“Alo, günaydın canım.
Nasıl geçti randevu?”
“Nasıl geçsin? Mükemmel
bir erkek! Tam saatinde beni evden aldı. Lüks bir lokantaya götürdü. Pahalı bir
şarap bile ısmarladı. Yemekten sonra dans edilecek bir yere gittik. Sonra beni
eve bıraktı. Üstelik kahve davetimi de kabul etmedi!”
“Ne o be Amerikan filmi
mi anlatıyorsun? Bizde böyle erkek mi var?”
“Yok tabii ki! Kızım
herif hödüğün teki. Tam yarım saat geç kaldı. Sonra esnaf lokantasından iki
gömlek üstün bir lokantaya gittik. Rakı içti. Bana ne içersin dedi ama ardından
ekledi, kola? Gazoz? Sonra da eve götürdü. Ve tabii doğal olarak bir daha
buluşmayacağım.”
“Ama sen hiç arkadaş
sözü dinlemiyorsun. Öğlen buluşalım da sana taktik vereyim.”
“Tamam. Salatacıda.”
“Neden? Akşam çok mu yedin?”
“Akşamın tek güzel
tarafı oydu. Yemekler çok lezzetliydi. Utanmasam ikinci tabağı yiyecektim.”
“Anlaşıldı, salatacıda,
yarımda!”
Telefonu kapatıp
yerimden kalktım. Bugün önemli gün! Babam yeni ortağı ile sözleşme imzalayacak.
Mimardır kendisi. Ben de baba mesleğini seçtim. Ne kadar mutlu olmuştu
üniversiteyi kazandığımda. Sonra da birlikte çalışalım diye tutturdu. Ama artık
işler büyüyor ve yeni bir ortak ile daha büyük projelere imza atmak istiyor.
Yeni ortakla ben
tanışamadım daha. Babam önceden tanıdığını, iyi ve başarılı biri olduğunu
söyleyince rahatladım. Gerçekten çok başarılı arkadaşları var. Ödüllü
mimarlardan biri ise reklamımız hemen yapılmış olacak. Kapısını çalıp içeri
girdim.
“Günaydın baba. Erken
çıkmışsın.”
“Evet, işim çok diye
seni beklemedim. Zaten beklesem de iki araba geliyoruz ne kıymeti var ki?”
“Evet, iki araba
geliyoruz ama ikisi de gün içinde lazım oluyor. Benzin tasarrufu yapmak
istiyorsan bisikletle geleyim işe?”
“Olur. Böylece şu
eteklerin yerine pantolon giyersin. Benim de başımı derde sokmazsın.”
“Bisiklete pantolonla
bineceğimi kim söyledi?”
“Rezil… Yıkıl
karşımdan.”
“Yıkılamam işim var
seninle. Şu elimdeki projenin mutfağı beni deli ediyor.”
“Mutfak mı? Mutfağı
isteyen mi?”
“İkisi de ama sanırım en
çok isteyen. Kaç kez fikir değiştirdi farkında mısın?”
“Dört mü?”
“Beş!”
“Akıllı kadın. Ne
istediğini biliyor?”
“Biliyor mu?”
“Evet. Senin sınırlarını
zorluyor ve içine en çok sinen mutfağı bulmanı istiyor.”
“Madem o haklı o zaman
sen de bana yardım et. Son istediği akla uygun değil. Mutfaktan merdivenle üst
kata çıkış istiyor. Kadınlar mutfakta rahat hareket etmek ister. Ama bu kadın
mutfağın ortasından merdiven istiyor. İstediğin kadar kuvvetli aspiratör kullan
o koku ve yağ üst kata ulaşır.”
“Neden itiraz etmedin?”
“Ettim.”
“Yeterince etmemişsin.
Neyse şimdi onunla uğraşamayacağım. Öğleden sonraki toplantı için avukatımla
randevum var. Daha sonra yeni ortakla birlikte bakarız. O da fikir verir.”
“Tamam. Onun fikirleri
belki ufkumu açar!”
“Olabilir. İlginç
fikirleri var gerçekten.”
“Görelim bakalım.”
İşte babamdan aldığım
yardım! Neyse ki daha vaktim var. Birkaç merdivenli proje bulma umuduyla
internette gezinmeye başladım. Düzgün
bir şey yok işte. Kimse mutfakta merdiven istemez ki!
Fırına en uzak noktaya
koymak istediğimde üst kattaki yatak odasının ortasına denk geliyor. Ocağa
yakın koyarsam fabrika tipi aspiratörle ancak temiz bir ortam sağlarım ama o
zaman da mutfağın yarısı korkunç bir aspiratöre sahip olur. Babam haklı galiba.
Vazgeçirmem lazım.
Çizim masasında
geçirdiğim iki saatten sonra sırtım ağrımaya başladı. Babam da geri dönmüştü bu
arada. Diğer mimarlarımız yemek saatinden konuşmaya başlayınca saatime baktım.
12:15
Hemen çizim kalemlerimin
ucunu kapatıp masadan kalktım. Aslında bazı çizimleri bilgisayarda yapıyorum
artık ama yine de kağıt kalemle çalışmak gerçek bir zevk. Bu işi seviyorum…
*****
“Yasemin!”
“Ya kızım sen deli misin?
Ben sana hiç Zeynep diye bağırıyor muyum ulu orta?”
“Bağır kızım. Belki
birileri döner bakar da ne kadar güzel olduğumu fark eder.”
“Sana akşamki hödük
gibisi denk düşer.”
“Haklısın. Iııığğğğğ”
“Neyse boş ver. Seçtin
mi salatanı?”
“Bana tavuklu, sana ton
balıklı söyledim.”
“Süper. Önce yiyelim.
Sonra sana taktik vereceğim.”
“Kimde denedin bu
taktikleri?”
Ukala bu Zeynep!
Ne yani, son zamanlarda
erkek arkadaşım yok diye kuralları unuttum mu? Kendisi bir sürü kişiyle çıktığı
halde sabit birini bulamadı. Ben hiç olmazsa üniversitedeki aşkımı unutamadığım
için kimseyle gezmiyorum. Ya o? O hiç aşık olmadı. Arkadaş sözü de dinlemiyor.
“Sen yap da tutmazsa
başkasında denemem.” dedim gülerek. Aslında haklı da ben taktik falan bilmem.
Şu kadın dergilerinde okumuştum bir zamanlar.
“Yasemin, sen de artık
aç gözünü. Yeter yas tutar gibisin.” Ukala ama iyi arkadaştır Zeynep. Aslında
bu cümleyi de benim artık normale dönmem için söylüyor. Zaten ben de artık
normale dönmek istiyorum.
“Yas tutmuyorum. Aşık
olmak istiyorum.”
“Ben de! Bilmem
anlatabildim mi? Taktiklerle değil ilk görüşte aşık olmak istiyorum.”
Cıvıldamaya başladı yine. Eminim tüm yakın masalar bizi dinliyordur. Bu kızın
sesinin ayarı yok.
“Çok şey istiyorsun. Yok
artık öylesi.”
“Vardır. Olmalı.”
“Tamam, benim taktiği
uygula ve olup olmadığını gör. Olmuyorsa kendi yoluna git.”
“Anlaştık. Neymiş bu
mükemmel taktik?”
“Uzak durmak.”
“Hönkkkk”
“Ne kadar kabasın. Akşam
mı bulaştı?”
“O bile benim kadar
kabalaşamaz. Kızım bu mu taktik dediğin?”
“Evet.”
“Nasıl uzak durarak aşkı
bulacağım?”
“Senin hatan ne? Önce hatanı
kabul et.”
“Benim hatam mı? Benim
ne hatam olacak? Erkekler tuhaf.”
“Hayır. Hatalı olan
sensin. Biri ilgi gösterdiğinde hemen kabul ediyorsun ve çıkıyorsun.”
“Ne var bunda?”
“İşte bu. Sen bunu
normal gördüğün sürece erkekler de senin için özel olmaya çalışmıyor.”
“Çalışmasınlar zaten.
Başta kendisini yanlış tanıtan erkeklerden ağzımın payını aldım.”
“Beni anlamadın. Bu
arada şu salatanı ye, az vaktim var. Hesabı sana yıkar kaçarım.”
“Sorun değil. Ama neden
bu acele?”
“Yeni ortak gelecek az
sonra büroya.”
“Anladım. Tamam, hadi
devam et.”
“Bak Zeynom, önce
gerçekten beğendiğin bir erkeği bulman lazım. Sonra onun sana ilgi gösterip
göstermediğini anlaman, gösteriyor ise olayları ağırdan alman lazım. Gerçekten
ilgili ve seni isteyen biri ise mutlaka peşine düşecektir. Ama bu kez hemen
buluşmak yok.”
“Ben hemen buluşmam ki.”
“Evet, hemen
buluşmuyorsun. Adam Cuma teklif ediyor sen Cumartesi buluşuyorsun.”
“Bir hafta sonra
buluştuklarımda ne değişti?”
“O zaman bu süreyi de
uzat. Ne acelen var. Önemli olan doğru erkek değil mi?”
“Haklısın. İyi de o
sürede benden vazgeçerse?”
“Onun kaybı!”
“Ya benim de kaybımsa?
Bunu nasıl bileceğim?”
Tam yanıt verecekken
masamıza bakan garson kız lafa karıştı. “Asla bilemezsin ama o kaderinse döner
dolaşır seni bulur.”
“Bak bir akıllı kadın
örneği. Olay bu işte.”
“Yani bana boş boş bekle
diyorsunuz, öyle mi?”
“Hayır canım, beklerken
taktikleri uygula diyoruz.”
“Neymiş o taktikler?”
“Bu biraz da karşındaki
erkeğe bağlı ama genelde ilgili kadından hoşlanıyorlar.”
Garson yine lafa
karıştı. “Biraz da aptal olmanı bekliyorlar. Kafalarında ‘tüm kadınlar aptal’
düşüncesi zaten var olduğu için buna inanmaları kolay.”
“Aptal gibi mi
yapacağım?”
“Anahtar kelime bu “gibi
yapmak” anlıyorsun sanırım artık.”
“Zor bu. Başka?”
“Zor değil. Sen ilgili
ol ama bunu buluşmaya kadar götürme. Bakışlarınla ilgini belirt. Gülümse ama
baygın bakışlarla birlikte değil. Sadece beğendiğini belli edecek kadar kısa ve
doğal.”
“Bu kolay. Ama aptal
olamam ki.”
“Olma o zaman. Tamam onu
koy kenara.” O sırada garson diğer masalara geçtiği için biraz sesimi kısıp
“Bence de yapma zaten. Sonrası için geri teper.”
“Oh neyse, sen de
onaylıyorsun sanmıştım.”
“Sırası karıştı ama en
başta dikkat etmen gereken konu, beğendiğin erkek ne kadar doğal? Bunu anlamaya
çalışman lazım.”
“O nasıl olacak?”
“Şöyle… Burası salata
barı olan bir yer değil mi? Buradaki kadın ile erkekleri şöyle bir tara. Ve
gözüne buraya uymadığını düşündüğün biri çarparsa bana da göster.”
Zeynep, sözümü dinledi
ve tüm lokantayı taradı. En sonunda iki masa ötede oturan çifti gösterdi. İşte
bu… Adam tabağındaki salatayı didikliyor. Belli ki karşısındaki kız yüzünden
gelmiş buraya ve mutsuz. Üstelik aç.
“Başardın hayatım. O
adam bu ortamda doğal değil. Sen bunu her yerde yapabilirsin.”
“Haklısın, evet nihayet
anladım ne dediğini”
“Güzel. Sonrasını da
kısaca söyleyeyim ve kaçayım. Geç kalacağım. İlgini belli ettin, gülümsedin, o
konuşmaya gelmezse çok zorlama ama genelde gelirler. Rahat ol ve konuş. Yüzüne
bakarak konuşuyorsa sorun yok. Çok konuşuyorsa da sorun yok. Ama burada da iyi
gözlem yap. Kendini anlatıp böbürlenen biri mi? Sadece sana kendini beğendirmek
isteyen biri mi?”
“Bunu da anladım. Ama
sonra?”
“Sonra… İşte burada
biraz durakla. İlk randevu gününde mutlaka işin olsun. Başka zaman için
ayarlama yap.”
“İşim yoksa?”
“Of Zeynep, işin var.
Benimle buluşacaksın.”
“AA ay tamam bugün
hakikaten aptalım sanırım. Basmıyor kafam.” Kendine kahkahalarla gülerken yine
kafalar dönmüştür eminim.
Gülmesi bitince
yanıtladım onu. “Çünkü böyle yapmıyorsun. Bunlar sana ters geliyor.”
“Doğru. Zor olacak ama
deneyeceğim.”
“Dene. Başaracaksın. Bu
dediklerimin haricinde yapacağın tek şey var. Kendin ol.”
“Bak en kolayı bu.”
“Biliyorum. Hadi ben
kaçıyorum canım. Akşama ararım seni.”
“Aman koş, Lima Mimarlık
sen olmazsan batar.”
Lokantadan çıktım.
Büroya yürümeye başladım. Arkadaşıma akıl vermek kolay. Kendim uyguluyor muyum?
Hayır. Çünkü hala aklım
onda! Zeynep haklı! Onu unutamıyorum.
*****
Üniversite birinci
sınıfta tanıştık. Atalay ile bir sınıf vardı aramızda. Bu sayede sık sık ders
çalışmaya başlamıştık. Evlerimiz de yakın sayılırdı. İkinci sınıfta doğal bir
süreç geçirerek çıkmaya başladık. Önce arkadaşlarla yapılan ortak planlar
zamanla baş başa gidilenlere dönüşmüştü. Ne o çıkma teklif etti ne de ben kabul
ettim. Ama üç yıl boyunca bir aradaydık. İlk aşk sözcüklerini üçüncü
sınıftayken duydum. Ben de hemen yanıt verdim. Artık aklımda sadece o vardı. Üç
yılın sonunda hayatımın vazgeçilmezi olmuştu. Ama o benden vazgeçti.
Çok kolay bıraktı beni.
O son sınıftayken
karşısına İtalya da master imkanı çıktı. Profesörlerden biri kendi gittiği okula
onu da götürdü. İlk gittiği yıl sık sık konuşuyorduk. Yaz tatilinde geleceğini
sanarak beklediğim aylar boyunca hayaller kurmaya devam etmiştim. Ama sonra bir
telefon daha geldi. Staj ayarlanmıştı kendisine. Üstelik bu kaçırılmayacak
kadar büyük bir fırsattı. Bunu ben de biliyordum. O yüzden sesimi hiç çıkartamadım.
Günlerce ağladım ama o her aradığında yine gülümseyerek konuştum.
Zamanla telefonların
arası uzadı. Staja başladığında telefonların arası ayda bire kadar çıktı. İnternetten
de mesajlar kesildi. Bana yaptığı işlerin gezdiği yerlerin resimlerini yolluyordu.
O resimlerde yanında birisi var mı diye uzun uzun inceliyordum. Aynı kadını
birden çok resimde gördüğümde içime kurt düşüyordu. Sonra resimler de gelmez
oldu. Acaba görmemi istemediği biri mi vardı yanında?
Ama sonra beni arıyor ve
sevdiğini söylüyordu. O zaman inanıyordum. O zaman korkularım geçiyordu.
Sevgilim uzakta diye
bana erkek bulmaya çalışan arkadaşlarımla arama mesafe koymuştum. O günlerden
bir Zeynep kaldı. O da asla aşkıma laf etmediği için hala yanımda… Ne kadar
üzüldüğümü biliyor.
Çok üzüldüm. Günlerce
ağladım. Çünkü master sonunda Atalay bana veda eden bir mesaj attı. Çok önemli
bir mimarlık bürosundan teklif almıştı. Artık yurda dönmeyecekti. Beni
sevdiğini, isterse yanına gidebileceğimi de altına yazmıştı mesajın.
Mesaj…
Bana veda ettiği şey bir
mesajdı. Aynı mesajın içinde “birlikte yaşamak” için yapılmış kuru bir teklif
de vardı.
İşte o günden sonra bir
daha ne aradım ne yanıt verdim ne de telefonlarına çıktım.
Şimdi ise hayatıma
ikinci kişiyi sokmamak için direniyorum. Biliyorum sütten ağzım yandığı için
yoğurdu buzlukta saklıyorum ama bu böyle. Hala içimde bir heves yok. Hala aklım
onda mı bunu da bilmiyorum. Çünkü bunu sorgulayacak bir ortamım olmadı.
Etrafımdakilerin
ilgisini de karşılıksız bırakıyorum. Canım istemiyor…
Bu kadar basit…
Canım istemiyor…
*****
Büroya geldiğimde saat
biri beş geçiyordu. Yarım saat kadar sonra ortağımız gelecekti. Bayanlar
tuvaletine gidip kendime çeki düzen verdim. Mutfak kısmına geçip kahvemi
yaptım. Yemek üstüne Türk kahvesi güzel oluyor. Babama da yapacaktım ama
vazgeçtim. O konuğu ile içmek isteyebilir. İki tane üst üste çarpıntı yapmasın
dedim.
Kahvemi bitirip işe
başladığımda büronun cam dış kapısı açıldı. Masamdan koridoru ve kapıyı
görebiliyordum. Ortak erken gelmişti. Sekreterimiz babamın yanına götürür diye
yerimden kalkmadım. Ama gelen kişiyi sekreter benim odama yönlendirdi.
“Yasemin Hanım, avukat
İlhan bey sizinle görüşmek istiyor.”
“Buyurun. Nasıl yardımcı
olabilirim?” Ortağın avukatı sanırım. Ama neden benimle konuşmak istiyor?
“Aslında çok yardımcı
oldunuz. Sizden taktik almaya geldim.”
“Taktik mi? Anlamadım.”
“Az önce lokantada
arkadaşınıza verdiğiniz taktikleri duyduk da. Bunları uygulamaya koymak isterim
ama uzak durması işime gelmez.”
“AA siz de orada
mıydınız? Gerçi başkalarının konuşmasını dinlemek ayıptır ama” Karşımdaki
avukatın hiç de utanmış bir hali yoktu. Aksine gülümsüyordu ve Zeynep’e
ilgisini açıkça ifade ediyordu. Severim böyle adamları. Dürüst ve açık…
“Doğrusu sizi dinleyen
ben değildim. Ben masanın uzak köşesinde oturup hayran gözlerle arkadaşınıza
bakıyordum. Müvekkilim duymuş. O söyledi.”
Yeni ortak kulağı uzun
biri mi? Ayrıca rastlantıya bakar mısınız? Aynı lokantada arka arkaya
oturmuşuz… EE ama beni bu adam nasıl buldu? Merak edeceğime sormak en iyisi! “Peki
beni nasıl buldunuz?”
“Arkadaşınız Lima
Mimarlık dediği ve en başta da adınızı seslendiği için sizi bulmak çok kolay
oldu.”
“Zeynep iyidir hoştur
ama ne yazık ki çok büyük bir kusuru var. Herkesin duyabileceği şekilde gizli
bilgileri veriyor böyle.”
“Gerçi kader demek lazım!
Ben zaten sizi bulacakmışım ama on dakika kadar önce bulmuş oldum. Babanızla
ortak olacak kişi de az sonra burada olacaktır.”
Adam haklı aslında.
Sanırım Zeynep’in kaderi değişti.
Ya da zaten kaderi
buydu.
Alıcı göz ile inceledim
bu yakışıklı erkeği. Eh benden geçer not aldı. Biz onunla konuşurken ortak
olacak mimar da gelmiş, sekreterimiz onu babamın odasına götürdükten sonra da
odama gelip İlhan Beye haber vermişti. O kapıdan çıkar çıkmaz telefona sarılıp
Zeynep’i aradım. Bir çırpıda anlattım olanları.
“Ben o adamı gördüm.
Hatta dikkatli baktığını da fark ettim ama senin uyuz taktiklerini dinlerken o
da duyuyor diye direkt eledim kendisini.” Heyecanlanmıştı. Bunu anlamak için
yüzünü görmeye gerek yok. Sesinden belli.
“Eleme. Adam gerçekten
yakışıklı ve dürüst.”
“Eh sen bir bak bakalım.
Sonra gerekirse ben de bir göz atarım.” Al işte tipik Zeynep. Bastı yine
kahkahayı telefonda. Kulağımı patlatacak bir gün…
“Olur canım. Ben deneme
tahtası mıyım? Neyine bakacağım? Ben beğendim. Sen de beğenirsen ne ala”
“Tamam bir bakarım.”
“Allah allah. Ne oldu
sana?”
“Taktik hayatım. Uzak
dur dedin ya. Seni dinliyorum.” Yine gülüyordu. Bana da bulaştı…
“Anladım. Haklısın.
Üstelik acı tarafı bu adam taktiklerimizi duyduğu için o da sana zıt
davranabilir.”
“O zaman gider yoluna.”
“Vayyy…Aa canım babam
beni arıyor” diyerek vedalaşıp kapattım. Dahili hatta babamın numarası yanıp
sönüyordu. Tuşa basıp “Efendim baba” dedim. Beni içeriye çağırıyor. Bekliyordum
ama bu kadar çabuk değil!
Üstümü düzeltip babamın
odasına doğru yürüdüm. Onun odası koridorun sonunda. Ve masif kapısı olan tek
yer.
Kapıyı çalıp içeriye
girdim. Az önce konuştuğum avukat yüzü kapıya dönük oturuyor. Beni görünce ayağa
kalktı ve yeniden elini uzattı. Sonra babamın ortağı olacak adama döndüm. Hala
kalkmamıştı. Doğal dedim yaşça büyük biri, kalkmasın. Yüzümde gülümseme ile
elimi uzattım.
Sonra dünya dönmeye
başladı. Zaten dönüyordu da, şimdi çok hızlı dönmeye başladı.
Atalay bana bakıyordu.
Bana mesajla veda eden
adam artık ayağa kalkmış, elimi tutuyordu. Ama sadece elimi değil kolumu da
tutması iyi oldu. Çünkü dünya daha da hızlı dönmeye devam ediyordu.
“Atalay?”
“Merhaba Yasemin.
Nasılsın?”
Toparlandım biraz. Kabus
sahnesi artık daha anlaşılır bir hal aldı. Babamın bunca zaman adını hiç ağzına
almaması bundan mıydı?
“Atalay ile ortak
olacağımıza memnun musun hayatım?” Babam bunu nasıl yapar? Atalay’ı biliyordu.
Bildiği halde nasıl kabul etti bunu?
“Elbette baba. Kendisi
özellikle İtalya da çok başarılı olmuş bir mimarımız. Bundan büyük onur olur
mu?” Bunlar iltifat gibi mi geldi. Bir de söylenişini duymanız lazım. Aslında
alay ediyorum ama galiba anlamıyor. Sadece kuru bir teşekkür etti. Daha fazla
orada kalmak istemedim. Babamın söyleyeceği başka şey olmayınca odadan çıktım.
Kendimi toparlamam asla
kolay olmayacak. Artık her gün birlikte çalışacağız. Nasıl olur bu? Kabus geri
geldi. Ben ne yapacağım? Ya evlendiyse? Çocuğu varsa? Eşi buraya gelirse?
Gerçi son bilgim bekar
olduğu yönündeydi ama üstünden iki sene geçti ve ben ondan hiç haber alamadım.
Bu arada her şey değişmiş olabilir.
İlk şoku atlattıktan
sonra masamda boş oturmaktansa müşteri ile görüşmeye gitmeye karar verdim.
Onlar odadan çıktığında masamda olmamak daha akıllıcaydı.
Küçük bir iş vardı
elimde, onunla ilgili görüşme ayarlamak iki dakikamı aldı. Hemen çizimlerimi ve
çantamı alıp çıktım bürodan.
*****
İki saat sonra döndüm.
Bu kadar saat görüşmem sürmedi elbette. Bir yere oturdum ve düşünmeye çalıştım.
Çalıştım diyorum çünkü asla düşüncelerimi sıraya sokamadım. Her seferinde aklım
karıştı. Ellerim titremeye başladı. Ayaklarım buz kesti. Hava nerdeyse kırk
dereceydi ama benim içimde buz dağları dolanıyordu.
Büronun kapısından girene
kadar da devam etti bu ruh halim. Kaçış yoksa yüzleşmek lazım. Ben de öyle
yapacağım. Atalay ile konuşacak ve geçmişin geçmişte kaldığını anlamasını
sağlayacağım.
Evdeki hesap çarşıya ne
zaman uydu? Çıkmış bile. Konuşmak için yarını beklemem lazım.
Zeynep’i aradım bu
arada. Her şeyi anlattım ona. Hattın ucunda tek kelime etmeden durdu öyle.
Haklıydı söylenecek söz yoktu. Sonra konuşuruz diyerek kucağına bıraktığım
bomba ile baş başa bıraktım ve kapattım telefonu. Sırada babam var. Onunla
konuşmam lazım. Eve kadar bekleyemeyeceğim. Annemin önünde tartışmak
istemiyorum.
Kapısını çalıp
girdiğimde beni beklediğini anladım. Zaten hep böyle bir bağ vardı aramızda.
“Baba, bana nasıl bir
açıklama yapacaksın?”
“Neyi açıklayacağım?”
“Baba, neden Atalay?”
“Çünkü en iyisi o!”
“Başka ‘çok iyiler’ de
var. Ama sen benim üzüleceğimi bilerek onu kabul ettin.”
“Anlamadım neden
üzülüyorsun? Kaç yıl oldu siz ayrılalı? Üstelik o zaman ikiniz de çocuktunuz.
Oysa şimdi o ödüllü bir mimar. Bu sene senin de onunla çalışıp adını duyurman
ve ödül almanı istiyorum. Şu çılgın projeni yarışmaya sokmayacak mısın?”
“Kaç yıl mı oldu? Neden
mi üzülecekmişim? Baba, duyan da bilmiyorsun sanır. Ayrıca o yarışmaya asla
girmeyeceğim.”
“Çocukça konuşuyorsun.
Bugün canın sıkkın ama zamanla sen de doğru düşünmeye başlarsın.” Babamın olayı
bu kadar basite indirgemesine inanamıyorum. Benim ne kadar üzüldüğümü biliyor.
Hala üzüldüğümü ve hayatımda hep bir şeylerin noksan olduğunu da görüyor ama
umursamıyor. Gerçekten çocukluk aşkı mı sandı acaba?
“Çocukça mı? Neyse baba,
tartışmayalım. Ben çıkıyorum.”
“Evde görüşürüz.”
Diyerek masasındaki işe döndü.
Her şeyi beklerdim de
babamın bu kadar geniş olacağını beklemezdim. Üstelik benden haftalardır
saklıyordu Atalay ile ortak olacağını.
Babamdan gizlim yoktu.
Ona okuldan birisi ile çıktığımı söylemiştim. Annem zaten biliyordu. Onun da
mimar olacağını söylediğimde babam tanışmak istemişti. Atalay ile yıllar önce
tanışmışlardı. O zaman da iyi anlaşmıştı ikisi. Ama bu kadar iyi anlaşıp beni
çiğneyerek ortak olacaklarını hiç düşünmemiştim.
Eve gitmek gelmiyordu
içimden ama en doğrusu buydu. Garaja geldiğimde arabamın yanındaki aracın
kapısı açıldı. İçinden Atalay indi.
“Konuşmamız lazım.”
“Yarın konuşuruz.”
“Yasemin, beni dinlemelisin.”
“Vaktim yok. Mesaj at.
Mail adresim aynı” O böyle bir yanıt beklemediği için donup kaldı. Yeniden
hareket edene kadar arabaya binip kapımı kilitledim. Çalıştırıp garajdan
çıktım. Ağlamamak için zor tutuyordum kendimi.
Zeynep’in evinin önünde
park ettim. Arkadaşım nasılsa beni dinleyecekti. Öyle de oldu. Anneme Zeynep’te
olduğumu haber verdim. Gecenin geç saatlerine kadar konuştuk. Önce bol bol
Atalay’dan, sonra avukattan sonra da havadan sudan konuştuk. Daha rahatlamıştım.
Eve gitmek için ayaklandığımda saat on iki olmuştu bile.
*****
İlk iş günümüz!
Erken gelmiş!
Kendi odamla onun odası
çok yakın. Ben koridorun sonundaki odada olduğum için hep onun odasının önünden
geçmek zorundayım. Ve ilk geçişimi yaptım. Tam kapısının önüne geldiğimde diğer
arkadaşlara yaptığım gibi “Günaydın” dedim ve yoluma devam ettim.
Yanıtını verdiyse de
duymadım. Zaten gözümün ucuyla bile gördüğümde kulaklarım uğuldamaya
başlamıştı. Bu adam hala beni bu kadar etkiliyorsa gerçekten kabus dolu günler
başladı demektir.
Masama oturdum ama
aklımı işe veremiyorum. En iyisi çizim yapmak! Şu lanet mutfak ve merdiveni ile
uğraşayım biraz.
Önce bilgisayarda
çalışmak istedim. Zaten kafamda oturmayan bir proje nasıl hayata geçecek?
Yarım saat kadar sonra
bir el omzuma dokununca sıçradım.
Babam elinde iki fincan
kahve ile gelmiş. Akşamdan beri hiç konuşmamıştık.
“Nasılsın?”
“İyiyim baba. Sen?”
Kabulleniş var sesimde. O da fark etti.
“Ben de iyiyim. Ne oldu
şu mutfaktaki merdiven?”
“Hala uğraşıyorum.”
“Atalay’a sordun mu?”
“Ne soracak bana?”
“Gelsene Atalay. Başında
bir dert var Yasemin’in. Müşteri mutfaktan üst kata merdiven istiyor.”
“Mutfaktan mı? Olur mu
öyle şey? Vazgeçiremedin mi?” Al işte babam gibi konuşuyor. Bu ikisinin bu
kadar iyi anlaşması beni deli edecek.
“Neden vazgeçireyim. Ben
ısrar ettim mutfakta merdiven yapalım diye.” Yanıtımdan sinirli olduğumu
anladı. Yine de devam ettim. “Kadın tuhaf. Bu beşinci isteği ve vazgeçmesini
altıncıyı istemesini beklerken o inatla mutfağında merdiven istiyor.”
“O zaman ne yapabiliriz
bakalım. Var mı elinde çizim?”
“Bir iki deneme var ama
pek hoş şeyler değil.” Onları görmesini istemiyordum. Çünkü bunca
yıllık tecrübeme göre çok çocukçaydı planlar. Mutfağın büyük kısmını alıyor.
Diğer isteklerini yerleştirmek güçleşiyor.”
“Bu kadın neden mutfaktan
üst kata çıkış istiyor?”
“Aslında iniş istiyor.
Ev çok büyük ve uyku sersemi o kadar yol dolaşmak istemiyor. Bir an önce
mutfağa inmek istiyor.”
“Hizmetçisi yok mu?” Bunları
konuşurken masamın yanında dikiliyordu. Losyonu burnuma ulaştığında yıllar
öncesine gittim. Hala aynı kokuyu kullanmasına şaşırdım ama çok da hoşuma
gitti. Çünkü bu kokuyu ben seçmiştim. Toparlanıp yanıt verdim.
“Devamlı kalan biri yok.
Evin içinde yabancı istemeyenlerden.”
“Anladım.” Kahvesinden
bir yudum aldı. Tekrar ekrana baktı. Sonra taslak çizmek için bir kağıt aldı
eline. Kalemle kaba çizgilerle fikrini kağıda aktardı.
“Madem asıl amacı inmek
o zaman biz de ona ineceği bir merdiven yaparız.”
“Nasıl?”
“Şu çatı merdivenleri
var ya. Onlardan koyarsak, alt katta yemek yaparken kapatır. Ne olursa olsun
koku ve yağ üst kata ulaşmaz. İstediği zaman da açar ve kullanır.”
Bu kadar… İşte bu kadar
basit ama benim aklıma gelmedi. Çatı merdiveni ile bu iş çözülürdü ve bunu
söylemek için taaa İtalya’dan gelinmesi gerekmiyordu.
Babam, yüzünde koca bir
gülümseme ile bakıyordu Atalay’a.
“Sizi baş başa
bırakıyorum. Bu iş bitsin de biz de rahat edelim.”
“Tamam. Merak etmeyin.”
Merak etmesinmiş! Ne
demek bu? Asıl sen yanımda olduğun sürece babamın merak etmesi gerekir. Çünkü sana
olan kızgınlığım ile her an üstüne atlayıp saçını yolabilirim. Bir an hayal
kurdum. Az önce aklımdan geçenler şu an gözümün önünden geçiyor. Ben Atalay’ın
sırtına tırmanmış saçlarını çekiyorum. O da bana ulaşıp kurtulmaya çalışıyor.
Gülmeye başladığımı fark etmedim.
“Ne oldu?”
“Ne ne oldu?”
“Gülüyorsun.”
“Evet. Gülebiliyorum.”
Yüzüm de, sesim de değişmişti.
Sanki gülemezmişim gibi
hesap soruyor! Yıllarca gülemedim. İçten tek bir kahkaha atamadım. Tam
toparlandığımı, artık hayata yeniden başlayacağımı düşündüğüm zamanda çıktın
karşıma. Yine mi gülmemi engelleyeceksin?
“Gülmek hep yakışmıştır
yüzüne. Daha sık gül.” Yüzüme dikkatle bakıyor. Eskiden de söylerdi bunu.
“Daha sık gül!
Emredersin Atalay. Başka bir isteğin var mı? Artık bana karışabileceğin bir yerde
değilsin.” Hoppp neler oluyor? Neden bu kadar tepki verdim? Alt tarafı daha sık
gül dedi. O da garipsedi bu abartılı tepkimi.
“Sana karışmak için
söylemedim ki. Sadece gülmek sana yakıştığı için söyledim.”
“Tamam. Artık çalışabilir
miyim?”
“Baban, bu işi birlikte
yapmamız gerektiğini söyledi. Büyük patron o. O ne derse o olur.”
“O zaman çalışalım.”
Babamın sözlerini koz
olarak kullanması hoşuma gitmişti. Hoşuma gitmesi de sinirime dokunmuştu. Yine
mi yörüngesine giriyorum?
On dakika sonra
telefonum çaldı. Zeynep hattın ucunda. Öğlen avukat ile yemek yiyeceklerini
söyledi. Ah Zeynep akıllanmayacaksın!
“Saçmalama. Ne konuştuk
dün?”
“Ama sen söyledin. O tüm
taktikleri duymuş. Daha doğrusu Atalay duymuş.”
“Atalay mı?”
“Evet.”
Ben yanıtı almadan
Atalay’a bakmaya başlamıştım. Dün o da mı lokantadaydı? Neden kendisi ile
konuşmamıştı? Neden Zeynep tanımamıştı? Çünkü Atalay’ın son gördüklerinde saçları
uzundu ama şu an kısaydı. Arkası dönük oturmuş ve sesini çıkartmamıştı. Dün
neler konuştuklarını anımsamaya çalıştı. Onun hakkında bir şey söylememişti
galiba? Emin değildi…
Bu sırada Atalay, Zeynep
ile konuştuğumu anlamış yüzüme bakıyordu. Renk vermemek için uğraşıyordum.
“Pekala, dün sana
söylediklerimin neresini anlamadın?”
“Her yerini anladım ama
İlhan söze şöyle başladı. ‘Tüm uzak dur taktiklerini nasılsa bertaraf edeceğim.
O yüzden hiç uğraşma, sadece öğlen yemeği yiyelim.’ Şimdi sen söyle, böyle
konuşan bir adama nasıl hayır denir?”
“Denmez. Afiyet olsun.”
Gülmeye başladım. Haklı kız. Adam zaten açık kapı bırakmamış.
“Sen de gelsene.”
“Yok daha neler? Afiyet
olsun size. Zaten işim çok.”
“Tamam. Yasemin… Kader
diye bir şey var gerçekten.”
“Her zaman güzel şeyler
getirmiyor ama.” Bunu söylerken Atalay’a bakıyordum.
“İlhan ile Zeynep yemeğe
mi çıkıyor? Dünden belliydi zaten. İlhan gözünü alamamıştı Zeynep’ten.”
“İlhan’ı ne kadardır
tanıyorsun?”
“Çocukluk arkadaşım.
Yurda dönünce yeniden görüşmeye başladık. Avukatlığımı yapmaya başladı.”
Tanımadığı bir çocukluk
arkadaşı varmış! Şaşırmıştı. Demek ki o kadar da detylı tanımıyorlarmış
birbirlerini!
“Bu kadarı Zeynep’e uzak
durmasını söylemek için yeterli.”
“Neden? Avukat olduğundan
mı?”
“Hayır. Senin arkadaşın
olduğundan!”
“Yasemin, kırıcı
oluyorsun.” Sesi küskündü. Ne bekliyor? Çok mu mutlu olmam lazım? Çok mu rahat
olmam lazım? Bunca yıl üzüntü yaşatan adamı affetmem mi lazım? Bir şey olmamış
gibi mi davranmam lazım? En iyisi işe dönmek… Çünkü hiç birini yapamıyorum.
“Gerçekler bazen kırıcı
oluyor ne yazık ki. Evet, çalışıyor muyuz?”
Daha fazla konuşmak
istemiyordum. Çünkü batacaktım. Çünkü duygularımı belli edecektim. Çünkü
birazdan ağlayacaktım.
“Çalışalım.” Sesi yorgun
çıkmıştı.
*****
İlk haftamız bitmek
üzere. Atalay defalarca konuşmak istedi. Ama her seferinde susturdum.
Ne konuşacak ki? Ne
değişecek?
Bu arada öğrendim. Hala
bekar. Hiç evlenmemiş. Buna mutlu oldum. Tabii bu hayatında biri olup olmadığı
sorusunu yok etmiyor. Soramıyorum da. Zeynep’i kullansam? Evet, akıllıca bir
yöntem! İlhan ile konuşurken laf arasında sorsun benim aslan arkadaşım.
Zeynep’e görevi verdim
bile. Pazar günü İlhan ile buluşacakmış. O zaman sormayı deneyecek.
Tüm hafta babamın
ikimizi bir araya getirme çabalarını şaşkınlıkla izledim. Soramayacağım için de
katlandım bu bir araya getirme çabalarına. Sorsam da söyleyeceği belli...
Ortağı ile aramın kötü olmasını istemediği için böyle yaptığını söyleyecek. Ben
de inanmayacağım. Babam da yalancı olacak. Babamın asıl amacı ne? Sanırım artık
Atalay’ı unutup hayatımı yaşamam için böyle yapıyor. Bak bu adam unutulmayacak
kadar matah değil, demek istiyor galiba…
Bu cumayı bitirince iki
gün görmeyeceğim Atalay’ı. Biraz kendime gelirim bu arada.
İtiraf etmem lazım. Onunla
çalışmak çok keyifli. Gerçekten ilginç fikirleri var. O fikirlerini sırlarken
insan ister istemez onun yörüngesine girip aynı şekilde fikir üretmeye
başlıyor.
Mutfak merdiveni
önerisini çok beğendi müşteri. Üst katta küçük bir banyo vardı. O banyoyu
mutfağa inen merdivenin gizleneceği yere çevirmek ve şık bir merdiven seçmek
kalmıştı geriye.
Bu arada babam başımın
etini yiyor ve yarışmaya hazırlanmamı söylüyordu. Ama artık tüm hevesim
kaçmıştı. Kafamda başka sorunlar cirit atarken nasıl uğraşacaktım? Üstelik
kimseye söylemesem de o ev, Atalay ile birlikte yaşamak istediğim evdi. Şimdi
nasıl tamamlayıp başkalarına gösterebilirim? En iyisi kimseye göstermemek. O
benim evim. Hayalimde yaşamaya devam edecek.
Masamı toparlayıp iyi
tatiller dileyerek çıktım bürodan. Atalay odasında yoktu. Belki de erken
çıkmıştı?
Hafta sonuna erken
başlamıştı…
*****
Cuma akşamım, Cumartesi
sabahım düşünerek geçti. Ben ne yapacaktım?
Atalay, şirketin ortağı
olarak son derece normal davranıyordu. Oysa ben onu gördükçe heyecanlanıyordum.
İşin kötüsü gün geçtikçe görme isteğim artıyordu. Üstünden geçen bunca yıla
rağmen aşkım hiç eksilmemiş. Bunu biliyorum ama çektiğim acıyı da unutamıyorum.
Öğlene doğru artık
pijamalarımı atıp üstümü değiştirdim. Biraz vitrin bakmak iyi gelebilir diye
düşündüm. Mağazaları gezerken ufak tefek de alışveriş yaptım. Depresyon
önleyici bir alışveriş olmadı ama yine de sakinleştim. Eve döndüğümde akşama
babamın misafiri olduğunu öğrendim. Bu iyi haberdi. Yanlarında oturmam
gerekmiyordu. Biraz anneme yardım ettim. Sonra da odama çıktım. Akşam yemeğine
kadar da uyudum. Kaç gecedir Atalay yüzünden uykusuzdum. Vücudum daha fazla
dayanamadı ve iki saatlik derin bir uykuyla kendine geldi.
Annem kapımı çaldığında
yeni kalkıyordum. “Hadi kızım birazdan misafirlerimiz gelecek.” Akşamki yemeği anımsadım.
Üstümü değiştirdim.
Saçımı taradım. Bir de ruj sürdüm. Yeter. Fazlaya gerek yok.
Yemek odası alt katta.
Babam bu evin projesini çizerken her adımda annemin fikrini aldı. Çocuktum o
zamanlar ama bugün bile çok kullanışlı olduğunu düşünürüm bu evin. Mutfağa
yakın yemek odasından sesler geliyordu. Konuklar gelmiş!
Annem odaya girmeden
yakaladı beni. “Kibar davran” dedi. Şaşkınlıkla baktım yüzüne. Ben kaba mıyım?
Kapıdan girince düştü
jeton. Misafirler Atalay ile İlhan. Bir de genç kız var yanlarında. İkisinin
ortasına oturduğu için kimle geldiğini anlayamadım ama kıskandığımı hissettim.
Üstelik bu kıskançlık saçlarımdan başlayıp ayak parmaklarıma kadar tüm vücudumu
kapladı.
Gülümseme yerleştirdim
ve o sahte yüzümle “Hoş geldiniz” dedim. Üçü de hoş bulduk dedi. Ama kimse kızı
bana tanıştırmadı. Kız da kibar bir şekilde kendini tanıştırmaya karar verdi.
Neden iki erkek de bana dik dik bakıyor? Kızın sesi yaşını ele veriyor. En
fazla on sekiz-yirmi yaşındadır.
“Ben, Pınar. İlhan’ın
kız kardeşiyim. Ve davetsiz misafirim çünkü ağabeyim de geleceğimi bilmiyordu.”
“Hiç önemli değil.
Annemin yemekleriyle üç davetsiz daha doyar. İçiniz rahat olsun.” Gülümsedim.
Bu kez içtendi. Atalay da gülümsemeye başladı. Ne kadar yakışıklı oldu yüzü. Bu
adama da gülmek yakışıyor. “Birilerini daha mı çağırsak? Mesela Zeynep de
gelse?” Atalay, konuşurken İlhan’a bakıp gülümsüyordu. Arkadaşımı koruma
girişiminde bulundum.“Eminim işi vardır.”
“Uzak Dur, taktiği pek
işe yaramamıştı.” Atalay o gün duyduklarını anımsatıyordu. Daha önce konu
etmemişti bunu.
“Belli mi olur? Belki de
geç de olsa uygulama kararı almıştır.” İlhan’ın soru dolu bakışlarında üzüntüyü
de görünce kıyamadım. Bu çocuk çok sempatik geliyordu bana. “Doğrusu bu akşam
anne ve babasının otuzuncu evlilik yıldönümü. Onlarla yemeğe gidecekti.”
“Onlar baş başa gitsin.
Zeynep de buraya gelsin. Ben de tanışayım ağabeyimin hep bahsettiği kızla.”
Pınar, merakla söylemişti. Annem o sırada odaya zeytinyağlı sarma dolu bir tabak
daha getirdi. Atalay çok severdi zeytinyağlı sarmayı. Annem anımsıyor olamaz
değil mi? Rastlantıdır.
Annem son söylenenleri
duymuştu. “Çağırsana Yasemin.” Artık şart olmuştu. Zeynep de konukları
öğrenince fazla naz yapmadan geldi. Pınar ile tanışana kadar onun da yüzünden
birkaç duygu geçişi oldu.
Aslında masa sıcaktı.
Sadece Atalay ile ben pek birbirimizle konuşmuyorduk. Arada bakışlarını
yakalıyordum o kadar. Yemek bittiğinde babam salona geçmemizi teklif etti.
Bir saat kadar, birlikte
konuştuk. Sonra babam ufak bir işim var kusuruma bakmazsınız değil mi, diyerek
çalışma odasına çıktı. Babamın huyu değil ki bu. Misafir bırakılır da iş
yapmaya gidilir mi?
Annem de, mutfağa geçti
ve bizi baş başa bıraktı. Zeynep ile İlhan yakın oturdukları için konuşmaya
dalmıştı. Pınar, elinde cep telefonu mesaj çekiyordu. Atalay ile ben ne
yapacağımızı bilmez şekilde oturuyorduk. En sonunda Atalay “bahçeye çıkalım
mı?” dedi. Odadaki hava beni de rahatsız ettiği için kabul ettim. Zaten artık
aramızdaki bu soğukluğu yok etmemiz ve normal hayatımıza dönmemiz gerekiyordu.
Bunu kendi evimde yapmak daha doğru olacak. Kendimi güvende hissediyorum.
Bahçeye çıkar çıkmaz
karşıma dikildi. Evden gözükmeyecek bir noktadayız.
“Yasemin, konuşmamız
gerektiğini biliyorsun. Susarak geçmişi yok edemeyiz.”
“Geçmiş geçmişte kaldı.
Konuşarak neyi değiştireceğiz?”
“Değişmeyecek. Ama benim
neler yaşadığımı bilmen gerekiyor.”
“Hiç gerek yok. Atalay,
benden uzak dur yeter.”
“Asla. Senden uzak
durmayacağım. Aksine mesafeleri yok etmek için ne gerekirse yapacağım. Ben o
uzaklığı yaşadım.”
“Seni istemiyorum ki
hayatımda. Bir kez daha aynı şeyleri yaşamayacağım. Bana bitti demek için mesaj
atan birisi ile bir kez daha denemeye hiç niyetim yok.”
“Sen, o kadar umursamaz
konuşuyordun ki, artık beni sevmiyorsun sandım. Yine de sana yanıma gelmeni
teklif ettim. Ama yanıt bile vermedin.”
“ ‘Ben İtalya’da
kalacağım. İstersen sen de yanıma gel’ diyen mesajın mı? Bu mu teklif? Buna mı
yanıt verecektim? Yazdığının anlamı, ‘aslında seni yanımda istemiyorum ama ayıp
olmasın diye soruyorum’du. Bunu anlamayacak kadar aptal mıyım?”
“Yasemin… O mesajın
ardında bambaşka duygular yatıyordu. Seni çok seviyordum. Çok özlüyordum ama
sen artık benimle çok soğuk konuşuyordun. Etrafındaki arkadaşlarından gelen
haberler de birileri ile tanıştığın şeklindeydi. Beni unuttuğunu, ayıp olmasın
diye konuştuğunu düşünüyordum. Master yaptığım ve staj yaptığım yerlerde bir
sürü rakibim vardı. Hepsi neredeyse gece gündüz çalışıyor, hafta sonunda bile
dinlenmiyordu. Benim de masterımı tamamlamak için onlar kadar çalışmam
gerekiyordu. İşte bu şartlar, benim gelip de seninle yüzleşmemi engelledi. Sonra
ise sen bana yanıt vermeyerek gerçekte yanıt vermiş oldun. Daha fazla üzülmemek
için kendimi iyice işlere gömdüm.”
“Gerçekmiş gibi
anlatıyorsun” Sesi o kadar üzgündü ki inanmamak hata olacak gibiydi.
“Her kelimesi gerçek
çünkü. Seni sevmekten hiç vazgeçmedim. Kader de iş başı yaptı galiba. O gün
lokantada Zeynep ile konuşmanı dinlerken Zeynep’in cümlelerinden senin de beni
unutmadığını anladım. Ama bana hiç konuşma fırsatı vermedin. Tek umudum o
konuşmanızdı. O gün kendimi çok zor tuttum. Dönmek ve sana sarılmak
istiyordum.” Sonra durdu. Bambaşka bir cümle ile devam etti. “Baban da çok üzülüyordu.
Bu soğukluğu yok etmek için elinden geleni yaptı. Bu akşamki yemek de onun
fikriydi.”
“Babamın fikri mi? Ne
demek bu?”
“Yasemin, babana ortak
olmayı ben teklif ettim. İki ay kadar önce yurda döndüm. İlk işim seni
araştırmak oldu. Babanla çalıştığını öğrenince onunla randevu ayarladım. Her
şeyi en baştan anlattım. Seni üzdüğüm için affını istedim. Eğer sen beni
affedersen o da affedecekmiş.”
“Bunları babam mı
söyledi? Babam arkamdan ne dolaplar çevirmiş böyle. İyi de benim ne istediğimi
hiç sormadı ki bana.”
“Belki de ne istediğini
bildiği için sormamıştır.”
“Bilmiyor. Kimse
bilmiyor.”
“Herkes biliyor.”
“Neyi?”
“Beni, benim seni
sevdiğim kadar sevdiğini. Benim istediğim kadar senin de birlikte olmak
istediğini.”
“Ben böyle bir şey
demedim.”
“Bunu demen gerekmiyor.
Bana baktığında artık gözlerinde var bu. İlk gördüğümde yoktu. İlk iki gün
büyük bir nefretle bakıyordun. Ama son üç gündür artık sevgiyle bakıyorsun.
Eskiden olduğu gibi o bakışların içinde yüzmek istiyorum.”
“Hayır, ben sana
sevgiyle bakmıyorum.” Bunu söylerken bile öyle bakıyordum. Biliyordum. Ama
işte… Hala bir yanım bu iş olmaz demeye devam ediyor. Ama diğer yanım o egomun
sesini susturuyor. Dene, ne kaybedersin diyordu.
“Bakıyorsun.” O kadar
yakınıma geldi ki, nefesini duyuyordum.
“Bakmıyorum.”
“Bakıyorsun.”
“Bakmak istemiyorum.”
“Ama elinde değil. Çünkü
sen de hala beni seviyorsun. Yeter artık. İkimizde çok acı çektik. Aylarca
sadece çalıştım ve uyudum. Uyanık ve işsiz olduğum her an acı çekiyordum. Artık
daha fazla acı çekmek istemiyorum. Senin de acı çekmeni istemiyorum.”
O an, tam o an artık
verilecek bir karar olmadığını anladım. Uzak durmak çözüm değildi. Uzakta tutmak
çözüm değildi. Alnımı göğsüne dayadım. Sarılmadım ama sadece o gözlere bakmamak
için yaptım bunu. O kadar derin soluklar alıyordu ki, başım da onun göğsü ile
kalkıp iniyordu.
“Bir daha üzülmek
istemiyorum. Bir daha yalnız kalmak istemiyorum. Bir daha sensiz kalmak
istemiyorum.”
Sesimi zor duyuyordu.
Başını biraz daha eğdi. Kulağıma “Ben de istemiyorum. Ne sensizliği, ne
sensizken çektiğim üzüntüyü, bir kez daha yaşamak istemiyorum. Affet beni.”
“Senin de beni affetmen
lazım.”
“Neden? Senin
affedilecek neyin var?”
“Senin uzaktan sevgini
anlayamadığım için, orada tek başına nelerle uğraştığını kavrayamadığım için,
sen uzaklaşıyorsun sanıp, senden önce uzaklaştığım için. Hepsi için affet
beni.”
“Affettim. Sen?”
Kollarını belime sardı nihayet. Ben de başımı kaldırdım. O gözlere baktım. Ve
kararlı sesle yanıtladım. “Affetmedim.”
“Affetmedin mi? Yasemin
daha ne söyleyebilirim bilmiyorum.” Gerçekten üzgün bakıyordu.
“Affetmedim tabii. Benim
arkamdan babamla iş çevirmeni nasıl affedeceğim? Tüm bunları iki ay öncesinde
bana zorla anlatabilirdin ama yapmadın. Nasıl affedeceğim? Hala beni öpmedin.
Nasıl affedeceğim?”
Ben bu lafı ettiğimde
biliyordum zaten öpeceğini. Yılların özlemi ile dakikalarca öpüştük. İkimiz de
ağlıyorduk.
“Benimle evlenir misin?”
bu soruyu o kadar uzun zamandır bekliyordum ki… Hiç beklemedim yanıt
için.“Evet.”
O kadar özlemişiz ki,
birilerinin bize seslenmesi ile kendimize geldik. İlhan ile Zeynep kapıdan
bakıyordu. Utanmam mı lazım? Utanmıyorum. Çünkü seviyorum. Küçük bir öpücük
daha çalıp eve doğru yürüdüm. Atalay da arkamdan geliyordu. Zeynep kapının
ağzından çekilmeden bana bakıyordu. Yüzündeki gülümseme daha da yayılmıştı. “Sizin
adınıza çok mutluyum.”
“Ben de. Hala seviyormuş
beni.”
“Aman ne büyük sürpriz.
O kadar belli ki. Adam senin için dönmüş.”
“Evet.” O sırada Atalay
bana yetişti ve kolunu belime sardı.
“Dönmekle kalmadım.
Artık onsuz tek bir an yaşamayacağım. Şimdi babanla konuşmaya gidiyorum.”
“Ne konuşacaksın
babamla?”
“Bana evet dedin ya. Ona,
seni ne zaman istemeye geleceğimizi soracağım.”
“Evlenmek mi? Evleniyor
musunuz?” Zeynep şaşırmıştı. Bu kadar hızlı bir karar beklemiyordu galiba.
“Hele bir
evlenmesinler!”
Gecenin sürprizi babam
odanın kapısında duruyor. Yanında da annem. Allahım ben nasıl bir ailenin
çocuğuyum?
“En kısa zamanda
evlenmek için izninizi istiyorum.”
“Dünürlerime haber ver.
En kısa zamanda bekliyoruz.”
“En kısa zamanda
geleceğiz.”
En kısa zamanlardaki
vurguya herkes gülüyordu.
Atalay, babamın elini
öpmek istedi. Ama babam izin vermedi. Sarılıp yanaklarından öptü. Sonra annem
de damadını öptü. Ben ise olanları kocaman gözlerle izliyordum. Tek değildim.
Zeynep ile artık erkek arkadaşı olan İlhan ve kız kardeşi Pınar da benimle
birlikte izliyordu manzarayı. Babam modern biriydi ama bu kadarını ummuyordum.
Daha sonra yaşananlar
çok güzeldi. Bir ay içinde nişan yaptık. Evlenmek için de fazla beklemeyeceğiz.
Kaybettiğimiz yılların acısını çıkartmak için en kısa zamanda nikahımızı
yapacağız.
Zeynep ile İlhan da
birbirinden uzak duramayacağını anlayıp evlenme kararı verdi.
Atalay ile hayalimdeki
evi yapacağız. Yarışmaya girmedim. Zaten tüm ödülleri kazanmıştım.
Onu affettiğim o
akşamdan beri beni hiç üzmedi. Üzmeyeceğini de biliyorum. Ben de onu üzmedim.
Çünkü tüm hayata yetecek kadar üzüntü yaşamıştık.
Artık asla uzak
durmayacaktık…
Pazar keyfi katmerlendi bu kısa hikaye ile. Yüreğine sağlık ablacığım 😘
YanıtlaSilKısa hikayelerine bayıldığımı söylemişmiydim ? Teşekkürler .
YanıtlaSil