25 Mayıs 2015 Pazartesi

BUZDAKİ ATEŞ 1. Bölüm





BUZDAKİ ATEŞ


************************************************** ************



Hikayemizde yer alan tüm olay, yer, kişi ve kurumlar hayal ürünüdür. 


************************************************** ************

“Erhan Ertaş, toplanan deliller neticesinde, Celal Tutanoğlu ile olan yakınlığınız ve olay günü adı geçen kişi ile yapmış olduğunuz alışverişin mahiyetini anlatamamanız nedeniyle, soruşturma sonuçlanıncaya kadar, geçici bir süre görevden alınmanıza ve mahkemeye sevk edilmenize karar verilmiştir.

Erhan, ayakta dinlediği kararı duyuyor ama duyduklarına inanamıyordu.

Celal nasıl kaçakçılığa karışabilir?


En az yirmi yıldır tanıdığı, defalarca birbirlerinin evinde kalmış, bir dönem yedikleri içtikleri ayrı gitmemiş olan arkadaşının, kaçakçılık yapıyor olması mümkün müydü? Bunu yapacağına inanamadığı gibi, kendi adının karışmış olmasına da inanamıyordu. Hediye olarak aldığı çanta başına dert olmuştu. Gerçi, başka delil yoktu, çantanın hediye olarak alınmasından başka açıklama yapamazdı. Kimse de aksini ispatlayamayacağı için kısa sürede görevine döneceğinden emindi. Ama görevini göz önünde bulundurunca, yaşadıkları mesleğine vurulmuş en büyük darbeydi.

Askeri savcının yüzündeki suçlayıcı ifade çok rahatsız ediciydi. Savcı, Erhan ile birçok dosyada birlikte çalışmıştı. Buna rağmen, şu an suçlamaları peş peşe sıralıyor ve dediklerine inanıyordu! En çok bu içini acıtmıştı. Kendisini iyi tanıdığından emin olduğu birinin bu tavrı çok ağırdı. Şimdi biraz daha iyi anlıyordu kendi araştırdığı ama suçsuz olduğu anlaşılan insanları!

Çantanın faturasını ibraz etmesi ve bahsi geçen paralar ile en ufak bağlantısının bulunamaması sayesinde tutuklanmamıştı. Celal'in hesabına son günlerde yatan paralarda adet olarak artış vardı. Miktarlar birkaç bini geçmese de, her gün en az on, on beş ayrı işlem ile para yatıyordu. Bu paralar ile ilgisi olmadığı belliydi. Yine de mahkemeye kadar Celal'in neler yaptığını, o paraların hangi işlemler ile bağlantılı geldiğinin araştırılması gerekiyordu. Maliye işin peşine düşmüştü bile. Ama Erhan da araştırmak için harekete geçmeliydi. Bunun içen dışarıda olmak çok önemliydi. Bir gün suçsuzluğunu da ispatlayacak ve görevine ancak o zaman geri dönecekti, daha önce değil!
                                                         
Erhan, Türk Silahlı Kuvvetlerinde askeri personelin adının karıştığı ya da faili meçhul suçların araştırmasında görev yapıyordu. Bir nevi askerî dedektif gibi çalışıyor, savcılığa rapor hazırlıyordu. Hukuk fakültesinden mezun olup, askeri mahkemede görev yapmaya başlayalı neredeyse on yıl olmuştu. Bu süre içinde birçok davayı sonuçlandırmış, gerçek suçluların bulunması için araştırmalar yapmış, sorgulara girmişti. Bazen asker, bazen sivil kimliği ile görev yapıyordu. Binbaşı rütbesine üç yıl kadar önce yükseltilmişti. Daha sonra, İstanbul da, gizli bir üs de yaşanan teknoloji hırsızlığı için görevlendirilmişti. Orada tanımıştı Aden’i.

Aden, kendi projesini askeriye dışına satmakla suçlanan bir subaydı. Erhan, ilk görüşte aşka, Aden’i gördüğünde inanmıştı. Ama karşılıksızdı aşkı. Çünkü Aden başka birini seviyordu. O zamandan beri Erhan, hem Aden’i unutmak hem de hayatına devam etmek için çaba harcıyordu. Şimdi de başına bu suçlama çıkmıştı. Derdin biri bitmeden diğeri başlıyordu. Şimdi Aden’i çok iyi anlıyordu.

Zeycan ile görüşmesi gerekiyordu. Ama bunu nasıl yapacağını bilemiyordu. En kısa sürede Gaziantep'e gitmeliydi. Zeycan ile ailesinden gizli görüşmeli, neler olduğunu anlamaya uğraşmalıydı. Peki, Zeycan da işin içindeyse? Bu durumda onunla konuşmak ne kadar akıllıcaydı? Ama başka da yol bulamıyordu.

Zeycan ne yapıyordu acaba? O kızın son iki yıldır yaşadıkları inanılır gibi değildi. Kendi dertleri yetmezmiş gibi, onun dertleri ile içi biraz daha sıkıldı. Yine de Zeycan'ın yeri kendisinde hep ayrıydı.

Genç kız, iki yıl önce sevdiği erkek tarafından terk edilmişti. Bir yıl sonra ise önce annesini, yedi ay sonra da babasını kaybetmişti. Altı çocuklu ailenin en küçüğü ve tek kızıydı. Tüm ağabeyleri evlendikten sonra Zeycan annesi ve babası ile yalnız kalmış, onların da peş peşe ölümünden sonra ise en büyük ağabeyi Celal ve karısı Leyla ile yaşamaya başlamıştı. Şehirde yaşamalarına rağmen, genç kızın rahat hareket edemediğini bilirdi, Erhan.

Askeri mahkemenin koridorunda yürürken planlarını yapmaya başlamıştı bile. Gaziantep'e gidecekti. Ankara'da olması mesafeyi kısaltıyordu. Koridor boyunca tanıdığı birkaç kişi ile selamlaştı. Yüzlerinde onun yaşadıklarını bildiklerine dair izler aramaya başladı. Saçmalıyordu, kim ne bilecekti ki? Ama o an eski binanın kalın duvarları üstüne yıkılacak gibiydi. Bir an önce dışarı çıkmak için adımlarını hızlandırdı.

Binadan çıktıktan sonra yağan kar altında fazla yürümemek için en yakındaki kafeye girdi. Cam kenarında bulunan masaya yürürken kendisini izleyen bakışların farkında değildi. 1.90 boyu ile fark edilmemesi mümkün değildi zaten. Ama sadece boyu değildi ilgiyi çeken. Yüzündeki sert ifade ile uyumlu hatları ve siyah parlak saçları da etkiliydi o bakışlarda. Oysa kendisi hiçbir şeyin farkında değildi. Aklı o kadar karışıktı ki etrafında olanları algılayamıyordu. Kahverengi gözleri ile camdan dışarıya bakmaya başladı. Yağan kardan kaçan büyükler ile karın keyfini çıkartmaya çalışan çocukları ifadesiz gözler ile bir süre izledi. Çalan telefon ile toparlandı. Müge arıyordu. Sıkıntılı bir sesle yanıtladı.

“Efendim Müge.”

“Nasıl geçti? Ne zaman dönüyorsun? Suçlamalar kalktı değil mi?” sesi cıvıl cıvıldı. Sanki çok önemsiz konuları sorar gibi... Erhan saçma sapan sorulara ve soruş şekline sinirlendiğini hissetti.

“Müge nasıl kalksın suçlamalar? Tek tanığım kaçtı. Kendimi aklamam lazım ama bunu nasıl yapacağımı bilmiyorum. Sen de sıkboğaz etmesen beni?” Müge tüm detayları bilmiyordu.

“Bana kızman için aramadım. Sadece merak ettiğim ve suçsuz olduğuna inandığım için öyle demiştim. Hadi dön İstanbul'a, ben senin keyfini yerine getiririm canım.” Sesi önce kızgın, hemen ardından işveli bir tona büründü. Bu ton Erhan’ı rahatlatmaktan çok sinirlerini daha da bozdu.

“Dönemem şimdi. Biraz daha işim var. Ben seni arar haber veririm döndüğümde.”

Kısa vedalaşmanın ardından kapadı telefonu.

Müge... Aden'in bir başkasını sevdiğini anladıktan sonra, bir yıla yakın hayatında kimse olmamıştı. Sonra bir restoranın kapısında, kapıyı tutarak yol verdiği ve kısa süre sonra kahve içmek için çıktığı teras katında yeniden gördüğü ve başını hafifçe eğip selamlaştığı genç kadın ile tanışmıştı. Saçları sarıya boyanmış, makyaj ile yüzü daha da renklenmiş genç kadın gerçekten çok güzeldi. Çok kadında hoşuna gitmesi de Müge'ye yakışıyordu sarı renk saç. Birlikte içilen ilk kahveden iki hafta sonra, geceyi onun evinde geçirmiş, bu da halen devam eden ilişkilerinin başlangıcı olmuştu.

Bir yıla yakındır da birlikteydiler. İkisi de sorgusuz ve bağlantısız bir ilişkinin içindeydi. İstanbul'a gittiğinde birkaç geceyi birlikte geçiriyorlar daha sonra Erhan yine görev gereği yurdun herhangi bir şehrine yol alıyordu. Bu tarz yaşamın Müge'nin de işine geldiğinin farkındaydı. Uzun yıllar bir arada olunacak biri olmadığını sık sık ifade ediyordu. Şimdi ilgi göstermesinin ardında nelerin yattığını ise hiç anlamamıştı. Adının suça karışmasından korkmuş olabileceğinden başka aklına bir şey gelmiyordu. Tek aklına gelen, ‘Erhan temize çıkarsa kendi başı da derde girmez’ düşüncesiydi.

Garsonun gelişi ile düşüncülerinden sıyrıldı. Salep istedikten sonra düşündüklerine geri döndü. Bu kez aklındaki tek şey Celal ve yaşananlardı. En başa döndü. Olayların en başına...  İki ay önceki telefon konuşmasına!

***

“Erhan, nasılsın koçum?” Duyduğu ses ile keyiflenmişti Erhan. Babasının görevi için bulundukları Antep de tanışmıştı iki arkadaş. O gün bugün arkadaşlıkları devam ediyordu.

“Celal? İyidir kardeş sen nasılsın? Yengem nasıl? Bebek doğdu mu yoksa?”

“Dur be oğlum, yavaş yavaş sor. İyiyiz! Velet de rahat anasının karnında. Asıl sen nasılsın? İzin yok mu bu aralar?”

“Bir ay sonra çıkıyorum izne.”

“Atlayıp gelsene Antep'e!” Samimi bir davetti bu. Değerlendirebilirdi Erhan!

“Kış izni olunca planım yok aslında ama Antep hiç aklıma gelmemişti.”

“Tamam, işte gel ama gelirken sana vereceğim siparişi de hallet.”

“Neymiş o?”

“Samsonite çanta takımı istiyorum. Daha doğrusu yengen istiyor. Neymiş tüm valizlerimiz bir örnek olmalıymış. Sanırım takım çantalar ile seyahat ederken kendini artiz sanıyor.” Celal artiz kelimesine kendi de gülüyordu. Karısının istediği takımı Antep de bulamayınca İstanbul’a sipariş vermek istemiş, Düşünürken aklına arkadaşı gelip telefona sarılmıştı. 

“Uğraşma yengemle. Alırım almasına da, ben gelene kadar epey zaman geçer, neden internetten sipariş vermiyorsun?” Celal kahkahayla yanıtladı arkadaşını,

“Sen beni Zeycan sandın galiba? İnternetle uğraşacak adam mıyım ben? Öyle tuşlarla sipariş veremem. Sen gelirken getir işte. Tabii sana taşıtmayacağım. Havaalanından alacağım seni, dertlenme. Hatta bana getireceğin hediyeleri de doldurursun içine.”

Celal, maddi sorunu olmayan kendi işlerini yapan biri olmasına rağmen arkadaşının huyunu bildiğinden takılmaya başlamıştı. Erhan hiç eli boş gelmemişti ki! Erhan da arkadaşının huyunu bildiği için ona uygun yanıtlar veriyordu.

“Yahu sen amma arsız oldun be. Neyin noksan? Ne hediyesiymiş? Ben ne alırsam yeğenime alacağım.”

“Bana bak, o doğmamış velete don biçme... Yeter ona alınanlar. Beni kimsenin gözünün gördüğü yok. Daha doğmadan tahtıma kuruldu.”

“Ne sanıyordun? En büyük erkeğin oğlu oluyor. Aşiret olsaydınız yere göğe oturtmazlardı seni!”

“Doğru söylüyorsun da kimsenin bana itibar ettiği yok. Hadi gel de sen bari beni kendime getir.”


“Tamam, bir ay sonra görüşürüz.” Arkadaşını çok özlediği için karar vermek kolay olmuştu. Erhan bir an durdu ve kendisini en çok korkutan soruyu sordu  “Celal... Çok soğuk mu oralar?”

Celal kahkahalarla gülerek yanıtladı. “Daha tam soğumadı ama bir aya kadar kar kıyamet olur burası? Sıkı giyin.”

Erhan soğuğu hiçbir saman sevememişti. Hatta nefret ediyordu. Yaz tatillerini tercih ederdi ama bu sene görev uzayınca tatile çıkmamıştı. O da mecbur kış izni yapacaktı. Antep de soğuk olduğundan tedirgin oluyordu gidip gitmeme konusunda ama ilk gençlik yıllarından beri kopmadığı arkadaşı ile vakit geçirmek, biraz İstanbul'dan ve sıkıntılardan uzaklaşmak iyi gelecekti. Celal’in dalga geçmesine bozulmuş gibi yapıp,

“Abartma. Ama yine de sıkı giyineceğim. Tamam, sen Leyla’ya selamımı ilet. O doğum yapmadan ben gelmiş olurum sanırım. Ve o karına söyle kesinlikle benim için özel bir şeyler yapmaya kalkmasın. Sen ağırlayacaksın beni.”

“Sen gel yeter ki... Gel de seni Antep'in en güzel lokantalarında ağırlarım ben.”

***** 

Bu konuşmada şüphelenmesini gerektirecek bir şey bulamadı. Celal ne zorlamış ne de şüpheleneceği bir tavır sergilemişti. Erhan, yeniden düşünmeye başladı...

***** 


Üç hafta sonra, talep ettiğinden bir hafta erken izne çıktı. Adana'da bir dava ile ilgili soruşturmasını tamamlamış, oradan yeni işe geçmeden izne ayrılmıştı. Sipariş verilen çanta takımını kargo ile getirtti. Küçük boyun içine arkadaşının, erkek olacağı belli olan bebeği için Adana'dan aldıklarını doldurmuştu. Gerçi bebek için aldıklarının ne kadarını hemen kullanabileceklerinden emin değildi. Annesi hep çocukların çok hızlı büyüdüğünü, yediklerinin helal, giydiklerinin haram olduğunu söylerdi. O yüzden birkaç boy almıştı, bebek kıyafetlerinden...

Ayrıca metal bir Bond çanta da kendi hediyesi idi. Leyla için kaşmir bir şal, Zeycan için de onun çok seveceği bir hediye almıştı. Erhan, diğer valizlere de kendi kıyafetlerini doldurmuştu. İki hafta kalacaktı Celal'lerde.

Antep'e geldiğinde kendisini güneşli ama soğuk bir hava karşıladı. Şehrin biraz dışına doğru devam etti arabasını kullanmaya. Bahçeli evlerin olduğu bölgeye geldiğinde tüm binaların birkaç katlı ve çok kaliteli malzemeden yapıldığını gördü. Zengin bir bölge olduğu her halinden belliydi. Erhan bu evlerine ikinci kez geliyordu.

Celal'in üç katlı büyük bahçe içinde her katı iki yüz metre karelik daireler halindeki evinin önüne geldiğinde bahçenin kış mevsiminde bile ne kadar güzel gözüktüğünü fark etti. Zevkli adımdı arkadaşı. Diğer kardeşleri farklı yerlerde otursalar da Celal ve eşi en üst katta, bir küçüğü Cemal orta katta yaşıyordu. Anne ile babası hayattayken, Zeycan ile birlikte en alt katı kullanıyorlardı.  Evin içinden de katlar arasında bağlantı vardı. Ama üç dairenin de ayrı dış kapısı ailelerin hem birlikte hem de ayrı yaşamlarına olanak veriyordu.

Bahçenin arka kısmındaki açık garajda kendisine yer ayrılmıştı. Park edip arabadan indiğinde soğuk hava ciğerlerini acıttı. Hiç sevmiyordu soğuğu... Kalın yünlü kumaştan pantolonu bile bacaklarının üşümesine engel olamamıştı. Kabanın yakalarını kaldırıp bahçe kapısına doğru yürüdü. Karı, kışı, buzu oldum olası sevememişti. Hep sıcak yerlerde olmak isterdi. Ama görev onu her şarttaki havaya yollamıştı. Şimdi ise isteyerek gelmişti Antep'e! İşte o gelişin nedeni de kapıda kendisini bekliyordu.

Celal arabayı görür görmez inmişti bahçeye. Üstünde sadece bir gömlek vardı. Erhan, onların alışkın olduğunu hatırlayınca gülümsedi arkadaşına. Zaten o yüzden kendisi ile dalga geçmez miydi, Celal?

İki arkadaş bir süre sarmaş dolaş kaldılar. Ayrıldıklarında Erhan, Bond çantayı eline tutuşturdu. Celal şöyle bir baktı arkadaşına. Anlamamış gibi yapıp,

“Bu ne? Ben bunu istemedim ki!”

“Uzatma da al hadi, senin hediyen de bu. İş adamısın, yakışır sana.”

Celal, çantayı alıp etrafına baktı ve koluna girdiği arkadaşı ile bahçedeki çimenlerin üzerine yerleştirilmiş taşlardan oluşan yolda yürümeye başladı. Diğer valizleri evin yardımcıları taşıyordu.

Celal, çantasını çocuklar gibi sallıyordu. Filmlerde gördüğü, kendisine almayı hiç düşünmediği çantayı hediye olarak almak hoşuna gitmişti.

En son Celal'in babasının cenazesinde görüşen iki arkadaş kısacık yolu özlemlerini söyleyerek kat ettiler. Eve girmeden önce Celal bahçeyi izleyen güvenlik kameralarına poz verip çantasını gösterdi. 

1 yorum: