24 Mayıs 2015 Pazar

Uzak Dur






“Alo, günaydın canım. Nasıl geçti randevu?”

“Nasıl geçsin? Mükemmel bir erkek! Tam saatinde beni evden aldı. Lüks bir lokantaya götürdü. Pahalı bir şarap bile ısmarladı. Yemekten sonra dans edilecek bir yere gittik. Sonra beni eve bıraktı. Üstelik kahve davetimi de kabul etmedi!”

“Ne o be Amerikan filmi mi anlatıyorsun? Bizde böyle erkek mi var?”

“Yok tabii ki! Kızım herif hödüğün teki. Tam yarım saat geç kaldı. Sonra esnaf lokantasından iki gömlek üstün bir lokantaya gittik. Rakı içti. Bana ne içersin dedi ama ardından ekledi, kola? Gazoz? Sonra da eve götürdü. Ve tabii doğal olarak bir daha buluşmayacağım.”

“Ama sen hiç arkadaş sözü dinlemiyorsun. Öğlen buluşalım da sana taktik vereyim.”

“Tamam. Salatacıda.”

“Neden? Akşam çok mu yedin?”

“Akşamın tek güzel tarafı oydu. Yemekler çok lezzetliydi. Utanmasam ikinci tabağı yiyecektim.”

“Anlaşıldı, salatacıda, yarımda!”


Telefonu kapatıp yerimden kalktım. Bugün önemli gün! Babam yeni ortağı ile sözleşme imzalayacak. Mimardır kendisi. Ben de baba mesleğini seçtim. Ne kadar mutlu olmuştu üniversiteyi kazandığımda. Sonra da birlikte çalışalım diye tutturdu. Ama artık işler büyüyor ve yeni bir ortak ile daha büyük projelere imza atmak istiyor.

Yeni ortakla ben tanışamadım daha. Babam önceden tanıdığını, iyi ve başarılı biri olduğunu söyleyince rahatladım. Gerçekten çok başarılı arkadaşları var. Ödüllü mimarlardan biri ise reklamımız hemen yapılmış olacak. Kapısını çalıp içeri girdim.

“Günaydın baba. Erken çıkmışsın.”

“Evet, işim çok diye seni beklemedim. Zaten beklesem de iki araba geliyoruz ne kıymeti var ki?”

“Evet, iki araba geliyoruz ama ikisi de gün içinde lazım oluyor. Benzin tasarrufu yapmak istiyorsan bisikletle geleyim işe?”

“Olur. Böylece şu eteklerin yerine pantolon giyersin. Benim de başımı derde sokmazsın.”

“Bisiklete pantolonla bineceğimi kim söyledi?”

“Rezil… Yıkıl karşımdan.”

“Yıkılamam işim var seninle. Şu elimdeki projenin mutfağı beni deli ediyor.”

“Mutfak mı? Mutfağı isteyen mi?”

“İkisi de ama sanırım en çok isteyen. Kaç kez fikir değiştirdi farkında mısın?”

“Dört mü?”

“Beş!”

“Akıllı kadın. Ne istediğini biliyor?”

“Biliyor mu?”

“Evet. Senin sınırlarını zorluyor ve içine en çok sinen mutfağı bulmanı istiyor.”

“Madem o haklı o zaman sen de bana yardım et. Son istediği akla uygun değil. Mutfaktan merdivenle üst kata çıkış istiyor. Kadınlar mutfakta rahat hareket etmek ister. Ama bu kadın mutfağın ortasından merdiven istiyor. İstediğin kadar kuvvetli aspiratör kullan o koku ve yağ üst kata ulaşır.”

“Neden itiraz etmedin?”

“Ettim.”

“Yeterince etmemişsin. Neyse şimdi onunla uğraşamayacağım. Öğleden sonraki toplantı için avukatımla randevum var. Daha sonra yeni ortakla birlikte bakarız. O da fikir verir.”

“Tamam. Onun fikirleri belki ufkumu açar!”

“Olabilir. İlginç fikirleri var gerçekten.”

“Görelim bakalım.”

İşte babamdan aldığım yardım! Neyse ki daha vaktim var. Birkaç merdivenli proje bulma umuduyla internette gezinmeye başladım.  Düzgün bir şey yok işte. Kimse mutfakta merdiven istemez ki!

Fırına en uzak noktaya koymak istediğimde üst kattaki yatak odasının ortasına denk geliyor. Ocağa yakın koyarsam fabrika tipi aspiratörle ancak temiz bir ortam sağlarım ama o zaman da mutfağın yarısı korkunç bir aspiratöre sahip olur. Babam haklı galiba. Vazgeçirmem lazım.

Çizim masasında geçirdiğim iki saatten sonra sırtım ağrımaya başladı. Babam da geri dönmüştü bu arada. Diğer mimarlarımız yemek saatinden konuşmaya başlayınca saatime baktım. 12:15 

Hemen çizim kalemlerimin ucunu kapatıp masadan kalktım. Aslında bazı çizimleri bilgisayarda yapıyorum artık ama yine de kağıt kalemle çalışmak gerçek bir zevk. Bu işi seviyorum…

*****

“Yasemin!”

“Ya kızım sen deli misin? Ben sana hiç Zeynep diye bağırıyor muyum ulu orta?”

“Bağır kızım. Belki birileri döner bakar da ne kadar güzel olduğumu fark eder.”

“Sana akşamki hödük gibisi denk düşer.”

“Haklısın. Iııığğğğğ”

“Neyse boş ver. Seçtin mi salatanı?”

“Bana tavuklu, sana ton balıklı söyledim.”

“Süper. Önce yiyelim. Sonra sana taktik vereceğim.”

“Kimde denedin bu taktikleri?”

Ukala bu Zeynep!

Ne yani, son zamanlarda erkek arkadaşım yok diye kuralları unuttum mu? Kendisi bir sürü kişiyle çıktığı halde sabit birini bulamadı. Ben hiç olmazsa üniversitedeki aşkımı unutamadığım için kimseyle gezmiyorum. Ya o? O hiç aşık olmadı. Arkadaş sözü de dinlemiyor.

“Sen yap da tutmazsa başkasında denemem.” dedim gülerek. Aslında haklı da ben taktik falan bilmem. Şu kadın dergilerinde okumuştum bir zamanlar.

“Yasemin, sen de artık aç gözünü. Yeter yas tutar gibisin.” Ukala ama iyi arkadaştır Zeynep. Aslında bu cümleyi de benim artık normale dönmem için söylüyor. Zaten ben de artık normale dönmek istiyorum.

“Yas tutmuyorum. Aşık olmak istiyorum.”

“Ben de! Bilmem anlatabildim mi? Taktiklerle değil ilk görüşte aşık olmak istiyorum.” Cıvıldamaya başladı yine. Eminim tüm yakın masalar bizi dinliyordur. Bu kızın sesinin ayarı yok.

“Çok şey istiyorsun. Yok artık öylesi.”

“Vardır. Olmalı.”

“Tamam, benim taktiği uygula ve olup olmadığını gör. Olmuyorsa kendi yoluna git.”

“Anlaştık. Neymiş bu mükemmel taktik?”

“Uzak durmak.”

“Hönkkkk”

“Ne kadar kabasın. Akşam mı bulaştı?”

“O bile benim kadar kabalaşamaz. Kızım bu mu taktik dediğin?”

“Evet.”

“Nasıl uzak durarak aşkı bulacağım?”

“Senin hatan ne? Önce hatanı kabul et.”

“Benim hatam mı? Benim ne hatam olacak? Erkekler tuhaf.”

“Hayır. Hatalı olan sensin. Biri ilgi gösterdiğinde hemen kabul ediyorsun ve çıkıyorsun.”

“Ne var bunda?”

“İşte bu. Sen bunu normal gördüğün sürece erkekler de senin için özel olmaya çalışmıyor.”

“Çalışmasınlar zaten. Başta kendisini yanlış tanıtan erkeklerden ağzımın payını aldım.”

“Beni anlamadın. Bu arada şu salatanı ye, az vaktim var. Hesabı sana yıkar kaçarım.”

“Sorun değil. Ama neden bu acele?”

“Yeni ortak gelecek az sonra büroya.”

“Anladım. Tamam, hadi devam et.”

“Bak Zeynom, önce gerçekten beğendiğin bir erkeği bulman lazım. Sonra onun sana ilgi gösterip göstermediğini anlaman, gösteriyor ise olayları ağırdan alman lazım. Gerçekten ilgili ve seni isteyen biri ise mutlaka peşine düşecektir. Ama bu kez hemen buluşmak yok.”

“Ben hemen buluşmam ki.”

“Evet, hemen buluşmuyorsun. Adam Cuma teklif ediyor sen Cumartesi buluşuyorsun.”

“Bir hafta sonra buluştuklarımda ne değişti?”

“O zaman bu süreyi de uzat. Ne acelen var. Önemli olan doğru erkek değil mi?”

“Haklısın. İyi de o sürede benden vazgeçerse?”

“Onun kaybı!”

“Ya benim de kaybımsa? Bunu nasıl bileceğim?”

Tam yanıt verecekken masamıza bakan garson kız lafa karıştı. “Asla bilemezsin ama o kaderinse döner dolaşır seni bulur.”

“Bak bir akıllı kadın örneği. Olay bu işte.”

“Yani bana boş boş bekle diyorsunuz, öyle mi?”

“Hayır canım, beklerken taktikleri uygula diyoruz.”

“Neymiş o taktikler?”

“Bu biraz da karşındaki erkeğe bağlı ama genelde ilgili kadından hoşlanıyorlar.”

Garson yine lafa karıştı. “Biraz da aptal olmanı bekliyorlar. Kafalarında ‘tüm kadınlar aptal’ düşüncesi zaten var olduğu için buna inanmaları kolay.”

“Aptal gibi mi yapacağım?”

“Anahtar kelime bu “gibi yapmak” anlıyorsun sanırım artık.”

“Zor bu. Başka?”

“Zor değil. Sen ilgili ol ama bunu buluşmaya kadar götürme. Bakışlarınla ilgini belirt. Gülümse ama baygın bakışlarla birlikte değil. Sadece beğendiğini belli edecek kadar kısa ve doğal.”

“Bu kolay. Ama aptal olamam ki.”

“Olma o zaman. Tamam onu koy kenara.” O sırada garson diğer masalara geçtiği için biraz sesimi kısıp “Bence de yapma zaten. Sonrası için geri teper.”

“Oh neyse, sen de onaylıyorsun sanmıştım.”

“Sırası karıştı ama en başta dikkat etmen gereken konu, beğendiğin erkek ne kadar doğal? Bunu anlamaya çalışman lazım.”

“O nasıl olacak?”

“Şöyle… Burası salata barı olan bir yer değil mi? Buradaki kadın ile erkekleri şöyle bir tara. Ve gözüne buraya uymadığını düşündüğün biri çarparsa bana da göster.”

Zeynep, sözümü dinledi ve tüm lokantayı taradı. En sonunda iki masa ötede oturan çifti gösterdi. İşte bu… Adam tabağındaki salatayı didikliyor. Belli ki karşısındaki kız yüzünden gelmiş buraya ve mutsuz. Üstelik aç.

“Başardın hayatım. O adam bu ortamda doğal değil. Sen bunu her yerde yapabilirsin.”

“Haklısın, evet nihayet anladım ne dediğini”

“Güzel. Sonrasını da kısaca söyleyeyim ve kaçayım. Geç kalacağım. İlgini belli ettin, gülümsedin, o konuşmaya gelmezse çok zorlama ama genelde gelirler. Rahat ol ve konuş. Yüzüne bakarak konuşuyorsa sorun yok. Çok konuşuyorsa da sorun yok. Ama burada da iyi gözlem yap. Kendini anlatıp böbürlenen biri mi? Sadece sana kendini beğendirmek isteyen biri mi?”

“Bunu da anladım. Ama sonra?”

“Sonra… İşte burada biraz durakla. İlk randevu gününde mutlaka işin olsun. Başka zaman için ayarlama yap.”

“İşim yoksa?”

“Of Zeynep, işin var. Benimle buluşacaksın.”

“AA ay tamam bugün hakikaten aptalım sanırım. Basmıyor kafam.” Kendine kahkahalarla gülerken yine kafalar dönmüştür eminim.

Gülmesi bitince yanıtladım onu. “Çünkü böyle yapmıyorsun. Bunlar sana ters geliyor.”

“Doğru. Zor olacak ama deneyeceğim.”

“Dene. Başaracaksın. Bu dediklerimin haricinde yapacağın tek şey var. Kendin ol.”

“Bak en kolayı bu.”

“Biliyorum. Hadi ben kaçıyorum canım. Akşama ararım seni.”

“Aman koş, Lima Mimarlık sen olmazsan batar.”

Lokantadan çıktım. Büroya yürümeye başladım. Arkadaşıma akıl vermek kolay. Kendim uyguluyor muyum?

Hayır. Çünkü hala aklım onda! Zeynep haklı! Onu unutamıyorum.

*****

Üniversite birinci sınıfta tanıştık. Atalay ile bir sınıf vardı aramızda. Bu sayede sık sık ders çalışmaya başlamıştık. Evlerimiz de yakın sayılırdı. İkinci sınıfta doğal bir süreç geçirerek çıkmaya başladık. Önce arkadaşlarla yapılan ortak planlar zamanla baş başa gidilenlere dönüşmüştü. Ne o çıkma teklif etti ne de ben kabul ettim. Ama üç yıl boyunca bir aradaydık. İlk aşk sözcüklerini üçüncü sınıftayken duydum. Ben de hemen yanıt verdim. Artık aklımda sadece o vardı. Üç yılın sonunda hayatımın vazgeçilmezi olmuştu. Ama o benden vazgeçti.

Çok kolay bıraktı beni.

O son sınıftayken karşısına İtalya da master imkanı çıktı. Profesörlerden biri kendi gittiği okula onu da götürdü. İlk gittiği yıl sık sık konuşuyorduk. Yaz tatilinde geleceğini sanarak beklediğim aylar boyunca hayaller kurmaya devam etmiştim. Ama sonra bir telefon daha geldi. Staj ayarlanmıştı kendisine. Üstelik bu kaçırılmayacak kadar büyük bir fırsattı. Bunu ben de biliyordum. O yüzden sesimi hiç çıkartamadım. Günlerce ağladım ama o her aradığında yine gülümseyerek konuştum.

Zamanla telefonların arası uzadı. Staja başladığında telefonların arası ayda bire kadar çıktı. İnternetten de mesajlar kesildi. Bana yaptığı işlerin gezdiği yerlerin resimlerini yolluyordu. O resimlerde yanında birisi var mı diye uzun uzun inceliyordum. Aynı kadını birden çok resimde gördüğümde içime kurt düşüyordu. Sonra resimler de gelmez oldu. Acaba görmemi istemediği biri mi vardı yanında?

Ama sonra beni arıyor ve sevdiğini söylüyordu. O zaman inanıyordum. O zaman korkularım geçiyordu.

Sevgilim uzakta diye bana erkek bulmaya çalışan arkadaşlarımla arama mesafe koymuştum. O günlerden bir Zeynep kaldı. O da asla aşkıma laf etmediği için hala yanımda… Ne kadar üzüldüğümü biliyor.

Çok üzüldüm. Günlerce ağladım. Çünkü master sonunda Atalay bana veda eden bir mesaj attı. Çok önemli bir mimarlık bürosundan teklif almıştı. Artık yurda dönmeyecekti. Beni sevdiğini, isterse yanına gidebileceğimi de altına yazmıştı mesajın.

Mesaj…

Bana veda ettiği şey bir mesajdı. Aynı mesajın içinde “birlikte yaşamak” için yapılmış kuru bir teklif de vardı.

İşte o günden sonra bir daha ne aradım ne yanıt verdim ne de telefonlarına çıktım.

Şimdi ise hayatıma ikinci kişiyi sokmamak için direniyorum. Biliyorum sütten ağzım yandığı için yoğurdu buzlukta saklıyorum ama bu böyle. Hala içimde bir heves yok. Hala aklım onda mı bunu da bilmiyorum. Çünkü bunu sorgulayacak bir ortamım olmadı.

Etrafımdakilerin ilgisini de karşılıksız bırakıyorum. Canım istemiyor…

Bu kadar basit…

Canım istemiyor…

***** 

Büroya geldiğimde saat biri beş geçiyordu. Yarım saat kadar sonra ortağımız gelecekti. Bayanlar tuvaletine gidip kendime çeki düzen verdim. Mutfak kısmına geçip kahvemi yaptım. Yemek üstüne Türk kahvesi güzel oluyor. Babama da yapacaktım ama vazgeçtim. O konuğu ile içmek isteyebilir. İki tane üst üste çarpıntı yapmasın dedim.

Kahvemi bitirip işe başladığımda büronun cam dış kapısı açıldı. Masamdan koridoru ve kapıyı görebiliyordum. Ortak erken gelmişti. Sekreterimiz babamın yanına götürür diye yerimden kalkmadım. Ama gelen kişiyi sekreter benim odama yönlendirdi.

“Yasemin Hanım, avukat İlhan bey sizinle görüşmek istiyor.”

“Buyurun. Nasıl yardımcı olabilirim?” Ortağın avukatı sanırım. Ama neden benimle konuşmak istiyor?

“Aslında çok yardımcı oldunuz. Sizden taktik almaya geldim.”

“Taktik mi? Anlamadım.”

“Az önce lokantada arkadaşınıza verdiğiniz taktikleri duyduk da. Bunları uygulamaya koymak isterim ama uzak durması işime gelmez.”

“AA siz de orada mıydınız? Gerçi başkalarının konuşmasını dinlemek ayıptır ama” Karşımdaki avukatın hiç de utanmış bir hali yoktu. Aksine gülümsüyordu ve Zeynep’e ilgisini açıkça ifade ediyordu. Severim böyle adamları. Dürüst ve açık…

“Doğrusu sizi dinleyen ben değildim. Ben masanın uzak köşesinde oturup hayran gözlerle arkadaşınıza bakıyordum. Müvekkilim duymuş. O söyledi.”

Yeni ortak kulağı uzun biri mi? Ayrıca rastlantıya bakar mısınız? Aynı lokantada arka arkaya oturmuşuz… EE ama beni bu adam nasıl buldu? Merak edeceğime sormak en iyisi! “Peki beni nasıl buldunuz?”

“Arkadaşınız Lima Mimarlık dediği ve en başta da adınızı seslendiği için sizi bulmak çok kolay oldu.”

“Zeynep iyidir hoştur ama ne yazık ki çok büyük bir kusuru var. Herkesin duyabileceği şekilde gizli bilgileri veriyor böyle.”

“Gerçi kader demek lazım! Ben zaten sizi bulacakmışım ama on dakika kadar önce bulmuş oldum. Babanızla ortak olacak kişi de az sonra burada olacaktır.”

Adam haklı aslında. Sanırım Zeynep’in kaderi değişti.

Ya da zaten kaderi buydu.

Alıcı göz ile inceledim bu yakışıklı erkeği. Eh benden geçer not aldı. Biz onunla konuşurken ortak olacak mimar da gelmiş, sekreterimiz onu babamın odasına götürdükten sonra da odama gelip İlhan Beye haber vermişti. O kapıdan çıkar çıkmaz telefona sarılıp Zeynep’i aradım. Bir çırpıda anlattım olanları.

“Ben o adamı gördüm. Hatta dikkatli baktığını da fark ettim ama senin uyuz taktiklerini dinlerken o da duyuyor diye direkt eledim kendisini.” Heyecanlanmıştı. Bunu anlamak için yüzünü görmeye gerek yok. Sesinden belli.

“Eleme. Adam gerçekten yakışıklı ve dürüst.”

“Eh sen bir bak bakalım. Sonra gerekirse ben de bir göz atarım.” Al işte tipik Zeynep. Bastı yine kahkahayı telefonda. Kulağımı patlatacak bir gün…

“Olur canım. Ben deneme tahtası mıyım? Neyine bakacağım? Ben beğendim. Sen de beğenirsen ne ala”

“Tamam bir bakarım.”

“Allah allah. Ne oldu sana?”

“Taktik hayatım. Uzak dur dedin ya. Seni dinliyorum.” Yine gülüyordu. Bana da bulaştı…

“Anladım. Haklısın. Üstelik acı tarafı bu adam taktiklerimizi duyduğu için o da sana zıt davranabilir.”

“O zaman gider yoluna.”

“Vayyy…Aa canım babam beni arıyor” diyerek vedalaşıp kapattım. Dahili hatta babamın numarası yanıp sönüyordu. Tuşa basıp “Efendim baba” dedim. Beni içeriye çağırıyor. Bekliyordum ama bu kadar çabuk değil!

Üstümü düzeltip babamın odasına doğru yürüdüm. Onun odası koridorun sonunda. Ve masif kapısı olan tek yer.

Kapıyı çalıp içeriye girdim. Az önce konuştuğum avukat yüzü kapıya dönük oturuyor. Beni görünce ayağa kalktı ve yeniden elini uzattı. Sonra babamın ortağı olacak adama döndüm. Hala kalkmamıştı. Doğal dedim yaşça büyük biri, kalkmasın. Yüzümde gülümseme ile elimi uzattım.

Sonra dünya dönmeye başladı. Zaten dönüyordu da, şimdi çok hızlı dönmeye başladı.

Atalay bana bakıyordu.

Bana mesajla veda eden adam artık ayağa kalkmış, elimi tutuyordu. Ama sadece elimi değil kolumu da tutması iyi oldu. Çünkü dünya daha da hızlı dönmeye devam ediyordu.

“Atalay?”

“Merhaba Yasemin. Nasılsın?”

Toparlandım biraz. Kabus sahnesi artık daha anlaşılır bir hal aldı. Babamın bunca zaman adını hiç ağzına almaması bundan mıydı?

“Atalay ile ortak olacağımıza memnun musun hayatım?” Babam bunu nasıl yapar? Atalay’ı biliyordu. Bildiği halde nasıl kabul etti bunu?

“Elbette baba. Kendisi özellikle İtalya da çok başarılı olmuş bir mimarımız. Bundan büyük onur olur mu?” Bunlar iltifat gibi mi geldi. Bir de söylenişini duymanız lazım. Aslında alay ediyorum ama galiba anlamıyor. Sadece kuru bir teşekkür etti. Daha fazla orada kalmak istemedim. Babamın söyleyeceği başka şey olmayınca odadan çıktım.

Kendimi toparlamam asla kolay olmayacak. Artık her gün birlikte çalışacağız. Nasıl olur bu? Kabus geri geldi. Ben ne yapacağım? Ya evlendiyse? Çocuğu varsa? Eşi buraya gelirse?

Gerçi son bilgim bekar olduğu yönündeydi ama üstünden iki sene geçti ve ben ondan hiç haber alamadım. Bu arada her şey değişmiş olabilir.

İlk şoku atlattıktan sonra masamda boş oturmaktansa müşteri ile görüşmeye gitmeye karar verdim. Onlar odadan çıktığında masamda olmamak daha akıllıcaydı.

Küçük bir iş vardı elimde, onunla ilgili görüşme ayarlamak iki dakikamı aldı. Hemen çizimlerimi ve çantamı alıp çıktım bürodan.

***** 

İki saat sonra döndüm. Bu kadar saat görüşmem sürmedi elbette. Bir yere oturdum ve düşünmeye çalıştım. Çalıştım diyorum çünkü asla düşüncelerimi sıraya sokamadım. Her seferinde aklım karıştı. Ellerim titremeye başladı. Ayaklarım buz kesti. Hava nerdeyse kırk dereceydi ama benim içimde buz dağları dolanıyordu.

Büronun kapısından girene kadar da devam etti bu ruh halim. Kaçış yoksa yüzleşmek lazım. Ben de öyle yapacağım. Atalay ile konuşacak ve geçmişin geçmişte kaldığını anlamasını sağlayacağım.

Evdeki hesap çarşıya ne zaman uydu? Çıkmış bile. Konuşmak için yarını beklemem lazım.

Zeynep’i aradım bu arada. Her şeyi anlattım ona. Hattın ucunda tek kelime etmeden durdu öyle. Haklıydı söylenecek söz yoktu. Sonra konuşuruz diyerek kucağına bıraktığım bomba ile baş başa bıraktım ve kapattım telefonu. Sırada babam var. Onunla konuşmam lazım. Eve kadar bekleyemeyeceğim. Annemin önünde tartışmak istemiyorum.

Kapısını çalıp girdiğimde beni beklediğini anladım. Zaten hep böyle bir bağ vardı aramızda.

“Baba, bana nasıl bir açıklama yapacaksın?”

“Neyi açıklayacağım?”

“Baba, neden Atalay?”

“Çünkü en iyisi o!”

“Başka ‘çok iyiler’ de var. Ama sen benim üzüleceğimi bilerek onu kabul ettin.”

“Anlamadım neden üzülüyorsun? Kaç yıl oldu siz ayrılalı? Üstelik o zaman ikiniz de çocuktunuz. Oysa şimdi o ödüllü bir mimar. Bu sene senin de onunla çalışıp adını duyurman ve ödül almanı istiyorum. Şu çılgın projeni yarışmaya sokmayacak mısın?”

“Kaç yıl mı oldu? Neden mi üzülecekmişim? Baba, duyan da bilmiyorsun sanır. Ayrıca o yarışmaya asla girmeyeceğim.”

“Çocukça konuşuyorsun. Bugün canın sıkkın ama zamanla sen de doğru düşünmeye başlarsın.” Babamın olayı bu kadar basite indirgemesine inanamıyorum. Benim ne kadar üzüldüğümü biliyor. Hala üzüldüğümü ve hayatımda hep bir şeylerin noksan olduğunu da görüyor ama umursamıyor. Gerçekten çocukluk aşkı mı sandı acaba?

“Çocukça mı? Neyse baba, tartışmayalım. Ben çıkıyorum.”

“Evde görüşürüz.” Diyerek masasındaki işe döndü.

Her şeyi beklerdim de babamın bu kadar geniş olacağını beklemezdim. Üstelik benden haftalardır saklıyordu Atalay ile ortak olacağını.

Babamdan gizlim yoktu. Ona okuldan birisi ile çıktığımı söylemiştim. Annem zaten biliyordu. Onun da mimar olacağını söylediğimde babam tanışmak istemişti. Atalay ile yıllar önce tanışmışlardı. O zaman da iyi anlaşmıştı ikisi. Ama bu kadar iyi anlaşıp beni çiğneyerek ortak olacaklarını hiç düşünmemiştim.

Eve gitmek gelmiyordu içimden ama en doğrusu buydu. Garaja geldiğimde arabamın yanındaki aracın kapısı açıldı. İçinden Atalay indi.

“Konuşmamız lazım.”

“Yarın konuşuruz.”

“Yasemin, beni dinlemelisin.”

“Vaktim yok. Mesaj at. Mail adresim aynı” O böyle bir yanıt beklemediği için donup kaldı. Yeniden hareket edene kadar arabaya binip kapımı kilitledim. Çalıştırıp garajdan çıktım. Ağlamamak için zor tutuyordum kendimi.

Zeynep’in evinin önünde park ettim. Arkadaşım nasılsa beni dinleyecekti. Öyle de oldu. Anneme Zeynep’te olduğumu haber verdim. Gecenin geç saatlerine kadar konuştuk. Önce bol bol Atalay’dan, sonra avukattan sonra da havadan sudan konuştuk. Daha rahatlamıştım. Eve gitmek için ayaklandığımda saat on iki olmuştu bile.

***** 

İlk iş günümüz!

Erken gelmiş!

Kendi odamla onun odası çok yakın. Ben koridorun sonundaki odada olduğum için hep onun odasının önünden geçmek zorundayım. Ve ilk geçişimi yaptım. Tam kapısının önüne geldiğimde diğer arkadaşlara yaptığım gibi “Günaydın” dedim ve yoluma devam ettim.

Yanıtını verdiyse de duymadım. Zaten gözümün ucuyla bile gördüğümde kulaklarım uğuldamaya başlamıştı. Bu adam hala beni bu kadar etkiliyorsa gerçekten kabus dolu günler başladı demektir.

Masama oturdum ama aklımı işe veremiyorum. En iyisi çizim yapmak! Şu lanet mutfak ve merdiveni ile uğraşayım biraz.

Önce bilgisayarda çalışmak istedim. Zaten kafamda oturmayan bir proje nasıl hayata geçecek?

Yarım saat kadar sonra bir el omzuma dokununca sıçradım.

Babam elinde iki fincan kahve ile gelmiş. Akşamdan beri hiç konuşmamıştık.

“Nasılsın?”

“İyiyim baba. Sen?” Kabulleniş var sesimde. O da fark etti.

“Ben de iyiyim. Ne oldu şu mutfaktaki merdiven?”

“Hala uğraşıyorum.”

“Atalay’a sordun mu?”

“Ne soracak bana?”

“Gelsene Atalay. Başında bir dert var Yasemin’in. Müşteri mutfaktan üst kata merdiven istiyor.”

“Mutfaktan mı? Olur mu öyle şey? Vazgeçiremedin mi?” Al işte babam gibi konuşuyor. Bu ikisinin bu kadar iyi anlaşması beni deli edecek.

“Neden vazgeçireyim. Ben ısrar ettim mutfakta merdiven yapalım diye.” Yanıtımdan sinirli olduğumu anladı. Yine de devam ettim. “Kadın tuhaf. Bu beşinci isteği ve vazgeçmesini altıncıyı istemesini beklerken o inatla mutfağında merdiven istiyor.”

“O zaman ne yapabiliriz bakalım. Var mı elinde çizim?”

“Bir iki deneme var ama pek hoş şeyler değil.”  Onları görmesini istemiyordum. Çünkü bunca yıllık tecrübeme göre çok çocukçaydı planlar. Mutfağın büyük kısmını alıyor. Diğer isteklerini yerleştirmek güçleşiyor.”

“Bu kadın neden mutfaktan üst kata çıkış istiyor?”

“Aslında iniş istiyor. Ev çok büyük ve uyku sersemi o kadar yol dolaşmak istemiyor. Bir an önce mutfağa inmek istiyor.”

“Hizmetçisi yok mu?” Bunları konuşurken masamın yanında dikiliyordu. Losyonu burnuma ulaştığında yıllar öncesine gittim. Hala aynı kokuyu kullanmasına şaşırdım ama çok da hoşuma gitti. Çünkü bu kokuyu ben seçmiştim. Toparlanıp yanıt verdim.

“Devamlı kalan biri yok. Evin içinde yabancı istemeyenlerden.”

“Anladım.” Kahvesinden bir yudum aldı. Tekrar ekrana baktı. Sonra taslak çizmek için bir kağıt aldı eline. Kalemle kaba çizgilerle fikrini kağıda aktardı.

“Madem asıl amacı inmek o zaman biz de ona ineceği bir merdiven yaparız.”

“Nasıl?”

“Şu çatı merdivenleri var ya. Onlardan koyarsak, alt katta yemek yaparken kapatır. Ne olursa olsun koku ve yağ üst kata ulaşmaz. İstediği zaman da açar ve kullanır.”

Bu kadar… İşte bu kadar basit ama benim aklıma gelmedi. Çatı merdiveni ile bu iş çözülürdü ve bunu söylemek için taaa İtalya’dan gelinmesi gerekmiyordu.

Babam, yüzünde koca bir gülümseme ile bakıyordu Atalay’a.

“Sizi baş başa bırakıyorum. Bu iş bitsin de biz de rahat edelim.”

“Tamam. Merak etmeyin.”

Merak etmesinmiş! Ne demek bu? Asıl sen yanımda olduğun sürece babamın merak etmesi gerekir. Çünkü sana olan kızgınlığım ile her an üstüne atlayıp saçını yolabilirim. Bir an hayal kurdum. Az önce aklımdan geçenler şu an gözümün önünden geçiyor. Ben Atalay’ın sırtına tırmanmış saçlarını çekiyorum. O da bana ulaşıp kurtulmaya çalışıyor. Gülmeye başladığımı fark etmedim.

“Ne oldu?”

“Ne ne oldu?”

“Gülüyorsun.”

“Evet. Gülebiliyorum.” Yüzüm de, sesim de değişmişti.

Sanki gülemezmişim gibi hesap soruyor! Yıllarca gülemedim. İçten tek bir kahkaha atamadım. Tam toparlandığımı, artık hayata yeniden başlayacağımı düşündüğüm zamanda çıktın karşıma. Yine mi gülmemi engelleyeceksin?

“Gülmek hep yakışmıştır yüzüne. Daha sık gül.” Yüzüme dikkatle bakıyor. Eskiden de söylerdi bunu.

“Daha sık gül! Emredersin Atalay. Başka bir isteğin var mı? Artık bana karışabileceğin bir yerde değilsin.” Hoppp neler oluyor? Neden bu kadar tepki verdim? Alt tarafı daha sık gül dedi. O da garipsedi bu abartılı tepkimi.

“Sana karışmak için söylemedim ki. Sadece gülmek sana yakıştığı için söyledim.”

“Tamam. Artık çalışabilir miyim?”

“Baban, bu işi birlikte yapmamız gerektiğini söyledi. Büyük patron o. O ne derse o olur.”

“O zaman çalışalım.”

Babamın sözlerini koz olarak kullanması hoşuma gitmişti. Hoşuma gitmesi de sinirime dokunmuştu. Yine mi yörüngesine giriyorum?

On dakika sonra telefonum çaldı. Zeynep hattın ucunda. Öğlen avukat ile yemek yiyeceklerini söyledi. Ah Zeynep akıllanmayacaksın!

“Saçmalama. Ne konuştuk dün?”

“Ama sen söyledin. O tüm taktikleri duymuş. Daha doğrusu Atalay duymuş.”

“Atalay mı?”

“Evet.”

Ben yanıtı almadan Atalay’a bakmaya başlamıştım. Dün o da mı lokantadaydı? Neden kendisi ile konuşmamıştı? Neden Zeynep tanımamıştı? Çünkü Atalay’ın son gördüklerinde saçları uzundu ama şu an kısaydı. Arkası dönük oturmuş ve sesini çıkartmamıştı. Dün neler konuştuklarını anımsamaya çalıştı. Onun hakkında bir şey söylememişti galiba? Emin değildi…

Bu sırada Atalay, Zeynep ile konuştuğumu anlamış yüzüme bakıyordu. Renk vermemek için uğraşıyordum.

“Pekala, dün sana söylediklerimin neresini anlamadın?”

“Her yerini anladım ama İlhan söze şöyle başladı. ‘Tüm uzak dur taktiklerini nasılsa bertaraf edeceğim. O yüzden hiç uğraşma, sadece öğlen yemeği yiyelim.’ Şimdi sen söyle, böyle konuşan bir adama nasıl hayır denir?”

“Denmez. Afiyet olsun.” Gülmeye başladım. Haklı kız. Adam zaten açık kapı bırakmamış.

“Sen de gelsene.”

“Yok daha neler? Afiyet olsun size. Zaten işim çok.”

“Tamam. Yasemin… Kader diye bir şey var gerçekten.”

“Her zaman güzel şeyler getirmiyor ama.” Bunu söylerken Atalay’a bakıyordum.

“İlhan ile Zeynep yemeğe mi çıkıyor? Dünden belliydi zaten. İlhan gözünü alamamıştı Zeynep’ten.”

“İlhan’ı ne kadardır tanıyorsun?”

“Çocukluk arkadaşım. Yurda dönünce yeniden görüşmeye başladık. Avukatlığımı yapmaya başladı.”
Tanımadığı bir çocukluk arkadaşı varmış! Şaşırmıştı. Demek ki o kadar da detylı tanımıyorlarmış birbirlerini!

“Bu kadarı Zeynep’e uzak durmasını söylemek için yeterli.”

“Neden? Avukat olduğundan mı?”

“Hayır. Senin arkadaşın olduğundan!”

“Yasemin, kırıcı oluyorsun.” Sesi küskündü. Ne bekliyor? Çok mu mutlu olmam lazım? Çok mu rahat olmam lazım? Bunca yıl üzüntü yaşatan adamı affetmem mi lazım? Bir şey olmamış gibi mi davranmam lazım? En iyisi işe dönmek… Çünkü hiç birini yapamıyorum.

“Gerçekler bazen kırıcı oluyor ne yazık ki. Evet, çalışıyor muyuz?”

Daha fazla konuşmak istemiyordum. Çünkü batacaktım. Çünkü duygularımı belli edecektim. Çünkü birazdan ağlayacaktım.

“Çalışalım.” Sesi yorgun çıkmıştı.

***** 

İlk haftamız bitmek üzere. Atalay defalarca konuşmak istedi. Ama her seferinde susturdum.

Ne konuşacak ki? Ne değişecek?

Bu arada öğrendim. Hala bekar. Hiç evlenmemiş. Buna mutlu oldum. Tabii bu hayatında biri olup olmadığı sorusunu yok etmiyor. Soramıyorum da. Zeynep’i kullansam? Evet, akıllıca bir yöntem! İlhan ile konuşurken laf arasında sorsun benim aslan arkadaşım.

Zeynep’e görevi verdim bile. Pazar günü İlhan ile buluşacakmış. O zaman sormayı deneyecek.

Tüm hafta babamın ikimizi bir araya getirme çabalarını şaşkınlıkla izledim. Soramayacağım için de katlandım bu bir araya getirme çabalarına. Sorsam da söyleyeceği belli... Ortağı ile aramın kötü olmasını istemediği için böyle yaptığını söyleyecek. Ben de inanmayacağım. Babam da yalancı olacak. Babamın asıl amacı ne? Sanırım artık Atalay’ı unutup hayatımı yaşamam için böyle yapıyor. Bak bu adam unutulmayacak kadar matah değil, demek istiyor galiba…

Bu cumayı bitirince iki gün görmeyeceğim Atalay’ı. Biraz kendime gelirim bu arada.

İtiraf etmem lazım. Onunla çalışmak çok keyifli. Gerçekten ilginç fikirleri var. O fikirlerini sırlarken insan ister istemez onun yörüngesine girip aynı şekilde fikir üretmeye başlıyor.

Mutfak merdiveni önerisini çok beğendi müşteri. Üst katta küçük bir banyo vardı. O banyoyu mutfağa inen merdivenin gizleneceği yere çevirmek ve şık bir merdiven seçmek kalmıştı geriye.

Bu arada babam başımın etini yiyor ve yarışmaya hazırlanmamı söylüyordu. Ama artık tüm hevesim kaçmıştı. Kafamda başka sorunlar cirit atarken nasıl uğraşacaktım? Üstelik kimseye söylemesem de o ev, Atalay ile birlikte yaşamak istediğim evdi. Şimdi nasıl tamamlayıp başkalarına gösterebilirim? En iyisi kimseye göstermemek. O benim evim. Hayalimde yaşamaya devam edecek.

Masamı toparlayıp iyi tatiller dileyerek çıktım bürodan. Atalay odasında yoktu. Belki de erken çıkmıştı?

Hafta sonuna erken başlamıştı…

***** 

Cuma akşamım, Cumartesi sabahım düşünerek geçti. Ben ne yapacaktım?

Atalay, şirketin ortağı olarak son derece normal davranıyordu. Oysa ben onu gördükçe heyecanlanıyordum. İşin kötüsü gün geçtikçe görme isteğim artıyordu. Üstünden geçen bunca yıla rağmen aşkım hiç eksilmemiş. Bunu biliyorum ama çektiğim acıyı da unutamıyorum.

Öğlene doğru artık pijamalarımı atıp üstümü değiştirdim. Biraz vitrin bakmak iyi gelebilir diye düşündüm. Mağazaları gezerken ufak tefek de alışveriş yaptım. Depresyon önleyici bir alışveriş olmadı ama yine de sakinleştim. Eve döndüğümde akşama babamın misafiri olduğunu öğrendim. Bu iyi haberdi. Yanlarında oturmam gerekmiyordu. Biraz anneme yardım ettim. Sonra da odama çıktım. Akşam yemeğine kadar da uyudum. Kaç gecedir Atalay yüzünden uykusuzdum. Vücudum daha fazla dayanamadı ve iki saatlik derin bir uykuyla kendine geldi.

Annem kapımı çaldığında yeni kalkıyordum. “Hadi kızım birazdan misafirlerimiz gelecek.”  Akşamki yemeği anımsadım.

Üstümü değiştirdim. Saçımı taradım. Bir de ruj sürdüm. Yeter. Fazlaya gerek yok.

Yemek odası alt katta. Babam bu evin projesini çizerken her adımda annemin fikrini aldı. Çocuktum o zamanlar ama bugün bile çok kullanışlı olduğunu düşünürüm bu evin. Mutfağa yakın yemek odasından sesler geliyordu. Konuklar gelmiş!

Annem odaya girmeden yakaladı beni. “Kibar davran” dedi. Şaşkınlıkla baktım yüzüne. Ben kaba mıyım?

Kapıdan girince düştü jeton. Misafirler Atalay ile İlhan. Bir de genç kız var yanlarında. İkisinin ortasına oturduğu için kimle geldiğini anlayamadım ama kıskandığımı hissettim. Üstelik bu kıskançlık saçlarımdan başlayıp ayak parmaklarıma kadar tüm vücudumu kapladı.

Gülümseme yerleştirdim ve o sahte yüzümle “Hoş geldiniz” dedim. Üçü de hoş bulduk dedi. Ama kimse kızı bana tanıştırmadı. Kız da kibar bir şekilde kendini tanıştırmaya karar verdi. Neden iki erkek de bana dik dik bakıyor? Kızın sesi yaşını ele veriyor. En fazla on sekiz-yirmi yaşındadır.

“Ben, Pınar. İlhan’ın kız kardeşiyim. Ve davetsiz misafirim çünkü ağabeyim de geleceğimi bilmiyordu.”

“Hiç önemli değil. Annemin yemekleriyle üç davetsiz daha doyar. İçiniz rahat olsun.” Gülümsedim. Bu kez içtendi. Atalay da gülümsemeye başladı. Ne kadar yakışıklı oldu yüzü. Bu adama da gülmek yakışıyor. “Birilerini daha mı çağırsak? Mesela Zeynep de gelse?” Atalay, konuşurken İlhan’a bakıp gülümsüyordu. Arkadaşımı koruma girişiminde bulundum.“Eminim işi vardır.”

“Uzak Dur, taktiği pek işe yaramamıştı.” Atalay o gün duyduklarını anımsatıyordu. Daha önce konu etmemişti bunu.

“Belli mi olur? Belki de geç de olsa uygulama kararı almıştır.” İlhan’ın soru dolu bakışlarında üzüntüyü de görünce kıyamadım. Bu çocuk çok sempatik geliyordu bana. “Doğrusu bu akşam anne ve babasının otuzuncu evlilik yıldönümü. Onlarla yemeğe gidecekti.”

“Onlar baş başa gitsin. Zeynep de buraya gelsin. Ben de tanışayım ağabeyimin hep bahsettiği kızla.” Pınar, merakla söylemişti. Annem o sırada odaya zeytinyağlı sarma dolu bir tabak daha getirdi. Atalay çok severdi zeytinyağlı sarmayı. Annem anımsıyor olamaz değil mi? Rastlantıdır.

Annem son söylenenleri duymuştu. “Çağırsana Yasemin.” Artık şart olmuştu. Zeynep de konukları öğrenince fazla naz yapmadan geldi. Pınar ile tanışana kadar onun da yüzünden birkaç duygu geçişi oldu.

Aslında masa sıcaktı. Sadece Atalay ile ben pek birbirimizle konuşmuyorduk. Arada bakışlarını yakalıyordum o kadar. Yemek bittiğinde babam salona geçmemizi teklif etti.

Bir saat kadar, birlikte konuştuk. Sonra babam ufak bir işim var kusuruma bakmazsınız değil mi, diyerek çalışma odasına çıktı. Babamın huyu değil ki bu. Misafir bırakılır da iş yapmaya gidilir mi?

Annem de, mutfağa geçti ve bizi baş başa bıraktı. Zeynep ile İlhan yakın oturdukları için konuşmaya dalmıştı. Pınar, elinde cep telefonu mesaj çekiyordu. Atalay ile ben ne yapacağımızı bilmez şekilde oturuyorduk. En sonunda Atalay “bahçeye çıkalım mı?” dedi. Odadaki hava beni de rahatsız ettiği için kabul ettim. Zaten artık aramızdaki bu soğukluğu yok etmemiz ve normal hayatımıza dönmemiz gerekiyordu. Bunu kendi evimde yapmak daha doğru olacak. Kendimi güvende hissediyorum.

Bahçeye çıkar çıkmaz karşıma dikildi. Evden gözükmeyecek bir noktadayız.

“Yasemin, konuşmamız gerektiğini biliyorsun. Susarak geçmişi yok edemeyiz.”

“Geçmiş geçmişte kaldı. Konuşarak neyi değiştireceğiz?”

“Değişmeyecek. Ama benim neler yaşadığımı bilmen gerekiyor.”

“Hiç gerek yok. Atalay, benden uzak dur yeter.”

“Asla. Senden uzak durmayacağım. Aksine mesafeleri yok etmek için ne gerekirse yapacağım. Ben o uzaklığı yaşadım.”

“Seni istemiyorum ki hayatımda. Bir kez daha aynı şeyleri yaşamayacağım. Bana bitti demek için mesaj atan birisi ile bir kez daha denemeye hiç niyetim yok.”

“Sen, o kadar umursamaz konuşuyordun ki, artık beni sevmiyorsun sandım. Yine de sana yanıma gelmeni teklif ettim. Ama yanıt bile vermedin.”

“ ‘Ben İtalya’da kalacağım. İstersen sen de yanıma gel’ diyen mesajın mı? Bu mu teklif? Buna mı yanıt verecektim? Yazdığının anlamı, ‘aslında seni yanımda istemiyorum ama ayıp olmasın diye soruyorum’du. Bunu anlamayacak kadar aptal mıyım?”

“Yasemin… O mesajın ardında bambaşka duygular yatıyordu. Seni çok seviyordum. Çok özlüyordum ama sen artık benimle çok soğuk konuşuyordun. Etrafındaki arkadaşlarından gelen haberler de birileri ile tanıştığın şeklindeydi. Beni unuttuğunu, ayıp olmasın diye konuştuğunu düşünüyordum. Master yaptığım ve staj yaptığım yerlerde bir sürü rakibim vardı. Hepsi neredeyse gece gündüz çalışıyor, hafta sonunda bile dinlenmiyordu. Benim de masterımı tamamlamak için onlar kadar çalışmam gerekiyordu. İşte bu şartlar, benim gelip de seninle yüzleşmemi engelledi. Sonra ise sen bana yanıt vermeyerek gerçekte yanıt vermiş oldun. Daha fazla üzülmemek için kendimi iyice işlere gömdüm.”

“Gerçekmiş gibi anlatıyorsun” Sesi o kadar üzgündü ki inanmamak hata olacak gibiydi.

“Her kelimesi gerçek çünkü. Seni sevmekten hiç vazgeçmedim. Kader de iş başı yaptı galiba. O gün lokantada Zeynep ile konuşmanı dinlerken Zeynep’in cümlelerinden senin de beni unutmadığını anladım. Ama bana hiç konuşma fırsatı vermedin. Tek umudum o konuşmanızdı. O gün kendimi çok zor tuttum. Dönmek ve sana sarılmak istiyordum.” Sonra durdu. Bambaşka bir cümle ile devam etti. “Baban da çok üzülüyordu. Bu soğukluğu yok etmek için elinden geleni yaptı. Bu akşamki yemek de onun fikriydi.”

“Babamın fikri mi? Ne demek bu?”

“Yasemin, babana ortak olmayı ben teklif ettim. İki ay kadar önce yurda döndüm. İlk işim seni araştırmak oldu. Babanla çalıştığını öğrenince onunla randevu ayarladım. Her şeyi en baştan anlattım. Seni üzdüğüm için affını istedim. Eğer sen beni affedersen o da affedecekmiş.”

“Bunları babam mı söyledi? Babam arkamdan ne dolaplar çevirmiş böyle. İyi de benim ne istediğimi hiç sormadı ki bana.”

“Belki de ne istediğini bildiği için sormamıştır.”

“Bilmiyor. Kimse bilmiyor.”

“Herkes biliyor.”

“Neyi?”

“Beni, benim seni sevdiğim kadar sevdiğini. Benim istediğim kadar senin de birlikte olmak istediğini.”

“Ben böyle bir şey demedim.”

“Bunu demen gerekmiyor. Bana baktığında artık gözlerinde var bu. İlk gördüğümde yoktu. İlk iki gün büyük bir nefretle bakıyordun. Ama son üç gündür artık sevgiyle bakıyorsun. Eskiden olduğu gibi o bakışların içinde yüzmek istiyorum.”

“Hayır, ben sana sevgiyle bakmıyorum.” Bunu söylerken bile öyle bakıyordum. Biliyordum. Ama işte… Hala bir yanım bu iş olmaz demeye devam ediyor. Ama diğer yanım o egomun sesini susturuyor. Dene, ne kaybedersin diyordu.

“Bakıyorsun.” O kadar yakınıma geldi ki, nefesini duyuyordum.

“Bakmıyorum.”

“Bakıyorsun.”

“Bakmak istemiyorum.”

“Ama elinde değil. Çünkü sen de hala beni seviyorsun. Yeter artık. İkimizde çok acı çektik. Aylarca sadece çalıştım ve uyudum. Uyanık ve işsiz olduğum her an acı çekiyordum. Artık daha fazla acı çekmek istemiyorum. Senin de acı çekmeni istemiyorum.”

O an, tam o an artık verilecek bir karar olmadığını anladım. Uzak durmak çözüm değildi. Uzakta tutmak çözüm değildi. Alnımı göğsüne dayadım. Sarılmadım ama sadece o gözlere bakmamak için yaptım bunu. O kadar derin soluklar alıyordu ki, başım da onun göğsü ile kalkıp iniyordu.

“Bir daha üzülmek istemiyorum. Bir daha yalnız kalmak istemiyorum. Bir daha sensiz kalmak istemiyorum.”

Sesimi zor duyuyordu. Başını biraz daha eğdi. Kulağıma “Ben de istemiyorum. Ne sensizliği, ne sensizken çektiğim üzüntüyü, bir kez daha yaşamak istemiyorum. Affet beni.”

“Senin de beni affetmen lazım.”

“Neden? Senin affedilecek neyin var?”

“Senin uzaktan sevgini anlayamadığım için, orada tek başına nelerle uğraştığını kavrayamadığım için, sen uzaklaşıyorsun sanıp, senden önce uzaklaştığım için. Hepsi için affet beni.”

“Affettim. Sen?” Kollarını belime sardı nihayet. Ben de başımı kaldırdım. O gözlere baktım. Ve kararlı sesle yanıtladım. “Affetmedim.”

“Affetmedin mi? Yasemin daha ne söyleyebilirim bilmiyorum.” Gerçekten üzgün bakıyordu.

“Affetmedim tabii. Benim arkamdan babamla iş çevirmeni nasıl affedeceğim? Tüm bunları iki ay öncesinde bana zorla anlatabilirdin ama yapmadın. Nasıl affedeceğim? Hala beni öpmedin. Nasıl affedeceğim?”

Ben bu lafı ettiğimde biliyordum zaten öpeceğini. Yılların özlemi ile dakikalarca öpüştük. İkimiz de ağlıyorduk.

“Benimle evlenir misin?” bu soruyu o kadar uzun zamandır bekliyordum ki… Hiç beklemedim yanıt için.“Evet.”

O kadar özlemişiz ki, birilerinin bize seslenmesi ile kendimize geldik. İlhan ile Zeynep kapıdan bakıyordu. Utanmam mı lazım? Utanmıyorum. Çünkü seviyorum. Küçük bir öpücük daha çalıp eve doğru yürüdüm. Atalay da arkamdan geliyordu. Zeynep kapının ağzından çekilmeden bana bakıyordu. Yüzündeki gülümseme daha da yayılmıştı. “Sizin adınıza çok mutluyum.”

“Ben de. Hala seviyormuş beni.”

“Aman ne büyük sürpriz. O kadar belli ki. Adam senin için dönmüş.”

“Evet.” O sırada Atalay bana yetişti ve kolunu belime sardı.

“Dönmekle kalmadım. Artık onsuz tek bir an yaşamayacağım. Şimdi babanla konuşmaya gidiyorum.”

“Ne konuşacaksın babamla?”

“Bana evet dedin ya. Ona, seni ne zaman istemeye geleceğimizi soracağım.”

“Evlenmek mi? Evleniyor musunuz?” Zeynep şaşırmıştı. Bu kadar hızlı bir karar beklemiyordu galiba.

“Hele bir evlenmesinler!”  

Gecenin sürprizi babam odanın kapısında duruyor. Yanında da annem. Allahım ben nasıl bir ailenin çocuğuyum?

“En kısa zamanda evlenmek için izninizi istiyorum.”

“Dünürlerime haber ver. En kısa zamanda bekliyoruz.”

“En kısa zamanda geleceğiz.”

En kısa zamanlardaki vurguya herkes gülüyordu.

Atalay, babamın elini öpmek istedi. Ama babam izin vermedi. Sarılıp yanaklarından öptü. Sonra annem de damadını öptü. Ben ise olanları kocaman gözlerle izliyordum. Tek değildim. Zeynep ile artık erkek arkadaşı olan İlhan ve kız kardeşi Pınar da benimle birlikte izliyordu manzarayı. Babam modern biriydi ama bu kadarını ummuyordum.

Daha sonra yaşananlar çok güzeldi. Bir ay içinde nişan yaptık. Evlenmek için de fazla beklemeyeceğiz. Kaybettiğimiz yılların acısını çıkartmak için en kısa zamanda nikahımızı yapacağız.


Zeynep ile İlhan da birbirinden uzak duramayacağını anlayıp evlenme kararı verdi.

Atalay ile hayalimdeki evi yapacağız. Yarışmaya girmedim. Zaten tüm ödülleri kazanmıştım.

Onu affettiğim o akşamdan beri beni hiç üzmedi. Üzmeyeceğini de biliyorum. Ben de onu üzmedim. Çünkü tüm hayata yetecek kadar üzüntü yaşamıştık.

Artık asla uzak durmayacaktık…


2 yorum:

  1. Pazar keyfi katmerlendi bu kısa hikaye ile. Yüreğine sağlık ablacığım 😘

    YanıtlaSil
  2. Kısa hikayelerine bayıldığımı söylemişmiydim ? Teşekkürler .

    YanıtlaSil