14 Mayıs 2015 Perşembe

Alize & Poyraz 44. Bölüm

Cumartesi sabahı ellerinde küçük valizleri ile evden çıktılar. Tekneye geldiklerinde ikisi de heyecanlıydı. Baş başa ilk tatillerine çıkıyorlardı. Poyraz, savcılığa bildirimde bulunmuş, rotalarını vermiş, böylece aksi bir şey olmasını engellemişti. Alize’ye söylemese de Orkun’un o işlemlerin halledilmesinde yine yardımları dokunmuştu. Orkun’u Cuma günü aramış, müsait ise öğlen yemek yiyebileceklerini söylemişti. Aslında araya tanıdık koyarak şahsi işlerini halletmekten hoşlanmazdı ama acil bir gezi için neredeyse şart olmuştu. Orkun savcıya kendisinin sorumluluğu aldığını belirten teyidi de vermişti.
Henüz Poyraz için değilse de eşi için yardımcı olmayı isteyeceği konumdaydı. Hem Cumartesi akşamı da kız kardeşi ile yemeğe gitmesine izin vermemiş miydi? Demek ki Poyraz da hak ediyordu.


Bozca adaya gidilecek olması savcıyı tedirgin etse de sonunda izin vermişti. Yine de teknenin en azından uydudan da izlenmesini istemişti. Bu kadar varlıklı birisinin şirketinden bir şey almadan yurt dışına kaçması beklenemezdi ama yine de tedbirli olmakta fayda vardı. Orkun elbette bu kadarını anlatmamıştı. Sadece izni aldığını söylemişti.

Poyraz öğle yemeğinde uzun süre konuştuğu genç adamdan hoşlandığını itiraf ediyordu. Gerçekten düzgün birisiydi. Üstelik şakacıydı da. İşinde başarılı olması zaten en büyük artılarından biriydi. Kız kardeşinin mutluluğu ise her şeyden önemliydi.

Teknedeki hazırlıklar bitip de kıyıdan uzaklaşmaya başlayınca Alize yuvasına dönmüş gibi hissetmeye başlamıştı. Hemen kaptana yardım etmeye koyuldu. Poyraz hayranlıkla izliyordu karısını. Sudan hayat buluyordu. Kısa süre sonra motorları durdurup yelkenleri açtılar. Rüzgâr da çok müsait olunca uzunca bir süre yola öyle devam ettiler.

Tekne denizde süzülürken Alize de kocasının kollarına süzüldü. Ön taraftaki minderlerin üstüne uzanıp deniz ile gökyüzünü seyre daldılar. Kaptan ikisine de az alkollü kokteyl hazırlatıp göndermişti. İçinde yüzen buz parçaları iyi gelmişti. Güneş eylül sonuna göre çok yakıcıydı. Denizden gelen serinlik de olmasa çok daha sıcak hissedeceklerdi.

“Çok teşekkür ederim.”

“Neyin teşekkürü bu?”

“Önce, beni sevdiğin için. Sonra, bu tekne için ve son olarak da bu hafta sonu için.”

“Her şey senin için zaten. Ben sana teşekkür etmeliyim. Üstelik Pazartesi de bizim.”

“İşleri çok sermeye başladın. Sonra kötü şeyler olursa sorumluluk almam.”

“Merak etme. Şirkette sağlam delegeler var. Onlar işleri yürütüyor.”

“Güzel, sık sık kaçarız yani.”

“Fırsat buldukça kaçarız aşkım.”

Açık denize çıktıklarında bir süre dalgalarla boğuştular ama kısa süre sonra yeniden sakinleşti deniz. Çanakkale boğazından çıktıklarında öğleden sonrayı bulmuştu gün. Bir saat kadar daha yol alacaklardı. Motoru kapatıp yelkeni açtıkları için süre biraz artmıştı. 165 deniz mili mesafedeydi Bozca ada. Boğazı geçtikten sonra çok kısa yolları kalmıştı. Alize yol boyunca heyecanla kendi tekne maceralarını anlatmış, babası ile yaptıkları mavi turlardaki anılarını paylaştı. Poyraz da keyifle dinledi. İskeleye yanaşırlarken ikisi de üstlerini değişmişti.

Adaya çıktıktan kısa süre sonra şarap almak için bir dükkâna girdiler. Ondan bundan derken bir kasa şarap alıp tekneye gönderdiler. Sonra da balık lokantalarından birine oturdular. Rakılarını ve mezelerini istediler. Balık pişip gelene kadar acıktıkları için jumbo karideslerden yapılmış güveç ve füme somonu bol tutulmuş salatalarından atıştırmaya başladılar. Arada bir de birbirlerini beslediler. Alize arsızlık yapmak istese de Poyraz’a kıyamıyor somonlarını paylaşıyordu. Karısının deniz ürünlerine olan sevgisini bilen genç adam zaten az yiyordu. Balıkları geldiğinde açlıkları biraz yatışmıştı. İkisi de diğerinin nasıl yiyeceğini bekliyordu. Balık bıçakları tabaklarının yanında duruyordu ama ikisi de ellerini uzatmamıştı. “Ben balığı elimle yersem kızar mısın?” Alize, bazı konularda hala tedirginlik hissettiğini belli etmişti.

“Yemezsen kızarım. Ben de elimle yiyeceğim.”

“Oh rahatladım. Tadı çıkmayacaktı çatal bıçakla.”

Yeşilliklerle rakı ve balık ile yapılan muhabbet ikisini de mest etmişti. Fonda çalan Yunan müziği de ortama çok uygundu. Geç saate kadar keyifle oturdular. Tekneye döndüklerinde ikisi de yorulmuştu. Ama üç gecelik özlem ikisini de sarmıştı. Kamaraya girdiklerinde ikisi de hazırdı.

*** 


Ilgın, polisevinin nasıl bir ortam olacağını bilemediği için üç kez üstünü değiştirmiş en sonunda sade bir elbise giymeye karar vermişti. Havanın güzel olmasını fırsat bilip seçtiği kolsuz diz üstü beyaz elbisesi ile çok güzel olmuştu. Acaba Orkun da öyle mi düşünecekti? İlk kez bir erkeğin kendisi hakkındaki düşünceleri bu kadar önemliydi. Onun için güzelleşmek istiyor, başını döndürmek hatta aklını başından almak isityordu. İyi de Orkun ne istiyordu? Daha önce yaşadığı hayal kırıklıklarını anımsadı. Kalbini işin içine sokmasa da ailesinin parası için etrafında dolaşan birkaç kişi yüzünden canı çok sıkılmıştı. Bu kez yanılmak istemiyordu. Orkun'un gözüktüğü gibi biri olmasını istiyordu.

Saat yedi olduğunda kapı çaldı. Hizmetli kapıyı açarken Ilgın da merdivenlerden inmeye başladı. Orkun onu izlerken tüm vücudunun heyecanla kıpırdandığını hissetti. Nefes almayı unutmuştu. Neslişah Hanım her ikisini de göreceği bir yerde duruyor ama kendisini göstermiyordu. Sina hayatta olsa ve kapıya gelen delikanlıyı görse mutlaka beğenirdi, diye geçirdi aklından. Ilgın'ın bakışlarında da aynı beğeniyi izledi. Sonra biraz geri çekildi ve kendisini iyice gizledi.

Ilgın kapıya geldiğinde yavaşça elini uzatıp tokalaştı. “Hoş geldin. İçeri girmek ister misin?”

Aslında annesi ile tanışmasını istiyordu. Ama annesinin henüz istemediğini bildiği için çok ısrarcı bir ses tonu yoktu. Orkun da sesindeki tınıyı fark edecek durumda değildi. Tek düşünebildiği melek kadar güzel gözüktüğüydü.

“Yerimizi ayırttım. Yolumuz da uzun. Hemen çıkalım istersen.”

“Tamam.” İçeriye doğru dönüp annesine iyi geceler dileyip tekrar kapıya ulaştığında Orkun'un ayakkabısının ucunu yere vurduğunu gördü. Sıkılmış mıydı?

“Hadi gidelim.”

“Çok güzelsin.” Orkun arabaya kadar zor tutmuştu kendisini. Ama artık söyleyebilirdi.

“Teşekkür ederim. Sen de çok şıksın.” Orkun'un iş harici spor giyindiğini anlamıştı artık. Keten pantolonun üstüne daha ince keten gömlek giymişti. Ilgın sevmişti kıyafetini.

“Zevklisin!”

“Biliyorum.” dediğinde kastettiği kıyafeti değildi. Ilgın yüzüne baktı, sonra o gözlerde kendisine olan hayranlığı gördü ve gülerek “Ben de biliyorum” dedi.

O gece iki genç birbirini tanımak için hiç durmadan konuşmuş, ne yemek yerken ne de dans ederken susmamıştı. Saat on iki olduğunda kalktılar lokantadan. Müthiş manzarayı fark etmeden yedikleri yemek ikisi için de çok lezzetliydi. Keşke bir de ne yediklerinin da farkında olsalardı. Fark edebildikleri tek şey o gecenin henüz bitmesini istemedikleri olmuştu.

Orkun sahilde kahve içmeyi teklif edince Ilgın hemen kabul etti. Magazincilerin olmayacağı bir yere gitmeyi istedi. Babasının ölümünün üstünden bu kadar kısa süre geçmişken ne kendi yaşadıkları normal geliyordu ne de bunların gazetelere yansıması normal olurdu. Duyguların zamanlaması yoktu ama hiç olmazsa ailesini koruması gerekiyordu. Orkun da ona hak vermiş, ünlülerin gitmediği, gazetecilerin uğramadığı bir yere götürmüştü.

Eve geldiklerinde ise Orkun bir sonraki randevu için plan yapmaya başlamıştı bile. Ilgın da istiyordu yeniden görüşmeyi. Her sabah telefonla başlayan günleri bu geceden sonra daha farklı bir anlam kazanmıştı. Arabadan inerken kısaca el sıkıp vedalaşmıştı ikisi de. Daha fazlası için erkendi...

*** 

Ertesi gün soğuk suda biraz yüzdükten sonra Assos’a doğru yola çıktılar. Teknenin dalgalar üzerindeki salınması ikisini de rahatlatıyordu. Günlerdir yaşadıkları sıkıntılar arkalarında kalıyordu. İkisi de sorunsuz bir geleceği düşlüyordu.

Teknenin ön tarafında güneşleniyorlardı. Arada bir soğuk içeceklerini yudumluyor, bazen de kısa sürelerle kestiriyorlardı. Çok yakmayan ama sıcak tutan güneşin tadını çıkartıyorlardı.

“Assos'a hiç gitmemiştim. Çok güzel oldu bu gezi.”

“Bu sadece gezi değil aynı zamanda bizim balayımızın ilk bölümü.”

“Kaç bölüm var daha?”

“Sayısız bölüm canım, sayısız bölüm var daha.”

Assos da kıyıya çıktıklarında ikisi de nereden başlayacağını bilemeden bakınıyordu. Sonra sağ tarafa doğru yürümeye başladılar. Birkaç saat sonra Assos bitmiş, yorgunluk çökmüştü. Deniz havasının da etkisi ile Alize esnemeye başlamıştı. Saklamak istese de Poyraz'a yakalanmıştı. “Hadi bakalım prenses uyku vaktiniz geldi. Tekneye dönüyoruz.”

“Biraz daha kalabilirim.”

“Kalmak değil balayının tadını çıkartmak istiyorum. Hadi gidiyoruz.” Uyumadan önce neler yapacaklarını belli ediyordu boğuk ve kısık sesi.

Tekneye döndüklerinde onları bir sürpriz bekliyordu. Teknenin ön kısmında beyaz minderler atılmış, üstlerine yumuşak pastel tonlarda yastıklar serpiştirilmiş, derin mumlukların içinde birkaç düzine mum yakılmış, buz kovasında da şampanya soğutulmuştu. Kaptan, tekneye çıkmalarına yardımcı olmuş, onları ön tarafa yönlendirdikten sonra müziği de açmıştı. Manzara karşısında uykusu açılan Alize, “Seninle ikinci dansımızı da deniz üstünde yapalım mı?” diye sordu. Henüz sorusu bitmeden kocasının kolları beline dolanmıştı. “Seninle ilk dansımızı anımsıyorum da, neredeyse kavga ediyorduk.”

“Yine edelim mi?”

“Kavga mı? Neden?”

“Evet kavga! Son bir saattir öpmedin beni!”

“Diyorum ya sen sevgi arsızı oldun. Ama bak öpmeye başlarsam kaptanın tüm emekleri boşa gider ya da ona seyrine doyulmaz bir gösteri sunarız.”

“Of yine aklın başka şeylere kaydı. Sadece öp ve dansa devam et.”

Poyraz, karısını öpmeye şakaklarından başladı. Sonra yavaş yavaş elmacık kemiklerini ardından güneşle belirginleşmiş çillerini öpmeye devam etti. O kadar hafif dokunuşlarla öpüyordu ki, nefesi yüzünü yalıyordu. Daha da fazlasını istemesine neden oluyordu. Burnundan aşağıya dudaklarına doğru inerken rotayı değiştirip, dudakları ile yanağının arasını öpmeye başladı. Alize’den çıkan isyan yüklü sese aldırmadan boynuna doğru devam etti. Öpücükler ve dans bir arada devam ediyordu. Birbirlerine değen vücutlar iyice tahrik olsa da Poyraz öpmeye ara vermiyor, yoğunluğunu da arttırmıyordu. Boynunun ve kulaklarının arkasının öpülmesi ile Alize çıldıracağı noktaya geldiğini hissediyordu. Poyraz’ın kısa süreli durması ile işkencenin bittiğini düşünmüştü ki, Poyraz kollarının arasındaki kadını yavaşça çevirdi. İsyanına devam ederken neler olduğunu da anlamaya çalışıyordu. Poyraz yine yavaşça Alize’nin sırtını kendi vücuduna yasladı. Artık, sırtı tüm göğsüne yaslanmış dansa o şekilde devam ederken, kendisini çıldırtan dudaklar da yeni yerler keşfediyordu. Boynundan sağ omuz başına doğru yol alan dudaklar Alize’yi mahvediyordu. Neredeyse orada, teknenin burnunda yıldızların altında kaptanın görebileceği bir yerde kocasıyla sevişmek üzereydi. Kaptan?

Bir an utançla doğrulmaya çalışsa da Poyraz kollarını gevşetmemişti. “Kaptan nerede?” Diye sorduğunda “Çoktan kamarasına gitti” oldu aldığı yanıt. Ama bu yanıtı veren ses tonu bile kendisini öldürecek gibiydi. Rahatlayan vücudunu iyice yasladığında aynı derecede uyarılmış kocasını hissediyordu. Artık gücünün farkındaydı. Daha fazla dayanamayacağını anlayınca yavaşça minderlere doğru eğildi. Poyraz’ı da kendisi ile birlikte aşağı çekmişti. Etraflarındaki teknelerden gelen sesler henüz kimsenin uyumadığını gösteriyordu. “Kamaraya gidelim mi?” diyen Poyraz artık soluklarını da kontrol edemiyordu.

“Son ana kadar burada kalalım. Bu müthiş bir his! Ve biz daha şampanyamızdan tek yudum almadık.”

“Ben çoktan sarhoşum ama”

“Yine de bu minderlerin üstünde, kollarında şampanya yudumlamak istiyorum. Bu benim balayım değil mi?”

Poyraz, hemen uzanmıştı kovaya. Kadehler de buzdaydı. Üstelik mevsimi olmamasına rağmen çilekler ve muhteşem Bozcaada üzüm salkımları ile dolu bir meyve tabağı da buz kovasının yanındaydı. Alize kendisini haremdeki cariyeler gibi hissediyordu. Poyraz şampanyayı patlattıktan sonra hemen kadehleri doldurmuştu. Alize de eline aldığı çilekleri önce kendisi ısırıyor, sonra da Poyraz’ın dudaklarına uzatıyordu. Bulutlarda olmak böyle bir şeymiş diye düşündü. Aşk böyle bir şeymiş. İnsan daha fazla nasıl mutlu olabilir ki? Birer kadeh şampanyayı bitirdikten, üzüm ve çileklerin tadına tat katan erotizmi yaşadıktan sonra yeni kadehlerini doldurmuş teknenin en arkasındaki büyük kamaraya doğru yürümeye başlamışlardı. Gecenin bundan sonrası sadece ikisine özeldi. Aşklarını sevgilerini özlemlerini yaşayacakları kamara uzun süre ikisinin de nefesleri ile çınladı.

Alize, kamaranın kapısının hızla vurulması ile uyandı. Daha doğrusu uyanmaya çalıştı. Başı çok ağrıyordu. Yataktan doğrulamadı. Kapı hala vuruluyordu. O ses başını daha da çok ağrıtıyordu. Neden başının ağrıdığını anımsayamadı. Sonra akşamki şampanya şişesinin bitene kadar içildiğini hatırladı. Hatta en son kadehi kim içecek diye kavga bile etmişler, en sonunda ikisinin de kadehine eşit paylaştırarak tatlıya bağlanan kavganın üstüne son yudumlarını tüketmişlerdi. Alize, muhteşem iki gece yaşadığını, balayı sayılacak bu gezinin hayatındaki en güzel iki geceye şahitlik yaptığını söylemişti en son.

Kapının ardındaki ses “Alize Hanım, giyinik misiniz kapıyı açıyoruz.” diyordu. Üstüne baktı. Evet giyinikti. Teknede olduğu için mutlaka giyinik uyuyordu. Ama neden bunu soruyordu kaptan? Kaptan mı? O ses kaptanın sesine benzemiyordu.

“Gi… Giyiniğim.”

Sesi neden bu kadar zor çıkmıştı? Dışarıdaki iki kişi, zor bela duydukları sesten sonra içeriye girdiler. Alize gözlerine inanamıyordu. Kimdi kamaraya giren bu adamlar? “Siz kimsiniz? Poyraz nerede? Neden kamaramıza girdiniz?” soruları ardı ardına sıralıyordu ama hiç birine yanıt alamıyordu. En sonunda üçüncü bir erkek kamaradan içeriye girdi.


“Alize hanım, ben Sahil Güvenlikten Yüzbaşı İskender Beydemir. Tekneniz Yunan karasularına doğru sürüklenirken, dur ihbarlarımıza yanıt alamadık. Teknenizi iskele tarafından borda bordaya getirmek suretiyle yatınıza giriş yaptık. Teknenizin dümeninde kimse olmaması ve kendi başına yol alıyor olması buna neden oldu. Kaptanınız sanırım alkollü ve uyandırmakta güçlük çektik. Siz de aynı durumdasınız sanırım. Fakat eşinizi teknede bulamadık. Kaptanın dediğine göre dün gece tekneye binmiş. Yanınızdan ne zaman ayrıldı?”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder