28 Mayıs 2015 Perşembe

BUZDAKİ ATEŞ 4. Bölüm

Gözünü açtığında biri üstüne eğilmiş, gözüne ışık tutuyordu. O ışık gözünü acıttı. Ama sanki başka acıları da vardı. Hareket etmek istediğinde o gözüne bakan adam,
“Erhan Bey, hareket etmeye çalışmayın. Bir kaza geçirdiniz. Bel omurlarınızda parçalı kırık oluştuğu için acil ameliyat edildiniz. Şu an Gata da yatıyorsunuz.” dediğinde Erhan tüm duyduklarının rüyasında olduğundan emindi.

Uyanmak istedi. Yana dönmek hatta bacaklarını biraz kırmak dizlerini karnına çekmek istedi. Ama hiç birini yapamadı. Rüya değil miydi?


Erhan, rüyasında sandığı sesi tanımaya çalıyordu. Bu adamı daha önce görmediğinden, duymadığından emindi.  Rüyasına devam etmek için gözünü kapatmak istedi. Ama doktor olduğunu söyleyen adam bu kez diğer gözüne ışık tutuyordu. Üstelik vücudu uyuşmuştu. Neden hareket edemiyordu?

“Erhan Bey beni duyabiliyor musunuz? Hareket etmeye çalışmayın lütfen. Ameliyattan birkaç saat önce çıktınız. Henüz dönemezsiniz sağa sola.” Doktor, bir yandan konuşuyor, bir yandan da bacaklarını hareket ettirmek isteyen Erhan'ı tutmaya çalışıyordu.

Erhan nihayet anlıyordu. Gördükleri rüya değildi. Gerçekten hastanede yatıyordu!

“Ne oldu? Kaza mı geçirdim?” Sesi kendi kulağına bile çok hafif geldi. Sesini düzeltmek için ne yapmak istese canı acıyordu. Sessiz kalmak daha iyiydi!

“Evet, Kayseri'ye yaklaştığınızda, karşı şeritten gelen bir araba buzda kaymış, sizin olduğunuz şeride geçmiş ve aracınıza çapmış. Siz de şarampole yuvarlanmışsınız. Emniyet kemeriniz bağlı olduğu halde aracınız takla attığı için belinizden yaralanmışsınız. Sol ayak bileğinizde kırık var. Bazı kaburgalarınız ezik, baş bölgenizde kırık ya da çatlak yok, şişlikler var. Asıl önemli hasar omurunuzdaki kırık. Ameliyat ile hem omurunuza platin taktık hem de ayağınızdaki kırığı düzelttik.”

“Hiçbir şey anımsamıyorum. Yola çıktığımı biliyorum ama kaza anım yok. Hafızamla ilgili bir şey olabilir mi?” Sesi yine çok zor ve titrek çıktı. Düzgün ses çıkartabilmek için öksürmek istediğinde vücudunda korkunç acılar hissetti. Narkozun ve ağrı kesicilerin etkisi geçmek üzereydi demek ki!

Doktor acısını fark etmiş, yavaşça omzuna dokunup sakinleştirmek istercesine konuşmaya başladı. Sorusunu yanıtladı öncelikle;

“Hafıza kaybı olduğunu hiç sanmıyorum. Ama birkaç soru sorarsak netleşir. Hangi aydayız?”

“Aralık. Eğer kazayı bugün yaptıysam ayın beşi olmalı.” Tarihi düşünmeden anımsayınca kendisini iyi hissetmişti. Zaten yaraları çoktu. Bir de hafıza kaybı ile uğraşmak zorunda kalmayacaktı.

“Evet, aralık ama artık altısı oldu. Nereye gidiyordunuz?” Doktor yine de kesinleştirmek istiyordu tanısını.

“Antep'e gitmek istiyordum. Bir arkadaşımı görmek için!”

“Sanırım sadece kaza anını anımsayamıyorsunuz. Bu da normal. Kısa süre sonra anımsarsınız.”

“Ailemin haberi var mı?”

Daha suçlamaları hazmedememişti ailesi. Üstüne bir de kaza geçirmesi annesini çok üzecekti. Kendisi haber vermek isterdi ama kaza dün olmuşsa çoktan haberleri olmuştur diye aklından geçirdi. Doktoru onaylarcasına başını sallayıp konuşmaya başladı.

“Evet var. Geldiğinizde baygındınız, ailenize haber verdik. Dışarıda kardeşleriniz ve babanız bekliyor. Onlara, kendinize geldiğinizi haber vereceğim ama sizi göremezler bir süre daha. Yarın yoğun bakımdan çıkabilirsiniz. Normal odaya geçtiğinizde aileniz ile görüşebilirsiniz. İyi olduğunuzu haber vereceğim. Onlara söylemek istediğiniz, ya da bana sormak istediğiniz bir şey var mı?”

Erhan nasıl soracağını bilemiyordu ama belinden sakatlanmış olmak bu soruyu sormak zorunda bırakıyordu. Önce derin bir nefes aldı. Vücuduna giren ağrıların, konuşacak kadar hafiflemesini bekledi. Kısık bir sesle sorusunu yöneltti.

“Yürüyebilecek miyim?”


*** 
İki genç ve ortalamanın üstünde boya sahip genç kadın, yatak odalarındaki boy aynasından birbirlerine bakıyor, daha genç olan makyajını tamamlıyordu.

“Neden inat ediyorsun? Üç koca yıl geçti üstünden. Sana Atilla'yı unut demiyoruz ki. Ama artık etrafına da bak. Daha yirmi dokuz yaşındasın ama hayattan elini eteğini çekmiş gibisin.”  Rimelini de sürdükten sonra son kez aynada kendisine baktı. Sonra, ablasından yana dönerek, yüz yüze geldi. Ablasının yüzüne bakıyordu. O ana kadar susan genç kadın ise neşeli bir ton ile konuşmaya çalıştı.

“Ablam, yok öyle bir şey. Ben iyiyim. Sen neden üzülüyorsun ki? Hem ben Atilla'dan sonra ne başka bir erkekle olabilirim, ne de şimdiki yaşantımdan farklı bir hayat sürdürebilirim. İşim iyi, sizler hep yanımdasınız. Daha ne isterim ki?”

İki kardeşin konuşmaları son bir yıldır hep bu tarz geçiyordu. Umut, yirmi yedi yaşında olmasına rağmen ablasından farklı sayılmazdı ama o hiç olmazsa eğlenmeyi, arkadaşları ile gezmeyi seviyordu. Oysa ablası işten eve, evden işe gidiyordu. Üç yıl önce yaşadıklarından sonra onu anlasa da bu kadar uzun süre yas tutması doğru gelmiyordu. Daha çok gençti! Kendisinden sadece iki yaş büyüktü ablası. Kendisi henüz evliliği aklından bile geçirmese de ablası beş yıl önce evlenmişti. Sevdiği erkek ile evlenmiş ama işleri yüzünden bir türlü aynı şehirde çalışma imkânı bulamamıştı. Henüz iki yıllık evliyken kocası yılbaşı için izne gelmiş, on gün kadar kaldıktan sonra görev yaptığı Hakkâri’ye geri dönmüştü.  Geri dönüşünden iki gün sonra şehit olduğu haberi gelmişti. 

İki yıllık eşini toprağa veren ablası ne cenazesinde ne de ondan sonra tek damla yaş dökmemişti. Ne kocası için ne de başka bir üzücü olaya karşı tepki vermiyordu. Ne ağlıyor ne de içten gülüyordu. 

Ailesi ve arkadaşları yaşadıklarını anlasa da artık o kabuktan sıyrılmasını istiyordu. Ablası üç yıl önce toprağa verdiği eşi ile kalbini de gömmüştü. Eniştesinin ölüm yıldönümü yakındı. Yine kâbus dolu günler gelecekti. O günleri daha kolay atlatabilmesi için ellerinden geleni yapacaklardı. Bir ay kadar bir zaman kalmıştı. En az on gün önce başlayan karanlık günleri yakındı.

Ablası işini severek yapıyordu.  Ama eskisi kadar da mutlu gözükmüyordu. Umut, ablasının askeriyede çalıştığı dönemleri de aradığın biliyordu. Ama artık askerlerin olduğu bir ortamda olmak istemediğini söyleyerek görevinden ayrılmıştı. Televizyonda bile asker gördüğünde kanal değiştiriyordu. Babası da, kardeşleri de bunun farkındaydı ve hemen her şeyi onun istediği gibi yaşıyordu hepsi.

Umut ablası ile konuşmaların nereye gideceğini bildiği için çok da zorlamak istemedi. İki kadın hazırlıklarını tamamlayıp evden çıkmadan önce, salonda gazetesinin bulmacasına sıra gelmiş babaları ile vedalaştılar.

Her zaman erken kalkan babaları annelerinin ölümünden sonra evlenmeyi düşünmemiş, iki kızı ile birlikte yaşamaya devam etmişti. En büyük kızı da kocası öldükten sonra yanına taşınınca üç kızı ile birlikte yeni bir ev almış, bahçe içindeki eski iki katlı evi biraz masraf ile düzelttikten sonra yerleşmişti. Kızların üçü de üst katta kendi odalarında yaşıyordu. Hasan Bey ise alt kata hazırladığı odasında halinden memnundu. Bahçede çiçekleri, bir bölümde yetiştirdiği sebzeleri ile uğraşıyor, bu eve yerleştikten sonra aldıkları kurt kırması köpekleri ile ilgileniyordu. Sabahları kızlarından önce kalkıp onlara kahvaltı hazırlamayı adet haline getirmişti. İki kızı işe gitmeden mutlaka bir şeyler yiyordu. En küçükleri ise okula devam ettiği için bazı günler geç kalkıyordu.

Bu sabah da iki kardeş hazırlanıp çıkarken, tekne kazıntısı henüz aşağı inmemişti. Ama iki ablası da onun çoktan uyanıp ders çalışmaya başladığını biliyordu. Her zaman erken kalkıp ders çalışmayı, gece geç saatlere kadar çalışmaya tercih etmişti. Kızlar dikkatini dağıtmamak için ses etmeden aşağı inmiş, babaları ile vedalaştıktan sonra bahçedeki köpekleri ile vedalaştılar. Babalarının koyduğu yusufçuk adına ilk başlarda gülseler de sonra alışmıştı hepsi. Yavru iken çok korkak bir köpekti Yusufçuk. Şimdi ise kimseye meydan bırakmayan azılı bir koruma köpeği olmuştu.

Kızlar ayrı ayrı arabalar ile evden ayrılırken, babaları her geçen gün, yirmi yıl önce ölen karısına daha çok benzeyen kızlarının ardından eksik etmediği duasını okuyup gönderdi.

***** 

Öğlene doğru Umut bir müşteri dönüşü can sıkıntısını dağıtmak için ablasına uğradı. Onun da canını sıkkın görünce odanın köşesindeki masaya gidip üstündeki ısıtıcıya su doldurdu. İkisi için de yeşil çay hazırladı. Ablasını fincanına limon da koyduktan sonra az önce kalktığı koltuğa geri döndü.

“Bu akşam sinemaya gidelim mi?” Yaşanan günün kasvetini dağıtmak için ablasını oyalamaya çalışıyordu.

“Ne var film?” Sesi film ile pek de ilgilenmediğini belli ediyordu.

“Bilim kurgu bir film başlamış. Sen seversin, gidelim işte.”

“Tamam, romantik bir şeyler çekecek kafada değilim.”

“Biliyorum abla, merak etme sana aşk meşk dolu bir film izletmeyecek kadar çok terliğini yedim.”

Elbette kimse terlik atmamıştı ama ablasının yüzünü güldürmekti maksat. O biçimli dudaklarda sadece ufak bir tebessüm görmek bile Umut'u mutlu etmeye yetmişti.


***  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder