Akşam
olmadan eve dönen ikili, yine mutfaktan gelen güzel kokularla karşılandılar.
“Bana
bakın, bu adam bana söz verdi diyorum, evde yemeyeceğiz diyorum, siz inadına
mutfaktan çıkmıyorsunuz. Bu son. Yarın mutlaka bizi güzel bir yere götürecek.
Hem de öyle sadece yemekle kurtulamaz. Eğleneceğimiz bir yer olmalı.”
Leyla
itiraz etmeye başlayınca. Erhan susturdu onu. “Artık sigara kokusu, dumanı yok.
Sen de bir süre bizimle oturursun ve ayaklarını uzatırsın. İtiraz yok. Hem daha
en az on gün var diyen sensin. Eğlenmek iyi gelecek göreceksin.”
“Sahnede
doğurursam görürsünüz. Ne işim var siz gidin, Zeycan'ı da alın yanınıza.”
Zeycan
da Erhan'a uydu, “Olmaz, yengemsiz gitmem. Sizi de iki yakışıklı olarak
göndermem. Hadi yenge oyunbozanlık etme. Birlikte gidelim. Rahatsız olursan
hemen döneriz.”
Leyla,
Zeycan’ın istekli haline dayanamamış en sonunda ertesi akşam eğlenceli bir yere
gitmeyi kabul etmişti.
Erhan,
soğuk havaya karşı tepkili olsa da sıcak insanların yanında moralinin
düzeldiğini hissediyordu. Bu tatil kendisine çok iyi gelmişti.
Ertesi
akşama kadar da bir önceki gün gibi hem gezdiler hem de Celal işlerini takip
etti. Akşama doğru eve geldiklerinde iki kadın da hazırdı. Zeycan çok güzel bir
elbise giymişti. Kış olduğu için ayağında uzun çizmeleri vardı. Yeni aldığı
belliydi. Topuklarının üstünde nasıl duracağını soran ağabeyine, “Kadınlar bu
konuda doğuştan yetenekli, sen merak etme ben dans bile edeceğim o topukların
tepesinde!” diye yanıt vermişti.
Gittikleri
lokantanın canlı müziği gerçekten çok kaliteliydi. Hem yemek yiyor hem de hafif
müzik ile ruhlarını dinlendiriyordu dörtlü. Zeycan Erhan'ın karşısında oturuyor,
arada bakışlarını diğer masaların üzerinde gezdiriyor, kadınların Erhan'a bakışını
yakalıyordu. Erhan, kaşlarını çatan Zeycan'a neye kızdığını sorunca “Ya, bu
kadınlar beni neden adamdan saymıyor onu anlamıyorum. Alnımda senin kız
arkadaşın olmadığım yazıyor mu? Utanmıyorlar da!”
Erhan,
Zeycan'ın sözlerine kahkahalarla gülerken Celal kardeşine kızgın ifade ile
bakıyordu. “Sen, kız arkadaşı değil kız kardeşisin. Dışarıdan bakan da böyle
görüyordur. Ye yemeğini, arkadaşımın kısmetini kapatma. Belki onu buraya damat
alırız?” diyerek Erhan'ın kendisine yakın olmasını istediğini belirtmişti.
Çok
güzel bir geceydi. Dışarıda kar başlamıştı. Ama içerideki dörtlü keyifle,
şarkıcının her telden söylediği şarkılara eşlik ediyor arada dans ederek vakit
geçiriyordu. Leyla bile kocası ile dans etmiş ama şarkının yarısında yerine
oturmuştu.
Çok
geç olmadan, karlar yolları kapamadan eve döndüler...
*****
Günler
birbirine benzer geçiyordu. Gündüz Celal ile iş yerine gidiyor, bir iki saat
işleri toparlamasını bekledikten sonra iki arkadaş araba ile geziyorlardı.
Havanın daha da soğuması ile kar yağışı artmıştı. Erhan, Celal’e takılıyordu,
‘Beni buz gibi havada sokaklarda gezdiriyorsun’ diye. Kar uzun süre yağmadığı
için yollarda sorun olmuyordu. Zaten arabanın kar lastikleri de yol tutuşunu
arttırdığı için yağan kara aldırmıyordu ikili...
*****
İlk
haftanın sonunda Leyla sancılanmış, eli ayağı birbirine dolanan Celal arabayı
bile kullanamaz hale gelince hastaneye Erhan yetiştirmişti. Bebek doğana kadar geçen
beş saat boyunca arkadaşının yanında destek vermeye devam etmişti. Tatili
planladığından çok farklı geçse de mutluydu. Sevdiği, kendine yakın bulduğu
arkadaşının bebeğinin doğumunda bulunmuş, arkadaşına destek olmuştu. Onun
heyecanını yaşarken kendisini öyle düşünmeye çalışmış ama başaramamıştı!
Bebeğin
ilk adını babasının adı olan Ahmet olarak belirlemişti Celal. Ama kendi adını
da ekleyince içi bir tuhaf olmuştu. Ahmet Erhan!
“Oğlum
zor olacak çocuğa, sadece babanın adını koysaydın. Sonra bana kızmasın?”
“Hele
bir kızsın sana, bak ben onu nasıl pataklıyorum.” Celal oğluna bakarken
içindeki sevinci sesine yansıtıyordu. Sevgisini gizleyemiyordu. Leyla o sırada
zorlu geçen doğumun yorgunluğu ile uyuyordu. İki erkek odadaki kalabalığa
aldırmadan, bebeğin başında konuşuyordu. Erhan arkadaşının hayran gözlerle
izlediğini bebeğine döndü tekrar.
“Kıyamazsın.
Kıydırmazlar.”
“Sorma,
ya daha şimdiden pabucum dama atıldı. Daha doğmadan tahtıma kurulmuştu. Doğdu
artık hiç şansım kalmadı.”
“Sen
istedin. Leyla da Ahmet Erhan da senin isteklerin. O yüzden şimdi tahtından
olmuş gibi konuşma. Sen kalbinin sesini dinlediğinde tüm tahtlardan
vazgeçmiştin...”
“Bak,
acele et ve kendi tahtından vazgeç. Böyle bir duyguyu kolay kolay
hissedemezsin. Önce gönlünü, sonra tahtını kaptır, bana yetiş.”
“Ben
o hale gelene kadar sen yarım düzüne çocuğa babalık yapıyor olursun.”
“Onu,
bunu bilmem, seni bu kadar durgunlaştıran kadına git açıl. Söyle onu
sevdiğini.”
Erhan,
şaşkınlıkla baktı Celal'e. Sonra bir şey söylemese de arkadaşının kendisini
anladığını gördü. Kısık sesle, “O başkasını sevdi. Şimdi o da oğlunu
kucaklıyor. Birkaç ay önce onun da oğlu oldu.”
Celal,
başka bir şey konuşmadan yeniden beşiğinde uyuyan oğluna döndü. Neler
düşündüğünü anlamak imkânsızdı.
*****
*****
Erhan, o günleri düşünürken Celal'in açığını bulamıyor, buna bir yandan seviniyor bir yandan da olanlarla örtüştüremediği için kendisine kızıyordu. Acaba arkadaşının hatalarını görmezden mi geliyordu. İyi ama şimdi oturmuş o günleri düşünürken Celal'in yaptıklarını, temize çıkartmak için uğraşması mümkün değildi. Aksine hatalarını arıyordu. Ama bulamıyordu. Ya Celal çok iyi gizliyordu. Ya da hatası yoktu.
Masadaki
fincan boşalmıştı. Saat geçiyordu ama canı kalkmak, yollara düşmek istemediği
için ikinci salebini istedi. Yeniden o günleri düşünmeye başladı.
*****
İki
gün sonra, eve çıkan Leyla’yı rahatsız etmemek için, Erhan otele geçti. Leyla
ısrar etse de, eve gelen gidenler, yabancı bir erkeği hoş karşılamaz düşüncesi
ile Erhan kendi istediğini yaptı. Yine gündüz bir arada oluyor, görüyordu
hepsini. En çok da adaşı ile vakit geçirmekten hoşlanıyordu. Leyla'ya kalsa
Erhan'a bebeğin tüm bakımını öğretecekti. Celal'den daha iyi bez değiştirdiğini
söyleyerek kocasını kızdırıyordu.
Erhan,
Zeycan ile doğru düzgün konuşamamış ama bir kez ağabeyi ortalıkta yokken
Bozkurt’u sormuştu. Tamamen koptuklarını öğrenince üzülmüş ama Zeycan’ın artık
eskisi kadar üzgün olmadığı, ilk zamanlardaki gibi mutluluk rolü yapmadığını,
artık aklından çıkarttığın anlayınca da onun için sevinmişti.
Hastane
günlerinden beri Ahmet Erhan'ın, hemen her halini resme aktaran Zeycan,
makineden bilgisayarına yükleyip CD hazırladı. Hepsinin resimlerinin olduğu CD
yi Erhan'a hediye etti. Erhan'a her resmi yollayacağının da sözünü verdi.
Erhan,
kendi kız kardeşini ne kadar özlediğini Zeycan ile konuştukça daha iyi
anlıyordu. Onun bebeğinin resimleri de kendisine geliyordu. Yine de resimler ile
kendisini oyalamanın ne kadar yetersiz olduğunu şimdi anlıyordu. En kısa
zamanda kardeşine gitme planları yapmalıydı. Eşi Elazığ da subaylık yaptığı
için üç yıldır çok az görüşebilmişti kardeşini.
Erkek
kardeşlerini de özlüyordu ama ne zaman İstanbul'a dönse ailesi ile görüştüğü
için hasret giderebiliyordu. Yunus ile Sedat'ı da çok severdi ama Bade'nin yeri
çok başkaydı. Kardeşi Bade'yi de kızı Buse'yi de çok özlemişti. Yeğenini ve
kardeşini en kısa sürede görmeliydi...
*****
Tatilin
kalan son iki gününde, öğlene doğru Celal ile buluşup, biraz iş, biraz
eğlenceden sonra eve gidip Ahmet Erhan'ı seviyorlardı. Celal oğlunu görmek için
mazeret yarattığını gizlemeye gerek görmüyordu. Bu süre içinde defalarca kez
yanında telefon görüşmesi yapmış, yeni iş bağlantıları kurmuştu. Irak'ta
tutuklanan bir şoförü için girişimlerde bulunmuş, adamın suçu sadece evraklar
ile ilgili bir noksanlık olunca da kısa sürede elemanını kurtarmıştı.
Tatilin
son gecesi yine tüm aile bir araya gelmiş Erhan'a veda yemeği hazırlamışlardı.
Diğer kardeşlerinin de katıldığı yemekte Celal'in ailede nasıl itibar gördüğüne
gözleri ile şahit olan Erhan kendi ailesini düşünmeye başladı. Erkek kardeşleri
de kız kardeşi de kendisini sever sayardı. Ama asla Celal'in gördüğü tarzda bir
saygı görmeyeceğinin bilincindeydi. Gerçi o da Celal değildi. Daha yakındı
kardeşleri ile...
Masada,
beş erkek kardeş, eşleri ile karşılıklı oturuyordu. Leyla sık sık kıpırdanıyor,
sıkıntılı olduğunu gizlemeye çalışıyordu. Erhan yemeği kısa kesmek için bundan
iyi bahane bulamazdı. Yine de başarısız oldu. Ama en sonunda Leyla'yı odasına
yollamıştı.
Yemek
bitip çaylar geldiğinde Zeycan'ın düşen yüzü Erhan'ın dikkatini çekti. Zeycan
yanındaki boş yere otururken yüzü daha da asıldı.
“Ne
o surat? Kime kızdın?”
“Kızmadım,
üzülüyorum sadece. Keşke daha çok kalsaydın!”
*****
Erhan,
Zeycan'ın üzüntülü anlarını anımsadı. Kendisi ile yaptığı konuşmayı anımsadı...
*****
Zeycan,
Erhan'ın gitmesini istemiyordu. Hep yanlarında kalmasını istiyordu. Onunla
konuşmak, tartışmak, hatta televizyon izlemek bile başka keyif vermişti.
Olaylara bakışı, erkek gözü ile yorumlamaları ders gibiydi ama ders vermek için
değildi. Celal ağabeyi ise hep ders verir ama bunu zorla yapardı. Üstelik
zorlamadığını iddia ederek yapardı! Ayrıca, okulun bitmesinin üstünden iki yıl
geçtiği halde çalıştırılmadığı için bilgilerinin uçup gideceğini söyleyip,
kendi işlerinde bile olsa çalışması gerektiğini söylüyordu, Erhan. Ağabeyleri
ise lafını bile etmiyordu. Oysa o da çalışmak, bildiklerini işlerine aktarmak
istiyordu. En sonunda evden kaçıp İstanbul'a yerleşecek, orada iş bulacaktı.
Planlar yapmaya başlamıştı bile... Bunları Erhan'a da söylemişti.
Erhan,
“Ben de kalmak isterdim. İlk planıma göre bir hafta da kendi ailemle vakit
geçirip iş başı yapacaktım. Ama dün gelen telefonla her şey değişti. Hemen yola
çıkmam ve iş başı yapmam lazım. O yüzden gitmeliyim.” diyerek erken ayrılışının
nedenlerini açıkladı.
“Biliyorum
ama yine de seninle vakit geçirmek çok güzeldi. Özleyeceğim seni. Daha sık
mesajlaşalım, olur mu?”
“Elimden
geldiğince seninle irtibat kuracağım canım. Kardeşlerim de zaten seninle
konuşmaktan memnun olduklarını söylüyordu. Onlara da söylerim hep birlikte de
konuşuruz. Benim için de iyi olur, biraz pratik yapmam lazım internet
ortamında.”
“Neden?”
“Nedeni
yok. Sadece artık kafamı dağıtacak bir şeylerle meşgul olmak istiyorum.”
Zeycan,
biraz sesini kısıp, “Ya Erhan ağabey, ben de büyüdüm bilmem farkında mısın?
Ağabeyime anlattıklarını bana da anlatabilirsin.” Dediğinde Erhan’ın gözleri
büyümüştü.
“Sen
bizi mi dinledin?”
“Hayır,
elbette dinlemedim ama ben girip çıkarken konuştuklarınızdan duyduklarımı
birleştirince seni birisinin çok üzdüğünü öğrendim. Ben üzgünken sen bana
destek olmadın mı? Şimdi de ben sana destek olsam! Olmaz mı?” O kızı da, nasıl
üzdüğünü de öğrenmek istiyordu. Erhan gibi biri nasıl üzülürdü?
“Gerçekten
büyümüşsün Zeycan. Bir gün anlatırım canım. Şimdi, sen anlat bakalım, neler
yapacaksın o kadar resimle?”
“Çok
güzel siteler var. Ben de, kendime site kurup, fotoğraflarımı eklemeyi
planlıyorum.”
“Sakın
kendi resimlerini yükleme de ağabeyinle başımı derde sokma. Çektiğin diğer
resimleri ekle sadece.”
“Aman
ya ben çocuk muyum? Elbette dağı tepeyi çekip onları ekleyeceğim. Aslında
seninle resmimi koyup milleti kıskandırmak isterdim ama ölmeye niyetim yok.”
Son cümleyi söylerken gülmeye başlamıştı. Yapamayacağını biliyordu ama yine de
Erhan ile olan resimlerini görenlerin nasıl yorumlayacağını düşünmek güzeldi.
O
gece uzun uzun muhabbet etmişti herkes. En çok konuşanlar Celal'in bir küçüğü
Cemal ile onun bir küçüğü Kemal idi. İki erkeğin eşleri ise mutfaktan çıkmamış,
kahve, çay meyve derken, hizmette kusur olmasın diye koşuşturmuştu. Leyla
elbette bebekle meşgul olduğu için, kısa sürelerle onlara katılmış, gece sık
sık emzirdiğinden erkenden yatmıştı. Diğer iki kardeş Hüseyin ile İsmail ise
ağabeylerine saygıdan seslerini çıkartmıyor sadece dinliyordu. Onların eşleri
de mutfaktan çıkmamış, yemek masası haricinde yüzlerini gören de olmamıştı. Geç
saatte tüm misafirler gidince, Celal, Zeycan ve Erhan kalmış biraz daha
konuştuktan sonra onlar da yatmıştı. Erhan son gecesinde yine Celal'lerde
kalmış, otele yollamamışlardı. Bunu gündüzden bildiği için ilişiğini kesip
otelden ayrılmıştı. Sabah erkenden yolma çıkmasına engel yoktu.
Vedalaşmaları
da iki haftalık birlikteliğin ardından çok duygusal olmuştu. Erhan kendisinin
de onları konuk etmekten mutluluk duyacağını söyleyip arabasına binmiş karlı
yollarda dikkatli kullandığı arabası ile yine Ankara'ya doğru yol almaya
başlamıştı. Ama asıl hedef Samsun'du bu kez.
****
Aklı
üç hafta önce yaşananlara gidince garsonun masaya bıraktığı ikinci fincanı fark
etmemişti bile. Salep soğumuştu!
Ne
o günlerde ne öncesinde ne de sonrasında Celal'in böyle bir şey yapacağının en
ufak belirtisini görmemişti. İçinden çıkamadığı da buydu zaten. Celal
kaçakçıysa, onca gün yanında mutlaka bu işlerle ilgili görüşmüş olmalıydı. Ama
ilk günkü konuşmadan başka en ufak şüphe uyandıracak olay yaşanmamıştı. Ama
mahkeme, Celal'in silah kaçakçılığı yaptığını ve bu silahların Irak'a gittiğini
söylüyordu. Bu çok büyük bir suçtu ve Erhan işin içinden çıkamadığını
hissediyordu.
Celal
silah kaçakçısı...
*****
Antep
dönüşü Samsun'da iş başı yapmış üç gün sonra ifade vermek için Ankara'ya
çağırılmıştı. Saatlerce süren ifadeden sonra, askeri savcı serbest
bırakılmasını istemişti. Erhan'ın soruşturma için çağırılmasından çok önce
Celal'in tutuklanması için karar çıkartılmış ama Celal karısını ve oğlunu alıp
kaçmıştı. Kimse nerede olduğunu bilmiyordu.
Kaçarken
yanında Erhan'ın getirdiği çanta vardı. Celal'i görüntüleyen kameralar her
karede çantayı da görüntülemişti. Aynı çantayı Celal'e hediye ettiği zamana ait
görüntüler de vardı. Görüntülerde, Celal telaşlı ve korkmuş gibiydi. Etrafına
attığı bakışlar, korkunun göstergesiydi. Üstelik çantayı da göğsüne siper
ederek yürüdüğü sahneler azımsanamazdı.
O
çantanın ne özelliği olduğu, alaşımından gizli bölmesi olup olmadığına kadar
birçok soru sorulmuştu. Bu kadar basit bir nedenle kendisinin sorgulanmasından
memnun olmasa da işlerini yaptığı için kimseyi suçlayamıyordu.
Bir
süre kameralarda izlenebilen Celal, bir yerden sonra izini kaybettirmişti. Aynı
saatlerde Leyla ve oğlu Ahmet Erhan da evden çıkmış, bir taksiye binmiş,
Leyla'nın annesinin evinin güzergâhına doğru yol almıştı. Taksi de bir süre
sonra takip edilememişti.
Daha
sonra taksi bulunmuş, ama şoför o gün öyle bir yolcu almadığını, hatta o gün
arabasının tamirde olduğunu ispatlamış, temize çıkmıştı. İyi de o zaman sahte
plakalı taksiyi kim ayarlamıştı? Celal mi?
Celal
yakalanana kadar ya da Erhan, Celal'i bulana kadar adındaki leke ile
yaşayacaktı. Kendisini suçlayacak başka bir delil yoktu. Olanlar da kendisini
suçlamak için yeterli olmadığı için yakında dava sonuçlanacaktı ama soru
işaretleri hep kalacaktı. Yine başa dönüp Zeycan ile konuşmaktan başka çaresi
olmadığında karar kıldı. Eğer Celal gerçekten kaçakçılığa karıştıysa tek
değildi. Mutlaka yardım eden birileri olmalıydı. Erhan, bunlara karışmamış tek
kişinin Zeycan olduğunu düşünüyordu. Yanılmadığını ummaktan başka bir şey
gelmiyordu elinden.
O
gece Ankara'da kalacak ertesi gün erkenden Gaziantep'e doğru yola çıkacaktı.
Tüm gün kar yağsa da yollar açıktı. Buzlanma olmazsa, sabaha rahat yolculuk
yapabileceğine inanıyordu.
Sevmediğin
ot dibinde biter... Buzdan da kardan da hoşlanmıyordu! Bu sene kış erken
gelmiş, her yeri beyaza boyamıştı.
***
Siren
seslerini duyuyordu ama neler olduğunun farkında değildi. Yakınlarda yangın mı
vardı? Ama bu itfaiye sireni değildi. Ambulanstı galiba! Birileri etrafta
koşuşturuyordu. Ama en sinir bozucu olan metallerden gelen seslerdi. Dişleri
ondan mı mayışıyordu. Hani tabağa değen çataldan çıkan ses insanı deli eder ya,
işte öyleydi çıkan sesler. O sesleri duydukça vücudunda titreşimler oluşuyordu.
Bir
de bağırışlar vardı ama kim ne diyor hiç anlamıyordu. Uykusunda duyduğu sesleri
ayırt etmek istese de başaramadı. En iyisi uyumaktı. O da öyle yaptı.
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder