Erhan arkadaşının şımarıklıklarına gülerek
baktı. Otuz yedi yaşında olmasına rağmen ruhundaki çocuğu büyütmemişti hiçbir
zaman.
“Çocuksun, çocuk!”
“Evet, oğlum gelip oyuncaklarımı almadan son
günlerimin keyfini yaşıyorum.”
Eve
geldiklerinde, daha kapıda sıcacık karşılandı, Erhan. Kocaman karnından
sarılamayınca, yanına gelip omzuna kolunu dolayarak öpebilmişti yenge saydığı
kadını.
Leyla kocasının bu arkadaşını herkesten
farklı bir yere koyardı. Erhan'ın her zaman düzgün davranması, saygısı ve
sevecen taraflarının ağır basması çok hoşuna giderdi. Hatta sık sık 'kız
kardeşim bekâr olsaydı seni damat olarak alırdım' derdi. O da sıkıca sarıldı,
Erhan'a. Leyla'dan sonra Zeycan'a gelmişti sarılma sırası. Erhan, kendi
kardeşinden ayırmadığı genç kızı yanaklarından öptü.
Erhan, getirdiklerini verirken Zeycan'ın
hediyesini de valizden çıkartmıştı. Zeycan dijital fotoğraf makinesini görünce
çok şaşırmıştı. Çocukluğundan beri resim çekmeyi çok severdi. Erhan'ın bunu
anımsaması ve güzel bir makine hediye etmesine nasıl teşekkür edeceğini
bilememişti. İlk olarak elbette Erhan'ın resimlerini çekmişti. Erhan, etrafında
dönerek poz poz resmini çeken kıza gülümseyerek bakıyordu. Zeycan ailenin
esmerliğini almıştı ama büyük babasının mavi gözlerini taşıyan tek
Tutanoğlu'ydu.
Zeycan, yirmi iki yaşına kadar ailesinin
baskısından kaçmış ve evlendirme çabalarına ayak diremişti. Okumak istemiş ve
babasını ikna etmişti. Üniversiteyi bitirdiği yıl doğum gününü kutladığı kafede
tanıştığı Bozkurt'u çok sevmişti. Celal, çocuğu araştırmış, iyi bir aileden
olduğunu öğrenince ses çıkartmamıştı ama Zeycan'ı da daha sıkı bir ortama
sokmuştu. Artık evden çıkması bile sorun oluyordu. Oysa Antep merkezde yaşam
çok güzel ve keyifliydi. Ama Zeycan hepsinden uzaklaşmak zorunda kalmış,
Bozkurt'u da göremez olmuştu. Celal yasak koymamış ama görüşmelerini kasıtlı
engellemişti.
En sonunda kapıya bırakılan bir mektup ile
Zeycan'dan ayrılmıştı delikanlı. Erhan, içine kapanan Zeycan'ın imdadına
internetten yetişmişti. Gerçekten seviyorsa bir gün yine bir araya
gelebileceklerini ama gerçek sevgi değilse bu ayrılığın kendisi için iyi
olduğunu ısrarla tekrarlamıştı. Zeycan'ın bilmediği Erhan'ın da aynı zamanları
aşk acısı çekerek geçirdiği ve onunla konuşurken kendi acısını hafifletmeyi de
başardığı idi.
Erhan kendi olmadığı zamanlarda muhabbet
edebilsin diye iki kardeşini de tanıştırmıştı. Celal zaten tanıyordu Yunus ile
Sedat'ı. Kız kardeşi Bade ise evli olduğu ve bebek büyüttüğü için vakit
ayıramıyordu Zeycan’a. Ara sıra selam söylemekle yetiniyordu. Celal, Erhan'ın
kardeşlerinden zarar gelmeyeceğini bildiğinden ses çıkarmamıştı. Zamanla kız
kardeşindeki değişimlerden de memnun olduğunu Erhan'a söylemişti.
Bir zamanların aşk acısı çeken
genç kızı, şimdi elinde fotoğraf makinesi ile Erhan'ın peşinde dolaşıyordu.
Yine eski cıvıl cıvıl Zeycan olmuştu. Elinde makine onun hemen her halinin
fotoğraflarını çekiyordu.
Celal ve Leyla onun bu şaklabanlıklarına
gülüyordu. Leyla iyice ağırlaşmıştı. Bazen nefes almak bile güç geliyordu. Çok
kilo almamak için özen gösterse de on dört kilo almış olmak bile onu
zorluyordu. Öyle zamanlarında en büyük yardımcısı Zeycan'dı.
Zeycan'ın son yıllarda yaşadıklarına çok
üzülmüştü, Leyla. Ama artık yüzü gülmeye başlamıştı görümcesinin. Bozkurt'u
unutmaya başladığına o da inanıyordu. Kim bilir belki yeni biri vardı ya da
olacaktı? Aklındakileri bir yana bırakıp Zeycan’a seslendi.
“Hadi bırak artık makineyi kenara da mutfağa
gel. Ağır misafirimiz var biraz yöre yemeği yedirelim.” Bunu duyan Erhan hemen
atıldı. Zor hareket ettiği her halinden belli olan Leyla'ya iş yaptıracak
değildi ya?
“Leyla, sakın yemek hazırlamaya kalkışma, hep
birlikte yemeğe gidiyoruz. Kocanın bana sözü var. Hem daha çok buradayım, bol bol
ev yemeği de yerim.” Leyla, kocasına ters ters bakıp Erhan'a döndü,
“Erhan o nasıl söz? Yemekler hazır sadece
ısıtacağız. Merak etme, hepsini Emine Hanım yaptı. Zaten asla onun kadar güzel
yemek yapamam. Hem, beni kimse yormuyor artık. ” Bıyık altından gülerek
kocasına baktı. Hamileliği ilerleyip erkek doğuracağı anlaşılınca Hanım Ağa
gibi olmuştu. Bir dediği iki olmuyordu.
“E ilk erkek geliyor Celal'den, sizinkiler
bayram ediyordur.” Celal'e dönüp, “Keşke annenle baban da hayatta olsaydı da
görseydi bugünleri ama işte hayat. Acısını tatlısını yaşatıyor hepimize.” Kendi
acıları gelmişti aklına. Sesi hafifledi...
“Ne o Erhan? Pek dertli dedin lafları? Hayır
olsun?”
“Sonra anlatırım, Celal. Hadi biz de yardım
edelim mutfağa.” Anlatmak canını yakıyordu.
“Oğlum otur ya, alıştıracaksın, sonra benden
de isteyecekler... Yok, bizim köyde öyle şeyler.”
“Doğru diyor Erhan ağabey, sen otur. Biz
şimdi hazırlarız. Sadece ısıtacağız.”
Erhan, sıcak aile ortamına baktı imrenerek.
İki yıldır aklından atmaya çalıştığı Aden geldi yine gözünün önüne. Haberini
almıştı, iki ay önce oğlu doğmuştu. Mutluydu. Erhan da mutlu oluyordu onun
mutluluğunu duydukça. Ama kalbinin acısı hala geçmemişti. Şimdi o da sevdiği
kadın ile bir arada olabilirdi. Ferhat'ın yerinde kendisi bebeğini kucaklıyor
olabilirdi. Ama olmamıştı işte. Artık düşünmenin de, başkasının karısı hakkında
böyle hayaller kurmanın da, ne yeriydi, ne de zamanı. Artık normal bir yaşama
dönmesi ve annesinin baskıları ile evliliği düşünmesi gerekiyordu. Evlilik... Müge ile olur muydu? Emin değildi.
Kendini kandırmayacaktı. Emindi! Müge ile olmaz, olamaz, dedi.
Erhan, düşünceli şekilde yine de mutfağa
doğru yürüdü. Tezgâh da hazır olanları odaya taşımaya başladı. Salona
yaklaştığında Celal'in telefonla konuştuğunu duydu. Arkadaşı camın önüne
gitmiş, arkası salona dönük konuşuyordu.
“Tamam, yola çıksın ama dikkatli olsun.
Sınırı geçince haber ulaştırsın bize.”
“...”
“Anladın beni. Daha fazla uzatma. Yükleme
bittiyse çıksın işte.”
“...”
“Tamam.”
Erhan, tek taraflı konuşmayı dinlediğinde hiç
şaşırmadı. Celal'in dededen kalma nakliye işleri vardı. Irak ve İran'a arada
bir Suriye'ye mal yolluyordu. Dikkatli olunacak yerde mutlaka Irak olmalıydı.
Sorduğunda Celal de aynı yanıtı verdi.
“Hiç belli olmuyor, bir sakin geçiyor
kamyonlar, tırlar, bir bakıyorsun günlerce tutuyor didik didik arıyorlar. Bugün
inşaat malzemesi yolluyorsun gıkları çıkmıyor. Yarın kereste yolluyorsun yasak
diyorlar. Ne yapacağımı şaşırdım ama araç yollamasam bir daha iş bulamam.
Biliyorsun hepsi oraya malzeme yollayan satıcılar.”
“Biliyorum. Allah kolaylık
versin. Irak’ta işler kolay kolay düzelmez.” Savaş ortamı bitse bile iç
çatışmalar, bölünmeler ticareti olumsuz etkiliyordu.
“Öyle ama yapacak bir şey yok.
Devam çalışmaya.”
Erhan, konuşurken bir yandan da
masayı hazırlıyordu. Özenli şekilde yerleştirdiği her parçadan sonra hepsi
hayretle bakıyordu kendisine. Erhan, masa düzenine bakan kadınlara dönerek,
“Askerlik her şeyi öğretir adama. Hadi Leyla sen de otur, kalanını tembel
kocanla ben yaparım.”
Leyla bu kez ikiletmedi. Çünkü ayaklarının
şişliği artık çok fazla rahatsız ediyordu. Bir hafta on güne kadar doğuracaktı.
Dışarıdaki soğuk havaya rağmen ateş basıyordu. İncecik elbise bile nerdeyse
fazla gelecekti. Sandalyeye oturduğunda Zeycan hemen puf getirmişti yengesine.
Gelin görümce sorunsuz bir ilişki yürütüyor gibi gözüküyordu. Celal zaten hiç
bahsetmezdi özelinden. Sadece gelip gittikçe gördüğü kadarını bilirdi Erhan.
Bunca yıllık arkadaşından öğrendiğinden çok daha fazlasını kız kardeşinden
öğrenmişti.
İlk
gece uzun uzun masada muhabbet edip ayrı kaldıkları günlerin açığın kapatmaya
uğraştılar. Laf lafı açmış konular Erhan'ın ne zaman evleneceğine gelmişti.
Erhan'ın birden durgunlaşması olumsuz bir şeylerin yaşandığını herkese
anlatmıştı. Aden'den bahsetmese de yüzü ele vermişti kendisini.
Erhan
otelde kalmak istemiş ama Celal bırakmamıştı. Kendi kardeşinden ayırmazdı
Erhan'ı. Odası hazırdı. Ne zaman isterse yatabileceğini söyleyen Leyla daha
fazla oturamayacağını söyleyip yatak odasına geçti. Celal de gitsin karısının
yanına diye Erhan hareketlense de arkadaşını konuşmaktan vazgeçiremedi.
Eskiden
oturdukları yerlerin konusu geçtikçe bir biri dalıyordu geçmişe, bir diğeri...
Celal iki kez daha ağız yoklamış olsa da Aden'i anlatmadı Erhan!
*****
Sabah,
mutfaktan gelen seslerle uyanmıştı. İçine yün gömlek giyip, üstüne v yakalı
kalın kazağını geçirdi. O gün Celal ile şehri gezeceklerdi. Kahvaltı sonrası
bol köpüklü keyif kahveleri içilmiş, sonra da iki arkadaş yola çıkmıştı. Celal
yine ince bir kazak ile geziyordu.
Erhan, o gün şehir merkezinde olmayı tercih ettiğinden, araba ile
sokakları dolaştılar biraz. Antep'in ana caddesi diğer büyük şehirlerden farklı
değildi. Yoğun insan ve araç trafiği arasında zorlukla hareket ediyorlardı.
Yine de İstanbul ile kıyaslanmayacak kadar hafif kalıyordu trafik!
Celal
bir şirketinde ortağı olan arkadaşını görmesi gerektiğini söyleyerek, sorun
olup olmayacağını sorduğunda elbette itiraz etmedi, Erhan. O da büroya
çıkıp, Burhan Pektaş ile tanıştı. Yeni
tanıştığı Burhan Bey, Celal'den on-on beş yaş büyüktü. Kilosu da arkadaşından
oldukça fazlaydı. İlk başlarda yeni tanışan iki erkek birbirlerine soğuk
davransa da sonra konuşmalar daha sıcak bir havada devam etti. Erhan yine de
adama çok ısınamadığını hissetti.
Geldikleri
büro ana cadde üstünde olmasına rağmen, dışarının gürültüsü hiç duyulmuyordu.
Erhan, büroyu incelerken buldu kendisini. Sanki adamın ne yaptığına dair bir
şeyler bulacakmış gibi bakıyordu. Oysa arkasındaki posttan başka olumsuzluk
ifade eden tek bir obje bile yoktu. O post da, avcılık eserinden çok, hazır
satılanlara benziyordu. Merakına yenilip sorduğunda, yanılmadığını anladı.
Burhan Bey, eskiden avcılıkla uğraşsa da onunki kuş avlamaktan öteye geçmeyen
bir merak olarak kalmış. Ama evinde hala av tüfeklerinin olduğunu söylerken
merakı ile övünmesi sesine yansımıştı.
“Ben
de balıkçılığa merak sarmıştım. Ama devam ettiremedim. Her zaman deniz
kenarındaki şehirlerde görev yapamıyorum. Belki emekli olunca herkesin rüyası
olan deniz kenarında ev alır ve balıkçılık yaparım.” Çok uzun yıllar sonrası
için kurduğu hayallerini paylaştığını fark edince sustu.
Burhan
Bey, şaka yollu konuşmaya başladı. “Biz, tüfekle avlanmayınca avcı demeyiz. Gel
buralara yerleş, sana buradan bir de gelin alalım, birlikte ava çıkalım. Hem
ateş etmeyi de biliyorsun.”
“Galiba, ateş etmeyi bildiğim için istemiyorum avcılık
yapmayı. Yine de teşekkür ederim.”
Yanıtı
istediğinden sert olunca ortamın gerildiğini hissetmişti. Konuyu hemen kapatan
Celal, iş konuşmaya başlamıştı. Yeni sevkiyat için, Burhan Beyin bulduğu bir
firma ile çalışacaktı. Firma, mallar için tam döküm vermek istememişti. Celal
ısrarcı olunca, büyük parçaların kendi araçlarıyla gönderilmesi, küçük parçalar
için başka firma ile anlaşılması konusunda mutabık kalınmıştı. İşin bir kısmını
kaybetmiş olsa da içi rahattı Celal'in. Burhan Bey de ısrarcı olmamıştı
zaten...
Bir
süre daha havadan sudan konuşan üçlü ayağa kalktığında aradan bir saate yakın
zaman geçmişti. Erhan, ilk başta sevmediği adamı daha sonra içten ve samimi
bulmuştu. Sadece zenginliğin verdiği şımarıklığı vardı. Ama konu iş olunca
şımarıklık kalmıyordu. Kapıya kadar eşlik ettiği misafirlerini yeniden
beklediğini ısrarla söyleyerek uğurladı.
*****
Celal
arkadaşını, Antep’in en güzel kebabını yaptığını iddia ettiği, ara sokaklardaki
köhne bir lokantaya götürdü. Daha kapıdan girerken takılmaya başlamıştı
Celal’e. “Ne o işin bir kısmı kaçınca beni ucuz yerlerde mi ağırlayacaksın?”
“Önce
ye de sonra konuş. Tüm Antep'i gez, bak bakalım daha iyisini yapan yer
bulabilecek misin?”
Erhan
zaten aksini düşünmüyordu. Celal ağzının tadını bilirdi! Ağızda dağılan
kebaplar ve tam kıvamındaki havuç baklavadan sonra birer Türk kahvesi daha
içtiler. Erhan, yediği en iyi kebap olduğunu, dükkân sahibine söyleyerek,
mekândan ayrıldı.
Yemekten
sonra civar köylere doğru yola çıktılar. Bir köyden geçerken kendine ait
tırlardan birini gören Celal, arabayı hızlandırdı. Yetiştiği tıra korna çalıp
durdurdu. Direksiyonda otuzlu yaşlarda kavruk tenli biri vardı. Celal, şoförün
kim olduğunu görünce şaşırmıştı.
“Saffet?
Ne işin var senin burada?”
Şoför
kavruk teninden bile anlaşılan kızarıklık ile indi araçtan. Başını yere eğip
konuşmaya başladı. Kekeleyerek bir şeyler söyleyince, Celal doğru düzgün anlat,
diyerek sözünü kesti.
Saffet'in
yüzü daha da kızardı. “Özür dilerim ağam. Bir yere uğramam gerekti. Mazot farkı
neyse kesersin paramdan.” İşinden olacağını düşündüğü belliydi.
“Saffet,
sana mazot parasını öde demedim. Burada işin ne dedim?” Celal sinirlenmeye
başlamıştı. Bunu anlayan şoför konuşmaya başladı.
“Ağam,
benim sözlüm köyde. Yola çıkmadan ona uğrayayım dedim. Helalleşmek istedim.”
sesi utanç yüklüydü. Sanki sevmek kabahatmiş de azar işitecekmiş gibi bir duruşu
vardı.
“Desene
oğlum önceden! Beni de korkuttun. Gördün mü sözlünü?” Celal, duyduklarından
sonra rahatladı. Başka şeylerden korktuğu belliydi. Erhan, arkadaşının yaptığı
işin tehlikelerini bildiğini, çalışanlarını da yakından takip ettiğini
anlamıştı. Saffet, bu arada üzgün sesi ile yanıt veriyordu.
“Yok,
ağam, görmedim. İki köy sonra onların köyü! Ama gerek yok, yola çıkarım hemen.”
Erhan,
Celal'in yanıtını merakla bekledi.
“Saffet,
şimdi hemen yola çık, sözlünle vedalaş ama çok oyalanma. Sonra gümrük kapısında
kalırsın saatlerce.”
Saffet'in
yüzündeki değişim Erhan'ı bile çok mutlu etmişti. Genç adam Celal'in elini
öpmeye kalkışınca başını çevirmişti Erhan. Kısa süre sonra tırın sesi
uzaklaştı.
Celal,
tırın ardından bakıyor bir yandan da söyleniyordu, “Ulan, bunların hepsi
yavuklusuyla buluşmadan yola çıkmıyorsa ben yanmışım. Yakında iflas bayrağını
dikerim.”
Erhan,
Celal'in omzuna vurup “Boş ver be koçum, kiminin parası kiminin duası. Saffet
de duasını yolluyordur sana.”
“Doğru
diyorsun. Leyla'yı görmek için ne numaralar yaptığımı anımsıyorum da! Bunlar
benim yanımda çok masum kalıyor.” Tekrar tırın ardından baktılar...
*****
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder