27 Mayıs 2015 Çarşamba

BUZDAKİ ATEŞ 3. Bölüm

Akşam olmadan eve dönen ikili, yine mutfaktan gelen güzel kokularla karşılandılar.

“Bana bakın, bu adam bana söz verdi diyorum, evde yemeyeceğiz diyorum, siz inadına mutfaktan çıkmıyorsunuz. Bu son. Yarın mutlaka bizi güzel bir yere götürecek. Hem de öyle sadece yemekle kurtulamaz. Eğleneceğimiz bir yer olmalı.”

Leyla itiraz etmeye başlayınca. Erhan susturdu onu. “Artık sigara kokusu, dumanı yok. Sen de bir süre bizimle oturursun ve ayaklarını uzatırsın. İtiraz yok. Hem daha en az on gün var diyen sensin. Eğlenmek iyi gelecek göreceksin.”

“Sahnede doğurursam görürsünüz. Ne işim var siz gidin, Zeycan'ı da alın yanınıza.”


Zeycan da Erhan'a uydu, “Olmaz, yengemsiz gitmem. Sizi de iki yakışıklı olarak göndermem. Hadi yenge oyunbozanlık etme. Birlikte gidelim. Rahatsız olursan hemen döneriz.”

Leyla, Zeycan’ın istekli haline dayanamamış en sonunda ertesi akşam eğlenceli bir yere gitmeyi kabul etmişti.

Erhan, soğuk havaya karşı tepkili olsa da sıcak insanların yanında moralinin düzeldiğini hissediyordu. Bu tatil kendisine çok iyi gelmişti.

Ertesi akşama kadar da bir önceki gün gibi hem gezdiler hem de Celal işlerini takip etti. Akşama doğru eve geldiklerinde iki kadın da hazırdı. Zeycan çok güzel bir elbise giymişti. Kış olduğu için ayağında uzun çizmeleri vardı. Yeni aldığı belliydi. Topuklarının üstünde nasıl duracağını soran ağabeyine, “Kadınlar bu konuda doğuştan yetenekli, sen merak etme ben dans bile edeceğim o topukların tepesinde!” diye yanıt vermişti.

Gittikleri lokantanın canlı müziği gerçekten çok kaliteliydi. Hem yemek yiyor hem de hafif müzik ile ruhlarını dinlendiriyordu dörtlü. Zeycan Erhan'ın karşısında oturuyor, arada bakışlarını diğer masaların üzerinde gezdiriyor, kadınların Erhan'a bakışını yakalıyordu. Erhan, kaşlarını çatan Zeycan'a neye kızdığını sorunca “Ya, bu kadınlar beni neden adamdan saymıyor onu anlamıyorum. Alnımda senin kız arkadaşın olmadığım yazıyor mu? Utanmıyorlar da!”

Erhan, Zeycan'ın sözlerine kahkahalarla gülerken Celal kardeşine kızgın ifade ile bakıyordu. “Sen, kız arkadaşı değil kız kardeşisin. Dışarıdan bakan da böyle görüyordur. Ye yemeğini, arkadaşımın kısmetini kapatma. Belki onu buraya damat alırız?” diyerek Erhan'ın kendisine yakın olmasını istediğini belirtmişti.

Çok güzel bir geceydi. Dışarıda kar başlamıştı. Ama içerideki dörtlü keyifle, şarkıcının her telden söylediği şarkılara eşlik ediyor arada dans ederek vakit geçiriyordu. Leyla bile kocası ile dans etmiş ama şarkının yarısında yerine oturmuştu.

Çok geç olmadan, karlar yolları kapamadan eve döndüler...

*****

Günler birbirine benzer geçiyordu. Gündüz Celal ile iş yerine gidiyor, bir iki saat işleri toparlamasını bekledikten sonra iki arkadaş araba ile geziyorlardı. Havanın daha da soğuması ile kar yağışı artmıştı. Erhan, Celal’e takılıyordu, ‘Beni buz gibi havada sokaklarda gezdiriyorsun’ diye. Kar uzun süre yağmadığı için yollarda sorun olmuyordu. Zaten arabanın kar lastikleri de yol tutuşunu arttırdığı için yağan kara aldırmıyordu ikili... 

*****

İlk haftanın sonunda Leyla sancılanmış, eli ayağı birbirine dolanan Celal arabayı bile kullanamaz hale gelince hastaneye Erhan yetiştirmişti. Bebek doğana kadar geçen beş saat boyunca arkadaşının yanında destek vermeye devam etmişti. Tatili planladığından çok farklı geçse de mutluydu. Sevdiği, kendine yakın bulduğu arkadaşının bebeğinin doğumunda bulunmuş, arkadaşına destek olmuştu. Onun heyecanını yaşarken kendisini öyle düşünmeye çalışmış ama başaramamıştı!

Bebeğin ilk adını babasının adı olan Ahmet olarak belirlemişti Celal. Ama kendi adını da ekleyince içi bir tuhaf olmuştu. Ahmet Erhan!

“Oğlum zor olacak çocuğa, sadece babanın adını koysaydın. Sonra bana kızmasın?”

“Hele bir kızsın sana, bak ben onu nasıl pataklıyorum.” Celal oğluna bakarken içindeki sevinci sesine yansıtıyordu. Sevgisini gizleyemiyordu. Leyla o sırada zorlu geçen doğumun yorgunluğu ile uyuyordu. İki erkek odadaki kalabalığa aldırmadan, bebeğin başında konuşuyordu. Erhan arkadaşının hayran gözlerle izlediğini bebeğine döndü tekrar.

“Kıyamazsın. Kıydırmazlar.”

“Sorma, ya daha şimdiden pabucum dama atıldı. Daha doğmadan tahtıma kurulmuştu. Doğdu artık hiç şansım kalmadı.”

“Sen istedin. Leyla da Ahmet Erhan da senin isteklerin. O yüzden şimdi tahtından olmuş gibi konuşma. Sen kalbinin sesini dinlediğinde tüm tahtlardan vazgeçmiştin...”

“Bak, acele et ve kendi tahtından vazgeç. Böyle bir duyguyu kolay kolay hissedemezsin. Önce gönlünü, sonra tahtını kaptır, bana yetiş.”

“Ben o hale gelene kadar sen yarım düzüne çocuğa babalık yapıyor olursun.”

“Onu, bunu bilmem, seni bu kadar durgunlaştıran kadına git açıl. Söyle onu sevdiğini.”

Erhan, şaşkınlıkla baktı Celal'e. Sonra bir şey söylemese de arkadaşının kendisini anladığını gördü. Kısık sesle, “O başkasını sevdi. Şimdi o da oğlunu kucaklıyor. Birkaç ay önce onun da oğlu oldu.”

Celal, başka bir şey konuşmadan yeniden beşiğinde uyuyan oğluna döndü. Neler düşündüğünü anlamak imkânsızdı.


***** 


Erhan, o günleri düşünürken Celal'in açığını bulamıyor, buna bir yandan seviniyor bir yandan da olanlarla örtüştüremediği için kendisine kızıyordu. Acaba arkadaşının hatalarını görmezden mi geliyordu. İyi ama şimdi oturmuş o günleri düşünürken Celal'in yaptıklarını, temize çıkartmak için uğraşması mümkün değildi. Aksine hatalarını arıyordu. Ama bulamıyordu. Ya Celal çok iyi gizliyordu. Ya da hatası yoktu. 

Masadaki fincan boşalmıştı. Saat geçiyordu ama canı kalkmak, yollara düşmek istemediği için ikinci salebini istedi. Yeniden o günleri düşünmeye başladı.

*****

İki gün sonra, eve çıkan Leyla’yı rahatsız etmemek için, Erhan otele geçti. Leyla ısrar etse de, eve gelen gidenler, yabancı bir erkeği hoş karşılamaz düşüncesi ile Erhan kendi istediğini yaptı. Yine gündüz bir arada oluyor, görüyordu hepsini. En çok da adaşı ile vakit geçirmekten hoşlanıyordu. Leyla'ya kalsa Erhan'a bebeğin tüm bakımını öğretecekti. Celal'den daha iyi bez değiştirdiğini söyleyerek kocasını kızdırıyordu.

Erhan, Zeycan ile doğru düzgün konuşamamış ama bir kez ağabeyi ortalıkta yokken Bozkurt’u sormuştu. Tamamen koptuklarını öğrenince üzülmüş ama Zeycan’ın artık eskisi kadar üzgün olmadığı, ilk zamanlardaki gibi mutluluk rolü yapmadığını, artık aklından çıkarttığın anlayınca da onun için sevinmişti.

Hastane günlerinden beri Ahmet Erhan'ın, hemen her halini resme aktaran Zeycan, makineden bilgisayarına yükleyip CD hazırladı. Hepsinin resimlerinin olduğu CD yi Erhan'a hediye etti. Erhan'a her resmi yollayacağının da sözünü verdi.

Erhan, kendi kız kardeşini ne kadar özlediğini Zeycan ile konuştukça daha iyi anlıyordu. Onun bebeğinin resimleri de kendisine geliyordu. Yine de resimler ile kendisini oyalamanın ne kadar yetersiz olduğunu şimdi anlıyordu. En kısa zamanda kardeşine gitme planları yapmalıydı. Eşi Elazığ da subaylık yaptığı için üç yıldır çok az görüşebilmişti kardeşini. 

Erkek kardeşlerini de özlüyordu ama ne zaman İstanbul'a dönse ailesi ile görüştüğü için hasret giderebiliyordu. Yunus ile Sedat'ı da çok severdi ama Bade'nin yeri çok başkaydı. Kardeşi Bade'yi de kızı Buse'yi de çok özlemişti. Yeğenini ve kardeşini en kısa sürede görmeliydi...

*****

Tatilin kalan son iki gününde, öğlene doğru Celal ile buluşup, biraz iş, biraz eğlenceden sonra eve gidip Ahmet Erhan'ı seviyorlardı. Celal oğlunu görmek için mazeret yarattığını gizlemeye gerek görmüyordu. Bu süre içinde defalarca kez yanında telefon görüşmesi yapmış, yeni iş bağlantıları kurmuştu. Irak'ta tutuklanan bir şoförü için girişimlerde bulunmuş, adamın suçu sadece evraklar ile ilgili bir noksanlık olunca da kısa sürede elemanını kurtarmıştı.

Tatilin son gecesi yine tüm aile bir araya gelmiş Erhan'a veda yemeği hazırlamışlardı. Diğer kardeşlerinin de katıldığı yemekte Celal'in ailede nasıl itibar gördüğüne gözleri ile şahit olan Erhan kendi ailesini düşünmeye başladı. Erkek kardeşleri de kız kardeşi de kendisini sever sayardı. Ama asla Celal'in gördüğü tarzda bir saygı görmeyeceğinin bilincindeydi. Gerçi o da Celal değildi. Daha yakındı kardeşleri ile...

Masada, beş erkek kardeş, eşleri ile karşılıklı oturuyordu. Leyla sık sık kıpırdanıyor, sıkıntılı olduğunu gizlemeye çalışıyordu. Erhan yemeği kısa kesmek için bundan iyi bahane bulamazdı. Yine de başarısız oldu. Ama en sonunda Leyla'yı odasına yollamıştı.

Yemek bitip çaylar geldiğinde Zeycan'ın düşen yüzü Erhan'ın dikkatini çekti. Zeycan yanındaki boş yere otururken yüzü daha da asıldı.

“Ne o surat? Kime kızdın?”

“Kızmadım, üzülüyorum sadece. Keşke daha çok kalsaydın!”

*****

Erhan, Zeycan'ın üzüntülü anlarını anımsadı. Kendisi ile yaptığı konuşmayı anımsadı...

*****


Zeycan, Erhan'ın gitmesini istemiyordu. Hep yanlarında kalmasını istiyordu. Onunla konuşmak, tartışmak, hatta televizyon izlemek bile başka keyif vermişti. Olaylara bakışı, erkek gözü ile yorumlamaları ders gibiydi ama ders vermek için değildi. Celal ağabeyi ise hep ders verir ama bunu zorla yapardı. Üstelik zorlamadığını iddia ederek yapardı! Ayrıca, okulun bitmesinin üstünden iki yıl geçtiği halde çalıştırılmadığı için bilgilerinin uçup gideceğini söyleyip, kendi işlerinde bile olsa çalışması gerektiğini söylüyordu, Erhan. Ağabeyleri ise lafını bile etmiyordu. Oysa o da çalışmak, bildiklerini işlerine aktarmak istiyordu. En sonunda evden kaçıp İstanbul'a yerleşecek, orada iş bulacaktı. Planlar yapmaya başlamıştı bile... Bunları Erhan'a da söylemişti.

Erhan, “Ben de kalmak isterdim. İlk planıma göre bir hafta da kendi ailemle vakit geçirip iş başı yapacaktım. Ama dün gelen telefonla her şey değişti. Hemen yola çıkmam ve iş başı yapmam lazım. O yüzden gitmeliyim.” diyerek erken ayrılışının nedenlerini açıkladı.

“Biliyorum ama yine de seninle vakit geçirmek çok güzeldi. Özleyeceğim seni. Daha sık mesajlaşalım, olur mu?”

“Elimden geldiğince seninle irtibat kuracağım canım. Kardeşlerim de zaten seninle konuşmaktan memnun olduklarını söylüyordu. Onlara da söylerim hep birlikte de konuşuruz. Benim için de iyi olur, biraz pratik yapmam lazım internet ortamında.”

“Neden?”

“Nedeni yok. Sadece artık kafamı dağıtacak bir şeylerle meşgul olmak istiyorum.”

Zeycan, biraz sesini kısıp, “Ya Erhan ağabey, ben de büyüdüm bilmem farkında mısın? Ağabeyime anlattıklarını bana da anlatabilirsin.” Dediğinde Erhan’ın gözleri büyümüştü.

“Sen bizi mi dinledin?”

“Hayır, elbette dinlemedim ama ben girip çıkarken konuştuklarınızdan duyduklarımı birleştirince seni birisinin çok üzdüğünü öğrendim. Ben üzgünken sen bana destek olmadın mı? Şimdi de ben sana destek olsam! Olmaz mı?” O kızı da, nasıl üzdüğünü de öğrenmek istiyordu. Erhan gibi biri nasıl üzülürdü?

“Gerçekten büyümüşsün Zeycan. Bir gün anlatırım canım. Şimdi, sen anlat bakalım, neler yapacaksın o kadar resimle?”

“Çok güzel siteler var. Ben de, kendime site kurup, fotoğraflarımı eklemeyi planlıyorum.”

“Sakın kendi resimlerini yükleme de ağabeyinle başımı derde sokma. Çektiğin diğer resimleri ekle sadece.”

“Aman ya ben çocuk muyum? Elbette dağı tepeyi çekip onları ekleyeceğim. Aslında seninle resmimi koyup milleti kıskandırmak isterdim ama ölmeye niyetim yok.” Son cümleyi söylerken gülmeye başlamıştı. Yapamayacağını biliyordu ama yine de Erhan ile olan resimlerini görenlerin nasıl yorumlayacağını düşünmek güzeldi.

O gece uzun uzun muhabbet etmişti herkes. En çok konuşanlar Celal'in bir küçüğü Cemal ile onun bir küçüğü Kemal idi. İki erkeğin eşleri ise mutfaktan çıkmamış, kahve, çay meyve derken, hizmette kusur olmasın diye koşuşturmuştu. Leyla elbette bebekle meşgul olduğu için, kısa sürelerle onlara katılmış, gece sık sık emzirdiğinden erkenden yatmıştı. Diğer iki kardeş Hüseyin ile İsmail ise ağabeylerine saygıdan seslerini çıkartmıyor sadece dinliyordu. Onların eşleri de mutfaktan çıkmamış, yemek masası haricinde yüzlerini gören de olmamıştı. Geç saatte tüm misafirler gidince, Celal, Zeycan ve Erhan kalmış biraz daha konuştuktan sonra onlar da yatmıştı. Erhan son gecesinde yine Celal'lerde kalmış, otele yollamamışlardı. Bunu gündüzden bildiği için ilişiğini kesip otelden ayrılmıştı. Sabah erkenden yolma çıkmasına engel yoktu.

Vedalaşmaları da iki haftalık birlikteliğin ardından çok duygusal olmuştu. Erhan kendisinin de onları konuk etmekten mutluluk duyacağını söyleyip arabasına binmiş karlı yollarda dikkatli kullandığı arabası ile yine Ankara'ya doğru yol almaya başlamıştı. Ama asıl hedef Samsun'du bu kez.

****  

Aklı üç hafta önce yaşananlara gidince garsonun masaya bıraktığı ikinci fincanı fark etmemişti bile. Salep soğumuştu!

Ne o günlerde ne öncesinde ne de sonrasında Celal'in böyle bir şey yapacağının en ufak belirtisini görmemişti. İçinden çıkamadığı da buydu zaten. Celal kaçakçıysa, onca gün yanında mutlaka bu işlerle ilgili görüşmüş olmalıydı. Ama ilk günkü konuşmadan başka en ufak şüphe uyandıracak olay yaşanmamıştı. Ama mahkeme, Celal'in silah kaçakçılığı yaptığını ve bu silahların Irak'a gittiğini söylüyordu. Bu çok büyük bir suçtu ve Erhan işin içinden çıkamadığını hissediyordu.

Celal silah kaçakçısı...

***** 

Antep dönüşü Samsun'da iş başı yapmış üç gün sonra ifade vermek için Ankara'ya çağırılmıştı. Saatlerce süren ifadeden sonra, askeri savcı serbest bırakılmasını istemişti. Erhan'ın soruşturma için çağırılmasından çok önce Celal'in tutuklanması için karar çıkartılmış ama Celal karısını ve oğlunu alıp kaçmıştı. Kimse nerede olduğunu bilmiyordu.

Kaçarken yanında Erhan'ın getirdiği çanta vardı. Celal'i görüntüleyen kameralar her karede çantayı da görüntülemişti. Aynı çantayı Celal'e hediye ettiği zamana ait görüntüler de vardı. Görüntülerde, Celal telaşlı ve korkmuş gibiydi. Etrafına attığı bakışlar, korkunun göstergesiydi. Üstelik çantayı da göğsüne siper ederek yürüdüğü sahneler azımsanamazdı.

O çantanın ne özelliği olduğu, alaşımından gizli bölmesi olup olmadığına kadar birçok soru sorulmuştu. Bu kadar basit bir nedenle kendisinin sorgulanmasından memnun olmasa da işlerini yaptığı için kimseyi suçlayamıyordu.

Bir süre kameralarda izlenebilen Celal, bir yerden sonra izini kaybettirmişti. Aynı saatlerde Leyla ve oğlu Ahmet Erhan da evden çıkmış, bir taksiye binmiş, Leyla'nın annesinin evinin güzergâhına doğru yol almıştı. Taksi de bir süre sonra takip edilememişti.

Daha sonra taksi bulunmuş, ama şoför o gün öyle bir yolcu almadığını, hatta o gün arabasının tamirde olduğunu ispatlamış, temize çıkmıştı. İyi de o zaman sahte plakalı taksiyi kim ayarlamıştı? Celal mi?

Celal yakalanana kadar ya da Erhan, Celal'i bulana kadar adındaki leke ile yaşayacaktı. Kendisini suçlayacak başka bir delil yoktu. Olanlar da kendisini suçlamak için yeterli olmadığı için yakında dava sonuçlanacaktı ama soru işaretleri hep kalacaktı. Yine başa dönüp Zeycan ile konuşmaktan başka çaresi olmadığında karar kıldı. Eğer Celal gerçekten kaçakçılığa karıştıysa tek değildi. Mutlaka yardım eden birileri olmalıydı. Erhan, bunlara karışmamış tek kişinin Zeycan olduğunu düşünüyordu. Yanılmadığını ummaktan başka bir şey gelmiyordu elinden.

O gece Ankara'da kalacak ertesi gün erkenden Gaziantep'e doğru yola çıkacaktı. Tüm gün kar yağsa da yollar açıktı. Buzlanma olmazsa, sabaha rahat yolculuk yapabileceğine inanıyordu.

Sevmediğin ot dibinde biter... Buzdan da kardan da hoşlanmıyordu! Bu sene kış erken gelmiş, her yeri beyaza boyamıştı.

*** 

Siren seslerini duyuyordu ama neler olduğunun farkında değildi. Yakınlarda yangın mı vardı? Ama bu itfaiye sireni değildi. Ambulanstı galiba! Birileri etrafta koşuşturuyordu. Ama en sinir bozucu olan metallerden gelen seslerdi. Dişleri ondan mı mayışıyordu. Hani tabağa değen çataldan çıkan ses insanı deli eder ya, işte öyleydi çıkan sesler. O sesleri duydukça vücudunda titreşimler oluşuyordu.

Bir de bağırışlar vardı ama kim ne diyor hiç anlamıyordu. Uykusunda duyduğu sesleri ayırt etmek istese de başaramadı. En iyisi uyumaktı. O da öyle yaptı.


***  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder