BUZDAKİ ATEŞ
************************************************** ************
Hikayemizde yer alan tüm olay, yer, kişi ve kurumlar hayal ürünüdür.
************************************************** ************
************************************************** ************
Hikayemizde yer alan tüm olay, yer, kişi ve kurumlar hayal ürünüdür.
************************************************** ************
“Erhan Ertaş, toplanan deliller neticesinde,
Celal Tutanoğlu ile olan yakınlığınız ve olay günü adı geçen kişi ile yapmış
olduğunuz alışverişin mahiyetini anlatamamanız nedeniyle, soruşturma
sonuçlanıncaya kadar, geçici bir süre görevden alınmanıza ve mahkemeye sevk
edilmenize karar verilmiştir.
Erhan, ayakta dinlediği kararı duyuyor ama
duyduklarına inanamıyordu.
Celal nasıl kaçakçılığa karışabilir?
En az yirmi yıldır tanıdığı, defalarca birbirlerinin
evinde kalmış, bir dönem yedikleri içtikleri ayrı gitmemiş olan arkadaşının,
kaçakçılık yapıyor olması mümkün müydü? Bunu yapacağına inanamadığı gibi, kendi
adının karışmış olmasına da inanamıyordu. Hediye olarak aldığı çanta başına
dert olmuştu. Gerçi, başka delil yoktu, çantanın hediye olarak alınmasından
başka açıklama yapamazdı. Kimse de aksini ispatlayamayacağı için kısa sürede
görevine döneceğinden emindi. Ama görevini göz önünde bulundurunca, yaşadıkları
mesleğine vurulmuş en büyük darbeydi.
Askeri savcının yüzündeki suçlayıcı ifade çok
rahatsız ediciydi. Savcı, Erhan ile birçok dosyada birlikte çalışmıştı. Buna
rağmen, şu an suçlamaları peş peşe sıralıyor ve dediklerine inanıyordu! En çok
bu içini acıtmıştı. Kendisini iyi tanıdığından emin olduğu birinin bu tavrı çok
ağırdı. Şimdi biraz daha iyi anlıyordu kendi araştırdığı ama suçsuz olduğu
anlaşılan insanları!
Çantanın faturasını ibraz etmesi ve bahsi
geçen paralar ile en ufak bağlantısının bulunamaması sayesinde tutuklanmamıştı.
Celal'in hesabına son günlerde yatan paralarda adet olarak artış vardı.
Miktarlar birkaç bini geçmese de, her gün en az on, on beş ayrı işlem ile para
yatıyordu. Bu paralar ile ilgisi olmadığı belliydi. Yine de mahkemeye kadar
Celal'in neler yaptığını, o paraların hangi işlemler ile bağlantılı geldiğinin araştırılması
gerekiyordu. Maliye işin peşine düşmüştü bile. Ama Erhan da araştırmak için
harekete geçmeliydi. Bunun içen dışarıda olmak çok önemliydi. Bir gün
suçsuzluğunu da ispatlayacak ve görevine ancak o zaman geri dönecekti, daha
önce değil!
Erhan, Türk Silahlı Kuvvetlerinde
askeri personelin adının karıştığı ya da faili meçhul suçların araştırmasında
görev yapıyordu. Bir nevi askerî dedektif gibi çalışıyor, savcılığa rapor
hazırlıyordu. Hukuk fakültesinden mezun olup, askeri mahkemede görev yapmaya
başlayalı neredeyse on yıl olmuştu. Bu süre içinde birçok davayı
sonuçlandırmış, gerçek suçluların bulunması için araştırmalar yapmış, sorgulara
girmişti. Bazen asker, bazen sivil kimliği ile görev yapıyordu. Binbaşı
rütbesine üç yıl kadar önce yükseltilmişti. Daha sonra, İstanbul da, gizli bir
üs de yaşanan teknoloji hırsızlığı için görevlendirilmişti. Orada tanımıştı
Aden’i.
Aden, kendi projesini askeriye
dışına satmakla suçlanan bir subaydı. Erhan, ilk görüşte aşka, Aden’i
gördüğünde inanmıştı. Ama karşılıksızdı aşkı. Çünkü Aden başka birini
seviyordu. O zamandan beri Erhan, hem Aden’i unutmak hem de hayatına devam
etmek için çaba harcıyordu. Şimdi de başına bu suçlama çıkmıştı. Derdin biri
bitmeden diğeri başlıyordu. Şimdi Aden’i çok iyi anlıyordu.
Zeycan ile görüşmesi gerekiyordu. Ama bunu
nasıl yapacağını bilemiyordu. En kısa sürede Gaziantep'e gitmeliydi. Zeycan ile
ailesinden gizli görüşmeli, neler olduğunu anlamaya uğraşmalıydı. Peki, Zeycan da
işin içindeyse? Bu durumda onunla konuşmak ne kadar akıllıcaydı? Ama başka da
yol bulamıyordu.
Zeycan ne yapıyordu acaba? O kızın son iki
yıldır yaşadıkları inanılır gibi değildi. Kendi dertleri yetmezmiş gibi, onun
dertleri ile içi biraz daha sıkıldı. Yine de Zeycan'ın yeri kendisinde hep
ayrıydı.
Genç kız, iki yıl önce sevdiği
erkek tarafından terk edilmişti. Bir yıl sonra ise önce annesini, yedi ay sonra
da babasını kaybetmişti. Altı çocuklu ailenin en küçüğü ve tek kızıydı. Tüm
ağabeyleri evlendikten sonra Zeycan annesi ve babası ile yalnız kalmış, onların
da peş peşe ölümünden sonra ise en büyük ağabeyi Celal ve karısı Leyla ile
yaşamaya başlamıştı. Şehirde yaşamalarına rağmen, genç kızın rahat hareket
edemediğini bilirdi, Erhan.
Askeri mahkemenin koridorunda yürürken
planlarını yapmaya başlamıştı bile. Gaziantep'e gidecekti. Ankara'da olması
mesafeyi kısaltıyordu. Koridor boyunca tanıdığı birkaç kişi ile selamlaştı.
Yüzlerinde onun yaşadıklarını bildiklerine dair izler aramaya başladı. Saçmalıyordu,
kim ne bilecekti ki? Ama o an eski binanın kalın duvarları üstüne yıkılacak
gibiydi. Bir an önce dışarı çıkmak için adımlarını hızlandırdı.
Binadan çıktıktan sonra yağan kar altında
fazla yürümemek için en yakındaki kafeye girdi. Cam kenarında bulunan masaya
yürürken kendisini izleyen bakışların farkında değildi. 1.90 boyu ile fark
edilmemesi mümkün değildi zaten. Ama sadece boyu değildi ilgiyi çeken.
Yüzündeki sert ifade ile uyumlu hatları ve siyah parlak saçları da etkiliydi o
bakışlarda. Oysa kendisi hiçbir şeyin farkında değildi. Aklı o kadar karışıktı
ki etrafında olanları algılayamıyordu. Kahverengi gözleri ile camdan dışarıya
bakmaya başladı. Yağan kardan kaçan büyükler ile karın keyfini çıkartmaya
çalışan çocukları ifadesiz gözler ile bir süre izledi. Çalan telefon ile
toparlandı. Müge arıyordu. Sıkıntılı bir sesle yanıtladı.
“Efendim Müge.”
“Nasıl geçti? Ne zaman dönüyorsun? Suçlamalar
kalktı değil mi?” sesi cıvıl cıvıldı. Sanki çok önemsiz konuları sorar gibi...
Erhan saçma sapan sorulara ve soruş şekline sinirlendiğini hissetti.
“Müge nasıl kalksın suçlamalar? Tek tanığım
kaçtı. Kendimi aklamam lazım ama bunu nasıl yapacağımı bilmiyorum. Sen de
sıkboğaz etmesen beni?” Müge tüm detayları bilmiyordu.
“Bana kızman için aramadım. Sadece merak
ettiğim ve suçsuz olduğuna inandığım için öyle demiştim. Hadi dön İstanbul'a,
ben senin keyfini yerine getiririm canım.” Sesi önce kızgın, hemen ardından
işveli bir tona büründü. Bu ton Erhan’ı rahatlatmaktan çok sinirlerini daha da
bozdu.
“Dönemem şimdi. Biraz daha işim var. Ben seni
arar haber veririm döndüğümde.”
Kısa vedalaşmanın ardından kapadı telefonu.
Müge... Aden'in bir başkasını sevdiğini
anladıktan sonra, bir yıla yakın hayatında kimse olmamıştı. Sonra bir
restoranın kapısında, kapıyı tutarak yol verdiği ve kısa süre sonra kahve içmek
için çıktığı teras katında yeniden gördüğü ve başını hafifçe eğip selamlaştığı
genç kadın ile tanışmıştı. Saçları sarıya boyanmış, makyaj ile yüzü daha da
renklenmiş genç kadın gerçekten çok güzeldi. Çok kadında hoşuna gitmesi de
Müge'ye yakışıyordu sarı renk saç. Birlikte içilen ilk kahveden iki hafta
sonra, geceyi onun evinde geçirmiş, bu da halen devam eden ilişkilerinin
başlangıcı olmuştu.
Bir yıla yakındır da birlikteydiler. İkisi de
sorgusuz ve bağlantısız bir ilişkinin içindeydi. İstanbul'a gittiğinde birkaç
geceyi birlikte geçiriyorlar daha sonra Erhan yine görev gereği yurdun herhangi
bir şehrine yol alıyordu. Bu tarz yaşamın Müge'nin de işine geldiğinin
farkındaydı. Uzun yıllar bir arada olunacak biri olmadığını sık sık ifade
ediyordu. Şimdi ilgi göstermesinin ardında nelerin yattığını ise hiç
anlamamıştı. Adının suça karışmasından korkmuş olabileceğinden başka aklına bir
şey gelmiyordu. Tek aklına gelen, ‘Erhan temize çıkarsa kendi başı da derde girmez’
düşüncesiydi.
Garsonun gelişi ile düşüncülerinden sıyrıldı.
Salep istedikten sonra düşündüklerine geri döndü. Bu kez aklındaki tek şey
Celal ve yaşananlardı. En başa döndü. Olayların en başına... İki ay önceki telefon konuşmasına!
***
“Erhan, nasılsın koçum?” Duyduğu ses ile
keyiflenmişti Erhan. Babasının görevi için bulundukları Antep de tanışmıştı iki
arkadaş. O gün bugün arkadaşlıkları devam ediyordu.
“Celal? İyidir kardeş sen nasılsın? Yengem
nasıl? Bebek doğdu mu yoksa?”
“Dur be oğlum, yavaş yavaş sor. İyiyiz! Velet
de rahat anasının karnında. Asıl sen nasılsın? İzin yok mu bu aralar?”
“Bir ay sonra çıkıyorum izne.”
“Atlayıp gelsene Antep'e!” Samimi bir davetti
bu. Değerlendirebilirdi Erhan!
“Kış izni olunca planım yok aslında ama Antep
hiç aklıma gelmemişti.”
“Tamam, işte gel ama gelirken sana vereceğim
siparişi de hallet.”
“Neymiş o?”
“Samsonite çanta takımı istiyorum. Daha
doğrusu yengen istiyor. Neymiş tüm valizlerimiz bir örnek olmalıymış. Sanırım
takım çantalar ile seyahat ederken kendini artiz sanıyor.” Celal artiz
kelimesine kendi de gülüyordu. Karısının istediği takımı Antep de bulamayınca
İstanbul’a sipariş vermek istemiş, Düşünürken aklına arkadaşı gelip telefona
sarılmıştı.
“Uğraşma yengemle. Alırım almasına da, ben
gelene kadar epey zaman geçer, neden internetten sipariş vermiyorsun?” Celal
kahkahayla yanıtladı arkadaşını,
“Sen beni Zeycan sandın galiba? İnternetle
uğraşacak adam mıyım ben? Öyle tuşlarla sipariş veremem. Sen gelirken getir
işte. Tabii sana taşıtmayacağım. Havaalanından alacağım seni, dertlenme. Hatta
bana getireceğin hediyeleri de doldurursun içine.”
Celal, maddi sorunu olmayan kendi işlerini
yapan biri olmasına rağmen arkadaşının huyunu bildiğinden takılmaya başlamıştı.
Erhan hiç eli boş gelmemişti ki! Erhan da arkadaşının huyunu bildiği için ona
uygun yanıtlar veriyordu.
“Yahu sen amma arsız oldun be. Neyin noksan?
Ne hediyesiymiş? Ben ne alırsam yeğenime alacağım.”
“Bana bak, o doğmamış velete don biçme...
Yeter ona alınanlar. Beni kimsenin gözünün gördüğü yok. Daha doğmadan tahtıma
kuruldu.”
“Ne sanıyordun? En büyük erkeğin oğlu oluyor.
Aşiret olsaydınız yere göğe oturtmazlardı seni!”
“Doğru söylüyorsun da kimsenin bana itibar
ettiği yok. Hadi gel de sen bari beni kendime getir.”
“Tamam, bir ay sonra görüşürüz.” Arkadaşını
çok özlediği için karar vermek kolay olmuştu. Erhan bir an durdu ve kendisini
en çok korkutan soruyu sordu “Celal...
Çok soğuk mu oralar?”
Celal kahkahalarla gülerek yanıtladı. “Daha tam soğumadı ama bir aya kadar kar kıyamet
olur burası? Sıkı giyin.”
Erhan soğuğu hiçbir saman sevememişti. Hatta
nefret ediyordu. Yaz tatillerini tercih ederdi ama bu sene görev uzayınca
tatile çıkmamıştı. O da mecbur kış izni yapacaktı. Antep de soğuk olduğundan
tedirgin oluyordu gidip gitmeme konusunda ama ilk gençlik yıllarından beri
kopmadığı arkadaşı ile vakit geçirmek, biraz İstanbul'dan ve sıkıntılardan
uzaklaşmak iyi gelecekti. Celal’in dalga geçmesine bozulmuş gibi yapıp,
“Abartma. Ama yine de sıkı giyineceğim.
Tamam, sen Leyla’ya selamımı ilet. O doğum yapmadan ben gelmiş olurum sanırım.
Ve o karına söyle kesinlikle benim için özel bir şeyler yapmaya kalkmasın. Sen
ağırlayacaksın beni.”
“Sen gel yeter ki... Gel de seni Antep'in en
güzel lokantalarında ağırlarım ben.”
*****
Bu konuşmada şüphelenmesini gerektirecek bir
şey bulamadı. Celal ne zorlamış ne de şüpheleneceği bir tavır sergilemişti.
Erhan, yeniden düşünmeye başladı...
*****
Üç hafta sonra, talep ettiğinden bir hafta
erken izne çıktı. Adana'da bir dava ile ilgili soruşturmasını tamamlamış,
oradan yeni işe geçmeden izne ayrılmıştı. Sipariş verilen çanta takımını kargo
ile getirtti. Küçük boyun içine arkadaşının, erkek olacağı belli olan bebeği
için Adana'dan aldıklarını doldurmuştu. Gerçi bebek için aldıklarının ne
kadarını hemen kullanabileceklerinden emin değildi. Annesi hep çocukların çok
hızlı büyüdüğünü, yediklerinin helal, giydiklerinin haram olduğunu söylerdi. O
yüzden birkaç boy almıştı, bebek kıyafetlerinden...
Ayrıca metal bir Bond çanta da kendi hediyesi
idi. Leyla için kaşmir bir şal, Zeycan için de onun çok seveceği bir hediye
almıştı. Erhan, diğer valizlere de kendi kıyafetlerini doldurmuştu. İki hafta
kalacaktı Celal'lerde.
Antep'e geldiğinde kendisini güneşli ama
soğuk bir hava karşıladı. Şehrin biraz dışına doğru devam etti arabasını
kullanmaya. Bahçeli evlerin olduğu bölgeye geldiğinde tüm binaların birkaç
katlı ve çok kaliteli malzemeden yapıldığını gördü. Zengin bir bölge olduğu her
halinden belliydi. Erhan bu evlerine ikinci kez geliyordu.
Celal'in üç katlı büyük bahçe
içinde her katı iki yüz metre karelik daireler halindeki evinin önüne
geldiğinde bahçenin kış mevsiminde bile ne kadar güzel gözüktüğünü fark etti.
Zevkli adımdı arkadaşı. Diğer kardeşleri farklı yerlerde otursalar da Celal ve
eşi en üst katta, bir küçüğü Cemal orta katta yaşıyordu. Anne ile babası
hayattayken, Zeycan ile birlikte en alt katı kullanıyorlardı. Evin içinden de katlar arasında bağlantı
vardı. Ama üç dairenin de ayrı dış kapısı ailelerin hem birlikte hem de ayrı
yaşamlarına olanak veriyordu.
Bahçenin arka kısmındaki açık garajda
kendisine yer ayrılmıştı. Park edip arabadan indiğinde soğuk hava ciğerlerini
acıttı. Hiç sevmiyordu soğuğu... Kalın yünlü kumaştan pantolonu bile
bacaklarının üşümesine engel olamamıştı. Kabanın yakalarını kaldırıp bahçe
kapısına doğru yürüdü. Karı, kışı, buzu oldum olası sevememişti. Hep sıcak
yerlerde olmak isterdi. Ama görev onu her şarttaki havaya yollamıştı. Şimdi ise
isteyerek gelmişti Antep'e! İşte o gelişin nedeni de kapıda kendisini
bekliyordu.
Celal arabayı görür görmez inmişti bahçeye.
Üstünde sadece bir gömlek vardı. Erhan, onların alışkın olduğunu hatırlayınca
gülümsedi arkadaşına. Zaten o yüzden kendisi ile dalga geçmez miydi, Celal?
İki arkadaş bir süre sarmaş dolaş kaldılar.
Ayrıldıklarında Erhan, Bond çantayı eline tutuşturdu. Celal şöyle bir baktı
arkadaşına. Anlamamış gibi yapıp,
“Bu ne? Ben bunu istemedim ki!”
“Uzatma da al hadi, senin hediyen de bu. İş
adamısın, yakışır sana.”
Celal, çantayı alıp etrafına baktı ve koluna
girdiği arkadaşı ile bahçedeki çimenlerin üzerine yerleştirilmiş taşlardan
oluşan yolda yürümeye başladı. Diğer valizleri evin yardımcıları taşıyordu.
Celal, çantasını çocuklar gibi sallıyordu.
Filmlerde gördüğü, kendisine almayı hiç düşünmediği çantayı hediye olarak almak
hoşuna gitmişti.
Erhan binbaşı ile yeni bir yolculuk başladı 😊
YanıtlaSil