26 Mayıs 2015 Salı

BUZDAKİ ATEŞ 2. Bölüm

Erhan arkadaşının şımarıklıklarına gülerek baktı. Otuz yedi yaşında olmasına rağmen ruhundaki çocuğu büyütmemişti hiçbir zaman. 

“Çocuksun, çocuk!”

“Evet, oğlum gelip oyuncaklarımı almadan son günlerimin keyfini yaşıyorum.”

 Eve geldiklerinde, daha kapıda sıcacık karşılandı, Erhan. Kocaman karnından sarılamayınca, yanına gelip omzuna kolunu dolayarak öpebilmişti yenge saydığı kadını.


Leyla kocasının bu arkadaşını herkesten farklı bir yere koyardı. Erhan'ın her zaman düzgün davranması, saygısı ve sevecen taraflarının ağır basması çok hoşuna giderdi. Hatta sık sık 'kız kardeşim bekâr olsaydı seni damat olarak alırdım' derdi. O da sıkıca sarıldı, Erhan'a. Leyla'dan sonra Zeycan'a gelmişti sarılma sırası. Erhan, kendi kardeşinden ayırmadığı genç kızı yanaklarından öptü.

Erhan, getirdiklerini verirken Zeycan'ın hediyesini de valizden çıkartmıştı. Zeycan dijital fotoğraf makinesini görünce çok şaşırmıştı. Çocukluğundan beri resim çekmeyi çok severdi. Erhan'ın bunu anımsaması ve güzel bir makine hediye etmesine nasıl teşekkür edeceğini bilememişti. İlk olarak elbette Erhan'ın resimlerini çekmişti. Erhan, etrafında dönerek poz poz resmini çeken kıza gülümseyerek bakıyordu. Zeycan ailenin esmerliğini almıştı ama büyük babasının mavi gözlerini taşıyan tek Tutanoğlu'ydu.

Zeycan, yirmi iki yaşına kadar ailesinin baskısından kaçmış ve evlendirme çabalarına ayak diremişti. Okumak istemiş ve babasını ikna etmişti. Üniversiteyi bitirdiği yıl doğum gününü kutladığı kafede tanıştığı Bozkurt'u çok sevmişti. Celal, çocuğu araştırmış, iyi bir aileden olduğunu öğrenince ses çıkartmamıştı ama Zeycan'ı da daha sıkı bir ortama sokmuştu. Artık evden çıkması bile sorun oluyordu. Oysa Antep merkezde yaşam çok güzel ve keyifliydi. Ama Zeycan hepsinden uzaklaşmak zorunda kalmış, Bozkurt'u da göremez olmuştu. Celal yasak koymamış ama görüşmelerini kasıtlı engellemişti.

En sonunda kapıya bırakılan bir mektup ile Zeycan'dan ayrılmıştı delikanlı. Erhan, içine kapanan Zeycan'ın imdadına internetten yetişmişti. Gerçekten seviyorsa bir gün yine bir araya gelebileceklerini ama gerçek sevgi değilse bu ayrılığın kendisi için iyi olduğunu ısrarla tekrarlamıştı. Zeycan'ın bilmediği Erhan'ın da aynı zamanları aşk acısı çekerek geçirdiği ve onunla konuşurken kendi acısını hafifletmeyi de başardığı idi.

Erhan kendi olmadığı zamanlarda muhabbet edebilsin diye iki kardeşini de tanıştırmıştı. Celal zaten tanıyordu Yunus ile Sedat'ı. Kız kardeşi Bade ise evli olduğu ve bebek büyüttüğü için vakit ayıramıyordu Zeycan’a. Ara sıra selam söylemekle yetiniyordu. Celal, Erhan'ın kardeşlerinden zarar gelmeyeceğini bildiğinden ses çıkarmamıştı. Zamanla kız kardeşindeki değişimlerden de memnun olduğunu Erhan'a söylemişti.

Bir zamanların aşk acısı çeken genç kızı, şimdi elinde fotoğraf makinesi ile Erhan'ın peşinde dolaşıyordu. Yine eski cıvıl cıvıl Zeycan olmuştu. Elinde makine onun hemen her halinin fotoğraflarını çekiyordu.

Celal ve Leyla onun bu şaklabanlıklarına gülüyordu. Leyla iyice ağırlaşmıştı. Bazen nefes almak bile güç geliyordu. Çok kilo almamak için özen gösterse de on dört kilo almış olmak bile onu zorluyordu. Öyle zamanlarında en büyük yardımcısı Zeycan'dı.

Zeycan'ın son yıllarda yaşadıklarına çok üzülmüştü, Leyla. Ama artık yüzü gülmeye başlamıştı görümcesinin. Bozkurt'u unutmaya başladığına o da inanıyordu. Kim bilir belki yeni biri vardı ya da olacaktı? Aklındakileri bir yana bırakıp Zeycan’a seslendi.

“Hadi bırak artık makineyi kenara da mutfağa gel. Ağır misafirimiz var biraz yöre yemeği yedirelim.” Bunu duyan Erhan hemen atıldı. Zor hareket ettiği her halinden belli olan Leyla'ya iş yaptıracak değildi ya?

“Leyla, sakın yemek hazırlamaya kalkışma, hep birlikte yemeğe gidiyoruz. Kocanın bana sözü var. Hem daha çok buradayım, bol bol ev yemeği de yerim.” Leyla, kocasına ters ters bakıp Erhan'a döndü,

“Erhan o nasıl söz? Yemekler hazır sadece ısıtacağız. Merak etme, hepsini Emine Hanım yaptı. Zaten asla onun kadar güzel yemek yapamam. Hem, beni kimse yormuyor artık. ” Bıyık altından gülerek kocasına baktı. Hamileliği ilerleyip erkek doğuracağı anlaşılınca Hanım Ağa gibi olmuştu. Bir dediği iki olmuyordu.

“E ilk erkek geliyor Celal'den, sizinkiler bayram ediyordur.” Celal'e dönüp, “Keşke annenle baban da hayatta olsaydı da görseydi bugünleri ama işte hayat. Acısını tatlısını yaşatıyor hepimize.” Kendi acıları gelmişti aklına. Sesi hafifledi...

“Ne o Erhan? Pek dertli dedin lafları? Hayır olsun?”

“Sonra anlatırım, Celal. Hadi biz de yardım edelim mutfağa.” Anlatmak canını yakıyordu.

“Oğlum otur ya, alıştıracaksın, sonra benden de isteyecekler... Yok, bizim köyde öyle şeyler.”

“Doğru diyor Erhan ağabey, sen otur. Biz şimdi hazırlarız. Sadece ısıtacağız.”

Erhan, sıcak aile ortamına baktı imrenerek. İki yıldır aklından atmaya çalıştığı Aden geldi yine gözünün önüne. Haberini almıştı, iki ay önce oğlu doğmuştu. Mutluydu. Erhan da mutlu oluyordu onun mutluluğunu duydukça. Ama kalbinin acısı hala geçmemişti. Şimdi o da sevdiği kadın ile bir arada olabilirdi. Ferhat'ın yerinde kendisi bebeğini kucaklıyor olabilirdi. Ama olmamıştı işte. Artık düşünmenin de, başkasının karısı hakkında böyle hayaller kurmanın da, ne yeriydi, ne de zamanı. Artık normal bir yaşama dönmesi ve annesinin baskıları ile evliliği düşünmesi gerekiyordu.  Evlilik... Müge ile olur muydu? Emin değildi. Kendini kandırmayacaktı. Emindi! Müge ile olmaz, olamaz, dedi.

Erhan, düşünceli şekilde yine de mutfağa doğru yürüdü. Tezgâh da hazır olanları odaya taşımaya başladı. Salona yaklaştığında Celal'in telefonla konuştuğunu duydu. Arkadaşı camın önüne gitmiş, arkası salona dönük konuşuyordu.

“Tamam, yola çıksın ama dikkatli olsun. Sınırı geçince haber ulaştırsın bize.”

“...”

“Anladın beni. Daha fazla uzatma. Yükleme bittiyse çıksın işte.”

“...”

“Tamam.”

Erhan, tek taraflı konuşmayı dinlediğinde hiç şaşırmadı. Celal'in dededen kalma nakliye işleri vardı. Irak ve İran'a arada bir Suriye'ye mal yolluyordu. Dikkatli olunacak yerde mutlaka Irak olmalıydı. Sorduğunda Celal de aynı yanıtı verdi.

“Hiç belli olmuyor, bir sakin geçiyor kamyonlar, tırlar, bir bakıyorsun günlerce tutuyor didik didik arıyorlar. Bugün inşaat malzemesi yolluyorsun gıkları çıkmıyor. Yarın kereste yolluyorsun yasak diyorlar. Ne yapacağımı şaşırdım ama araç yollamasam bir daha iş bulamam. Biliyorsun hepsi oraya malzeme yollayan satıcılar.”

“Biliyorum. Allah kolaylık versin. Irak’ta işler kolay kolay düzelmez.” Savaş ortamı bitse bile iç çatışmalar, bölünmeler ticareti olumsuz etkiliyordu.

“Öyle ama yapacak bir şey yok. Devam çalışmaya.”

Erhan, konuşurken bir yandan da masayı hazırlıyordu. Özenli şekilde yerleştirdiği her parçadan sonra hepsi hayretle bakıyordu kendisine. Erhan, masa düzenine bakan kadınlara dönerek, “Askerlik her şeyi öğretir adama. Hadi Leyla sen de otur, kalanını tembel kocanla ben yaparım.”

Leyla bu kez ikiletmedi. Çünkü ayaklarının şişliği artık çok fazla rahatsız ediyordu. Bir hafta on güne kadar doğuracaktı. Dışarıdaki soğuk havaya rağmen ateş basıyordu. İncecik elbise bile nerdeyse fazla gelecekti. Sandalyeye oturduğunda Zeycan hemen puf getirmişti yengesine. Gelin görümce sorunsuz bir ilişki yürütüyor gibi gözüküyordu. Celal zaten hiç bahsetmezdi özelinden. Sadece gelip gittikçe gördüğü kadarını bilirdi Erhan. Bunca yıllık arkadaşından öğrendiğinden çok daha fazlasını kız kardeşinden öğrenmişti.

İlk gece uzun uzun masada muhabbet edip ayrı kaldıkları günlerin açığın kapatmaya uğraştılar. Laf lafı açmış konular Erhan'ın ne zaman evleneceğine gelmişti. Erhan'ın birden durgunlaşması olumsuz bir şeylerin yaşandığını herkese anlatmıştı. Aden'den bahsetmese de yüzü ele vermişti kendisini.

Erhan otelde kalmak istemiş ama Celal bırakmamıştı. Kendi kardeşinden ayırmazdı Erhan'ı. Odası hazırdı. Ne zaman isterse yatabileceğini söyleyen Leyla daha fazla oturamayacağını söyleyip yatak odasına geçti. Celal de gitsin karısının yanına diye Erhan hareketlense de arkadaşını konuşmaktan vazgeçiremedi.

Eskiden oturdukları yerlerin konusu geçtikçe bir biri dalıyordu geçmişe, bir diğeri... Celal iki kez daha ağız yoklamış olsa da Aden'i anlatmadı Erhan!

*****

Sabah, mutfaktan gelen seslerle uyanmıştı. İçine yün gömlek giyip, üstüne v yakalı kalın kazağını geçirdi. O gün Celal ile şehri gezeceklerdi. Kahvaltı sonrası bol köpüklü keyif kahveleri içilmiş, sonra da iki arkadaş yola çıkmıştı. Celal yine ince bir kazak ile geziyordu.  Erhan, o gün şehir merkezinde olmayı tercih ettiğinden, araba ile sokakları dolaştılar biraz. Antep'in ana caddesi diğer büyük şehirlerden farklı değildi. Yoğun insan ve araç trafiği arasında zorlukla hareket ediyorlardı. Yine de İstanbul ile kıyaslanmayacak kadar hafif kalıyordu trafik!

Celal bir şirketinde ortağı olan arkadaşını görmesi gerektiğini söyleyerek, sorun olup olmayacağını sorduğunda elbette itiraz etmedi, Erhan. O da büroya çıkıp,  Burhan Pektaş ile tanıştı. Yeni tanıştığı Burhan Bey, Celal'den on-on beş yaş büyüktü. Kilosu da arkadaşından oldukça fazlaydı. İlk başlarda yeni tanışan iki erkek birbirlerine soğuk davransa da sonra konuşmalar daha sıcak bir havada devam etti. Erhan yine de adama çok ısınamadığını hissetti. 

Geldikleri büro ana cadde üstünde olmasına rağmen, dışarının gürültüsü hiç duyulmuyordu. Erhan, büroyu incelerken buldu kendisini. Sanki adamın ne yaptığına dair bir şeyler bulacakmış gibi bakıyordu. Oysa arkasındaki posttan başka olumsuzluk ifade eden tek bir obje bile yoktu. O post da, avcılık eserinden çok, hazır satılanlara benziyordu. Merakına yenilip sorduğunda, yanılmadığını anladı. Burhan Bey, eskiden avcılıkla uğraşsa da onunki kuş avlamaktan öteye geçmeyen bir merak olarak kalmış. Ama evinde hala av tüfeklerinin olduğunu söylerken merakı ile övünmesi sesine yansımıştı.

“Ben de balıkçılığa merak sarmıştım. Ama devam ettiremedim. Her zaman deniz kenarındaki şehirlerde görev yapamıyorum. Belki emekli olunca herkesin rüyası olan deniz kenarında ev alır ve balıkçılık yaparım.” Çok uzun yıllar sonrası için kurduğu hayallerini paylaştığını fark edince sustu.
Burhan Bey, şaka yollu konuşmaya başladı. “Biz, tüfekle avlanmayınca avcı demeyiz. Gel buralara yerleş, sana buradan bir de gelin alalım, birlikte ava çıkalım. Hem ateş etmeyi de biliyorsun.”

“Galiba,  ateş etmeyi bildiğim için istemiyorum avcılık yapmayı. Yine de teşekkür ederim.”

Yanıtı istediğinden sert olunca ortamın gerildiğini hissetmişti. Konuyu hemen kapatan Celal, iş konuşmaya başlamıştı. Yeni sevkiyat için, Burhan Beyin bulduğu bir firma ile çalışacaktı. Firma, mallar için tam döküm vermek istememişti. Celal ısrarcı olunca, büyük parçaların kendi araçlarıyla gönderilmesi, küçük parçalar için başka firma ile anlaşılması konusunda mutabık kalınmıştı. İşin bir kısmını kaybetmiş olsa da içi rahattı Celal'in. Burhan Bey de ısrarcı olmamıştı zaten...

Bir süre daha havadan sudan konuşan üçlü ayağa kalktığında aradan bir saate yakın zaman geçmişti. Erhan, ilk başta sevmediği adamı daha sonra içten ve samimi bulmuştu. Sadece zenginliğin verdiği şımarıklığı vardı. Ama konu iş olunca şımarıklık kalmıyordu. Kapıya kadar eşlik ettiği misafirlerini yeniden beklediğini ısrarla söyleyerek uğurladı.

*****

Celal arkadaşını, Antep’in en güzel kebabını yaptığını iddia ettiği, ara sokaklardaki köhne bir lokantaya götürdü. Daha kapıdan girerken takılmaya başlamıştı Celal’e. “Ne o işin bir kısmı kaçınca beni ucuz yerlerde mi ağırlayacaksın?”

“Önce ye de sonra konuş. Tüm Antep'i gez, bak bakalım daha iyisini yapan yer bulabilecek misin?”

Erhan zaten aksini düşünmüyordu. Celal ağzının tadını bilirdi! Ağızda dağılan kebaplar ve tam kıvamındaki havuç baklavadan sonra birer Türk kahvesi daha içtiler. Erhan, yediği en iyi kebap olduğunu, dükkân sahibine söyleyerek, mekândan ayrıldı.

Yemekten sonra civar köylere doğru yola çıktılar. Bir köyden geçerken kendine ait tırlardan birini gören Celal, arabayı hızlandırdı. Yetiştiği tıra korna çalıp durdurdu. Direksiyonda otuzlu yaşlarda kavruk tenli biri vardı. Celal, şoförün kim olduğunu görünce şaşırmıştı.

“Saffet? Ne işin var senin burada?”

Şoför kavruk teninden bile anlaşılan kızarıklık ile indi araçtan. Başını yere eğip konuşmaya başladı. Kekeleyerek bir şeyler söyleyince, Celal doğru düzgün anlat, diyerek sözünü kesti.

Saffet'in yüzü daha da kızardı. “Özür dilerim ağam. Bir yere uğramam gerekti. Mazot farkı neyse kesersin paramdan.” İşinden olacağını düşündüğü belliydi.

“Saffet, sana mazot parasını öde demedim. Burada işin ne dedim?” Celal sinirlenmeye başlamıştı. Bunu anlayan şoför konuşmaya başladı.

“Ağam, benim sözlüm köyde. Yola çıkmadan ona uğrayayım dedim. Helalleşmek istedim.” sesi utanç yüklüydü. Sanki sevmek kabahatmiş de azar işitecekmiş gibi bir duruşu vardı.

“Desene oğlum önceden! Beni de korkuttun. Gördün mü sözlünü?” Celal, duyduklarından sonra rahatladı. Başka şeylerden korktuğu belliydi. Erhan, arkadaşının yaptığı işin tehlikelerini bildiğini, çalışanlarını da yakından takip ettiğini anlamıştı. Saffet, bu arada üzgün sesi ile yanıt veriyordu.

“Yok, ağam, görmedim. İki köy sonra onların köyü! Ama gerek yok, yola çıkarım hemen.”

Erhan, Celal'in yanıtını merakla bekledi.

“Saffet, şimdi hemen yola çık, sözlünle vedalaş ama çok oyalanma. Sonra gümrük kapısında kalırsın saatlerce.”

Saffet'in yüzündeki değişim Erhan'ı bile çok mutlu etmişti. Genç adam Celal'in elini öpmeye kalkışınca başını çevirmişti Erhan. Kısa süre sonra tırın sesi uzaklaştı.

Celal, tırın ardından bakıyor bir yandan da söyleniyordu, “Ulan, bunların hepsi yavuklusuyla buluşmadan yola çıkmıyorsa ben yanmışım. Yakında iflas bayrağını dikerim.”

Erhan, Celal'in omzuna vurup “Boş ver be koçum, kiminin parası kiminin duası. Saffet de duasını yolluyordur sana.”

“Doğru diyorsun. Leyla'yı görmek için ne numaralar yaptığımı anımsıyorum da! Bunlar benim yanımda çok masum kalıyor.” Tekrar tırın ardından baktılar...


***** 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder