeyse kolundan tutup, şunu netleştirelim
geliyor musun, gelmiyor musun? diyecekti. Ama tüm aile bahçeye çıkmışken ve
ikisi de onların gözünün önündeyken yapamayacağını biliyordu. Ne yapalım, diye
aklından geçirdi, 'Bu kızı da beklemek gerekiyor demek ki!'
Bahçede
erkekler koltuklara dağılmışken mutfakta kahveler pişiyordu. Umut da bahçede
kalmıştı. Bir yandan Sedat ile Onur'u izliyor, bir yandan da babası ile konuşan
Yunus ile Erhan'a bakıyordu. Neler konuşulduğunun farkında bile değildi. Dalgın
dalgın erkeklerin hatlarının ne kadar düzgün olduğunu, kardeşlerin babalarına
ne kadar benzediğini düşünüyordu. Erkekler ise onun düşündüklerinden habersiz
daha samimi konuşmalara dalmıştı.
Mutfakta
ise, Uğur'un konuşmaya niyeti olmadığını anlayınca Meliha Hanım, fincanları
çıkartırken Erhan'dan bahsetmeye başladı.
“Yunus,
internette okumuş, ben biraz hatalı davranmışım. Sanki her şeyi benim yapmam
ona yardımcı olmam gerekirmiş gibi düşünüyordum. Ama hataymış bu.”
“Evet,
ne yazık ki iyi niyetle bile davransanız bu yaptıklarınız, hem Erhan Beyin
üzülmesine neden olur hem de yapabileceklerini kısıtlar. Erhan Bey...”
“Neden
Erhan Bey diyorsun? Erhan desene.”
“Ama
o benim hastam!”
“Bırak
canım sen de. Hastanede miyiz?”
“Haklısınız.”
Haklıydı ama yine de Erhan demek kolay değildi. Denemeye karar verdi.
“Erhan B... Erhan, kendi işlerini yapabildikçe
iyileşme sürecine yardımcı olacaktır. Mümkün olduğunca hastalarımızın kendi
kendilerine yeterli olmaları için çalışıyoruz. Erhan, birkaç ay sonra tüm
bunları geride bırakacak. İşine geri dönecek. Ama bunu yapamayacak çok fazla
kişi var.”
“Erhan
da belki işine dönemeyecek!”
“Erhan
işine çok rahat dönebilecektir. Gerçi işini bilmiyorum ama ağır yük taşıması
gerekmediği sürece çalışmasına engel bir durum kalmayacak.”
“Yok,
canım işi masa başında. Gerçi terfisinin üstünden epey zaman geçti ama mahkeme
yüzünden yarbay olması zor zaten. Temize çıksa bile siciline işlerler.”
Uğur,
yarbay kelimesinden sonrasını duymamıştı. Kulakları uğulduyordu. Erhan asker
miydi? O. günlerdir bir askeri mi iyileştiriyordu?
Umut
bunu biliyordu ama ablasına söylememişti!
Uzak
duracağını söylediği askerler ile yine burun burunaydı. Kocasını kaybettiğinden
beri uzak duruyordu, askerden, askeriyeden. Bir askerin daha acı haberini
duymamak için akşamları ana haberler izlenmezdi evde. Ama şimdi bir askerin
tedavisini yapıyordu. Üstelik kardeşinin yalanları ile bakmak zorunda kalmıştı.
Keşke Erhan başka doktora gitmek istediğinde olur diyerek bıraksaydı tedaviyi.
İçindeki korkunun kabarmasını engelleyemiyordu. Bir askerin daha hayatıyla oynayamazdı.
Bir kez daha bu acıyı yaşayamazdı. Ya yanlış bir şey yapar da Erhan'ın
geleceğini değiştirirse? Atilla gibi onunda hayatını söndürürse? Uzak
durmalıydı... Hemen uzaklaşmalıydı...
“Uğur
kahve taşıyor kızım”
Meliha
Hanım fark etmemişti Uğur'un daldığın. Seslendiği halde duymadığını fark edince
ocağı kapattı. Yavaşça koluna dokundu.
“Uğur
iyi misin kızım? Ne oldu sana?”
“Erhan
Bey, asker mi?”
“Evet.
Hukukçudur kendisi. Ama askeriye içinde görevi farklıdır. Soruşturma yapar
diyeyim.”
“Yani
asker?”
“Uğurcuğum,
sen neden askerlere bu kadar karşısın?” Meliha Hanım, böyle bir tepki
beklemediği için şaşırmıştı. Bir yandan kahveleri soğutmadan götürmek istiyor,
bir yandan da Uğur'u o halde bırakmak istemiyordu. Mutfaktaki masaya oturtup
kendisi tepsi ile dışarı çıktı. Kahveleri dağıttıktan sonra Umut'a işaret edip
içeri çağırdı.
Bu
süre içinde anlamlandıramadığı asker tepkisini düşündü durdu. Askere bu kadar
tepkili olmasının ardında ne yatıyor olabilirdi? Uğur hakkında yanılmış mıydı?
Umut ile içeri girene kadar aklındaki soruların ardı arkası kesilmedi.
“Söyle
Meliha teyze.”
“Umut,
ablan mutfakta! Pek iyi değil bir bakar
mısın?”
“A
nesi var? Hemen bakarım.” Umut korkuyla mutfağa geldiğinde ablasının sessizce
oturduğunu gördü.
“Neyin
var Uğur?”
“Erhan
askermiş!”
Umut,
ne diyeceğini bilemiyordu. Bu gece öğrenebileceğini akıl edememişti. Şimdi ne
diyecekti?
“Evet
abla.”
“Biliyordun
yani?”
“Evet”
“Dosyaları
getirmelerini sen mi engelledin?”
“Ne
dosyası?”
“Ameliyatı
Gata da yaptırmıştır. O dosyalar bana gelseydi hastayı kabul etmeyeceğimi
biliyordun. Sen mi söyledin?”
“Yok,
öyle bir şey yapmadım. Dosyasını istediğini bile bilmiyordum.” Uğur kardeşinin
doğru söylediğini anladığı için konuyu kapatmak istedi.
“Ben
elimi yüzümü yıkayayım.”
Uğur
mutfaktan çıkar çıkmaz Meliha Hanım Umut'a neler olduğunu sordu. Umut kısaca
eniştesini ve nasıl öldüğünü anlatıp kadının merakını giderdi. Daha sonra
Uğur'un gittiği banyoya doğru yürüdü.
Meliha
Hanım, ummadığı bir yanıt almıştı. Genç kadının tepkisi askeri sevmemesinden
değil, aksine çok sevmesinden kaynaklanıyordu. Şimdi ne yapacaktı? Erhan'ın
asker olduğu gerçeği de, Uğur'un asker kocasını kaybetmiş olması gerçeği de
değişmeyeceğine göre... En iyisi aklı selim bir konuşma yapmaktı. Uğur aklı
başında bir kadındı. Gerçi üç yıldır kocasının yasını tutan bir kadına iki
cümle ile fikir değiştirtmek mümkün olmasa da o geceyi kurtarırdı belki...
Umut
banyoya ulaşamadan Yunus geldi yanına.
“Ne
oldu? Neden hepiniz içeridesiniz? Hava gerçekten çok güzel!” Umut'un asık yüzü
canını sıkmıştı. Üstelik yanında, bahçede olmasından memnundu. Neden içeri
kaçmıştı ki? Yoksa kendisinden mi kaçıyordu? Rahatsız mı etmişti Umut'u? Oysa
durum çok başkaydı...
“Uğur,
Erhan'ın asker olduğunu öğrenmiş.”
“Ciddi
misin? Ne olacak şimdi?”
“Tahminim
doğru ise tedavi devam edecek ama bana bir süre tavır alacak. Yanılıyorsam da
bu iş burada bitecek.”
“Umut,
bunu yapmaz değil mi? Ağabeyimin en iyi doktorlar tarafından tedavi edilmesini
istiyorum ve ablan gerçekten iyi. Bu kadar kısa sürede bile Erhan'da gelişmeler
ortada.”
“Ben
de ablamın doktor tarafına güveniyorum.”
“Umut,
ya seninle arasında sorun büyürse? Senin üzülmeni istemem.”
“Yok,
olmaz inan kısa sürede toparlarız. Eniştemin ölüm yıldönümü çok yakın. On bir
ocakta ölmüştü. O nedenle daha da duygusal günlerinde. Geçecek emin ol.”
“Tamam,
sen öyle diyorsan!”
Uğur,
banyodan çıktığında Yunus ile Umut'u konuşurken gördü. Daha fazla kalmak
istemiyordu. Umut'a yaklaşıp, “Kalkalım mı artık? Geç oldu.”
“Tamam,
kalkalım. Ben babama söyleyeyim de.”
Umut,
bahçeye çıktı. Bir köşede iki baba konuşmaya devam ediyordu. Sedat ile Onur da
koltukların diğer köşesindeydi ama onlar konuşmadan oturuyordu. Meliha Hanım
ise gözünü kapıya dikmiş bekliyordu. Umut tek çıkınca yanına geldi.
“Uğur
nasıl?”
“Gitmek
istiyor.”
“Ben
ikna etsem? Biraz daha otursun. Oğlum zaten asker olduğunu ağzına almaz. Ama
Uğur bu şekilde giderse ben çok üzülürüm. Hem onlar daha çok bir araya gelecekler.
Tedaviyi bırakmaz değil mi?”
“Sanmıyorum.
Bırakmaz herhalde. Ama daha fazla kalmak ister mi bilemiyorum.”
“Böyle
olmaz. Ben konuşuyorum.” Meliha Hanım, içeriye girdiğinde Yunus'un Uğur ile
konuşmaya çalıştığını gördü. Oğluna başı ile işaret edip dışarıya çıkmasını
istedi.
Uğur
ile tek kalınca, Yunus'un kalktığı yere, hemen yanına oturdu. Uğur, sessizce halıya bakıyor, sanki dünyadan
soyutlanmış gibi duruyordu. Meliha Hanım en sonunda elini tutup, yüzüne
bakmasını sağladı.
“Acını
anlıyorum diyemem. Yaşamayan bilmez. Ama lütfen bu kadar genç yaşta kendini bu
kadar yıpratma. Hayat o kadar uzun ve güzelliklere gebe ki.” Bir an sustu, Uğur
hala halıyı inceliyordu. “Askerler ile hayatımızın her anında iç içeyiz. Ne
yaparsan yap kendini soyutlayamazsın. Ama Erhan şu an büyük bir derdin içinde
ve ağzını açıp askerlikten ya da mesleğinden söz etmez. Hoş, başı dertte olmasa
da işini anlatamaz. İşi biraz gizlilik gerektiriyor.”
Uğur,
ilk kez başını kaldırdı, Meliha Hanımın yüzüne baktı. “Ne olursa olsun yine de
o bir asker. Ve ben üç yıldır asker görmeye de askerler ile konuşmaya da
dayanamıyorum. Lütfen anlayın beni. Ben kalamam.”
“Uğur,
canım kızım, sen, sana muhtaç insanlara arkanı döner misin? Erhan şu an sana
muhtaç. Bir başkası ile çalışmaya başlayana kadar kaybedeceği günler onun
iyileşmesini engelleyecektir. Bunu ister misin?”
“Ben
ona bakacak çok iyi bir doktor bulurum. Hiçbir hastamın sağlığı ile oynamam.
İnanın onun için de en iyisi bu olacaktır.”
“Ama
senin onu başka bir doktora yollaman Erhan'ın moralini bozacak ve mutlaka
iyileşmesine engel olacaktır. Yunus, internette araştırmalar yapınca çok şey
öğrendim. Bunlardan biri de hasta doktor ilişkisi. Olumlu ilişkiniz bozulursa
ne olur? Erhan için en iyisini istiyorum. Umarım beni anlarsın!”
Uğur
ne diyeceğini bilemiyordu. Haklılık payı vardı ama kendi yanında daha kötüye
gitmeyeceği ne malumdu? Kendisine yakın olanlara acı vermekten başka ne
yapıyordu?
“Sizi
üzmek istemiyorum ama...”
“O
zaman şimdi benimle bahçeye çıkıyorsun. Biraz oturuyoruz, ne kardeşlerini ne
babanı üzmüyorsun. Sonra da üzüntülerini bir kenara bırakmak ve yoluna devam
etmek için yeni yılı kendine hedef alıyorsun. Bugün tüm geçmişini geride bırak
ve yeni bir hayata adım at.”
“Keşke
o kadar kolay olsa! Keşke yapabilsem!”
“Yapmayı
iste ki, yapacak gücün olsun. Hadi gel bahçeye çıkalım. Senin kahven soğudu ama
istersen hemen yenisini yaparım. Ya da sana daha sert bir şeyler mi
hazırlasak?”
“Bir
şey istemem. Bir süre oturalım kalkarız zaten.”
Meliha
Hanım ile konuşmak iyi gelmişti. Biraz daha rahat nefes alabildiğini fark
edince, minnetle yaşlı kadının elini okşadı. “Teşekkür ederim.”
“Asıl
ben teşekkür ederim. Hadi gel.”
İkili
bahçeye çıktığında Umut ile Yunus hemen onlardan tarafa baktılar. Erhan da
gözlerini gelen ikiliye dikmişti. İçeride neler olduğunu anlamasa da Uğur'un
canının sıkkın olduğunu anlayacak kadar tanımıştı genç kadını. Annesi ile
sessizce gelip koltuklara yerleştiler. Uğur o andan sonra kalkana kadar ne tek
laf etmiş ne de kafasını çevirip bir kez bile Erhan'a bakmıştı. Erhan neler
olduğunu anlamasa da onun bu hallerine sinirleniyordu. Vebalı gibi uzak
durmalar konuşmamalar deli ediyordu kendisini. Üstelik Erhan'da çok konuşan
biri değildi!
Kalabalık
gurup vedalaşırken Sedat, Onur'a salı gününü anımsattı. Kimseye duyurmadan
sorduğu sorunun yanıtı “kısmetse” olunca yine çileden çıktığını hissetti. Neden
bu kadar inat ve tersti ki. Kendisi bu kadar hoşlanmış, onu yakından tanımak
için imkânlar yaratmaya çalışırken, onun bu kadar soğuk duruşu deli ediyordu.
Kız tarafı naz tarafı mıydı? Naz mı yapıyordu? Yoksa gerçekten kendisinden
hoşlanmamış da ailenin ortasında tersleyememiş miydi? Oysa ne güzel bakıyordu o
gözleri. Hele o topladığı saçlarının salınması? Yılbaşı dememiş yine kot ve
kazak giymişti. Ama bu kez giydiği kot daha dar ve biraz süslüydü. Ama tanıdığı
diğer kadınlardan çok sadeydi. Gerçi üç kardeş de aynıydı neredeyse. Abartılı
bir tarafları yoktu. En neşeli ve konuşkan Umut'tu. Diğerleri daha sessiz
olsalar da durulukları birbirinin aynıydı.
Sedat,
aklından bunları geçirirken Umut da kendine kızıyordu. Neden öyle dediğini
bilmiyordu. Aslında bu hafta bir sürü sınavı vardı. Sondu bunlar artık. Çoğu
zaman hastanelerde iş başı eğitimi alıyordu ama bu hafta aksi gibi dört sınav
üst üsteydi. Yine de salı akşamı için söz vermek istemişti. Ama son anda
sağduyusu ağır basmış gelemeyeceğini ima etmişti. Tam kapıda yine sorması ile
kararı değişir gibi olsa da son yanıtını o güne bırakmayı doğru buldu. Eğer
kendini hazır hissederse giderdi.
Yunus
ile Umut, kapının kalabalığından uzakta konuşuyordu.
“Bak
ablan kızdı diye bizim yemeği iptal etmezsiniz değil mi?”
“Acele
etme. Ben ayarlarım. Bu akşam hemen fırlayıp çıkacak diye beklerken bahçeye
gelip bir saat daha oturması bile benim beklentilerimin çok üstünde.”
“Annem
ikna kabiliyeti yüksek biridir. Bizi nasıl idare ediyor sanıyorsun?”
“Büyük
başarı ile yönettiği ortada. Ama Erhan'ın da ondan aşağı kalır yanı yok. Nasıl
güzel iş yaptırdı sizlere. Erhan'dan çok iyi koca olur.”
“Koca
mı? Ne alakası var?” Nereden çıkmıştı bu laf?
“Lafın
gelişi dedim. Belli ki eşine yardım edecek biri.”
“Evlenmeyi
düşünseydi belki haklıydın ama öyle bir isteği yok.”
“İyi
canım, bana ne?”
“Sen
sordun!”
“Ay
yeter, ne saçma muhabbet oldu bu böyle. Hadi sonra görüşürüz. Bekletmeyeyim
bizimkileri.”
“Tamam,
yarın ararım seni.”
“Neden
yarın arıyorsun? Programımız mı vardı?”
“Yo,
ne bileyim ararım dedim işte. Belki çıkar bir şeyler yaparız.”
“Tamam,
konuşuruz. Tekrar iyi seneler diliyorum sana.”
“Sana
da, her şey gönlündeki güzelliklere göre olsun.”
“Senin
de.”
Umut,
hem gitmek istiyor hem de hala konuşuyordu. En sonunda zorla da olsa ayaklarını
çıkışa doğru yönlendirdi. Yunus da diğerlerine veda etmek için kapıya doğru
yürüdü. Hepsi kapının dışındaydı. Hava aralığın son günü için fazla ılımandı.
Uzun vedalaşmalardan sonra Hasan Bey kızlarını da alıp evinin yolunu tuttu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder