15 Mayıs 2015 Cuma

Alize & Poyraz 45. Bölüm

Alize duyduklarını algılamaya çalışıyordu. Başı çatlayacak kadar ağrıyordu. Bir şişe şampanya bu kadar ağrı yapar mı? Diye düşünürken subayın son cümlesini ancak algıladı. Yerinden kalkmaya çalışırken yeniden geriye oturdu. Başı da dönüyordu.

“Poyraz tekneden ayrılmadı ki. Ne demek ne zaman ayrıldı? Buralardadır.” Ne saçmalıyordu bu adamlar? Alize anlamaya çalışıyor ama net düşünemiyordu.

Subay aynı sakin ama otoriter sesi ile devam etti.

“Alize Hanım, eşiniz Poyraz Bey teknede değil. Tüm alanı taradı askerlerim. Lütfen bize tam bilgi verin.”


Daha sözünü bitirmeden Alize can havli ile kalktı yataktan. Başının dönmesi de ağrıması da önemini yitirmişti. Poyraz neredeydi. Dün gece geç saate kadar sevişmişler ve aşklarını söyleyerek uyumuşlardı. Gece nereye gidecekti ki? Yoksa? Yoksa aklına gelen mi? İyi ama neden? Kendisi değil miydi araştıran? İntihar ihtimali yok diyen? Şimdi neden aklına en kötüsü geliyordu?

Subay Alize’nin yüzünden neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Alize ise zorlukla ayakta duruyor söylenenlere inanmadan tüm kamaralara banyolara bakıyordu. En son makine dairesinin kapısını açmaya çalışınca İskender Yüzbaşı durdurdu kendisini.

“Alize hanım, lütfen bize dün geceyi anlatın. Neler oldu? Kocanız ne zaman tekneden ayrıldı? Siz nasıl olur da sarhoş bir kaptanla tek başınıza teknede kalırsınız? Hem de demir taradığı belli tekneyle?”

“Söylediklerinizin çoğunu duyuyorum ama neden anlayamıyorum? Lütfen en baştan anlatın. Bana da bir ağrı kesici vermesini söyler misiniz, kaptana?”

Daha yüzbaşı bir şey söylemeden askerlerden biri fırladı hemen ağrı kesici getirdi. Yüzbaşı da Alize’yi oturtmuş, en baştan yeniden anlatıyordu.

“Poyraz tekneden ayrılmadı. Akşam… Şey… Yani biz birlikte uyuduk.”
Yüzbaşı kızarmasından neler yaşandığını anlasa da hiç bozuntuya vermeden aynı sert ifadesi ile dinlemeye devam etti.

“Sabah siz kapımızı çalana kadar da beraber uyuduğumuzu sanıyordum.”

“Saat öğleden sonra on dört hanımefendi, sabah değil. Oldukça uzun süre uyumuşsunuz.” Durumda tuhaflık olduğunu anlamıştı. Yanındakilere dönüp “Asker, hemen doktora haber ver gelsin. Kaptanın ve Alize Hanımın alkol durumunu kontrol etsin.” dedi.

Alize şaşırmaya devam ediyordu. İçmeyen bir kaptanları vardı. Mucize gibi olsa da karaciğeri kötü olduğu için alkolü bıraktığını anlattığını anımsıyordu.

“Kaptan içmiyor ki! Ben de kocamla bir şişe şampanya paylaştım ama ilk kez bu kadar sarhoş oldum. Sızmış olmam lazım. Yoksa Poyraz'ın yanımdan kalktığını anlardım. Poyraz nerede? Neden teknede değil?” en önemli konu Poyraz’dı kimin ne içtiği değil.

“Bunları bizim sormamız gerekmez mi?” subayın sert sesi Alize’nin biraz daha açılmasına yaramıştı. Şimdi daha düzgün düşünebiliyordu.

“Bakın, bu gezi bizim balayımız. Yani kocamın tekneyi terk edeceği bir durum yok. O yüzden buralarda bir yerde olmalı. İyice aradınız mı?”

“Evet, her yeri aradık. Eşiniz teknede değil.” Sesi sabırsızlık yüklüydü. O sırada gelen asker ve yanındaki doktor ilk önce Alize’yi muayene etti. Göz bebeklerine baktıktan sonra yüzbaşıyı yanına çağırıp kulağına bir şeyler söyledi. Sonra da tahlil örnekleri alacağını belirtti. Kan ve idrar tahlili için örnekleri aldıktan sonra kaptanın tutulduğu kamaraya gitti. Kısa süre sonra aynı işlemler ona da yapılmıştı.

“Diğer çocuk nerede?”

“O da güvertede. O zaten orada sızmış kalmış.”

“Yanılıyorsunuz. Biz kamaramıza gelirken ikisi de kendi kamaralarındaydı. Ön tarafa bize sürpriz hazırlamışlar, sonra da hemen aşağı inmişlerdi. Çok iyi hatırlıyorum.”

“Bize tüm anımsadıklarını anlatır mısınız?”

Alize, Assos’ta yedikleri yemekten başlayıp tüm geceyi, özel anları atlayarak anlattı.

“İstanbul’dan yola çıktıktan sonra kocanız kimseyle irtibat kurdu mu? Konuşma yaptı mı?”

“Hayır, cep telefonunu kapattı ve dönene kadar açmayacağım dedi. Yanımda olduğu sürece de hiç açmadı. Hatta benimkini de kapattırdı. Bakabilirsiniz. İkimizin telefonu da çantamda!”

Çantasından telefonları çıkartıp gösterdi. Doğru söylüyordu ikisi de kapalıydı. O an cep telefonundan ulaşamazsa nasıl ulaşacağını düşünüyordu kocasına. Poyraz mutlaka Assos’ta olmalıydı. Başka bir açıklaması yoktu bunun. İyi de neden oraya geri dönmüştü? Yoksa iskeleye çıkarken yanlışlıkla teknenin açığa doğru yol alması için bir şeyler mi yapmıştı? Neden bu tekne sürüklenmiş olabilirdi? Aklı o kadarına ermiyordu. Aklı hiçbir şeye ermiyordu!

“Alize Hanım, tekne ile sizleri İstanbul’a gönderiyorum. İki asker de sizinle gelecek. Karşı koymayın lütfen.” Alize ağzını açamadan yüzbaşı susturmuştu. “Biz kocanız ile ilgili araştırmaları yapacağız. Babasının katili diye tutuklandığını ve yurt dışı çıkışının yasak olduğunu öğrendik. Yunan karasularına bu kadar yaklaşmanız da akla başka şeyler getiriyor. O yüzden bu işi bize bırakın. En kısa sürede kocanızdan haber alacağız.”

“Kocam, babasını öldürmedi. Şahitlerimiz var. Ayrıca asla ama asla kaçmaz.”

Kaçmaz kelimesinin ardından uzunca bir süre sustu. Aklından geçenleri kabullenmek istemiyordu. “Kocamı kaçırmış olabilirler mi?”

“Neden?”

“Neden olacak para için tabii ki! O ve ailesi çok zengin. Fidye istemiş olabilirler. Allah’ım kimsenin bunlardan haberi yok. Telefonları açmam lazım. Ailesi perişan olur. Eğer bu saate kadar onlara telefon gelmişse çıldırmışlardır.”Alize panik halinde telefonunu açmaya uğraşıyordu. İki kere şifreyi yanlış girince sakinleşmeye ihtiyacı olduğunu anladı. Yüzbaşıya telefonunu uzatarak “Rica etsem?” dedi adam eline aldığı telefonun rakamlarına Alize’nin söylediği şifreyi yazdı. İkisi de evlendikleri gün ve ayın rakamlarını şifre yapmıştı. Diğer telefon da açılınca peş peşe mesajlar düşmeye başladı. Telefon yoğunluğundan ürken subay,
“Bakın, ailesi ile görüşmenize izin vereceğim ama lütfen yorumlarda bulunmadan konuşun. Şu an ne olduğuna dair en ufak bir fikrimiz yok. Sadece teknede olmadığını biliyoruz.”

“Ailesinin aklına neler gelebileceğini çok iyi biliyorum.”

“Neler gelecektir?”

“Size anlatamam. Ama anlatacağım biri var. Önce onu arayacağım.”

Alize yüzbaşının şaşkın bakışları arasında Orkun’un numarasını tuşladı. Üçüncü çalışta telefon açılmıştı. Ama o süre bile Alize’ye asır gibi gelmişti. Orkun’un neşeli ses ile “Döndünüz mü gelin hanım?” diye sormasıyla İstanbul’da daha kimsenin haberinin olmadığını anladı. Ilgın ilk olarak Orkun’u arardı. Ya da aramazdı. Kaçıranlar ya “Sakın polise haber vermeyin” dediyse. Çok mu polisiye izledim ben, diye kendisini sorgularken Orkun’un sesi yeniden duyuldu “Alize? Ne oldu?”

“Orkun, Poyraz yok.”

“Ne demek yok? Nereye gitti?”

“Bilmiyorum. Sahil Güvenlikten bir yüzbaşı teknede şu an. Neler olduğunu anlamıyorum ama çok korkuyorum.”

“Korkma. Evdekilerin haberi var mı?”

“Yok. Ama kaçırıldıysa ve fidye istenirse olacak. Ben arayamam sen Ilgın’ı arar mısın?”

“Ararım tabii. Lütfen sakin ol. Benim tanıdığım Alize, metanetlidir ve altıncı hissi ona doğruları söyler.”

“Şu an hiçbir şey hissedemiyorum. Tek duygum korku ve bundan da hoşlanmıyorum. Lütfen Orkun bul Poyraz’ı.”

“Elimden geleni yapacağım. Sen şimdi oradaki yetkili kişiyi telefona verir misin?”

Alize titreyen elindeki telefonu uzatmıştı İskender Yüzbaşı’ya. İki güvenlik elemanının konuşması elbette çok farklı düzeyde olmuştu. Birkaç dakika süren telefon konuşması sonunda yüzbaşı da daha yumuşak bir ifade ile bakmaya başlamıştı. Alize neler olduğunu anlayamadan düşünüp duruyor, gece duyduğu ses olup olmadığını anımsamaya çalışıyordu. Son anımsadığı üzerine şortu ile askılı penyeyi geçirdiği ve kocasının kollarına sığındığıydı. Saçına konan son öpücüğü de hissetmiş ve gülümseyerek uykuya dalmıştı.

Başka bir şey anımsamıyordu. Ya kocası gece kalkıp denize düşmüşse? Bu da mümkündü? Bunu hemen yüzbaşıya söylemişti. Ya o sarhoş kafayla yüzememişse? Ya ölmüşse? Yüzbaşı da “Hem deniz üstünde hem de Assos ile burası arasındaki akıntıya göre gidebileceği her yerde aratmaya başlıyorum. Eğer hayattaysa mutlaka kocanıza ulaşacağız. Lütfen sakin olun.” ‘Eğer hayattaysa!’ bu cümleden sonra Alize de ipler kopmuştu.

“Sakin olamam. Ne olduğunu öğrenene kadar da sakin olmamı beklemeyin. Ölmüş olamaz. Hayta o. Beni bırakıp gitmeyecekti. Bana söz vermişti.”

O ana kadar tek damla yaş dökmediği gözleri dolmuştu. Akıtmamak için uğraşsa da en sonunda yaşlar kendisine isyan etmiş ve peş peşe inmeye başlamıştı. Kulağına gelen telefon sesi ile gözyaşlarını durdurmaya çalıştı. Ekranda Orkun’un adını görünce yüzbaşı açtı telefonu. Kısa bir konuşmanın ardından Alize’ye verdi.

“Ilgın’ların hiçbir şeyden haberi yok. Benimle çok normal konuştu.”

“Numara yapıyor olabilir mi?”

“Sanmam, akşam buluşalım dedim kabul etti. Aksi olsa mazeret uydururdu. Değil mi?”

“Herhalde. Bilemiyorum. Orkun şu an hiçbir şey bilemiyorum. Orkun… Şey olabilir mi? Hani ailede olduğu söylenen intihar eğilimi?”

“Sen inanmıyordun ona hani?”

“İnanmıyorum ama benim bilgim ne ki bu konuda? Sadece internette yazılanları okudum. Uzman değilim. O yazılanlar teorik kısmı. Kişiye göre değişir mi? Yazılanlar doğru mu? Hiç bilmiyorum. Sina Beyin ölümü cinayet olsa da dedenin ve amcanın intiharları da bir gerçek. Orkun ne olursun elinden geleni yap. Lütfen. Bulalım bir an önce.”

“Sen şimdi sakin ol. Yola çıkarsanız gece İstanbul’da olursunuz. Ben sizi karşılarım. Birlikte eve gider açıklarız. Dilersen annenle babanı da alırız.”

“Of Orkun bu nasıl bir beladır böyle? Hiç kurtulamayacak mıyız? Biri bitmeden diğeri başlıyor.”

“Sen sakin ol. Çözeceğiz. Ben de gereken her şeyi yapacağım.” Alize kısa süre önce tanıdığı bu erkeğin sözlerine inanıyordu. Çözecekti. Çözmeli kocasını bulmalıydı.

İskender Yüzbaşı, gerekli talimatları vermiş, GPS ( Denizcilikte nereye gidildiğini gösteren gelişmiş elektronik harita. Aynı zamanda programlanabiliyor ve rotayı hafızasına kaydedebiliyor) deki verilere göre arama ekipleri çoktan bölgeye dağılmıştı. Kaptanın sarhoş olmadığı ama soluduğu bir madde yüzünden bilincini kaybetmiş olabileceğini söyleyen doktor yine de yanlarında tekne kullanmayı bilen bir askerle yola çıkmalarını ve sahile yakın seyir etmelerini söylemişti. Teknede bulunanlar fenalaşırsa karaya çıkmalarını ve en yakın sağlık kuruluşuna başvurmalarını da tembihlemişti.

Ayrıca teknede bulunan herkesin, görevli askerler de dâhil olmak üzere parmak izleri alınmıştı. Kamaralara girilmemesi ve hiçbir yere dokunulmaması için de uyarılmışlardı. Özellikle küpeştedeki parmaklıklara kesinlikle dokunmak yasaktı. Yanlarında parmak izlerinin alınması için gereken malzeme yoktu. Alize, minderlerin üstünden başka yerde rahat edemeyeceğini anlamıştı. Hiçbir yere dokunmadan mindere oturmuş, gözleri ile denizi taramaya başlamıştı. Kaç saat o şekilde durduğunu fark etmeden yolculuk bitmişti. Beykoz’a yaklaştıklarında etrafın farkına varmaya başladı. Tüm boğazı geçmişler ama o tek bir güzelliği bile fark etmemişti. İskeleye yanaşırken teknenin motor sesi değişince onun da ruh hali değişmeye başlamıştı.

İskelede Orkun ve aynı birimden iki sivil polis daha bekliyordu. Karaya ayak basar basmaz omzuna sarılmış ve ayakta zor duran Alize’yi bekleyen araca doğru yürütmüştü. Alize’nin fark etmediği bir başka araç da kaptanı ve yardımcısını almıştı. Direkt emniyete götürülerek sorguya alınacaklardı. Şirket avukatlarına da haber verilmiş, kimseye bir şey söylemeden emniyete ulaşmaları istenmişti. Alize onlarla görüştükten sonra telefondaki mesajları okumaya başladı. Hemen hepsi aileden gelen iyi eğleniyor musunuz? Soruları ile dolu kısa mesajlardı. Hepsi bunun balayı olduğunu biliyor ve takılıyorlardı.

Orkun yanında Alize ve yardımcıları ile siteye doğru yol alırken Alize’nin yine ağlamaya başladığını fark etti. Alize eve yaklaştıkça karamsarlığa kapılıyordu. Nasıl anlatacaktı ailesine? Nasıl Poyraz’ı kaybettim diyecekti? Nerede olduğunu bilmiyorum. Yaşıyor mu öldü mü? Bunu bile bilmiyorum, nasıl diyecekti? Bir gece önce bana aşkını söyleyen, beni seven, beni öpen, dünyayı ayaklarıma seren adam bir gün sonra yok oldu, nasıl diyecekti? Başındaki ağrı eve yaklaştıkça artmıştı. Kapıya geldiklerinde ayakta duramayacak hale gelmişti. Orkun onun durumunu anlasa da birazdan yaşanacak şoklara hazırlamak istiyordu. Elinden gelen pek bir şey yoktu. Tek yapabildiği yanında destek vermekti.

Kapıyı hizmetçi açınca ilk karşılaşmanın gecikmesi kısa süreli rahatlık vermişti. Derin nefes alarak içeriye girdiklerinde Ilgın ilk Orkun’u görmüş gülerek geliyordu. Fakat koluna girdiği Alize’yi ve yüzünün halini görünce gülümsemesi dondu kaldı. “Neler oluyor?” diyebildi.

“Ilgın, Alize iyi değil. Annen evde mi? Tansiyon ilacını aldı mı?” cümlelerin ardında yatanı algılayan Ilgın,“Orkun, yine ne oldu? Bu ailede kötü haber bitmez mi? Poyraz nerede? Ağabeyim nerede?”

Ilgın, Poyraz ile ilgili kötü bir şey olduğunun farkına varmıştı ama yengesinin yorgun ifadesi olanların çok da kötü olmadığı düşüncesine sevk ediyordu. Ama Alize’nin “Bilmiyoruz” yanıtı Ilgın’ın bacaklarının bir anda bükülmesine neden oldu.
Orkun Alize’nin kolundan çıkıp Ilgın’a ulaşana kadar neredeyse yere çökmüştü bile. Gözlerinden yaşlar süzülüyordu.

“Ne demek bilmiyoruz? Birlikte değil miydiniz? Nereye gitti?”

“Ilgın, sakin ol canım. Alize de doğru söylüyor. Ağabeyin hakkında bilgimiz yok. Kayıp olarak arıyoruz.”

“Kayıp mı? Yani denizde mi kayboldu? Olmaz. Saçmalık bu. Başka bir şey olmalı. Ağabeyim dikkatsiz değildir ki. Neden kaybolsun?”

“Sakin ol lütfen. Kayıp diyoruz çünkü henüz hiçbir ize rastlamadık. Sahil güvenlik arama grubu her yerde arıyor.”

“Ağabeyim öldü mü? Bunu mu söylemeye çalışıyorsunuz?” Alize patladı o an.

“Hayır, Ilgın, ölmedi. Ölse ben hissederdim. O bulunacak. Mutlaka bulunacak.”

Alize bunları söylese de içindeki sıkıntıyı yok edemiyordu. Bu kez bilinmezlikler çok daha fazlaydı. Neler hissedeceğini bilemiyordu. Ilgın ağladıkça onun da gözleri doluyordu. Tüm bu sesleri duyan Neslişah Hanım yatak odasından çıkmıştı.
“Neler oluyor?” diyen sesi korkuluydu. Alize ile Orkun hemen merdivenlere doğru koştular. Merdivenlerden düşmesinden korkuyorlardı. Onların yüzündeki ifade ve annelik içgüdüsü Neslişah Hanımın tahmin yürütmesine neden oldu.

“Poyraz’a ne oldu?”

O sırada ikisi de kadının yanına ulaşmıştı. Kollarına girerek merdivenden inmesine yardımcı oldular. Kısa süre içinde ikinci büyük acıyı yaşayacak olan kadına destek vermeye çalışıyorlardı. Alize,

“Bilmiyoruz anne. Ama o iyi olmalı.”

“Ne demek bilmiyoruz? Birlikte değil miydiniz? Teknede seninle değil miydi?”

“Benimleydi. Dün gece geç saatte uyuduğumda da yanımdaydı. Ama sonra ne olduğunu bilmiyorum. Öğleden sonra Sahil Güvenlik teknesi bizi Yunan karasularına yakın bir yerde buldu.”

Sonraki yaşananları ve güvenlik birimlerinin yaptıkları araştırmaları da kısaca anlattı. O sırada Orkun’un telefonu çalmaya başlamıştı.

“Efendim amirim. Anladım. Birazdan yola çıkarız.”

Ne olduğunu anlamadıkları kısa telefon konuşması ile hepsi heyecanlanmıştı. Ama Orkun’un daha da asılan yüzü iyi haber umutlarını yerle bir etmişti. Orkun özür diler bir ifade ile bakıp “Alize, seni savcılıktan bekliyorlar. Aslında hemen götürmem lazımdı ama birlikte konuşmamızın daha iyi olacağını düşündüğümden izin almıştım. Savcı kaptanı dinlemiş şimdi seni dinleyecek. Avukatlarınız da orada.”

“Hemen gidelim. Ne kadar çabuk aramaya başlarlarsa o kadar çabuk bulurlar.”

“Merak etme bulacağız. Sana kocanı, Ilgın’a da ağabeyini geri getireceğiz.”

“Tek istediğim bu. Lütfen Orkun, bul onu.”

Bu kez konuşan Ilgın’dı. Neslişah Hanım, sadece oturuyor ve etrafına boş gözlerle bakıyordu. Sanki daha olanları algılayamamış gibiydi. Oysa beyni çılgın gibi çalışıyordu.

“Ne zamandan beri kayıp Poyraz?”

“Neslişah Hanım, tam saat veremiyoruz. Gece birde gelininiz ile birlikte kamaraya inmiş. Sanırım daha geç uyumuşlar.” Orkun, sıkılmış ve kızarmıştı. Ama odadaki herkes de anlamıştı arada geçen sürede ne olduğunu. Kimse o an utanacak konumda değildi.

“Sahil Güvenlik tekneyi saat on dörtte bulmuş. Yani tam on iki saatlik bir dilim içinde herhangi bir saat olabilir. Ben bir şeyler öğrenince size aktaracağım. Lütfen moralinizi bozmayın.”

“Poyraz kaçırılmış olabilir mi? Fidye istemek için genelde ne kadar beklerler?”

“Belli olmaz. Çoğu kişi kaçırıldıktan bir saat sonra fidye telefonu gelir. Nadiren de bir günü tamamlayıp aileyi iyice paniğe soktuktan sonra fidye telefonu gelir.”

Alize çıldırmak üzere olduğunu hissediyordu. Fidye için kaçırdılarsa düşüncesi beynini kemirmeye başlamıştı. Ya ona bir şey yaparlarsa? Ya canını yakarlarsa? En kötüsünü düşünmek istemese de aklına gelenleri sormadan duramadı.

“Bu durumda bizim en iyi ihtimal sabaha kadar böyle bir telefon alma ihtimalimiz var. Eğer o telefon gelmezse, geriye kalan üç seçenek mi var? Tekneden düştü, tekneden atladı, tekneden atıldı! Bunlardan başka bir şey olabilir mi?”

“Kaçırılma ve atılma kasıtlı suçlardır. Bu durumda düşmanlarınızı araştırmamız lazım. Kocanızın ölümü ile bağlantılı yeniden soruşturma açılacaktır. Kaçmak için kendisi atladıysa mutlaka birileri yardım etmiştir. Ama kaçacak olsa karısının da olduğu ve suçlanabileceği bir gezi düzenler mi?”

Orkun aklındakileri sıralıyordu. Üç kadın da hayretle dinliyordu onu. Ama en makul karşılayan Neslişah Hanımdı. Yılların tecrübesi ile hayata daha geniş açıdan bakıyordu.

“Alize’yi üzecek bir şeyi kasıtlı yapacağını sanmam. Benim oğlum karısını deli gibi seviyor.”

“Ben de öyle düşünüyorum ama olumsuzlukları da düşünmemiz lazım savcı sizi yine sorgulayacak. Çünkü bir cinayet, bir cinayet zanlısı, kayıp bir eş ve ilk cinayetten hemen sonra kıyılmış bir nikâh var. İlişkilerinizin irdelenmesi ve hemen her şeyin araştırılması gerekecek.” Bunları söylerken Alize'ye bakıyor yaşayacaklarına hazırlamak istiyordu. Sonra yavaşça sağlam durmaya çalışan kadına döndü ve sakin bir sesle, “Bu arada sizleri de çağıracaklardır. Dilerseniz bu akşamdan gidelim. Ya da yarın gelin.”

“Bu akşam gelelim. Her şeyi hızlandıralım.”

“Alize, sen yanına giyecek şeyler de alır mısın? Bu gece misafirimiz olabilirsin.”

“Nezarette mi geceleyeceğim?” Sesinde korku değil şaşkınlık vardı. Kocasının kötü bir şey yapmayacağına olan inancı ile kendisinin kötü bir şey yapılmasına izin vermeyecek olmasına inancıydı bu şaşkınlığın nedeni. Soru dolu bakışları ile Orkun'a döndüğünde onun da isteksiz ama zorunlu tavrı ile karşılaştı.

“Seni bizim odalardan birinde tutarız. Rahat etmen için elimden geleni yaparım.”

“Aileme haber vermemiştim. Onları arayayım. Korkmasınlar. Gerçi alıştılar artık her telefonum ayrı bir olay.” Sesindeki burukluk Ilgın’ı üzmüştü.

“Ailemize girmek seni mutsuz etti. Hep sorunlarımızla boğuştun. Özür dilemek bir şeye yarar mı?”

“Ilgın, canım, benim şikâyetim yok. Kocam geri dönecek. Üzülme lütfen. Olumsuz düşünme. Poyraz cesurdur. Kaçırıldıysa dayanacaktır. Ayağı kayıp düştüyse de mutlaka bir yerden karaya çıkacaktır. Belki de şu an bir yerlerden çıktı ve medeniyete ulaşıp bizi arayabileceği yere doğru yürüyor. Ne biliyoruz ki? Sadece dua edelim ve Allah onu sağ salim bize bağışlasın.”

“Bu yine de bizim yüzümüzden üzüldüğün gerçeğini değiştirmez.”

“Bak canım, sevdiğim erkekle evlendim. Onun ailesi benim ailem oldu. Bana şimdi sorsalar, ‘Poyraz’la bir gün mü? Başka bir erkekle bir ömür mü?’ diye, ben Poyraz’la bir günü seçerim. Sevdiğim erkekle geçecek tek gün ömür gibi benim için. O yüzden boşuna olumsuz düşünme. Hadi ben evde üstümü değişeyim. Sizler de hazırlanın. Bize yine savcılık yolları gözüktü.”


 Sesine normal bir ifade vermeye çalışıyordu ama gözyaşlarının etkisi sesine de yansıyordu. Evden çıkarken Orkun’un yardımcılarından biri de onunla geldi. On gün kadar önce aynı sahneyi bir kez daha yaşamıştı. Bu kez kendisi için valiz hazırladı. Aşağı seslenip yanına kitap alıp alamayacağını sordu. Memur ‘alabilirsiniz’ deyince bu kez tarihi bir roman aldı. Turgut Özakman'ın Diriliş adlı romanıydı. Yeni başlamış ama devam edememişti. Çantasını hazırlayıp duş yaptıktan sonra üstüne yine rahat edeceği kotu ile uzun kollu beyaz bir gömlek giydi. Bu kez kot montunu alıp aşağı indi. Merdivenin altında polis bekliyordu. Yine çantasına uzanılınca bu kez şaşırmamıştı. Kapıdan çıkarken evine şöyle bir baktı. Ağlamayacaktı. Bu eve en kısa sürede dönecekti. Kocası da gelecekti. Yaşıyor olmalıydı. Altıncı hisse devreye girmemiş olsa da bulunacağına inanmak istiyordu. Derin bir nefes aldı eve son kez baktı. Poyraz yaşıyor olmalıydı. İnancını yitirmeyecekti. Kapıyı yavaşça çekti ardından.

Alize hazırlanırken diğer evde de hazırlanan iki kadın vardı. Neslişah Hanım, üstünü değişmek için üst kata çıktığında Orkun, iki gece önce baş başa yemek yediği ve ilk gördüğü andan beri kalbinin hızlı çarpmasına neden olan genç kızın bileğinden tuttu. Merdivenin alt tarafına doğru çekti. O ana kadar sadece el sıkıştığı, başka hiçbir fiziksel yakınlığın yaşanmadığı Ilgın’ı, kollarına aldı. En başta çekingendi ama Ilgın’ın da orada olmaktan şikâyeti olmadığını anlayınca biraz daha sarıldı. “Senin için ağabeyini bulacağım.” Ilgın gözyaşlarıyla buğulu gözlerini kaldırıp uzun uzun baktı ve “Hep bana ağabeyimi geri verme sözü veriyorsun. Bu kez de başar. Sana ellerimle yemek yapacağım.”

“İşte şimdi bu işi olmuş bil. Bulacağım ağabeyini.” 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder