“İbrahim'den
hiç ses çıkmıyor, oğlum. Mahkemen beş ocakta değil mi?”
“Evet,
baba, beşinde ama zaten bu celsede sonuç alamazmışız. Benim beraat etmem yetmez
ki. Burhan beyin kaybolması ya da kaçması zaten işleri karıştırdı. Soruşturma
daha da derinleştirildi. Onun da tüm hesapları incelenecekmiş. Bu durumda ben
hâkimin yerinde olsam beni de beraat ettirmem.”
“Senin
ne suçun var ki? Bence sen beraat edersin.”
“Benim
suçumun olmadığını biz biliyoruz. Ama şu an kayıp olan ve birbirini iyi tanıyan
iki ortağın da en son görüştüğü kişilerden biri benim. Bu durumda sen hâkim
olsan benim suçsuzluğuma ne kadar inanırsın? İşte o yüzden ben de bu celsede
beraat etmem.”
“Seni
yeniden sorguya çağırırlar mı?”
“Mümkün
tabii. Burhan beyin evraklarından ya da iş bağlantılarından neler çıkacak önce
onları bir görelim, sonrasını az çok çözeriz.”
“İyi,
biz de bekleriz oğlum. Ne yapalım hemen eve mi gidelim? Yoksa biraz gezelim
mi?”
“Baba,
sana zahmet olmazsa biraz büyük kitapçıları gezsek? Nasılsa bir süre daha
evdeyim. Yine maket uçak yapmak istiyorum. Biraz da kafamı dağıtmaya ihtiyacım
var.”
Babası,
arabanın yönünü Kadıköy'e çevirmişti. Yıllardır uğramadığı kitapçıdan içeri
koltuk değnekleri ile girdiğinde, müşterilerin ve tezgâhtarların kendisini
süzmesi biraz canını sıktı. Sonra, tüm bunların ne kadar önemsiz olduğunu
anımsadı ve gülümseyerek kendisine yaklaşan genç delikanlıya maket uçakların
yerini sordu. Alt katta olduğunu, asansör olmadığını öğrenince söylense de
merdivenleri yavaş yavaş inmeye başladı. Yukarıya çıkmak isteyenlerin kendisini
beklediğini görüp hızlanmak istediğinde ise kendi iç sesi yavaşlattı. Düşerse
bir daha düzelemeyebilirdi. Acelesi yoktu. Asansör olmaması kendi kabahati
değildi. Zaten böyle böyle öğrenmiyor muydu, Türkiye de engellilerin ne büyük
sorunlarla baş etmek zorunda kaldığını. Kaldırımlar bile tuzak doluydu. Tekerlekli
sandalyeler için iniş çıkışların olduğu kaldırımların bile üstü ya çukurlarla
doluydu, ya da döşenmiş taşlar yerlerinden çıkıp yeni engeller yaratmıştı.
En
alt basamağa geldiğinde, kendisini bekleyenlerden kibarca özür diledi. Aldığı
yanıt çok hoşuna gitti. Duyarlı insanlar her yerde kendisini belli ediyordu.
“Beyefendi,
ne merdivenlerin darlığı, ne de asansörsüzlük sizin suçunuz değil. Yöneticilere
bu sorunu bizzat ileteceğim. Çözüm bulmalılar. Kendinizi rahat hissedin
lütfen.”
Maket
uçakların olduğu yerde maket gemiler de vardı. Bu kez değişiklik yapacak gemi
maketleri de alacaktı. Üstelik bir iki maket değil tam sekiz maket birden
almıştı. Babasının soran yüzüne, 'vaktim bol' diyerek yanıt vermişti. Annesi de
çok güzel kumaş boyamaları yapardı. Babası hangi marka boyaları kullandığını
biliyordu. Onun için de alışveriş yaptılar.
Maket için gereken küçük aletler ile tutkalları ve boyaları da
tamamlayıp aynı merdivenleri yeniden çıktılar.
Aklındakileri
annesine söylerse yardım alacağından emindi...
*****
Yemek
davetine ne diyeceğini bilemiyordu. Babasına ve kardeşine söylediğinde onlar da
önce yadırgamış ama ardından böyle bir daveti kabul etmemenin ayıp olacağını
düşünerek olur demişti ikisi de. Uğur, katılmak istemediğini ama onların gitmesi
gerektiğini ısrarla yinelemişti. Onur da ablasına hak verince sadece Umut
kalmıştı kararsız... Ne olursa olur diyerek telefonu kaldırdı.
“Merhaba,
Umut. Kaç gündür sesin çıkmıyordu.”
“Yılbaşı
üstü malum işler çok yoğun.” Yalan da değildi. Ama tek neden değildi!
“Anladım.
E söyle bakalım yılbaşında bizim evdeki divanlar mı? Yoksa çılgın bir parti mi?
Ya da seninki ile yine çok lüks bir lokanta da baş başa yemek mi?”
“Benimki
kim?”
“Evleneceğin
adam... Unuttun mu?”
“O
işin olmayacağını söylememiş miydim?”
“Söyledin
ama iki gündür aramayınca adamın sözünü dinleyip bizleri sildiğini sandım.”
“O
adamın sözünü falan dinlemedim. Dedim ya işler çok. Akşamları da geç çıkıyorum
o yüzden. Yılbaşına gelince... Uğur hariç bizler sizinle olmaktan mutluluk duyacağız.
Ama lütfen annene söyle çok bir şeyler yapmasın. Ben de hazırlarım biraz. Ortak
bir masa olur.”
“Söylerim
ama kabul edeceğini sanmam. Zaten üç gün var daha o hazırlıklarını yapar o
zaman kadar.”
“Anladım.
Demek ki ben bunu seninle değil annenle konuşmalıyım. Telefonunu alabilir
miyim?”
“Annemle
mi konuşacaksın?”
“Sakıncası
mı var?”
“Yok,
da şaşırdım ne bileyim. Yaz numarayı.”
Umut,
numarayı not ettikten sonra Yunus'un nasıl olduğunu sordu. Canı telefonu
kapatmak istemiyordu. Özlemişti arkadaşını.
“İyi
sayılırım.”
“Pek
iyi değilsin belli. Ne oldu?”
“Bir
şey olmadı. Yorgunum sadece. İşler çok.”
“Anladım.
Hadi görüşürüz. Ben anneni bir arayayım. Senin istediğin özel bir şey var mı?
Yılbaşında yemekten hoşlanacağın bir şey?”
“Sen
gel yeter. Çok sağ ol.”
Yunus
telefonu nasıl kapattığını bilemiyordu. Umut ile ilgili düşüncelerinde ne çok
şey değişmişti. Yıllardır arkadaştı ikili. Ama sanki içinde uyananlar
farklıydı. Sesini duymak bile kendisini çok mutlu etmişti. Hem o herifin
tamamen hayatından çıktığından da emin olmuştu. Bu haberin kendisini bu kadar
mutlu etmesi normal değildi. Umut çok daha iyilerini hak ediyordu. Ama bir
başka erkeğin Umut'un hayatında olmasını istemiyordu ki. Umut'u kıskanıyor
muydu?
Evet...
Kıskanıyordu.
“Allah'ım,
ben ne diyorum? Umut'u kıskanıyorum!”
*****
“Meliha
Hamın?”
“Buyurun?”
“Ben,
Umut Cesur! Yunus'un arkadaşı.”
“O
merhaba Umut kızım. Nasılsın?”
“Çok
teşekkür ederim, iyiyim. Siz nasılsınız?”
“Ben
de iyiyim. Hayır olsun? Gelmiyoruz demeyeceksin inşallah?”
“Çok
naziksiniz, rahatsızlık vermeyelim dedim ama Yunus, rahatsızlık olmayacağını,
aksine evde kutlamayı tercih ettiğinizi söyleyince bizler de sizlerle birlikte
olmanın keyfini sürmek istedik.”
“Bak
işte buna çok sevindim. Bu yıl çok daha güzel geçecek desene gecemiz.”
“İnşallah.
Ama benim bir ricam olacak.”
“Söyle
kızım.”
“Bizler
de bir şeyler yapıp gelelim. Ben aksi halde çok rahatsız olurum. “
“Olur,
mu öyle şey? Ben her şeyi yavaş yavaş hazırlarım. Ne kendimi yorarım, ne de
sizlerin yorulmasını isterim. Sizler gelin yeter. Düşünmen bile ne büyük
incelik.”
“Yunus
kabul etmeyeceğinizi söyledi ama ben de, elim boş gelmeyi kabul etmiyorum. O
zaman tatlıyı ben yapayım. Yunus ne sever? Tabii değişik tatlı sevenler varsa
onlara da yaparım.”
“Yunus
senin çok tatlı olduğunu söylemişti ama inat olduğunu söylememişti. Tamam, o
zaman Yunus ayva tatlısını çok sever. Bilir misin?”
“Bilirim
ve güzel de yaparım.”
“Eh
o zaman sorun halloldu. Bekliyorum kızım.”
“Meliha
Hanım, yineliyorum, lütfen kendinizi yormayın. Aklınıza gelen bir şey olursa
bana söylemekten de sakın çekinmeyin. Seve seve yaparım.”
Telefonlar
kapandığında iki kadının da düşünceleri birbirinde kalmıştı. Umut, 'Ne güzel
kızım diyor!' derken, Meliha Hanım 'Böylesi kalmış mı?' diye düşünüyordu.
*****
İbrahim
yeni izler bulmuştu. Zeycan'ın belleğe yükleyip getirdiği dosyalarda iş yapılan
kişilerin adres ve telefonları vardı. Onların üstünden iz sürmek uzun ve
zahmetli bir işti. Çünkü çoğu bilgi hala kâğıt üstündeydi. O yüzden de
işlemleri takip etmek güçleşiyordu.
Mahkemeye
bir haftadan az kalmıştı. Ama bu celseden umudunu zaten çoktan yitirmişti.
Evrakları inceledikçe yeni bilgilere ulaşıyor, bu kez daha büyük bir olayın
sadece su üstündeki kısmı ile uğraştığı hissine kapılıyordu. Tüm bu iş yapılan
kişilerin hesaplarının incelenmesi için mahkeme kararına ihtiyaç vardı. Ama onu
çıkartmak da Zeycan'ı ele vermek demekti. Zeycan, büroya gidip, sanki oyun
oynuyormuş gibi bilgisayara girip, belli etmeden tüm dosyayı kopyalayıp, vermişti
kendisine.
Yeni
edindiği isimlerin geçmişlerini araştırmak çok daha kolay olacaktı. Belki
böylece geçmişi karanlık birilerini bulur ve yeni izin peşinden gidebilirdi.
Zeycan
ile buluşmak ve getirdiği dosyadan öğrendiklerini paylaşmak istiyordu. Ama
yapamayacağını biliyordu. Sadece telefon açmak bile iyi gelebilirdi. Ne kadar
güzel gözleri vardı. Ama aralarında ciddi yaş farkı vardı. Üstelik genç kızın
kendisi ile hiç ilgilenmediği belliydi. Arada bir Erhan'dan bahsederken
gözlerindeki sevgiyi yakalıyordu. Fazla kapılmaya gerek yoktu. Hem zaten
ağabeyinin suçunu ispatlarsa, aralarında bir şeyler olma ihtimali de yoktu. En
iyisi işi çabuk bitirmek için Ankara'daki arkadaşlarından yardım istemek ve
Antep dosyasını kapatmaktı. Yanındaki telefonlardan birini kutusundan çıkarttı.
Parçaları birleştirdi, sim kartı taktı ve özel bir numarayı tuşladı.
Geç
saatte olsa, karşı taraf dinç bir sesle yanıt verdi.
“Tekin,
ben Lütfü! Nasılsın?”
“İyiyim
Lütfü, sen nasılsın?”
“Çok
iyiyim. Bizim kızın dişleri çıkıyor. Gece uykusu nedir unuttum. Sen de gece
kuşu olunca hatırını sorayım dedim.”
“Büyümüştür
senin kız da.”
“Ellerinden
öper. Sen de evlen de anla çocuğun
kıymetini. Ya ne diyeceğim sana, hani bizim eskiden top oynadığımız bir saha
vardı. Onun karşısında oturan bir aile vardı. Neydi çocuğun adı? Bizden bir iki
yaş büyüktü, Ersoy mu, Ercan mı? Neyse işte geçen gün onları yolda gördüm, kız
kardeşi çok serpilmiş. Uğrasana o mahalleye. Bir bak kıza.”
“Ya
ağabey bırak Allah aşkına, sen başını yaktın benim de yanmamı bekleme. Ercan'ı
diyorsun. Onun kız kardeşi kaç yaşındadır daha?”
“Ya
sen bir git gör kızı. Bak bana dua edersin.”
“Tamam
ya deli adam! Bir ara uğrarım. Yengeme
selam söyle.”
İbrahim,
telefonu kapattığında Fuat'ın araştırmaya başlayacağını biliyordu. Posta
kutusuna yollayacağı bilgileri alır, en kısa sürede de araştırmasını
tamamlardı. Aralarındaki konuşmalardan neyi ne anlamaları gerektiğini bilirdi
ikisi de. Telefonların dinlenme ihtimaline karşılık tedbirdi. Zaten seslerinden
tanırdı ikisi de birbirini. Ne isim verdiklerinin önemi yoktu. İbrahim,
konuştuğu kartı çıkarttıktan sonra imha etti. O nereden ararsa arasın Fuat'a
ulaşabilirdi. Fuat ise ona normal yollardan ulaşırdı. İbrahim o zaman nerelere
bakması gerektiğini bilirdi.
Yeniden
dosyalara dönüp atladığı bir şey olup olmadığına baktı. Yoktu. Artık uyuması
gerekiyordu. Yarın yine yoğun bir gün olacaktı.
*****
Zeycan,
İbrahim'den bahsettiği bir mail atmıştı Erhan'a. Dava ile ilgilendiğini,
ağabeyi ve yengesini de temize çıkartacağını umduğunu yazıyordu.
Erhan,
Zeycan'ın İbrahim'den övgü ile söz etmesinden mutluydu. İçi çok rahattı. Hemen
olmasa da kısa süre sonra tamamen temize çıkacaktı.
Ama
Zeycan'ın ulu orta mail atması doğru değildi. Bunu ona nasıl anlatacaktı? En
iyisi başkasının anlatmasıydı.
Yunus
ya da Sedat ile konuşsa onlardan biri söylese daha iyi olacaktı.
Acaba
yılbaşından sonra Uğur'u uçak için ikna edebilir miydi? Ne kadar inattı. Ama
annesi söylemişti Umut da inatmış. Demek ki kardeşler birbirine çok benziyordu.
Yemeğe gelseydi belki de ikna etmesi daha kolay olurdu. Ama gelmeyecekmiş.
Kendi bilir. Evde tek başına otursun hanımefendi, diye söylendi.
*****
Yılbaşı
günü gelip çatmıştı. İki evde de keyifli bir telaş vardı. Onur ve Umut
hazırlanırken Uğur, gelmeyeceğim dediğine pişman olmuştu. Yunus çok tatlı
biriydi. Umut'un telefonda tanıştığı annesini kendisi zaten tanımıştı. Karı
koca onlar da çok tatlı insanlardı. Ama kendi üzüntüsünü bastıramayacağı bir
ortamda onları da üzmek istemiyordu. Tek nedeni oydu. Ama gitse sanki onun da
günü neşelenecekti.
“Abla,
fırına bakar mısın? Ayvalar olmuş mu?”
“Olmuş,
az önce kapattım fırını. Benim yaptığım salataları da unutma. Bana bakın sakın
çok içmeyin. Kadın demesin benim çocuklarım böyle kızlarla mı arkadaş diye.”
“Orada
durup ahkâm keseceğine gel de dizginle bizi. Valla bu gece yılbaşı, içerim.
Onur'a da içiririm.”
“Umut,
saçmalama, Onur içmez zaten.”
“Neden
içmeyecekmişim? Yirmi üç yaşındayım abla. On beş değil. Umut, nasılsa babamız
yanımızda, içelim güzelleşelim değil mi ama?”
“Oley
be... İşte bu. Ya gelirsin, ya da babam bizi küfede getirir.”
“Ya
kızlar saçmalamayın babamı rezil mi edeceksiniz?” Kardeşlerinin neden öyle
konuştuğunu anlamış ama sanki istemiyormuş gibi konuşmaya da devam etmişti. Ama
kararlılığının çoktan yıkıldığının farkındaydı.
“Gelmezsen
olacak olan o. Sen bilirsin?”
“Ay
sizinle uğraşamayacağım. Tamam, ben de geliyorum. Ama ortamı bozarsam bana
kızmak yok.”
“Bozamazsın.
Ay çok güzel olacak.”
*****
“Anne,
dünya kadar yemek yaptın. Yeter artık otur. Geri kalanını kızlar halleder.”
“Yunus,
ne demek o kızlar yapar. Onlar misafir. Siz yaparsınız.”
“Olur,
bir adımız kılıbığa çıkmamıştı.”
“Baban,
kılıbık mı? Her zaman yardım ediyor. Erhan kılıbık mı? Benden güzel sofra
kurar. Hem siz de yapıyorsunuz bu işleri. Ne demek şimdi kızlar yapsın.
Karizmanız mı çizilir?”
“Tamam
anne, sustum. Tüm işleri ben yaparım. Ne karizmam çizilecek. Onlar
arkadaşlarım. Ama ben Umut'u tanıyorsam bana iş yaptırmayacaktır.”
“Ben
kızları çalıştırmak için çağırmadım. Sen Sedat ile çalışırsın. Biz de masa
keyfi yaparız. Bana bak o kızlar sigara içiyor mu? İçeride içirtmem bilmiş
olun.”
“Galiba
hiç biri içmiyor. Zaten babalarının yanında sigara içebileceklerini sanmam.”
“Onur
içmiyor, Umut da içmiyor. Uğur'u bilmiyorum.” Sedat lafa karışıp açıkladı.
“Uğur
da içmiyor ama o gelmeyecek zaten.” diyen Erhan'a döndü tüm kafalar. Erhan
neden baktıklarını anlamamıştı.
“Uğur
Hanım ne zaman Uğur oldu?”
“Gıyabında
da Hanım mı demem lazım. Konuşurken hala Hanım merak etme.”
“Anlaşıldı.
Siz hala limonisiniz. Neyse seni tedavi etsin de kedi köpek gibi didişseniz de
umurum değil.”
“Hadi
bakalım, masayı kuralım. Siz de giyinin artık.”
*****
Akşam
saat yedi gibi zil çaldığında herkes hazırdı. Erhan bile kumaş pantolon ile
beyaz bir gömlek giymişti. Kız kardeşlere sağlıklı bir imaj çizerse belki uçuş
izni için Uğur'u kandırırdı, kim bilir?
Kapıyı
Yunus açtı. En önde Onur vardı. Umut hemen arkasındaydı. Onun arkasından Uğur ve babası girdi.
Erhan
Uğur'u gördüğüne şaşırmıştı. Kesin kararlıydı gelmemeye. Ne olmuş da fikri
değişmişti? Sevinmemiş miydi geldiğine? Sevinmişti! Onun evde tek başına
kalacağını düşünüp üzülüyordu. Her ne kadar anlaşamasalar da kimsenin yılbaşını
tek başına geçirmesini istemezdi.
Babaları
da girince kapı kapanmıştı. Yunus tanıştırma görevini üstlenip kapı ağzında bir
sürü formaliteyi tamamlamıştı. Kızlar ellerindeki tabaklarla mutfağın yolunu
sorunca Meliha Hanım öne düşmüştü.
Kadın,
Yunus'un haklı olduğunu anladı. Kızlar hemen tabakları tezgâha koyup üstlerini
açıp servise hazır hale getirdi. Ablaları da başka ne yapılacağını soruyordu.
Sanki ilk kez geldikleri ev değil de sık sık uğradıkları bir evin mutfağında
gibiydiler. Bilmese anneleri çok iyi yetiştirmiş diyecekti ama. Yunus, kızlar
çok küçükken annelerini kaybettiklerini söylemişti. Demek ki kızların içinde
vardı. Babaları da bu işleri biliyordu ya da aile büyükleri mi destek vermişti?
Kırk soru kafasında dönmeye başlayınca tüm sorularını bir yana bıraktı. Kızları
izlemeye başladı.
Umut
ile Onur, çok güzeldi. Birbirlerine ne kadar benziyordu kızlar. Uzun saçlı uzun
boylu! Kendisi de kısa sayılmazdı ama bu
kızların boyları 1.75 in üstündeydi kesin. Uğur'u daha önce uzun uzun
incelemişti zaten. Düşüncelerini kendine saklamış ama o gün kızları davet
etmeyi kafaya koymuştu. Aferin bana, diyerek kızlar ile birlikte mutfaktan
çıktı.
Hasan
Bey, kızları ile geldiği evin sahipleri ile kısa sürede anlaşmıştı. Aslında
tuhaf gelmişti davet. Ama Umut'un çok yakın arkadaşı olan bu delikanlıyı ve
ailesini tanımak için fırsat bilmişti bunu. Alihan Bey ile Meliha Hanım, çok
kibar çok özenliydi. Gelirken tedirgin olsa da artık rahatlamıştı. Alihan beyin
üç oğlu da saygılı gençlerdi. İlk kez bir araya gelen topluluk çekingenliği
çabuk atmıştı. Yaşların birbirine yakın olması muhabbeti çabuk koyultmuştu.
Kızlar da konuşmalara eşlik ediyordu. En sessiz olanlar Erhan ile Uğur'du. Bir
şey sorulursa yanıt veriyorlar ama kendileri konuya girmiyorlardı.
Yarım
saat kadar sonra masaya geçen grup, masanın iki ucunda babalar, masanın bir
yanında kızlar, bir tarafında erkekler olarak sıralanmıştı. Önce kızlar
oturunca Sedat, Onur'un karşısına oturmak için hamle yapmış, Yunus da böylece
Umut'un karşısına geçmişti. Erhan ile Uğur karşılıklı oturunca masa
tamamlanmıştı. Meliha Hanım ilk yemekleri servis ettikten sonra eşine yakın
sandalyeye geçmişti. Yunus masaya oturmadan açtığı müziği arada mırıldanıyordu.
Bol sohbetli masada çeşit bolluğu da kızları mest etmişti. Hele ki yaprak
sarmayı gördüklerinde hepsinin gözleri büyümüştü.
En büyüğü bile serçe parmaktan küçük olan
sarmalar kızların çok hoşuna gitti. Nasıl teşekkür edeceklerini bilemeyince
Meliha Hanım, “Yunus sevdiğinizi söyleyince ben de Ankaralı tarafımı ortaya
koyayım dedim. Tadına bakın da sonra fikrinizi söyleyin.” dedi. Umut, Yunus'a
baktığında onun da kendisine baktığını gördü. Gülümseyerek teşekkür etti. Bir
zamanlar sarma hakkında konuştuğunu anımsıyordu ama onun anımsamasını
beklemiyordu.
Uğur,
masadan en kolay kalkabilecek noktada oturduğu için servisin sonrasını o
halletmişti. Erhan, o kalkıp oturdukça hareketlerini izliyordu. Uğur, ilk kez
görüştüğü halde Sedat ile de çok çabuk kaynaşmıştı. Ama Erhan ile yine
mesafeliydi. Zaten sadece Erhan ile mesafeliydi!
İki
saate yakın süren yemek keyifli muhabbetlerle uzamıştı. Beyler rakı içmiş,
kızlara şarap servisi yapılmıştı. Meliha Hanım da rakı içmeyi tercih etmişti.
Masadaki fazlalıkları toplamaya başlayan Uğur, Erhan'ın “Sen artık otur,
çocuklar halleder demesi” ile olduğu yerde kaldı. Cümlesi tuhaf değil miydi?
Fazla otoriter sanki!
“Ne
demek, ben yaparım. Onlar muhabbet etsin.”
“Uğur,
sen artık oturur musun? Yunus, Sedat fazla keyif yapmadınız mı?”
Erhan,
öyle bir sesle konuşmuştu ki iki kardeşi de hemen kalkmıştı masadan. Kızlar da
kendilerini kalkmak zorunda hissetmişti. Onlar hareketlenince de Erhan devam
etmişti. “Siz oturun onların anneme sözü vardı. Sanırım unuttular ben de
anımsattım.”
Erkekler
masadaki boş tabakları toplayıp mutfağa götürürken söyleniyorlardı. Sözde
Erhan'a duyurmuyorlardı ama sesleri çok net duyulacak kadar yüksekti...
“Ya
biz niye bu kadar çok kızı çağırdık? Anneme yardım etsinler diye değil mi?
Neden biz yapıyoruz yine? Hani bu yılbaşında biz de oturacaktık? Bulaşıkları
yıkamayacaktık? Hani bizim
hediyemiz?” Onlar söylendikçe
masadakiler gülmeye başlamıştı. Umut,
“Biz
Meliha teyzem ile anlaştık. Biz çalışacakmış gibi yapıp yılbaşı keyfi yapmak
için buradayız. Çalışın köleler!” Yunus mutfak kapısından seslendi Umut'un
laflarından sonra.
“Umut,
buna pişman olma sonra? Cumartesi yemeklerinin sayısı artabilir unutma.”
“Beni
yemekle korkutamazsın. Hem bundan sonra siz bize geleceksiniz. O zaman da biz
çalışacağız. Böylece ödeşmiş oluruz.”
“Bak
bu olur. Fazla uzatmayalım arayı ama üstüne yatmaya kalkma.”
İkisi
tatlı tatlı konuşurken masadakiler de gülmeye devam ediyordu. Uğur, kardeşinin
rahat konuşmalarının ardında yatanın Yunus'un erkek arkadaş olmamasından
kaynaklandığının farkındaydı. Aralarındaki arkadaşlık boyut değiştirse bu
rahatlık kalmazdı. Babalarının yanında böyle fütursuzca şakalaşamazlardı. Ama
bu halleri de çok tatlıydı. Acaba onların birbirlerine âşık olduğunu sanmakla
hata mı ediyordu? Yunus'a dikkat edecekti. Kardeşine bakışlarını yakalamak için
biraz çaba harcamasında sakınca yoktu.
Alihan
Bey ile Hasan Bey, yemeğin başından beri ara ara muhabbet etse de genelde
ortaya atılan konulara katılıyordu. Zaman ilerleyince kendi aralarındaki
muhabbet de arttı. İkili, emeklilik üzerine konuşmaya başlamıştı. Evlerin çok
uzak olmaması iki erkeğin gündüzleri birlikte bir şeyler yapmalarına vesile
olacak gibiydi. Bulmaca merakları da ortak olunca bulamadıkları kelimelerden,
yanlış hazırlanan bulmacalara kadar konu konuyu açıyordu. Meliha Hanım araya
girip, “Siz kime soruyorsunuz bulamadıklarınızı? Alihan benim başımın etini
yiyor. Sırf onun yüzünden bilgisayar kullanmayı öğreneceğim. Böylece soruların
yanıtlarını bulurum.”
“Ben
de evde kimi bulursam ona soruyorum. En çok Onur'dan yardım alıyorum ama.
Diğerleri pek evde olmuyor zaten.”
“Ben
oğulların geç gelmesinden şikâyetçiydim ama desene mirim kızlarda artık pek
erken eve girmiyor.”
“Uğur,
işten geç çıkıyor zaten ama Umut pek seviyor gezmeyi. Gerçi artık içim rahat.
Yunus ile gezdiğini biliyordum ama tanımıyorum diye merak ediyordum. Artık
gözüm arkada kalmadan kızımı emanet edebileceğim biri var.”
Bu
son cümle ile yerine yeni oturmuş Yunus ile Umut birbirine baktı. İkisinin de
yüzü gülmüyordu. Onları izleyen Uğur ve Erhan ise neler düşündüklerini çok
merak ediyordu.
Yunus
çareyi yeniden masadan bir şeyleri mutfağa götürmekte buldu. Umut da kalktı
masadan. Tatlıları hazırlayacağım, diyerek Yunus'un ardından mutfağa gitti. O
kapıdan girerken Yunus salona dönüyordu. Umut, buzdolabından tatlıları
çıkarttı. Yunus bakalım beğenecek miydi?
Tam
tabakları hazırlarken mutfağa gelen birinin sesi ile arkasını döndü. Yunus
elinde boş bardaklarla gelmişti bu kez. Makineye koyduktan sonra salona dönmek
yerine Umut'u izlemeye başladı. Becerikli ellerle ayvaları tabaklara
dağıtmasını izledi. Hayatta hayır diyemeyeceği bir tek ayva tatlısı vardı.
Annesine, erkeğin kalbine mideden gidiliyorsa bana ayva tatlısı yapmayı bilen
bir kız bul, derdi. Annesi de, oğlum bu devirde ayva ile armudu ayırt eden kızı
bulursan şükret, derdi. Umut'un da kendisini düşünüp sevdiği tatlıyı alıp
gelmesi çok hoşuna gitmişti. Yani o sevdiği için almıştı değil mi? Yoksa
yılbaşı tatlısı mıydı ayva? Yok ya annesi normalde kabak tatlısı yapmaz mıydı?
Belki de tamamen rastlantıydı. Düşünmekten vazgeçti alt tarafı bir soruluk canı
vardı düşündüklerinin.
“Nereden
bildin?” Yunus, benim sevdiğimi nereden bildin dememişti!
“Annen
söyledi” Umut da neyi nereden bildiğini sormamıştı. İkisi de diğerinin ne
dediğini anlıyordu.
“Ama
her yerin yaptığını yemem. Nereden aldın?”
“Almadım.
Ben yaptım.”
“Sen
mi?” Yunus ne diyeceğini bilemedi. Umut mu yapmıştı gerçekten? İyi ama...
“Ne
o yapamaz mıyım?”
“Senin
yapamayacağın bir şey olduğunu sanmıyorum. Teşekkür ederim.” Aklından geçenleri
bir yana bıraktı. Saçmalamaktan vazgeçmesi gerekiyordu. Hasan amca da kızını
ona emanet etmişti. Emanete hıyanet olmaz... Olamaz...
“Önce
tadına bak. Belki sevmezsin.” Umut, Yunus'un aklından geçenlerden habersiz
konuşuyordu.
“Severim.”
Yunus'a
baktı. Ne diyeceğini bilemiyordu. En kolayı susmaktı. Tabakları bulduğu tepsiye
yerleştirdi. Sığmayan tabakları da Yunus'un eline tutuşturdu.
“Hadi
götürelim artık. Bizi bekliyorlar.”
Ahahha erkekler ve kızlar keyifle devamediyor :))))
YanıtlaSil