19 Mayıs 2015 Salı

Alize & Poyraz 49. Bölüm

Savcılık hem avukatları hem de Alize'yi uydu görüntüsü hakkında konuşmaması konusunda tekrar tekrar uyardı. Böylece hem Alize için tehlike ortadan kalkacaktı. Hem de katil rahat hareket edecekti. Polisin bazen bu yöntemle olayı çok daha çabuk çözdüğü oluyordu. Alize kendi hayatına kastedileceğini düşünmüyordu. O ne biliyordu ki? Peki ya Poyraz ne biliyordu? Neden biri onu öldürmek istemişti? Daha da geri giderse Sina Bey ne biliyordu da öldürülmüştü? Bu soruların yanıtı katili bulacaktı.

Salı günü hisselerin devri ile ilgili imzalar da tamamlanmıştı. Artık Kurter Holding'in Yönetim Kurulu Başkanı ve hâkim ortağı Alize idi.


Alize şirket hisselerini kabul ederken asıl aklındaki o şirketin başına geçmek değil kocasının ölümüne neden olan olaylara yakın olmaktı. Şirkette olduğu sürece Poyraz’ın düşmanına bir adım daha yakın olacağını hissediyordu. Mutlaka şirketle ya da işleriyle bir bağlantısı vardı. Katil yakalanınca huzur bulacaktı. İşte o yüzden şirkette olacak ve neyin ne olduğunu gözleri ile görecekti. Artık ağlamayacaktı. Yeni hedefi kocasının katilini yakalamaktı.

Savcılığın da ölüm kararı ile resmen Poyraz Kurt’un öldüğü kayıtlara geçmişti. Gazeteler şirketteki hisse değişimini bile öğrenmiş o günden sonra Alize katil ilan edilmişti. Gerçek katil sokakta dolaşıyordu oysaki!

Alize, savcılıktan gelen yazılı karardan sonra bir kez daha yıkılmıştı. Bildiği gerçek yeniden yazılı halde eline tutuşturulunca dayanamamış günlerdir zorla tuttuğu yaşlar süzülmeye başlamıştı. Aslı her zamanki gibi yanındaydı. Yıllık iznini kullanmış olduğu için ücretsiz izin almak zorunda kalmıştı. Ama arkadaşı için değerdi. Ercan da akşamları oraya geliyor birlikte kalıyorlardı. Ercan birkaç gündür sakladığı sırrın ağırlığı altında eziliyordu. Katile bir adım daha yaklaşmışlardı.  Ama kim olduğu netleşmeden, yeni deliller bulunmadan suçlama yapamayacakları için sessiz kalan polis, Ercan’ı da sessizliğe itiyordu. Karısından ilk defa bir şeyler gizleyen her erkek gibi tedirgindi. Aslı da bu tedirginliği fark ediyor ama iş yerindeki olaylara bağlıyordu. Üst üste iki hastası ameliyatta ölmüştü. Her ikisinde de o gece çok kötü olmuştu Ercan.

Alize hala elindeki kâğıda bakıyor, ağlıyordu. Avukatlar sessizce izliyordu genç kadını. Alize’nin yaşları dinmeyince Aslı yeniden yanına oturdu. Kolunu omzuna dolayıp başını da kendi kafasına dayadı. Çocuğunu avutan bir anne gibiydi. Kısık sesle,

“Alize, canım. Çok zor biliyorum ama bunu kabullenmen lazım. Poyraz’ın da ruhunun huzura kavuşması gerekiyor. Biliyorsun hayatta olsa mutlaka haber alınırdı. Yunanistan'la bile irtibata geçildi. Her yolu denedik ama ulaşamadık canım. Lütfen artık sen de kabullen.”

“Bu kabullenilecek bir şey değil. Onsuzluğu kabullenmemi bekleme benden. Biliyor musun, her gece rüyama giriyor. Ve her gece benimle vedalaşır gibi.”

“Sen de kabul et ve vedalaş artık.”

“Kolay mı sanıyorsun?”

“Olmadığını biliyorum ama yapmak zorunda olduğunu da biliyorum.”

“Ondan bana sadece birkaç günlük mutluluk kaldı. O kadar yıl sevdiğim adama doyamadım ki. Neden aldı onu benden?”

Aslı, Alize’nin cümlelerindeki kabullenişi fark etmişti. Savcılığın yazılı kararını getiren avukatlar yüzüne bakamasa da onun üzüntüsünü paylaşıyordu. Aslı da gözyaşlarını engelleyemiyordu. On dakika kadar sonra avukatlardan biri “Vasiyeti çarşamba günü açıklanacak. Ölüm karinesine göre mirasçısı oluyorsunuz. Ailenin aksi bir dava açmayacağını biliyoruz. Bu arada… Şey… Bir test isteyeceğiz.”

“Ne testi?” burnunu çekerek konuşuyordu hala.

“Hamile olabilirsiniz. Doğacak çocuk Poyraz Kurt’un mirasçısı sayılacaktır.”

“Gerek yok. Hamile değilim.” dediğinde herkes sesindeki burukluğa anlam verememişti “Keşke sözünü dinlemeseydim” diye sesli düşündü. Sonra sessizce ‘Şimdi senden bana asıl miras çocuğumuz kalırdı. Keşke tedbir almasaydım. Keşke inatlaşsaydım seninle. Ah Poyraz, beni bırakıp gitmeyeceğine söz vermiştin. Neden yalan söyledin? Neden o gece o kadar içtik? Neden uyanamadım? Seni neden yanımdan söküp almalarına izin verdim. Allah’ım, neden onu aldın benden?’ diye isyan etti. O sırada konuşulanları yine dinlememişti. Avukat “Alize Hanım, eminseniz sorun yok.” diye tekrarladı cümlesini. Alize sadece başını salladı bu kez.

“Çarşamba günü tüm mirasçılar ki bunlar siz ve annesi ile kız kardeşi oluyor, öğleden önce lütfen büromuzda olun.”

“Tamam, geliriz birlikte. Ben konuşurum onlarla.”

İyi de nasıl konuşacak, nasıl oğlunun öldüğüne dair karar çıktı diyecekti? Daha kocasını kaybedeli yirmi gün olmuş birine oğlunu da kaybettiğinin resmiyet kazandığını nasıl söyleyebilirdi?

Alize kayınvalidesinin kapısını çaldığında aklındaki tüm sözlerin uçup gittiğinin farkındaydı. Nasıl konuşacağını bilmiyor, sonuçlarını tahmin edemiyordu.
Hizmetli kapıyı açtığında terli ellerini pantolonuna silip içeriye girdi. Neslişah Hanım, salondaki koltukta oturmuş boş gözlerle pencereden dışarıya bakıyordu. Aralıksız kıpırdayan dudaklarından dua ettiğini tahmin ediyordu Alize. Ilgın evde yoktu. Kadının yanına ulaştığında ayak seslerine döndüğünü fark etti. Gözlerinde ümitle kafasını çeviren kadın Alize’yi görünce önce hayal kırıklığı ardından da gelininin toparlanmış halini görmenin mutluluğunu yansıttı gözlerine. Alize o bakışlardaki hayal kırıklığını çok iyi biliyordu. Kaç sabah Poyraz’ın yanında uyuduğunu sanarak uyanmıştı. Yatağın ona ait tarafını boş bulmak her seferinde daha acı olmuştu.

Kayınvalidesini öpüp yanına oturdu. Omuzlarına sarılıp ağlamaya başladı. İki kadında kayıpları için gözlerden uzakta doya doya acılarını paylaştılar. Uzun bir süre sonra ikisi de burnunu çekerek sustu.

“Ne söyleyeceksin Alize?” Her zamanki gibi anlayışlıydı. Zorlandığını anladığında yolu yine o açtı.

“Anne, çok üzgünüm. Çok özür diliyorum ama bugün avukatlar bazı evraklar getirdi. Vural Bey sana durumu anlatmış mıydı? Poyraz, kendisine her ne olursa olsun onun hisselerini benim idare etmemi istemiş.”

Cümlesini zorlukla bitirip susmuştu. Sanki gazetelerde yazılanların doğru olduğunu yüzüne vuracakmış gibi bekliyordu. Neslişah Hanım’ın “Biliyorum.” Demesiyle gözlerini yerdeki halıdan kaldırdı. “Vural Bey mi?”

“Hayır, kızım Poyraz böyle bir kararı bana açıklamadan, benim de onayımı almadan vermezdi. Benim şirket işlerinden anladığımdan değil. Seni yanlış değerlendirmemi istemediği için. Gerçi o bir şey söylemese de ben asla yanlış anlamazdım. İkinizin arasındakilerin canlı şahidi bendim. Benimle Sina arasındaki gibi bir aşktı sizinki. Keşke sen de benim kadar uzun süre bunları yaşayabilseydin.”

“Ne kadar yaşarsak yaşayalım yetmeyecekti. O kadar çok özlüyorum ki. İsyan etmek istemiyorum ama dilimden ‘Neden o?’ sorusu hiç düşmüyor. Neden aldı onu benden?”

“Yine de isyan etme kızım. Her şeyin beteri var derler. Sina’yı kaybettiğimde bundan büyük acı yok, demiştim. Allah, hayır daha büyüğü var, dedi ve evlat acısı verdi.”

“Anne, avukatlar bir şey daha getirdi bugün. Bunu nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum ama yasal işlerin daha kolay yürümesi için gerekli görüldü. Poyraz’ın öldüğünü yasal olarak kabul ettiler.”

“Bekliyordum.” Diyebilmiş, sonra yeniden gözyaşlarına boğulmuştu. Onu gören Alize de yeniden ağlamaya başlamıştı. İki kadının hıçkırıklarını sokak kapısında duyan Ilgın, hemen üst kata koştu. İkisinin de katılırcasına ağlaması merdiveni çıkana kadar beslediği umutları yerle bir etti. Bunlar mutluluk değil hüzün yaşlarıydı. Bir birine sarılmış ağlayan iki kadına katıldı ve o da ağlamaya başladı. Zaten ağlamadan geçirdiği süre çok azdı. Çok sonra ağabeyi ile ilgili son haberleri Ilgın da aldı. Yeniden süzülen yaşların arasında annesine baktı.

“Anne ne yapacağız?” diye sordu. Alize hiç ummadığı bir cümle duydu.

“Ağabeyine verdiğim vekâletin aynısını Alize’ye vereceğim.” Bu sözlere itiraz Alize'den geldi.

“Anne, bu mümkün değil. O aile şirketi. Baki Bey ve Nur Hanım bunu kabul etmez.”

“Alize, kararımı ben veriyorum. Ayrıca sen ailemizden değil misin? Üstelik bunu oğlum hayattayken ona da söylemiştim. O sana o şirketin hisselerini devredecek kadar güveniyorsa ben haydi haydi güvenirim. Binlerce insanın iş hayatı senin doğru kararlarına bağlı. Baki ağabeyimi çok severim ama onun şirket yönetmesi söz konusu değildir. Damatları da becerikli sayılsa da ben istemem onların yönetmesini. Benim gelinim daha çok hak ediyor. Çünkü uzmanlığı bu!”

“Ama benim uzmanlığım fikir vermek üzerine. Ben holding nasıl yönetilir bilmem ki!”

“Poyraz sekreteri Nihal Hanıma çok güvenir. Yıllardır birlikte çalışıyorlar. Sana da destek verecektir. Özcan da iyidir aslında. Ama Poyraz hisselerini sana bırakınca onun yönetimde söz sahibi olması mümkün değil. Hırslı ve doğru kararlar veren biri olduğunu söyler Poyraz. Yani söylerdi.” di li geçmiş zaman kullanmak herkese zor gelse de yavaş yavaş dillerine yerleşiyordu. Alize iş ile ilgili düşüneceği çok şey olduğunun farkındaydı. İlk başta da kendi işleri geliyordu.

Artık rakip firma olan danışmanlık yaptığı firmadan affını istemesi şarttı. Dergideki işi ile ilgili de kara vermesi gerekiyordu. Sayfasını bırakmasa da soru ekini bırakmak zorunda kalacaktı. İsmet Bey buna nasıl tepki verecekti? Anlayacağından emindi. Fırsat bulursa destek vermeye devam eder ama tüm sorumluluğu üstlenmezdi. Arkadaşı Faruk aklına gelince onun, kendisi ilaçlarla uyurken üç kez aradığını söylediklerini anımsadı. Geri aramalıydı. O sırada Ilgın bir şey söylemiş ama aklı başka yerde olduğu için anlayamamıştı. “Canım duyamadım seni, ne dedin?”

“Benim hisselerimi de sen idare et o zaman, dedim.”

“Emin misin?”

“Eminim.”

“Ilgın, İşletme okuyup da evde oturmaktan sıkılmadın mı?”

“Ne demek istiyorsun?”

“Diyorum ki... Ben işleri oturtana kadar dinlen ama sonra holdinge gel ve işleri üstlen.”

“Neden böyle bir şey yapayım ki?”

“Çünkü bu şirketi deden kurdu. Eminim şirketin başında aile kanını taşıyan birisinin olmasını isterdi. O yüzden en kısa sürede şirkette olmalısın.”

Alize, söylediği her şeyde samimiydi. Şimdilik yönetimin bunu bilmesi gerekmezdi. Önemli olan şirketin ayakta kalması ve Poyraz'ın getirdiği yerden aşağıya düşmemesiydi. İşi zordu.

Alize, cep telefonundan avukat Vural Beyi aradı.

“Merhaba Vural Bey, bir sözleşme hazırlamanızı istiyorum. Yönetimime geçen hisse senetleri ile ilgili. O hisselerin asla satışını yapamayacağım, Kurt ailesinden başka kimseye devredemeyeceğim maddelerinin olduğu bir sözleşme. Ayrıca Neslişah annemin ve Ilgın'ın hisselerini de devredemeyeceğim maddelerini ekleyin. İş başı yapmadan hazır olsun.” O  bunları söylerken kayınvalidesinin gözleri yaşarmıştı. Poyraz'ın ne kadar doğru bir insanı aileye soktuğunu her gün ispatlar gibiydi yaşananlar.

Alize eve döndüğünde Faruk'u aradı. İki iyi dost konuşacak kelime bulamadılar. Faruk, Poyraz'a olan aşkının en yakın şahitlerinden biri olarak bu kadar kısa sürede bu kadar acı şekilde biten aşkın ardından ne diyeceğini bilemiyordu. Birkaç beceriksiz cümleden sonra en kısa sürede ziyarete geleceğini söyleyip kapattı telefonu.

Salı günü mezarlığa gittiler. Sina Bey'in mezarı hafifçe çökmüştü. Neslişah Hanım bunu görünce daha çok ağlamaya başlamıştı.  Ilgın annesine sarılmış destek olmaya çalışıyordu. Etrafta diğer mezarların ziyaretçileri vardı. Alize ise kendi kaybına bir kez daha yanıyordu. Çünkü kocasının mezarı bile yoktu.   Ziyaret edeceği bir mezarının bile olmaması çok acıydı. Hatta cenaze töreni bile yapılmamıştı. Cesaretini toplayıp tekneye binebilirse uydu görüntüsünde sulara gömüldüğü yere gitmek ve orada vedalaşmak istiyordu. Ama şu an deniz ve denizle ilgili her şey acı veriyordu.

Alize o gün öğleden sonra ne yapacağını bilemez şekilde evde dolaştı durdu.  Aslı ve annesini evine göndermişti. Sultan ile Ayşe de sessiz işlerini yapıyordu. Kafasını dağıtmak için evden çıkmak istiyor ama bir umut Poyraz bir yerlerde kendine gelir de evi arar diye de kapıdan çıkmak istemiyordu. Mantığı öldüğünü kabul etse de kalbi isyan ediyor kabullenmiyordu. İntihar etmesini engellemek için uğraştığı adam ile bir günlük yaşama razı olduğunu söylediği günler uzak değildi. Bir günden çok daha fazlasını yaşamış olsa da asla doyamayacağını anlamış olmak için gerçekten kaybetmesi gerektiğini anlıyordu. Sevdiğiniz insanla bir ömür bile yetersiz kalıyordu, değil birkaç hafta...

Bilgisayarını açtı. Biraz iş yaparsa kendisini daha iyi hissedebilirdi. Önce dergi ile ilgili sayfalarda gezindi. Kendisine gelen mesajlara yanıtlar verdi. Birkaç mektubu da yanıtlayıp İsmet Beye gönderdi. Sonra cesaretini topladı ve telefonu eline aldı.

Durumu izah ettiğinde İsmet Bey anlayışla karşıladı. Şirketin ona ihtiyacı vardı. Gerekirse ben de yardım ederim, diye desteğini de belli etti. Sonra da diğer şirketin genel müdür yardımcısını cep telefonundan aradı. Danışmanlık işinden neden ayrılması gerektiğini söylediğinde kabul etmiş ama en azından yeni danışmanla anlaşana kadar gerek olduğunda desteğini alabilecekleri konusunda onayını istedi. Alize buna hayır diyemezdi.

E-postalarına geri döndüğünde Naz'dan birçok mesaj geldiğini gördü. Naz! Nasıl unutmuştu onu?

“Naz?”

“Alize? Haber var mı?”

“İyi haber yok canım. Okumuşsundur. Ölüm kararı verildi. Hala kimin yaptığı bilinmiyor. Gazetelere göre ben yaptım. Bunları da okumuşsundur.”

“Okudum. Saçmalıyorlar. Gerçek suçlu bulunduğunda ne yazacaklar? Kuru özür mü? Sen tüm bunları yaşarken yanında olamadığım için çok üzgünüm. Ama durumu daha beter ederdi gelmem.”

“Biliyorum canım gazeteler ne yazacaklarını şaşırdılar zaten. Bir de seni görürlerse sonu gelmez saçmalıklarının!”

“Sen ben biliyoruz neler olduğunu. Üzme kendini diyeceğim ama saçma olacak. Durumunu tahmin edebiliyorum. Annemi babamı tanımadığım için hayatımda olmamalarının bir önemi yok ama Poyraz benim ailemdi. Yokluğuna inanamıyorum.”

“Ben de. Sanki kapı çalacak ve işten dönecek gibi geliyor. Sabah yanımda uyuyormuş gibi uyanıyorum. Sonra yerini boş görüyor ve yeniden en başa dönüyorum. Buna nasıl dayanılır? Dayanılabilir mi? diyorum. Sonra da sanki ilk sevdiğinin kaybeden ben miyim? Onlar sabretmiş ben de dayanmak zorundayım diyorum. Ama ne dersem diyeyim mezarı bile olmayan kocamın yokluğuna katlanamıyorum.” sesi yine bir anda boğuklaşmış, gözleri yeniden yaşarmıştı.

O ana kadar sakin konuşmaya çalışsa da başaramamıştı. Gözyaşlarının tükendiğini düşündüğü her ağlama krizinden sonra yeniden gözyaşlarına boğulabilmesini hayretle karşılıyordu. Naz'ın da ağladığını anladı. Kısa süre sonra “Ne zaman geleceksin Türkiye'ye?” diye sordu. İkisi de burnunu çeke çeke konuşuyordu.

“Ben hafta sonu geliyorum. Bir hafta kadar kalacağım. Mutlaka seni görmek istiyorum.”

“Ayarlarız bir şeyler. Ben de çarşamba miras açıklandıktan sonra şirkete gideceğim. Annem de Poyraz da benim şirketi yönetebileceğimi düşünmüş. Kocamın son arzusu olarak kabul ediyorum. Sen de şirkete gelirsin. Orada daha az ilgi çekeriz sanırım.”

“Ben yine tipimi değiştiririm. Ne olur ne olmaz, tedbir alırım.”

“Tamam canım. Naz...”

“Efendim?”

“Poyraz'dan yarım kalan işi biz tamamlarız canım. Senin Kurt olduğunu bir şekilde açıklamalıyız.”

“Şimdi hiç sırası değil. Ben Poyraz'ın olmadığı bir ailenin parçası da olmak istemiyorum.”

“Acelemiz yok ama mutlaka tamamlayacağız.”

“Bakarız canım. Sen şimdi bunları düşünme. Haftaya görüşüp bol bol konuşacağız.”

Telefon görüşmesinden sonra mutfak masasına oturdu. Tek başına yemek yemekten hoşlanmasa da yapabileceği bir şey yoktu.  O artık dul bir kadındı ve tek yaşamayı öğrenmeliydi. Aslında ailesinin evine dönebilirdi ama o evi bırakmaya anılarından kopmaya hazır değildi.

Yemeğin ardından nikâh resimlerini eline aldı. Cenazeden bir gün sonra bile olsa ikisini de yüzünde mutluluk vardı. Bu nikâh birilerini kızdırmış mıydı? Ölümden büyük acı yok ve siz buna saygı göstermediniz, aynı acıyı size de vereyim de görün, demiş olabilir miydi? İçinde kabaran isyanı yine kendisi yatıştırdı. Allaha isyan edilmez... Büyükannesi hep öyle derdi. Ama büyükannesi kırk üç yıl aynı yastığa baş koyduğu kocasıyla çok güzel yıllar paylaşmıştı. Ya kendisi? İki hafta sürmüş bir evlilik yaşamıştı. Resimlere tekrar tekrar baktı. Sonra kırışmasınlar diye albüme koymak için dolaba yürüdü. Poyraz'ın resim albümleri de dolaptaydı. Genç Poyraz'ı yeniden görmek istedi.

Yedi büyük albümü çıkarttı dolaptan. Sonra mutfağa gidip kendisine kahve hazırladı. Salona dönerken telefonu çalmaya başladı. Orkun'un adını okuyunca hevesle açtı telefonu. “Yeni bir haber mi var?”

“Üzgünüm. Keşke güzel şeyler söyleyebilsem. Sina Beyin cinayeti ile ilgili ufak bir gelişme oldu. Hüseyin Bey ve Vasfi Bey gördükleri kişiyi tarif ederken spor ayakkabılarında bir tuhaflık olduğunu söylemişlerdi. Anımsadın mı?”

“Elbette. Neymiş o tuhaflık?”


“Ayakkabılar yepyeniymiş.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder