8 Haziran 2015 Pazartesi

BUZDAKİ ATEŞ 15. Bölüm


“İbrahim'den hiç ses çıkmıyor, oğlum. Mahkemen beş ocakta değil mi?”

“Evet, baba, beşinde ama zaten bu celsede sonuç alamazmışız. Benim beraat etmem yetmez ki. Burhan beyin kaybolması ya da kaçması zaten işleri karıştırdı. Soruşturma daha da derinleştirildi. Onun da tüm hesapları incelenecekmiş. Bu durumda ben hâkimin yerinde olsam beni de beraat ettirmem.”

“Senin ne suçun var ki? Bence sen beraat edersin.”

“Benim suçumun olmadığını biz biliyoruz. Ama şu an kayıp olan ve birbirini iyi tanıyan iki ortağın da en son görüştüğü kişilerden biri benim. Bu durumda sen hâkim olsan benim suçsuzluğuma ne kadar inanırsın? İşte o yüzden ben de bu celsede beraat etmem.”


“Seni yeniden sorguya çağırırlar mı?”

“Mümkün tabii. Burhan beyin evraklarından ya da iş bağlantılarından neler çıkacak önce onları bir görelim, sonrasını az çok çözeriz.”

“İyi, biz de bekleriz oğlum. Ne yapalım hemen eve mi gidelim? Yoksa biraz gezelim mi?”

“Baba, sana zahmet olmazsa biraz büyük kitapçıları gezsek? Nasılsa bir süre daha evdeyim. Yine maket uçak yapmak istiyorum. Biraz da kafamı dağıtmaya ihtiyacım var.”

Babası, arabanın yönünü Kadıköy'e çevirmişti. Yıllardır uğramadığı kitapçıdan içeri koltuk değnekleri ile girdiğinde, müşterilerin ve tezgâhtarların kendisini süzmesi biraz canını sıktı. Sonra, tüm bunların ne kadar önemsiz olduğunu anımsadı ve gülümseyerek kendisine yaklaşan genç delikanlıya maket uçakların yerini sordu. Alt katta olduğunu, asansör olmadığını öğrenince söylense de merdivenleri yavaş yavaş inmeye başladı. Yukarıya çıkmak isteyenlerin kendisini beklediğini görüp hızlanmak istediğinde ise kendi iç sesi yavaşlattı. Düşerse bir daha düzelemeyebilirdi. Acelesi yoktu. Asansör olmaması kendi kabahati değildi. Zaten böyle böyle öğrenmiyor muydu, Türkiye de engellilerin ne büyük sorunlarla baş etmek zorunda kaldığını. Kaldırımlar bile tuzak doluydu. Tekerlekli sandalyeler için iniş çıkışların olduğu kaldırımların bile üstü ya çukurlarla doluydu, ya da döşenmiş taşlar yerlerinden çıkıp yeni engeller yaratmıştı.

En alt basamağa geldiğinde, kendisini bekleyenlerden kibarca özür diledi. Aldığı yanıt çok hoşuna gitti. Duyarlı insanlar her yerde kendisini belli ediyordu.

“Beyefendi, ne merdivenlerin darlığı, ne de asansörsüzlük sizin suçunuz değil. Yöneticilere bu sorunu bizzat ileteceğim. Çözüm bulmalılar. Kendinizi rahat hissedin lütfen.”

Maket uçakların olduğu yerde maket gemiler de vardı. Bu kez değişiklik yapacak gemi maketleri de alacaktı. Üstelik bir iki maket değil tam sekiz maket birden almıştı. Babasının soran yüzüne, 'vaktim bol' diyerek yanıt vermişti. Annesi de çok güzel kumaş boyamaları yapardı. Babası hangi marka boyaları kullandığını biliyordu. Onun için de alışveriş yaptılar.  Maket için gereken küçük aletler ile tutkalları ve boyaları da tamamlayıp aynı merdivenleri yeniden çıktılar.

Aklındakileri annesine söylerse yardım alacağından emindi...

***** 

Yemek davetine ne diyeceğini bilemiyordu. Babasına ve kardeşine söylediğinde onlar da önce yadırgamış ama ardından böyle bir daveti kabul etmemenin ayıp olacağını düşünerek olur demişti ikisi de. Uğur, katılmak istemediğini ama onların gitmesi gerektiğini ısrarla yinelemişti. Onur da ablasına hak verince sadece Umut kalmıştı kararsız... Ne olursa olur diyerek telefonu kaldırdı.

“Merhaba, Umut. Kaç gündür sesin çıkmıyordu.”

“Yılbaşı üstü malum işler çok yoğun.” Yalan da değildi. Ama tek neden değildi!

“Anladım. E söyle bakalım yılbaşında bizim evdeki divanlar mı? Yoksa çılgın bir parti mi? Ya da seninki ile yine çok lüks bir lokanta da baş başa yemek mi?”

“Benimki kim?”

“Evleneceğin adam... Unuttun mu?”

“O işin olmayacağını söylememiş miydim?”

“Söyledin ama iki gündür aramayınca adamın sözünü dinleyip bizleri sildiğini sandım.”

“O adamın sözünü falan dinlemedim. Dedim ya işler çok. Akşamları da geç çıkıyorum o yüzden. Yılbaşına gelince... Uğur hariç bizler sizinle olmaktan mutluluk duyacağız. Ama lütfen annene söyle çok bir şeyler yapmasın. Ben de hazırlarım biraz. Ortak bir masa olur.”

“Söylerim ama kabul edeceğini sanmam. Zaten üç gün var daha o hazırlıklarını yapar o zaman kadar.”

“Anladım. Demek ki ben bunu seninle değil annenle konuşmalıyım. Telefonunu alabilir miyim?”

“Annemle mi konuşacaksın?”

“Sakıncası mı var?”

“Yok, da şaşırdım ne bileyim. Yaz numarayı.”

Umut, numarayı not ettikten sonra Yunus'un nasıl olduğunu sordu. Canı telefonu kapatmak istemiyordu. Özlemişti arkadaşını.

“İyi sayılırım.”

“Pek iyi değilsin belli. Ne oldu?”

“Bir şey olmadı. Yorgunum sadece. İşler çok.”

“Anladım. Hadi görüşürüz. Ben anneni bir arayayım. Senin istediğin özel bir şey var mı? Yılbaşında yemekten hoşlanacağın bir şey?”

“Sen gel yeter. Çok sağ ol.”

Yunus telefonu nasıl kapattığını bilemiyordu. Umut ile ilgili düşüncelerinde ne çok şey değişmişti. Yıllardır arkadaştı ikili. Ama sanki içinde uyananlar farklıydı. Sesini duymak bile kendisini çok mutlu etmişti. Hem o herifin tamamen hayatından çıktığından da emin olmuştu. Bu haberin kendisini bu kadar mutlu etmesi normal değildi. Umut çok daha iyilerini hak ediyordu. Ama bir başka erkeğin Umut'un hayatında olmasını istemiyordu ki. Umut'u kıskanıyor muydu?
Evet... Kıskanıyordu.

“Allah'ım, ben ne diyorum? Umut'u kıskanıyorum!”

*****

“Meliha Hamın?”

“Buyurun?”

“Ben, Umut Cesur! Yunus'un arkadaşı.”

“O merhaba Umut kızım. Nasılsın?”

“Çok teşekkür ederim, iyiyim. Siz nasılsınız?”

“Ben de iyiyim. Hayır olsun? Gelmiyoruz demeyeceksin inşallah?”

“Çok naziksiniz, rahatsızlık vermeyelim dedim ama Yunus, rahatsızlık olmayacağını, aksine evde kutlamayı tercih ettiğinizi söyleyince bizler de sizlerle birlikte olmanın keyfini sürmek istedik.”

“Bak işte buna çok sevindim. Bu yıl çok daha güzel geçecek desene gecemiz.”

“İnşallah. Ama benim bir ricam olacak.”

“Söyle kızım.”

“Bizler de bir şeyler yapıp gelelim. Ben aksi halde çok rahatsız olurum. “

“Olur, mu öyle şey? Ben her şeyi yavaş yavaş hazırlarım. Ne kendimi yorarım, ne de sizlerin yorulmasını isterim. Sizler gelin yeter. Düşünmen bile ne büyük incelik.”

“Yunus kabul etmeyeceğinizi söyledi ama ben de, elim boş gelmeyi kabul etmiyorum. O zaman tatlıyı ben yapayım. Yunus ne sever? Tabii değişik tatlı sevenler varsa onlara da yaparım.”

“Yunus senin çok tatlı olduğunu söylemişti ama inat olduğunu söylememişti. Tamam, o zaman Yunus ayva tatlısını çok sever. Bilir misin?”

“Bilirim ve güzel de yaparım.”

“Eh o zaman sorun halloldu. Bekliyorum kızım.”

“Meliha Hanım, yineliyorum, lütfen kendinizi yormayın. Aklınıza gelen bir şey olursa bana söylemekten de sakın çekinmeyin. Seve seve yaparım.”

Telefonlar kapandığında iki kadının da düşünceleri birbirinde kalmıştı. Umut, 'Ne güzel kızım diyor!' derken, Meliha Hanım 'Böylesi kalmış mı?' diye düşünüyordu.

*****

İbrahim yeni izler bulmuştu. Zeycan'ın belleğe yükleyip getirdiği dosyalarda iş yapılan kişilerin adres ve telefonları vardı. Onların üstünden iz sürmek uzun ve zahmetli bir işti. Çünkü çoğu bilgi hala kâğıt üstündeydi. O yüzden de işlemleri takip etmek güçleşiyordu.

Mahkemeye bir haftadan az kalmıştı. Ama bu celseden umudunu zaten çoktan yitirmişti. Evrakları inceledikçe yeni bilgilere ulaşıyor, bu kez daha büyük bir olayın sadece su üstündeki kısmı ile uğraştığı hissine kapılıyordu. Tüm bu iş yapılan kişilerin hesaplarının incelenmesi için mahkeme kararına ihtiyaç vardı. Ama onu çıkartmak da Zeycan'ı ele vermek demekti. Zeycan, büroya gidip, sanki oyun oynuyormuş gibi bilgisayara girip, belli etmeden tüm dosyayı kopyalayıp, vermişti kendisine. 

Yeni edindiği isimlerin geçmişlerini araştırmak çok daha kolay olacaktı. Belki böylece geçmişi karanlık birilerini bulur ve yeni izin peşinden gidebilirdi.

Zeycan ile buluşmak ve getirdiği dosyadan öğrendiklerini paylaşmak istiyordu. Ama yapamayacağını biliyordu. Sadece telefon açmak bile iyi gelebilirdi. Ne kadar güzel gözleri vardı. Ama aralarında ciddi yaş farkı vardı. Üstelik genç kızın kendisi ile hiç ilgilenmediği belliydi. Arada bir Erhan'dan bahsederken gözlerindeki sevgiyi yakalıyordu. Fazla kapılmaya gerek yoktu. Hem zaten ağabeyinin suçunu ispatlarsa, aralarında bir şeyler olma ihtimali de yoktu. En iyisi işi çabuk bitirmek için Ankara'daki arkadaşlarından yardım istemek ve Antep dosyasını kapatmaktı. Yanındaki telefonlardan birini kutusundan çıkarttı. Parçaları birleştirdi, sim kartı taktı ve özel bir numarayı tuşladı.

Geç saatte olsa, karşı taraf dinç bir sesle yanıt verdi.

“Tekin, ben Lütfü!  Nasılsın?”

“İyiyim Lütfü, sen nasılsın?”

“Çok iyiyim. Bizim kızın dişleri çıkıyor. Gece uykusu nedir unuttum. Sen de gece kuşu olunca hatırını sorayım dedim.”

“Büyümüştür senin kız da.”

“Ellerinden öper.  Sen de evlen de anla çocuğun kıymetini. Ya ne diyeceğim sana, hani bizim eskiden top oynadığımız bir saha vardı. Onun karşısında oturan bir aile vardı. Neydi çocuğun adı? Bizden bir iki yaş büyüktü, Ersoy mu, Ercan mı? Neyse işte geçen gün onları yolda gördüm, kız kardeşi çok serpilmiş. Uğrasana o mahalleye. Bir bak kıza.”

“Ya ağabey bırak Allah aşkına, sen başını yaktın benim de yanmamı bekleme. Ercan'ı diyorsun. Onun kız kardeşi kaç yaşındadır daha?”

“Ya sen bir git gör kızı. Bak bana dua edersin.”

“Tamam ya deli adam!  Bir ara uğrarım. Yengeme selam söyle.”

İbrahim, telefonu kapattığında Fuat'ın araştırmaya başlayacağını biliyordu. Posta kutusuna yollayacağı bilgileri alır, en kısa sürede de araştırmasını tamamlardı. Aralarındaki konuşmalardan neyi ne anlamaları gerektiğini bilirdi ikisi de. Telefonların dinlenme ihtimaline karşılık tedbirdi. Zaten seslerinden tanırdı ikisi de birbirini. Ne isim verdiklerinin önemi yoktu. İbrahim, konuştuğu kartı çıkarttıktan sonra imha etti. O nereden ararsa arasın Fuat'a ulaşabilirdi. Fuat ise ona normal yollardan ulaşırdı. İbrahim o zaman nerelere bakması gerektiğini bilirdi.

Yeniden dosyalara dönüp atladığı bir şey olup olmadığına baktı. Yoktu. Artık uyuması gerekiyordu. Yarın yine yoğun bir gün olacaktı.

***** 

Zeycan, İbrahim'den bahsettiği bir mail atmıştı Erhan'a. Dava ile ilgilendiğini, ağabeyi ve yengesini de temize çıkartacağını umduğunu yazıyordu. 
Erhan, Zeycan'ın İbrahim'den övgü ile söz etmesinden mutluydu. İçi çok rahattı. Hemen olmasa da kısa süre sonra tamamen temize çıkacaktı.

Ama Zeycan'ın ulu orta mail atması doğru değildi. Bunu ona nasıl anlatacaktı? En iyisi başkasının anlatmasıydı.

Yunus ya da Sedat ile konuşsa onlardan biri söylese daha iyi olacaktı.

Acaba yılbaşından sonra Uğur'u uçak için ikna edebilir miydi? Ne kadar inattı. Ama annesi söylemişti Umut da inatmış. Demek ki kardeşler birbirine çok benziyordu. Yemeğe gelseydi belki de ikna etmesi daha kolay olurdu. Ama gelmeyecekmiş. Kendi bilir. Evde tek başına otursun hanımefendi, diye söylendi.

***** 

Yılbaşı günü gelip çatmıştı. İki evde de keyifli bir telaş vardı. Onur ve Umut hazırlanırken Uğur, gelmeyeceğim dediğine pişman olmuştu. Yunus çok tatlı biriydi. Umut'un telefonda tanıştığı annesini kendisi zaten tanımıştı. Karı koca onlar da çok tatlı insanlardı. Ama kendi üzüntüsünü bastıramayacağı bir ortamda onları da üzmek istemiyordu. Tek nedeni oydu. Ama gitse sanki onun da günü neşelenecekti.

“Abla, fırına bakar mısın? Ayvalar olmuş mu?”

“Olmuş, az önce kapattım fırını. Benim yaptığım salataları da unutma. Bana bakın sakın çok içmeyin. Kadın demesin benim çocuklarım böyle kızlarla mı arkadaş diye.”

“Orada durup ahkâm keseceğine gel de dizginle bizi. Valla bu gece yılbaşı, içerim. Onur'a da içiririm.”

“Umut, saçmalama, Onur içmez zaten.”

“Neden içmeyecekmişim? Yirmi üç yaşındayım abla. On beş değil. Umut, nasılsa babamız yanımızda, içelim güzelleşelim değil mi ama?”

“Oley be... İşte bu. Ya gelirsin, ya da babam bizi küfede getirir.”

“Ya kızlar saçmalamayın babamı rezil mi edeceksiniz?” Kardeşlerinin neden öyle konuştuğunu anlamış ama sanki istemiyormuş gibi konuşmaya da devam etmişti. Ama kararlılığının çoktan yıkıldığının farkındaydı.

“Gelmezsen olacak olan o. Sen bilirsin?”

“Ay sizinle uğraşamayacağım. Tamam, ben de geliyorum. Ama ortamı bozarsam bana kızmak yok.”

“Bozamazsın. Ay çok güzel olacak.”

*****

“Anne, dünya kadar yemek yaptın. Yeter artık otur. Geri kalanını kızlar halleder.”

“Yunus, ne demek o kızlar yapar. Onlar misafir. Siz yaparsınız.”

“Olur, bir adımız kılıbığa çıkmamıştı.”

“Baban, kılıbık mı? Her zaman yardım ediyor. Erhan kılıbık mı? Benden güzel sofra kurar. Hem siz de yapıyorsunuz bu işleri. Ne demek şimdi kızlar yapsın. Karizmanız mı çizilir?”

“Tamam anne, sustum. Tüm işleri ben yaparım. Ne karizmam çizilecek. Onlar arkadaşlarım. Ama ben Umut'u tanıyorsam bana iş yaptırmayacaktır.”

“Ben kızları çalıştırmak için çağırmadım. Sen Sedat ile çalışırsın. Biz de masa keyfi yaparız. Bana bak o kızlar sigara içiyor mu? İçeride içirtmem bilmiş olun.”

“Galiba hiç biri içmiyor. Zaten babalarının yanında sigara içebileceklerini sanmam.”

“Onur içmiyor, Umut da içmiyor. Uğur'u bilmiyorum.” Sedat lafa karışıp açıkladı.

“Uğur da içmiyor ama o gelmeyecek zaten.” diyen Erhan'a döndü tüm kafalar. Erhan neden baktıklarını anlamamıştı.

“Uğur Hanım ne zaman Uğur oldu?”

“Gıyabında da Hanım mı demem lazım. Konuşurken hala Hanım merak etme.”

“Anlaşıldı. Siz hala limonisiniz. Neyse seni tedavi etsin de kedi köpek gibi didişseniz de umurum değil.”

“Hadi bakalım, masayı kuralım. Siz de giyinin artık.”

***** 

Akşam saat yedi gibi zil çaldığında herkes hazırdı. Erhan bile kumaş pantolon ile beyaz bir gömlek giymişti. Kız kardeşlere sağlıklı bir imaj çizerse belki uçuş izni için Uğur'u kandırırdı, kim bilir?
Kapıyı Yunus açtı. En önde Onur vardı. Umut hemen arkasındaydı.  Onun arkasından Uğur ve babası girdi.

Erhan Uğur'u gördüğüne şaşırmıştı. Kesin kararlıydı gelmemeye. Ne olmuş da fikri değişmişti? Sevinmemiş miydi geldiğine? Sevinmişti! Onun evde tek başına kalacağını düşünüp üzülüyordu. Her ne kadar anlaşamasalar da kimsenin yılbaşını tek başına geçirmesini istemezdi.

Babaları da girince kapı kapanmıştı. Yunus tanıştırma görevini üstlenip kapı ağzında bir sürü formaliteyi tamamlamıştı. Kızlar ellerindeki tabaklarla mutfağın yolunu sorunca Meliha Hanım öne düşmüştü.

Kadın, Yunus'un haklı olduğunu anladı. Kızlar hemen tabakları tezgâha koyup üstlerini açıp servise hazır hale getirdi. Ablaları da başka ne yapılacağını soruyordu. Sanki ilk kez geldikleri ev değil de sık sık uğradıkları bir evin mutfağında gibiydiler. Bilmese anneleri çok iyi yetiştirmiş diyecekti ama. Yunus, kızlar çok küçükken annelerini kaybettiklerini söylemişti. Demek ki kızların içinde vardı. Babaları da bu işleri biliyordu ya da aile büyükleri mi destek vermişti? Kırk soru kafasında dönmeye başlayınca tüm sorularını bir yana bıraktı. Kızları izlemeye başladı.

Umut ile Onur, çok güzeldi. Birbirlerine ne kadar benziyordu kızlar. Uzun saçlı uzun boylu!  Kendisi de kısa sayılmazdı ama bu kızların boyları 1.75 in üstündeydi kesin. Uğur'u daha önce uzun uzun incelemişti zaten. Düşüncelerini kendine saklamış ama o gün kızları davet etmeyi kafaya koymuştu. Aferin bana, diyerek kızlar ile birlikte mutfaktan çıktı.


Hasan Bey, kızları ile geldiği evin sahipleri ile kısa sürede anlaşmıştı. Aslında tuhaf gelmişti davet. Ama Umut'un çok yakın arkadaşı olan bu delikanlıyı ve ailesini tanımak için fırsat bilmişti bunu. Alihan Bey ile Meliha Hanım, çok kibar çok özenliydi. Gelirken tedirgin olsa da artık rahatlamıştı. Alihan beyin üç oğlu da saygılı gençlerdi. İlk kez bir araya gelen topluluk çekingenliği çabuk atmıştı. Yaşların birbirine yakın olması muhabbeti çabuk koyultmuştu. Kızlar da konuşmalara eşlik ediyordu. En sessiz olanlar Erhan ile Uğur'du. Bir şey sorulursa yanıt veriyorlar ama kendileri konuya girmiyorlardı.

Yarım saat kadar sonra masaya geçen grup, masanın iki ucunda babalar, masanın bir yanında kızlar, bir tarafında erkekler olarak sıralanmıştı. Önce kızlar oturunca Sedat, Onur'un karşısına oturmak için hamle yapmış, Yunus da böylece Umut'un karşısına geçmişti. Erhan ile Uğur karşılıklı oturunca masa tamamlanmıştı. Meliha Hanım ilk yemekleri servis ettikten sonra eşine yakın sandalyeye geçmişti. Yunus masaya oturmadan açtığı müziği arada mırıldanıyordu. Bol sohbetli masada çeşit bolluğu da kızları mest etmişti. Hele ki yaprak sarmayı gördüklerinde hepsinin gözleri büyümüştü.

 En büyüğü bile serçe parmaktan küçük olan sarmalar kızların çok hoşuna gitti. Nasıl teşekkür edeceklerini bilemeyince Meliha Hanım, “Yunus sevdiğinizi söyleyince ben de Ankaralı tarafımı ortaya koyayım dedim. Tadına bakın da sonra fikrinizi söyleyin.” dedi. Umut, Yunus'a baktığında onun da kendisine baktığını gördü. Gülümseyerek teşekkür etti. Bir zamanlar sarma hakkında konuştuğunu anımsıyordu ama onun anımsamasını beklemiyordu.

Uğur, masadan en kolay kalkabilecek noktada oturduğu için servisin sonrasını o halletmişti. Erhan, o kalkıp oturdukça hareketlerini izliyordu. Uğur, ilk kez görüştüğü halde Sedat ile de çok çabuk kaynaşmıştı. Ama Erhan ile yine mesafeliydi. Zaten sadece Erhan ile mesafeliydi!

İki saate yakın süren yemek keyifli muhabbetlerle uzamıştı. Beyler rakı içmiş, kızlara şarap servisi yapılmıştı. Meliha Hanım da rakı içmeyi tercih etmişti. Masadaki fazlalıkları toplamaya başlayan Uğur, Erhan'ın “Sen artık otur, çocuklar halleder demesi” ile olduğu yerde kaldı. Cümlesi tuhaf değil miydi? Fazla otoriter sanki!

“Ne demek, ben yaparım. Onlar muhabbet etsin.”

“Uğur, sen artık oturur musun? Yunus, Sedat fazla keyif yapmadınız mı?”

Erhan, öyle bir sesle konuşmuştu ki iki kardeşi de hemen kalkmıştı masadan. Kızlar da kendilerini kalkmak zorunda hissetmişti. Onlar hareketlenince de Erhan devam etmişti. “Siz oturun onların anneme sözü vardı. Sanırım unuttular ben de anımsattım.”

Erkekler masadaki boş tabakları toplayıp mutfağa götürürken söyleniyorlardı. Sözde Erhan'a duyurmuyorlardı ama sesleri çok net duyulacak kadar yüksekti...

“Ya biz niye bu kadar çok kızı çağırdık? Anneme yardım etsinler diye değil mi? Neden biz yapıyoruz yine? Hani bu yılbaşında biz de oturacaktık? Bulaşıkları yıkamayacaktık?  Hani bizim hediyemiz?”  Onlar söylendikçe masadakiler gülmeye başlamıştı. Umut,

“Biz Meliha teyzem ile anlaştık. Biz çalışacakmış gibi yapıp yılbaşı keyfi yapmak için buradayız. Çalışın köleler!” Yunus mutfak kapısından seslendi Umut'un laflarından sonra.

“Umut, buna pişman olma sonra? Cumartesi yemeklerinin sayısı artabilir unutma.”

“Beni yemekle korkutamazsın. Hem bundan sonra siz bize geleceksiniz. O zaman da biz çalışacağız. Böylece ödeşmiş oluruz.”

“Bak bu olur. Fazla uzatmayalım arayı ama üstüne yatmaya kalkma.”

İkisi tatlı tatlı konuşurken masadakiler de gülmeye devam ediyordu. Uğur, kardeşinin rahat konuşmalarının ardında yatanın Yunus'un erkek arkadaş olmamasından kaynaklandığının farkındaydı. Aralarındaki arkadaşlık boyut değiştirse bu rahatlık kalmazdı. Babalarının yanında böyle fütursuzca şakalaşamazlardı. Ama bu halleri de çok tatlıydı. Acaba onların birbirlerine âşık olduğunu sanmakla hata mı ediyordu? Yunus'a dikkat edecekti. Kardeşine bakışlarını yakalamak için biraz çaba harcamasında sakınca yoktu.

Alihan Bey ile Hasan Bey, yemeğin başından beri ara ara muhabbet etse de genelde ortaya atılan konulara katılıyordu. Zaman ilerleyince kendi aralarındaki muhabbet de arttı. İkili, emeklilik üzerine konuşmaya başlamıştı. Evlerin çok uzak olmaması iki erkeğin gündüzleri birlikte bir şeyler yapmalarına vesile olacak gibiydi. Bulmaca merakları da ortak olunca bulamadıkları kelimelerden, yanlış hazırlanan bulmacalara kadar konu konuyu açıyordu. Meliha Hanım araya girip, “Siz kime soruyorsunuz bulamadıklarınızı? Alihan benim başımın etini yiyor. Sırf onun yüzünden bilgisayar kullanmayı öğreneceğim. Böylece soruların yanıtlarını bulurum.”

“Ben de evde kimi bulursam ona soruyorum. En çok Onur'dan yardım alıyorum ama. Diğerleri pek evde olmuyor zaten.”

“Ben oğulların geç gelmesinden şikâyetçiydim ama desene mirim kızlarda artık pek erken eve girmiyor.”

“Uğur, işten geç çıkıyor zaten ama Umut pek seviyor gezmeyi. Gerçi artık içim rahat. Yunus ile gezdiğini biliyordum ama tanımıyorum diye merak ediyordum. Artık gözüm arkada kalmadan kızımı emanet edebileceğim biri var.”

Bu son cümle ile yerine yeni oturmuş Yunus ile Umut birbirine baktı. İkisinin de yüzü gülmüyordu. Onları izleyen Uğur ve Erhan ise neler düşündüklerini çok merak ediyordu.

Yunus çareyi yeniden masadan bir şeyleri mutfağa götürmekte buldu. Umut da kalktı masadan. Tatlıları hazırlayacağım, diyerek Yunus'un ardından mutfağa gitti. O kapıdan girerken Yunus salona dönüyordu. Umut, buzdolabından tatlıları çıkarttı. Yunus bakalım beğenecek miydi?

Tam tabakları hazırlarken mutfağa gelen birinin sesi ile arkasını döndü. Yunus elinde boş bardaklarla gelmişti bu kez. Makineye koyduktan sonra salona dönmek yerine Umut'u izlemeye başladı. Becerikli ellerle ayvaları tabaklara dağıtmasını izledi. Hayatta hayır diyemeyeceği bir tek ayva tatlısı vardı. Annesine, erkeğin kalbine mideden gidiliyorsa bana ayva tatlısı yapmayı bilen bir kız bul, derdi. Annesi de, oğlum bu devirde ayva ile armudu ayırt eden kızı bulursan şükret, derdi. Umut'un da kendisini düşünüp sevdiği tatlıyı alıp gelmesi çok hoşuna gitmişti. Yani o sevdiği için almıştı değil mi? Yoksa yılbaşı tatlısı mıydı ayva? Yok ya annesi normalde kabak tatlısı yapmaz mıydı? Belki de tamamen rastlantıydı. Düşünmekten vazgeçti alt tarafı bir soruluk canı vardı düşündüklerinin.

“Nereden bildin?” Yunus, benim sevdiğimi nereden bildin dememişti!

“Annen söyledi” Umut da neyi nereden bildiğini sormamıştı. İkisi de diğerinin ne dediğini anlıyordu.

“Ama her yerin yaptığını yemem. Nereden aldın?”

“Almadım. Ben yaptım.”

“Sen mi?” Yunus ne diyeceğini bilemedi. Umut mu yapmıştı gerçekten? İyi ama...

“Ne o yapamaz mıyım?”

“Senin yapamayacağın bir şey olduğunu sanmıyorum. Teşekkür ederim.” Aklından geçenleri bir yana bıraktı. Saçmalamaktan vazgeçmesi gerekiyordu. Hasan amca da kızını ona emanet etmişti. Emanete hıyanet olmaz... Olamaz...

“Önce tadına bak. Belki sevmezsin.” Umut, Yunus'un aklından geçenlerden habersiz konuşuyordu.

“Severim.”

Yunus'a baktı. Ne diyeceğini bilemiyordu. En kolayı susmaktı. Tabakları bulduğu tepsiye yerleştirdi. Sığmayan tabakları da Yunus'un eline tutuşturdu.

“Hadi götürelim artık. Bizi bekliyorlar.”


1 yorum: