14 Haziran 2015 Pazar

Ben Kim Miyim? Boş Ver!







                              

                                                               08.03/2010

Sevdiğim,


Sen, kışlana teslim olalı on gün oldu.

Bu on günde neler değişti diye merak etme. Ne sana olan sevgim, ne de bıraktığın İstanbul değişmedi.

Ben kim miyim?

Boş ver… 



*****






Ege, elindeki mektuba şaşkınlıkla baktı. Kim kendisine böyle bir mektup yazmış olabilirdi? Ayşe Yılmaz? Tanımıyordu...

Kesinlikle yanlış bir Ege’ye verilmişti bu mektup. Yine de okudukları ile yüzüne bir gülümseme yayıldı.

Annesinden de mektup gelmişti. Önce onu okumuş, sonra hiç tanımadığı bir isimle yazılmış mektubunu açmıştı. O isimde tanıdığı kimse yoktu. Üstelik yazan da zaten tanınmayacağını bilerek yazmıştı içindeki notu… “Boş ver” demişti…

Boş verecekti.




*****




Sevdiğim,                                                                  18.03/2010

Her gün yazmayı çok istiyorum. Fakat kendimi zorluyor ve on günde bir yazıyorum. Bu on günü ise sana neler yazacağımı düşünerek geçiriyorum. Sonra hepsini bir kenara bırakıyorum. O an aklıma gelenleri yazıyorum…

Bu hafta güzel bir film vizyona girdi. Senin sevdiğin tarzda. Tarihi filmleri sevdiğini söylemiştin. Sırf senin için izledim. Hayalimde yanımdaydın. O perdeye hep seninle baktım. Çok da keyif aldım…

Seni seviyorum…

Ben kim miyim?

Boş ver… 




*****




Ege, ilk mektuptan sonra kışlada başka Ege Tufan olup olmadığını araştırmıştı. Başkasına ait mektubu okumak hoş olmayacağı için gerçek sahibini bulmak istemişti.

İkinci mektup eline tutuşturulduğunda bu kez daha büyük bir merakla açtı. Yine kısa bir mektuptu.

Uzun ağdalı cümleler kullanmıyor, sanki sadece not iletiyordu. Hızla okudu yazılanları. On gün de bir mi yazacaktı? Neden o kadar uzun aralıklarla? Madem askerin mektup istediğini biliyordu, madem kendisini seviyordu sık yazsa ne olurdu?

Sonra gülmeye başladı. Tanımadığı, tahmin bile yürütemediği biri iki kez mektup yazdı diye bu kadar keyiflenmek, uzun aralarla yazacak diye kızmak da bir kendisin yapacağı iş olmalıydı.

Kimdi bu kız?

Tarihi film izlediği eski sevgilisi var mıydı? Hala unutamamış eski bir aşksa işim olmaz, dedi. Zaten yürüyecek bir ilişki o zaman da yürüdü. Başı çatlayana kadar düşündü. Sadece iki kişi ile sevdiği filme gittiğini anımsayınca ilgisini o iki kıza yöneltti.

Hangisiydi?

Şule idi biri… Şule’yi düşündü bir süre. Sonra anımsadı. Evlenmişti Şule. Boşanmış ve yeniden kendisinin peşine düşmüş olabilir miydi?

Diğeri kimdi?

Duygu? Evet Duygu’ydu. 

Yok Duygu değildi. Duygu’dan sonra çıktığı kızdı. Kimdi o?

Anımsayamayınca mektubu katlayıp cebine koydu.

Sonra atardı. Tanımadığı kızdan gelen mektubu saklayacak değildi ya. İlkini de atardı. Sahibi kendisiydi nasılsa.

Yüzündeki tuhaf gülümsemenin farkında olmadan çıktı yedek subay gazinosundan. Kapının dışında karşılaştığı Sarp ile selamlaştı. O da İstanbul’dandı. İlk günden beri yakındılar.

“Ne sırıtıyorsun?”

“Geçen gün gelen mektup vardı ya.”

“Sahibini aradığın mektup mu?”

“Benmişim sahibi. Bugün yenisi geldi. Tarihi filmleri sevdiğimi bilen biri bu.”

“Anladın mı kim olduğunu?”

“Yok ama liste bir anda kısaldı.”

“Sana kim dedi o kadar kızla çık diye? Şimdi böyle düşün dur.”

“Aman ne düşüneceğim. Yine mektubun sonuna “Boş ver” diye yazmış.”

“Boş ver sende”




***** 




Sevdiğim,                                                    28.03/2010

Bu haftayı hasta geçirdim. Annem tavuk suyuna bol limonlu şehriye çorbası yapınca yine sen düştün aklıma. Hoş hiç aklımdan çıkmıyorsun. Seni de annen bu çorbayla iyileştirirmiş, bir ara anlatmıştın.

Neden yedek subay olmak istediğini anlamıyorum. Er olsaydın en azından altı ay sonra dönmüş olacaktın ve bir ayı bitmiş olacaktı. Gerçi bu bir tercih ama benim tercihim sorulsaydı yanımda olmanı isterdim. 

Bu hafta nihayet erikler çiçek açtı, bahar geliyor. Orası hala çok soğukmuş. Haberlerde izliyorum. Sen dikkat et de hasta olma. Zaten özlüyor ve üzülüyorum. Bir de hasta olduğunu düşünmek istemiyorum. Seni seviyorum…

Ben kim miyim?

Boş ver…





*****





Hasta mı olmuş? Ege, mektuba bakarken içinde uyanan sızıya anlam veremedi. Tanımadığı birisi için üzülmüştü.

On gündür mektup bekliyordu. Evet bekliyordu artık bu mektupları. Hem bu gizli aşkı söz vermişti on günde bir yazacaktı. O da keyifle okuyacaktı.

Ama keyfi kaçmıştı ilk satırı okuduğunda. Sonra sevindi. Annesi iyileştirmişti kızını. Tıpkı kendi annesi gibi. Annesinin tavuk suyuna çorbasını anımsadı. Burnunda tüttü yine ailesi. Akşamları konuşsalar da aynı yerde olmak gibi değildi. Çoğu geceyi dışarıda geçirse de eve gittiğinde yemeğinin hazır olduğunu, çamaşırlarının yıkanmış olduğunu bilirdi. Bazen günlerce göremezdi annesi ile babasını. İkisi de hala çalışıyordu çünkü.

Küçük bir çiçekçi işletiyorlardı. Babası emekli olduktan sonra açmıştı dükkanı. Hep hayalim derdi. Annesi de destek olunca güzel iş yapmaya başlamışlardı. Dükkanın kokusunun bir an burnuna geldiğini hissetti.

Sonra bakışlarını yine mektuba çevirdi. Neden yedek subay olduğunu merak etmiş. Aslında kendisi de ilk önce kısa dönem yapmak istemişti ama sonra kararını değiştirmiş ve yedek subay olarak gelmişti. Dönünce işi hazırdı nasılsa. Şirket askerlik sonrası yine aynı işine başlayacağına dair sözleşme imzalatmış, böylece yerine kalıcı kimseyi almadan devam edeceklerini söylemişti.
Bahar geliyormuş İstanbul’a, dedi. Erikler açmış. Her gün apartmanın bahçesindeki ağaçları görür ama dikkat etmezdi. Oysa şimdi oradaki ağaçların hepsini tek tek anımsıyordu. Erik ağacı çiçek açmıştı demek ki…

Bir an durdu. Bu kız bizim evi bilen biri mi? Komşumuz mu?

Kim olabilir?

Aklından mahalledeki genç kızları geçirdi. Hepsini anımsayamasa da aklına gelenlerin hangisinin bu mektubu yazdığını bulamayacağından emindi. Hiç mahalleden bir kızla çıkmamıştı.

Sonra yazılanları bir kez daha okudu. Erikler çiçek açtı diyordu. “Sizin erik ağacı” demiyordu ki… Nereden çıkartmıştı bahçedeki eriklerden bahsettiğini?

Ege, tam kaldıracakken mektubu bir anda elinden çekilip alındı. Sarp, merakla okuyordu.

“Versene oğlum mektubumu.”

“Dur bakalım yeni ipucu var mı?”

“Yok uç muç. Ver mektubumu.”

“Ege? Bu ne hal? Sen bu mektubu yazanın kim olduğunu anladın değil mi?”

“Hayır, Sarp. Keşke anlasam ama kim olduğuna dair tek bir ipucu yok.”

“Çok düzenli biri. Söz verdiği gibi on günde bir yazıyor. Sana küçük bilgiler veriyor. Aslında seni özlüyor belli ama çok da duygularını açık yazamıyor.”

“EEE”

“Kim var böyle etrafında?”

“Bilmiyorum.”






*****





Sevdiğim,                                                              7.04/2010

Yemin töreninde çakı gibiydin. Gerçi önce o kadar tek tip giyimlinin arasında seni göremeyeceğimi sandım ama yanılmışım. Hemen fark ettim. Elbette annenin ve babanın sarılması da emin olmamı sağladı.

Birilerini arıyordu gözlerin. Kötü düşünmek istemiyorum ama sevdiğini mi aradın? Gelmedi mi?

O kaybeder.

Ben kazanır mıyım? Sanmıyorum. Beni hiç fark etmedin çünkü…

Seni görmek bana hiç yaramadı. O günden beri ağlıyorum. O kadar özledim ki… Keşke kokunu duyacağım bir şeylerin olsaydı elimde. O zaman kalan aylara dayanmam kolaylaşırdı.


Seni seviyorum…

Ben kim miyim?

Boş ver…





***** 





Gelmiş…

Yemin törenine gelmiş.

Ege, deliye dönmüştü. Kimdi bu? Nasıl bu kadar gizemli kalmayı başarabiliyordu? Üstelik yemin törenine gelecek kadar da kendisi hakkında bilgiye sahipti. Annesine soracaktı. Kimlere bahsetmişti?

Üstelik dağıtım yerini de biliyormuş ki, yeni mektup, yeni yerine gelmişti. Ege artık mektup almayacağından korkuyordu ama yanılmıştı. Gizemli Ayşe’si yine ulaşmıştı kendisine.

Asker mektupları okunuyordu ama o zaten okunmasında sakınca olan tek satır yazmıyordu. Her bilgiye sahipti kendi hakkında. İyi ama kimdi bu?

Artık iyice merak eder olmuştu. Mektupları beklerken heyecanlandığını saklayamıyordu.

Aynı yere düşen Sarp, artık açık açık dalga geçiyordu.

Bu arada eski kız arkadaşından da bir mektup almıştı. Üç ay kadar çıktığı kızın mektubunu okurken hiçbir şey hissetmediğini anlamak tuhaf gelmişti. O zamanlar “Askerdeyken özlerim ben bu kızı” dediği, ama askere gelmeden bir ay kadar önce ayrıldığı kızı düşünmemişti bile. Oysa o mektupları yazanı ölesiye merak ediyordu.

Yeni haber gelene kadar on gün vardı. Şafak sayar gibi gün sayıyordu ama geçmek bilmiyordu günler…




*****





On gün geçmiş, mektubunu almak için bekler olmuştu. Ama yoktu mektup. Dağıtımı yapan askere iki kez sormuştu. Ya yanlışlıkla başkasına verdiyse? Ama asker emindi, yoktu mektup.

İlk kez bu kadar büyük hayal kırıklığı yaşıyordu. Ailesinden gelen mektupların düzeni yoktu. Annesi bazen haftada iki tane yolluyor bazen iki hafta yazmıyordu. Nasılsa sık sık telefonla konuştukları için gelmeyen mektubu önemsemiyordu. Ama Ayşe’si yapmıyordu bunu. O aksatmıyordu. Bir şey mi olmuştu?

Kafayı sıyıracaktı. Kime ne soracaktı ki? Kimdi bu kız? Kimse bilmiyordu. Annesine yemin törenini sormuş, neredeyse tüm komşulara söylediğini öğrenmişti. Ama 'kimin kızı da biliyor?' diyememişti. Bu kez annesi düğün hazırlıklarına başlayabilirdi.

Yemin törenine gelecek kadar cesur kızın “Artık yazmayacağım” demesi de gerekirdi. Belki de artık hayatına daha çok sevdiği biri girmişti.

Ege, Sarp’ın şakalarına kurban olacağını bile bile “Neden yazmadı? Ne oldu? Vaz mı geçti?” deyip duruyordu.

“Bak Ege, sen bu işi fazla ciddiye aldın. Bu kız hakkında hiç bilgin yok. Yaşı ne, tipi nasıl, sen beğenecek misin? Bunların hiç birini bilmezken nasıl bu kadar kapıldın? Alt tarafı iki satır not yazıyor. Ne büyük bir aşktan bahsediyor, ne de saatlerce özlemini yüklüyor satırlara.”

“Daha iyi ya. Beni sıkmıyor. Sadece hatır soran, küçük olayları aktaran ve beni merakta bırakan biri o. Yaşı küçük değildir. Belli bir olgunluk var yazdıklarında. Sen fark etmiyorsun ama özlem de var satır aralarında.”

“Saçmaladın. Nasıl okuyorsun o özlemi?”

“Ben okuyorum. Sen kendi mektubuna bak.”

“Bakarım… Ege… bu kız nasıl biridir?”

“Bilmiyorum. İnan hayalini bile kuramıyorum. Bir düşünüyorum esmer, bir düşünüyorum sarışın. Bir yeşil oluyor gözleri, bir kahverengi… Ama her seferinde tek ortak nokta var hayalimde.”

“O neymiş?”

“Huzur veriyor bana”




*****




Dün mektubun gecikmiş olacağına yüklemişti sorunu. Yazmaktan vazgeçmemiştir, dedi. Ama ikinci gün geçip yine mektup gelmeyince büyük bir hayal kırıklığına uğradı.

Sarp, arkadaşının halini görüp bu kez bir şey söylemedi. Bu gizemli kadın Ege’nin aklını başından alıyordu. Neye benzediğini bile bilmediği birine aşık mı oluyordu?

Sarp, okumuş, kültürlü birinin bu kadar kolay gizeme kapılacağına ihtimal vermiyordu. Belki bu kadın zaten tanıdığı ve geçmişte bıraktığı biriydi. Şimdi ise kendine gizemli biri havası verip yeniden hayatına sızmaya çalışıyordu.

Sarp arkadaşının hayal kırıklığını yok etmek için akşamki maçtan bahsetmeye başladı. Ne de olsa erkeklerin en önemli konusuydu futbol…




*****




“Geldi”

“Ne geldi?”

“Ege? Adın okundu oğlum mektup geldi.”

Ege, hızla kalktı yerinden. Merakla beklediği ama umudu kestiği mektup gelmiş miydi?

Annesinden de olabilirdi!

Erin elindeki mektubu görene kadar geçen saniyeler saat gibi gelmişti.

Ondandı… zarfı yırtıp mektubu açtı. 




*****




Sevdiğim,                                                                       19.04/2010

Bu kez ara uzadı. İki gün geç yazdım. Büyük halamızı kaybettik. Annemler cenaze ile uğraşırken benim mektup yazmam hoş olmayacaktı. Dün toprağa verdik halamızı. Allah taksiratını affetsin.

Yeni kışlan da eskisi gibi mi? Her an oralardan haber var mı diye televizyondaki haber kanallarını izliyorum. Kötü haber alacağım diye çok korkuyorum. Seni biliyorum. Masa başı işi almayacağını tahmin etmiştim. Dikkatli ol lütfen. Bana sakın acı yaşatma.

Seni seviyorum…

Ben kim miyim?

Boş ver…




*****




Siyah mektup kağıdını görünce hüzünlü haber alacağını anlamıştı ama ölüm haberi beklememişti. Bir daha yazmayacağını sanmıştı. Oysa yazmaktan vazgeçtiğini belli eden bir şey yoktu. Aksine iki günlük gecikme de çok önemli bir mazerete dayanıyordu.

Büyük halasını kaybettiği için yazamamış. Üzüntülüymüş. Ama onu yansıtmamış, aksine kendisine bir şey olursa üzüleceğini yine kısacık cümlelere sığdırmıştı.

Bu kadının nasıl bir düşünce yapısı var? Bu kadın nasıl biri?

Bu kadın kim?




*****





Sarp, Ege’nin haline bakıp güldü.

“Mektubun ucunu yakmış mı?”

“Her mektubu farklı bir kağıda yazıyor farkında mısın?”

“Evet fark ettim. İlginç biri olduğu kesin.”

“Bu kez siyah bir kağıda yazmış. Çünkü halası ölmüş.”

“İlginç biri ve artık seni esiri yaptı.”

“Sarp...”

“Efendim?”

“İnkar edemeyeceğim. Onu çok merak ediyorum ve tuhaf ama sanırım seviyorum.”

“Biliyorum.”





*****





Sevdiğim,                                                           27.04/2010                         

İstanbul baharı yaşamadan yaza mı döndü bilmem ama buralar çok sıcak. Daha Nisan ortasındayız. Temmuz-Ağustos dayanılmaz olacak. Yine şanlısın diyeceğim. Elbette oralarda neler yaşıyorsun bilmiyorum. Bazen sana kim olduğumu yazmak ve yanıt verip vermeyeceğini beklemek istiyorum.

Yapamıyorum.

Çok korkuyorum. Kötü şeyler yazmandan, bana kızmandan çok korkuyorum. Sen dönene kadar olan süre benim aşkımı en rahat yaşayacağım süre. Sonra yine senin gözündeki “görünmez” kız olacağım. Sen dön de ben razıyım. Çok… çok özledim

Seni seviyorum…

Ben kim miyim?

Boş ver…





***** 





Ege, bu kez çok daha fazla ipucu yakalamıştı. Üstelik artık onun da kendini deşifre etmek istediğini hissetmişti. Ama korkuyordu… Ege de korkuyordu. Onun gözündeki yerini anlamıştı ama ya kendisi ona hak ettiği sevgiyi veremezse?

Ayşe kadar sevemezse?

Ya gerçekten kim olduğunu anladığında kızarsa? Ya onu hayatında görmek istemezse?

Düşünceler dur durak bilmeden geçiyordu ama hepsinin sonu aynı yere geliyordu.

“Onu şimdiden seviyorum. Keşke kim olduğunu bilsem de yanıt verebilsem. Keşke ona hep yaz, hep sevdiğini yaz, diyebilsem.”

“Biliyordum.”

Ege, sesi duyunca sıçrayıp yanındaki Sarp’a baktı. “Sarp? Ne zaman geldin?”

“Onu sevdiğini itiraf etmeden hemen önce.”

“Onun neye benzediğini bile bilmiyorum ama evet onu seviyorum.”





*****




Sevdiğim,                                                              05.05/2010

Dayanamadım. Bekleyemedim on gün dolsun diye…

Dün gece şehit haberleri ile yıkıldım. Hep ağlardım ama bu kez başka yaktı içimi. Şimdi anladım asıl, oralarda sevdiği olanların acısını. Şimdi anladım sevdiğini beklemenin insanı nasıl yakıp kavurduğunu. Şehit isimlerini dinlerken insanın nasıl insanlıktan çıktığını şimdi anladım…

Senin adın okunmayınca sevindiğim için şu an duyduğum utancı hayat boyu unutmayacağım. Ama sana bir şey olmadığı için yine de bencilce şükrediyorum. Sen bana içimdeki kötü tarafı da gösterdin.

Keşke bir daha duymasam böyle haberler. Keşke her şey güzel ve kolay olsa! Ama mümkün değil ki. Baksana ne askerlik kolay, ne sevda çekmek. Sana karşı dürüst bile olamıyorum. Tek dürüst olduğum şeyi yazıp mektubu bitiriyorum.

Seni seviyorum…

Ben kim miyim?

Boş ver…





***** 





Ege, mektuba şaşırmıştı ama nedenini okuyunca hak verdi erken gelişine. Dünden beri kışlada tam bir matem havası vardı. Önceki gün arkadaşları şehit olmuştu. Bir gün önce birlikte yemek yedikleri üç kişi artık yoktu.

Ayşe’nin ne demek istediğini çok iyi anlamıştı. Tuhaf bir ruh haliydi bu. Hem büyük bir üzüntü, hem büyük bir korku ve aynı büyüklükte rahatlama…

“Senin için sağ sağlim döneceğim. Seni bulacağım Ayşe… ya da her kimsen.”




*****




Ege,  her on günde bir gelen mektupları on aydır alıyordu. Yeni yılda kışlasındaydı. Sarp izin yapacaktı. Ama kendisi izin yapmadan dönecekti. Ne kadar erken dönerse o kadar çabuk kavuşacaktı.

Ailesini çok özlemişti. Artık telefon konuşmaları yetmiyordu. Ama asıl erken bitirme isteğinin ardında yatan Ayşe’yi bulma isteği idi.

Askerliğin ilk aylarının nasıl geçtiğini onun sayesinde anlamamıştı. Her on günde bir gelen mektuplar sayesinde aylar akıp gitmişti ama son aylar artık aynı kolaylıkta geçmiyordu.

Merakı delirme noktasın gelmişti. Kim olduğunu anlayamamak, yanıt yazıp, soru soramamak delirtiyordu. Onu bulduğunda tüm bu çektiklerinin intikamını alacaktı.

İntikam mı?

Neyin intikamı? Onu sevmesinin mi? Kendisine aşık etmesinin mi? Ne yapmıştı kız? Kendi korkuları yüzünden içinde yaşadığı aşkı bile ancak askere mektup yollayarak dışa vurabilmişti.

Ege, kendisine kızdı. Bu kıza bilmeden yaptıklarının bir de intikamını alacaktı öyle mi? Sonra güldü kendisine. Evet alacaktı intikamını… Onu bulduğunda içindeki sevgiyi ona vererek. Onu sevgiye boğarak alacaktı intikamını…

Bir sonraki düşüncesi yüzündeki gülümsemeyi sildi.

‘Onu hiç tanımıyorum. Tek bildiğim yazdıkları. Güzel mi? Çirkin mi? Uzun mu? Kısa mı? Şişman mı? Zayıf mı? Hiç bilmiyorum. Tek bildiğim yazdıkları ile huzur verdiği, sevgisini bana aktardığı.’

Yine düşüncelere daldı. ‘Onun nasıl olduğu, neye benzediği hiç önemli değil. Önemli olan sevgisinin uçsuz bucaksız olması.’

“Ben de seni, hak ettiğin gibi seveceğim, Gizemim.”





*****





Sevdiğim,                                                              29.12/2010

Biliyorum on gün geçmedi ama ne yapayım, yeni yılını kutlamadan olmazdı. Bu umarım tam yılbaşı günü elinde olmuştur. Tüm yeni gelen yılların senin için mutluluk getirmesini dilerim.

Teskerene az kaldı. İzin de yapmadığına göre dönüşüne iki aydan az var.

Bu da benim yazacağım son mektuplara geldiğimizin habercisi.

Döndüğünde beni aramaya kalkma sakın. Bulamazsın.

Ben tüm bu süreçte, koca bir ömre yatacak kadar mutluydum. Sana özgürce yazdım, seni sevdiğimi. Bundan güzel ne olabilir ki?

Seni seviyorum…

Ben kim miyim?

Boş ver…





*****



Ege, korktuğunun yaklaştığını anladı. Artık veda etmeye hazırlanıyordu. Bu mektup o vedaların başlangıcıydı. Ama ne yapacak edecek bu kızı bulacaktı. Bundan sonraki hayatının amacıydı ona ulaşmak.

Yeni yıldan beklediği mutluluk, Gizemli Ayşe’sini bulmaktı.




*****




Sevdiğim,                                                    10.01/2011


Bu kış buralar pek soğumadı. Oralarda havalar ısınmak bilmedi. Umarım üşümüyorsundur. Çok havadan sudan konuşma oldu farkındayım.

Dönüşün yaklaşınca ne yazacağımı şaşırdım inan. Herkes yolunu gözlüyor. En çok belki de ben istiyorum bu askerliğin bitmesini ama bir o kadar da istemiyorum.

Döndüğünde ben olmayacağım artık. Bana söz ver beni aramayacaksın. Seni sevdiğimi bil yeter. Ama kendi hayatını yaşa. Dün beni bilmiyordun, yarın da bilme…

Seni seviyorum…

Ben kim miyim?

Boş ver…




*****




‘Bu kadın beni deli ediyor’

Ege, mektubu katlayıp zarfı ile kaldırdı. Neden kendisini arayıp bulmasını istemiyordu? Gerçi nasıl bulacağı hakkında tek bir fikri yoktu. Zarf üzerindeki damgalar Avrupa yakasında bir sürü ayrı postanenin damgasıydı. İade için adres yoktu. İsim Ayşe Yılmaz’dı.

Nasıl bulacaktı?

‘Kendi imkanlarım ile bulamazsam dedektif tutarım’ diye geçirdi aklından. Ama bulmalıydı. Bu kadar detay bilen biri mutlaka yakınından biriydi. Ne mahalleden ne iş arkadaşlarından kimse için “Budur” diyememişti. Hepsi ile ilgili başka olumsuzluklar anımsamıştı. Ailesine bahsedememişti. Zaten askerliğin bitmesini bekleyen annesi olmayan gelin için gelinlik bile diktirebilirdi.

Mutlaka yakınından biriydi. Aklına gelmeyen biri olmalıydı.

Ege, başını ellerinin arasına alıp düşünmeye devam etti.

Yapacağı tek şey vardı… Her ne olursa olsun onu bulmak…




*****




Sevdiğim,                                                    20.01/2011


Teskereye 13 günün kaldı. Bu da benim sana sondan bir önceki mektubum. Yazacak çok şey var. Ama sadece şunu yazacağım.

Seni o kadar çok özledim ki…

Seni seviyorum…

Ben kim miyim?

Boş ver…




*****




Ege, ilk kez kağıdın altında bir göz yaşının izini görmüştü. Belki fark etmemişti damladığını, belki de özellikle damlatmıştı ama o yaş izi yüreğini dağlamıştı.

Artık kendisi de acı çekiyordu. Onu seviyor ve kaybetmekten korkuyordu.

Bir köşede gözünden süzülen yaşı silerken yakalandı Sarp’a

“Ne oldu?”

“Veda ediyor bana.”

“bekliyordun zaten.”

“Evet ama bu vedaya hazır olmadığım gerçeğini değiştirmiyor.”

“Ne yapacaksın?”

“Ne mi yapacağım? Benim ne yapacağım önemli değil. Asıl sen ne yapacaksın onu düşün.”

“Ben mi? ne alakası var benimle?”

“Düğün hediyesi almayacak mısın?”

“Ne düğünü?”

“Sarp, askerlik mi aklını aldı hep mi böyleydin?”

“Egeeee”

“Sarp, onu bulacağım, evleneceğim, sen de sağdıcım olacaksın. Eh eşek değilsin hediye de alırsın artık.”

“Oğlum, bana laf etme, burası asıl sana kafayı yedirtti. Kızın kim olduğunu bile bilmiyorsun.”

“Önemli mi? Ben onu bulacağım. Ve bir daha bırakmayacağım.”

“Büyük konuşma.”

“Güzel olup olmamasını mı söyleyeceksin yine? Güzel olmasa ne olur? Ruhu güzel değil mi? Uzun ya da kısa olsa ne olur? Bunlar mı evliliğin kökeni? Aşk için güzellik mi lazım? Güzellik göreceli değil mi? Benim kalbime dokunan birinin yüzü içinin güzelliğini yansıtıyordur.”

“Oğlum sen hepten filozof oldun. Ne diyeyim, Allah mesut etsin.”

“Amin.”

“Ama bak daha önce yapman gereken önemli bir şey var.”

“Neymiş o?”

“Onu bulman!”




*****




Sevdiğim,                                     30.01/2011


Seni Seviyorum

Ben kim miyim?    Boş ver…………



*****





“Bu sonuncusu”

“Hepsini saklıyorsun değil mi?”

“Elbette saklıyorum. Onu bulduğumda hepsinin yanıtlarını tek tek okutacağım ona.”

“Yanıtlar mı?”

“Evet, hepsine yanıt yazdım. Yollayamadım elbette ama o okuyacak.”

“Sen de ondan aşağı kalmıyorsun delilikte.”

“Boşuna sevmedi o beni. Mutlaka ortak noktalarımız vardır. Hepsini bulacağım.”

“Şu üç gün de bitsin de aramaların başlasın.”

“Çok zor geçiyor günler. Bitse diye bekledim ama bulamazsam ve başka mektup alamazsam diye keşke daha uzun olsaydı da diyorum.”

“Askerlik uzun olsun diyen bir başka deli yoktur. Git de rahat rahat ara. Ben de on gün sonra geliyorum. O arada benim arkadaşlara da sorarsın ne yapılması gerektiğini.”

“Çok sağ ol. Gerekirse mutlaka yardım alacağım.”




*****




Mahalleye geldiğinden beri gözleri yolları tarıyordu. Mahalleden bir olma ihtimali çok yüksekti. Taksi şoförüne yavaş sürmesini söylemişti. Evlere, dükkanlara yolda yürüyenlere bakıyordu tek tek.

Kendinse aşkını sunan kızı arıyordu asıl gözleri. Ama kimseyi göremedi.

Her şeyi bilen sevdiği, dönüş gününü bilmiyor olabilir miydi? Sanmıyordu.

Sokağa geldiğinde daha da dikkatli bakmaya başladı. Cumartesiye denk gelmişti dönüşü. Sokaklar daha canlıydı. Hava da güzeldi. Arabasını yıkayanlar, cam silenler, güneşli havanın keyfini kahve içerek balkonunda çıkartanlar vardı. Ama kendisini takip eden kimse yoktu.

Taksi evin önünde durdu. Ege daha arabadan inmeden annesinin, babasının ve kardeşlerinin ayak seslerini duydu. Anne babasını on, kardeşlerini on bir aydır görmüyordu. Hepsine defalarca sarıldı. Hepsinin kokusunu içine çekti. Artık daha mutluydu. Komşulardan da bazıları camlara çıkmış “Hoş geldin” diyordu.

Hepsine tek tek teşekkür etti. Bunu yaparken gözleri yine gizemlisini aradı. Ama camlarda yaşlı teyzelerden başka kimse yoktu.

Annesinin beline sarılmış eve yürürken iki blok ötede park etmiş bir arabanın hareket ettiğini, evin önünden geçerken son kez kendisine baktığını fark etmedi…




*****





İlk hafta nefes alamadı. Annesinin “zayıflamışsın” sözlerinin ardında yatanın bol bol yemek yedirmek olduğunu anlayamamıştı.

İş başı yapmadan önce iki hafta izni vardı. Çok özlemesine rağmen çareyi annesinden kaçmakta bulduğu için bir hafta erken iş başı yaptı. Askerliği tecil ettire ettire çalıştığı işi onu bekliyordu. Nihayet masasına oturduğunda rahat bir soluk aldı.

Tüm ailesini özlemişti ama sevgilerinden boğulmak üzereydi. İş soluk almasını sağlayacaktı.

‘Kendine bari dürüst ol’ dedi içindeki ses. ‘Onu aramak için daha fazla vakit kaybedemezdin.’

Evdeyken onu anlatmamak için çok zorlamıştı kendisini. Daha fazla dayanamamıştı. Zaman geçtikçe bulma şansını yitireceğini sanıyordu. Tüm eski kız arkadaşlarını telefon rehberinden taradı. Çıktıkları ve sadece arkadaş oldukları diye ikiye ayırdı. “beni fark etmezsin” dediğine göre çıkmamıştı. Çıktıklarını eledikten sonra diğer kızları sıra ile aramaya başladı.

Kimisine ulaşamamıştı ama ulaştıklarının bir kısmı askere gittiğini bile bilmezken, bir kısmı da döndüğünden habersizdi. Tek umudu ulaşamadığı üç kişiydi.

Şirkettekiler gelişini kutlamış, birkaç askerlikle ilgili soru sorup işlerinin başına dönmüştü. Yokken yerine bakan arkadaşlarından işler ile ilgili bilgiler alıyordu. Herkes fırsat buldukça anlatıyordu. 

O da aralardaki boşluklarda şirketteki kızları inceliyordu. Fark ettiklerine değil, etmediklerine bakıyordu. Fark etmediği kızlar vardı gerçekten. Ama zaten iki tanesi yeni işe başlamıştır. Eskilerden olanlar da fena kızlar değildi. Tek kusurları göze batacak giyim ya da saçlarının olmamasıydı. Acaba?

Onlardan biri ise nasıl anlayacaktı?

El yazısından!

İyi de nasıl alacaktı el yazılarını? Tüm işler bilgisayar ortamında yürüyordu. İmza yetkisi kimsede yoktu. Yöneticiler ve yönetici asistanları imza atardı.

Kimseye ne olduğunu anlatmadan el yazılarına ulaşması gerekiyordu. Düşünüyor hiçbir mazeret bulamıyordu.

İnsan Kaynakları !

Hemen oradaki arkadaşını aradı.

“Suphi, nasılsın? … sağ ol, ben de iyiyim… evet bitti ve döndüm… senden bir şey isteyeceğim… ben yokken dosyalardan birine bir not yazılmış ama kim yazmış anlayamadım. Herkese tek tek soracağıma el yazılarına bir baksam? … Çok sağ ol… isimlerini veriyorum… ”

On dakika sonra üç kişinin de el yazısı ekranına gönderilmişti.

Hiç biri değildi…

Çok büyük hayal kırıklığına uğramıştı.

“Sen kimsin gizemli? Neredesin? Nasıl oluyor da sen beni bu kadar iyi tanırken ben senin kim olduğunu bilmiyorum?”

Masasındaki telefonun sesi ile kendine geldi.

“Efendim Suphi?”

“Ege, sana birini yanlış yollamışım.”

“Emin misin? Ben de hiç biri tutmayınca şaşırdım.”

“Sana yolladığım Duru Aksöz’ün el yazısı. Ama senin dosyalarına Duru Birsen not yazabilir.”

“Duru mu?” Karşısındaki odaya bakışları kaydı. Oradaki kızdı Duru… Yoktu masasında. Hiç görmemişti.

“Evet, Duru. Cuma günü istifasını verdi. Kötü bir şey mi yapmış? Hata mı var? Onun için mi öyle istifa edip gitti?”

Ege, içindeki umuda sarıldığını hissediyordu. Çok oturuyordu bilgiler.

“Yok yok, önemli bir not yazmış. Sen hem el yazısını hem de adresi ile telefonunu bana yollar mısın? Dur, sadece adres değil dosyasını yolla. ”

“Hemen”

Sadece otuz saniye sonra ekranındaydı el yazısı. Yazı pek benzemiyordu. İnanamadı önce evet bazı harfler benziyordu ama sanki dilekçe çok özensiz yazılmış gibiydi.

Tam ümitsizliğe kapılacağı an imzanın yanına yazdığı tarihe takıldı gözü.

“Buldum seni.”

Bunu yüksek sesle ve gür bir kahkahayla söylemişti. Diğer odaların kapısından başların kendisine doğru baktığını fark ediyordu ama umurunda değildi. Son iki aydır kestirmediği için uzamış olan saçlarının arasından parmaklarını geçirdi.

“Bu tarih yazılışını nerede olsa tanırım aşkım.”

Duru, istifa dilekçesine tarihi  11.02/2011 şeklinde yazmıştı. Ege, ilk mektuptan beri fark ettiği bu yazım şeklini istifa dilekçesinde görünce rahatlamıştı.

Hala inanamıyordu ama bulmuştu.

Duru… Adı gibiydi. Personel dosyasındaki resmine uzun uzun baktı. Ne kadar duruydu gerçekten. Az makyaj vardı. Beyaz bir gömlekle, doğruca makineye bakarak resim çektirmişti. Ne özel bir bakış, ne fazla bir süs… Neysem oyum, diyordu.  Resmine bakarken zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştı.

Onunla defalarca kez birlikte yemeğe çıkmıştı. Hep sessiz duran, daha doğrusu az konuşan biriydi. Bir erkek olarak onu nasıl fark edemediğine şimdi şaşıyordu. Çünkü askerlik öncesi aklında sevgi, aşk yoktu ki! Tek derdi seksti. Kısa süreli ilişkilerinde hep yatağa da girecek kızları seçmişti. Duru asla öyle bir kategoriye sokulamazdı. O evleneceği kızdı. Yeniden baktı resmine… “Bekle bakalım kaçak gizemli hatun. Seni saklandığın yerden çıkartacağım.”

Saatine baktı. Çıkışa iki saat vardı. Bekleyemezdi. Ama önce Suphi’yi aradı.

“Duru Birsen’in istifası işleme alındı mı?”

“Cuma akşam çıkarken verdi. Tazminatını almak için Çarşamba gelecek.”

“Kabul edildi mi istifası?”

“Edildi. Ne oldu?”

“Geri alınamaz mı?”

“Alınır tabii. Ege, neler oluyor?”

“Suphi… Bir soru daha soracağım ama ne anlarsan anla kimseye bir şey söylemeyeceksin, anlaştık mı?”

“Anlamadım.”

“Çeneni tutacaksın arkadaşım.”

“Tutarım. Sor bakalım ne çıkacak?”

“Bizim şirkette, eşler birlikte çalışamaz gibi bir kural var mı?”

“Yok tabii ki.”

“Tamam.”

Suphi, bir an sustu, sonra “Ne yani sen şimdi Duru ile…”

“Sus, Suphi…”

“Sustum. Eh ben o zaman net yanıt için yarını bekleyeyim. Bu dilekçeyi yırtmak çok keyifli olacak.”

“Bence de.”


*****


Ege, şansına inanamıyordu. Allah’ın bu işe karıştığını ve onu kısa sürede karşısına çıkarttığına inanıyordu. Sarp ile konuşmak için iki günü vardı. Onun karşısına sevgilisi… Hayır, nişanlısı ile çıkacaktı… Ama şimdi yapması gereken kapısına dayanmaktı.

Patronuna ilk günden erken çıkacağını söylemek tuhaf olmuştu ama ona kısaca anlatmıştı neler olduğunu…

Yaşlı adam gülmüş ve bol şans dilemişti. Kapıdan çıkarken de “Onu da getir” demişti.

Şimdi evin kapısındaydı. Ailesi ile oturuyor olduğunu öğrenmişti. Kapıya dayanamazdı. Bir süre düşündü. Sonra kapıdan giren delikanlıya seslendi.

“Senden bir şey isteyebilir miyim? Ben Duru Birsen’e sürpriz yapmak istiyorum. Askerden yeni döndüm. Rica etsem, arayıp aşağı inmesini söyler misin?”

Delikanlı önce Ege’ye, sonra üstüne başına, en son arabasına baktı. Sonra ön taraf geçip plakanın resmini çekti.

“Çağırırım ama eğer ona bir şey yapmaya kalkarsan kendini hapiste bulursun.”

Ege, onun bu düşünceli tavrından ve korkusuzluğundan etkilenmişti. “Onu seviyorum. Bu senin için yeterli olur mu?”

“Ok”

Delikanlı telefonunu çıkarttı. “Söyle numarasını” dedi. Ege, ezberlediği numarayı söyledi. Sonra konuşmalarını dinledi. İki dakika sonra Duru, üstünde pembe gri bir eşofman takım ve mont ile aşağı inmişti. Saçları atkuyruğu yapılmıştı. Yüzünün etrafında saçları uçuşuyordu. Kendisini arayan delikanlıya doğru yürüyordu.

Ege, arabadan inip baktı ona. Hava henüz kararmadığı için bu hareketi fark eden Duru başını apartmanın bahçe kapısına çevirdi. Kapıda duranı gördüğünde olduğu yerde kaldı.

Ege, yavaş yavaş yürüdü. Tam önüne geldiğinde durdu. O duru yüze baktı. Uçuşan saçlarını eli ile kulağının arkasına itti. Elinin başparmağı ile yavaşça yüzünü okşadı. Tüm bunlar olurken Duru ne konuşuyor ne hareket edebiliyordu. Sadece büyük bir aşkla bakıyordu. Bakarken ağlıyordu. Ege, kendi gözlerinin de bulanık görmeye başladığını fark etmişti. Delikanlı ise ikisinin de birbirini sevdiğini ve kötü bir şey olmayacağını anlamanın rahatlığı ile apartmana yürüdü.

Duru nihayet dudaklarını kıpırdattı. Sesi sevgisiyle huzuru bir arada iletti Ege’ye.

“Boş ver demiştim.”

“Hayır,  ‘seni seviyorum, ben kim miyim, boş ver’ demiştin… Beni sevdiğini söylediğin her mektubunda seni asla boş veremeyeceğimi anladım.”

Duru, kıpkırmızı olmuştu. Ege, orada sarılmak kucaklamak, öpmek istiyordu ama mümkün değildi. Hatta biraz uzaklaşması daha iyi olacaktı!

“Nasıl buldun beni?”

“Tarihlerinden.” Duru hemen anlamıştı ne olduğunu. “Of hiç aklıma gelmedi. O benim şifremdir.”

“Benim de şifrem artık.”

“Yani?”

“Ne yani?”

“Şimdi biz?”

“Biz… Ne güzel… Evet “biz” varız artık. Sen beni iyi tanıyorsun. Sıra benim seni tanımamda. Bir süre bunun için veriyorum bize. Sonrası malum.”

“Malum mu?”

“Elbette. Hem Sarp’a seni nişanlım olarak tanıştıracağımı söylemiştim.”

“Sarp? … Nişanlın mı?  Ben mi?” Duru, şaşkınlıktan konuşamıyordu. Hayal bile edemediklerini yaşıyordu.

“Durum, gizemli aşkım, konuşacak çok şey var ama şimdilik bilmen gereken bu. İki gün sonra Sarp gelecek. Onunla seni o kadar çok konuştum ki. Mutlaka tanışmanız lazım.”

“Olur.”

Ege, bir süre baktı Duru’nun yüzüne.

“Duru, gitmem lazım. Ama artık huzurluyum. Seni buldum. Yarın iş yerinde yine karşı karşıya odalarda olacağız. Yakında evleneceğiz. O yüzden kimseler beni kaynar suyla haşlamadan şu bahçeden çıkayım.”

Ege, Duru’nun yanağına öpücüğünü bırakıp iki adım attı geriye doğru. Ellerini bırakmamıştı. Sonra parmak uçlarını hafifçe sıkıp bıraktı ve arkasını dönüp arabaya yürüdü. Duru nihayet kendine gelmiş, yanıtlamıştı son duyduklarını.

“Ben istifa ettim.”

Ege, arabaya binmeden baktı yüzüne,

“Boş ver.  Ben ve şirket seni seviyor… Ben kim miyim? Sevdiğin…”


SON

1 yorum: