11 Mayıs 2015 Pazartesi

Alize & Poyraz 41. Bölüm

Orkun da görüşmesini bitirmiş yeniden koltuğuna dönmüştü. Alize’nin bu kez kimle konuştuğunu tahmin edememiş, görüşmenin bitmesini bekliyordu. O sürede de Ilgın ile yaptığı konuşmayı aklından geçirdi. O da artık emindi, duygular karşılıklıydı. Sesinin tonu ne kadar güzeldi. Zaten her şeyi çok güzeldi. Ama çok varlıklıydı. Ya ailesi, kendi ayakları üstünde duran bir polisi istemezlerse? İyi de ne olacaktı da neyi istemeyecekti o aile? Orkun, düşündüklerinden aptallaşmış kendisine bile inanamıyordu. Aklından neler geçiyordu? Daha bir kere bile çıkmamışlardı. O hemen aileye kabul edilmeyi umar olmuştu. Kendi ailesi de çok fakir değildi. Dededen kalma toprakları, birkaç da daireleri vardı ama Kurt ailesi ile boy ölçüşemezdi. Ölçüşmesi gerekirse de zamana bırakmalıydı. O da öyle yaptı zamana bıraktı her şeyi.


İkisi de arada bir ufak muhabbetler yapsalar da genelde o geceyi çalışarak geçirdiler. Alize boş kalmamak ve düşünmemek için kendisini işe vermişti. Bu arada Orkun’a da yatırım önerilerinde bulunuyordu. Orkun da kendi dosyalarına dalmıştı. Arada bir İstanbul’daki büroyu arıyor ve bazı dosyaların kendisine gönderilmesini istiyor, sonra da çalışmaya devam ediyordu. Saat on olduğunda gündüz uyumalarına rağmen Kızılcahamam’ın temiz havası yüzünden esnemeye başladılar. Sabah yine erkenden kalkacakları için iyi geceler dileyerek odalarına çekildiler.

İstanbul’dakiler de o günü zor bela bitirmişlerdi. Neslişah Hanımın evi bu kez meraklılarla dolup taşmıştı. Her gelen 'Poyraz böyle şey yapmaz', dese de ardından da 'Baba-oğlun arası bozuktu. Düzelmişler miydi?' gibi sorularla gerçek şüphelerini dile getiriyorlardı.

Olayın Cuma gecesi patlak vermesi, hafta sonu borsanın kapalı olması Özcan ile Özkan’ı rahatlatmıştı. Baki Bey zaten artık şirketle ilgilenmiyordu. Şirkete gitse de sadece fikir üretmek için birkaç işe bakıyordu. Son yıllarda hayattan kopuk yaşaması, ağabeyini kaybetmesi ve ardında yeğeninin tutuklanması dengesini iyice bozmuştu. Özcan, tedbirli olmak için hemen avukatlarla pazartesi sabahına toplantı ayarlamıştı. O gece de Neslişah Hanım ile görüşmeye gelmiş, kendi hissesi ile Ilgın’ın hissesinin vekâletini, Poyraz’dan alıp kendisine verdiği takdirde şirket işlerinin yürümesinde sorun yaşanmayacağını belirtmişti. Neslişah Hanım da uygun bulduğunu söylemiş, “Pazartesi en geç Salı, gerekeni yaparım. Haklısın, Poyraz ne zaman çıkacak belli değil, vekâletimi değiştirmem şart.” diye yanıtlamıştı. Ilgın zaten annesi ile ortak hareket edeceği için Özcan ayrıca konuşma gereği duymamıştı bile. Şirketin tüm sorumluluğu onun omuzlarındaydı. Poyraz'ın yokluğunda hatasız yönetim sergileyerek kendisini herkese gösterecekti. Hırslıydı ve bunu saklamazdı. Ama Poyraz’ın da yönetim kabiliyetine ve kararlarındaki soğukkanlılığına hayrandı. Ondan çok şey öğreniyordu.


Alize, saatin sesi ile uyandı. Bu sabah daha kolay kalkmıştı. Hemen karşı odayı çaldırdı ve aynı diri sesi duydu “Kalktım”. Bu kez on dakika daha erken gitmişlerdi koruya. Alize ısrarla hemen çıkalım demiş durmuş, Orkun da kabul etmişti. Koruluğun ucunda bir önceki gün bulundukları yere geldiklerinde iki orta yaşın üstü erkeğin ısınma hareketleri yaptığını ve hararetli bir şekilde konuştuklarını gördüler. Hemen yanlarına ulaşıp kendilerini tanıttılar ve o günü anımsatmak için konuşmaya başladılar.

Beylerden daha uzun boylu olanı, “O günü de o beyi de anımsıyorum. Hatta dün gazetelerde okuyunca hayretler içinde kaldım. Şimdi arkadaşıma ‘Bu olayı çözmelerine yardımcı oluruz o saatlerde bu genç adam bizimle birlikte koşuyordu’ demek lazım, diyordum. Sonra da kendimize kızdım. Genç adam bize adını soyadını söylemiş ama biz kendimizi tanıtmamıştık. Malum devir pek tekin devir değil. Aklımızca tedbir aldık.”

Alize de Orkun da yüzlerindeki gülümsemeyi saklama gereği duymadılar. Alize neredeyse adamın boynuna atlayacaktı.

“Beyefendi, bu söylediklerinizi hemen yazılı ifade olarak almak lazım ama İstanbul polisi olduğum için benim burada yetkim yok. Zaten burada görevli de değiliz ama bu genç hanım, kocasının boş yere hapis yatmaması için çok uğraşıyor. Mesai saati başlar başlamaz en yakın büroya ulaşıp bize yardımcı olur musunuz?”

“Mesaiyi beklemesek? İfade alacak memur vardır. Nasılsa bizim de kim olduğumuz belli. Hem o gün gördüğümüz ve koruluğa girmeyip, olayın geçtiği yerde dolaşan kişiyi de tarif ederiz. Belki de katil oydu.” Orkun inanamıyordu şanslarına.

“Siz ciddi misiniz? Eşkâlini verebilir misiniz?”

“Eşkâl veremem ama en azından kıyafetini boyunu posunu söyleyebilirim.”

“Siz bizim için bir madensiniz. Size borcumuzu nasıl ödeyebilirim bilmiyorum.” Alize, minnetini ifade edecek kelime bulamıyordu. Bu beyler ona dünyaları bağışlıyordu. Kocası en kısa sürede yine özgür olacak eve gelecekti.

“Bana borcunuz yok. Babam on üç yaşındayken tutuklanmış. Hırsızlık yaptı iddiasıyla. Ama yapan arkadaşıymış. Bunu gördüğü halde altı ay sesini çıkartmayan ve babamın boş yere yargılanmasına neden olan adam, sonunda insafa gelince babam da ıslah evinden çıkmış. Ölene kadar bize hep bu olayı anlattı ve başımıza gelirse mutlaka yardımcı olmamızı söyledi. Bir bildiği var yaratanın. Hiçbir şeyi boşuna vermiyor insanlara.”

Alize, duyduklarına inanamıyordu. Buna şans denmez de ne denirdi? Orkun da mutluydu. Dosyanın bir bacağı çabuk kapanacaktı. Hüseyin Bey ve arkadaşı Vasfi Bey daha fazla oyalanmadan ifade vermek için koruluğun çıkışına doğru yürüdüler. O sırada ikisi de dışarıda gördükleri kişiyi anımsamaya çalışıyorlardı. Taksi çevirip emniyet müdürlüğüne ulaştıklarında saat daha altı buçuktu. Nöbetçi memura kendisini tanıtan Orkun, özel bir odaya alınmalarını ve rahat bir ortamda ifadelerin alınmasını sağladı.

Alize dışarıda kalsa da içi içine sığmıyordu. O ifadelerin İstanbul’a hızlı bir şekilde ulaşması ve hemen savcının tahliye kararı vermesi için baş komiseri beklemeleri gerekiyordu. Aradaki kısacık süre asırlar gibi geldi Alize’ye. O sırada ifadeleri alınan iki bey de adreslerini ve telefonlarını Alize’ye de vermişti. Yardım etmenin hafifliği ile daha da gençleşmiş olarak emniyetten çıktılar.

Tüm işlemler tamamlanıp, postalamaya gerek olmadığını, Orkun ile elden gönderebileceklerine dair onayın çıkması ile iki genç mutlulukla ayrıldı emniyetten. Otele gelip hesabı kestiklerinde saat on olmuştu. İlk uçakta yer bulmalarının tek nedeni hafta içi olmasıydı. İstanbul’a iner inmez savcı ile görüşmek için taksiye bindiler. İkisi de inanamıyordu şanslarına. Ama Orkun daha da şaşkındı.

“Nasıl bu kadar isabetli kararlar verebiliyorsun. O adamları bugün göreceğimizden neredeyse emindin.”

“Değildim. Sadece orada olmalarını istedim. Diyorum ya pozitif düşünceye çok inanırım. Ve o düşünce bana kocamın en geç yarın evinde olacağını söylüyor.”

“Seninle poker oynanmaz. Sen kâğıtları da toplarsın eline.”

“Evet, şanslıyımdır oyunlarda da.”

Savcı ile görüşmek için beklemek zorunda kalınca yine saniyeleri saymaya başladı. Bu esnada, katil olabileceğine dair şüphe duyulan kişinin eşkâlini aklından geçiriyordu. 1.75 - 1.80 boylarında, ince yapılı, başına geçirdiği kapüşonlu eşofman üstünden yüzü seçilemeyen kişi kim olabilirdi? Kapüşonunda dikkati çeken bir delik vardı. Tek anımsadıkları özellik buydu. Altındaki siyah eşofman da dikkat çekici değildi. Eski eşofmanların dikkat çeken hiçbir tarafı yoktu. Bu nedenle öldüren kişinin tinerci olma ihtimali akıllara geliyordu. İyi de silahı nasıl ele geçirmişti? Ayakkabılarının bir özelliği olduğunu ama ne olduğunu anımsayamadıklarını söylüyorlardı. İki bey de aynı noktaya takılsa da ikisi de ne olduğunu bulamamıştı. Zayıf ama uzun boylu biri olduğunda ikisi de hemfikirdi.  Yine de bu bilgiler, son günkü telefon konuşmaları ile karşılaştırılacaktı. Ankara’dan arayan biri olabilirdi. O saatte orada olacağını bilen ya da orada olmasını isteyen!

Orkun, savcının odasından çıktığında yüzü gülüyordu. Birkaç saate kadar Poyraz serbest bırakılacaktı. Ölüm saati birkaç dakikalık sapma ile 6.30 – 6.45 arası olarak kesindi. Poyraz’ın ise 06.00-07.30 arasında iki şahidi vardı. Savcı şahitlerin ifadelerini dosyaya eklemiş ve gerekli işlemlerin yapılıp serbest kalması için imzayı atmıştı. Yine de babasını öldürtmek için birisini tutmuş olabileceği ihtimalini yok saymamak kaydı ile yurt dışı çıkışları yasaklanarak serbest bırakılmıştı.

Alize, kimseye bir şey söylememişti. Tek başına bekliyordu. Avukatı da tembihlemiş o da kimseye bir şey söylememişti. Kocasını kapıda gördüğünde koşarak ulaştı yanına. Poyraz elindeki çantayı yere bırakıp sımsıkı sarıldı karısına.

“Sen var ya… Ben seni hak etmek için çok büyük sevap işlemiş olmalıyım.”

“Ben ne yaptım ki? Sadece seni sevdim ve inandım.”

“Ben neler yaptığını biliyorum.”

Sonra kulağına eğilip, “O yakışıklı polisle Ankara’lara gitmenin hesabını sonra soracağım sana.” Aynı şekilde kulağına eğilip yanıtladı Alize “O polis senin hayatındaki başka bir kadının peşinde, ama sakın kötü davranma, sırf senin gözüne girmek için iki gün kendisini paraladı.”

Poyraz şaşkınlıkla baktı. Sonra yavaşça “Ilgın daha çocuk” dedi. Sonra da babası gibi konuştuğunu fark edip güldü. “Hayır, Ilgın artık genç bir bayan! Haklısın aşkım, damat adaylarına iyi davranmam lazım. Aslında burnundan fitil fitil getirmek vardı ama… Bu aday şanslı!”

“Şanslı elbette. Ben ondan yanayım. Hem Ilgın’ın da hoşlandığını biliyorum. Ve en önemlisi yarın akşam Orkun’u yemeğe davet ettim bile.”

“Ne yemeği? Ben karımla baş başa kalmak istiyorum. Kimseye yemek daveti veremem.”

“Bu gece ve yarın akşama kadar benimlesin. Seni yarın da işe göndermeyeceğim. Şirkete bir şey olacağı yok iki günde. Özcan halleder nasılsa bir şey olsa da. ”

“Hım, ödül iyiymiş. O zaman yarın akşam gelsin.”

Alize ve Poyraz kısa süre sonra Orkun ile vedalaşıp taksiye bindiler. Elbette kapının önündeki gazeteci ordusunu atlatmak için arka kapıdan çıkmışlar ve bir saat boyunca dışarıya bilgi sızmaması için tedbir alınmasını istemişlerdi. Takside giderken elini omzundan bir saniye bile çekmemişti. Arada bir saçına küçük öpücükler konduruyor, sonra da kokusunu içine çekiyordu.

Evin önüne geldiklerinde iki üç gazetecinin arabalarının içinde uyukladıklarını gördüler. Öğleden sonra olması ve arabaların içinde beklemek zorunda olmak hepsini mahmurlaştırmıştı. Site güvenliğini sokağa girmeden aramış, kapıyı açtırmıştı Alize. Hiç oyalanmadan içeriye girince de kimseye yakalanmamışlardı. Annesinin evinin kapısını çaldığında tepkileri merak ediyordu. Kapıyı hizmetçi açmıştı. Onun şaşkınlığından faydalanıp susturdular. İçeriye girdiklerinde ana kızı televizyonda haber programı izlerken buldular. Daha kendisi ile ilgili haberler yayılmamıştı.

“Haberlerde yeni bir şey yok mu? Mesela serbest kalışımla ilgili?”

İki kadın da ayağa fırlamış koşarak geliyordu. İkisinin de şaşkınlığı yüzlerinden okunuyordu. Soruların ardı arkası kesilmeyince elini kaldırıp susturdu ve karısını yanına çekip sarıldı.

“Bu kadın var ya, işte bu kadın benim hayatım. Ankara’ya kadar gidip şahitleri buldu ve beni temize çıkarttı. O sabah birlikte koştuğum beyler ifade vermiş. Artık zanlı değilim ama yine de şartlı tahliye desek daha doğru olur. Yurt dışı çıkışım yasak.”

“Alize, sen Ankara’ya mı gittin. Neden benim haberim olmadı?”

“Boşa heveslendirmek istemedim ama işe yarayacağından emindim. Dün sabah denk gelmediğimiz kişiler bu sabah neredeyse bizi bekliyordu. Gerçi ben gitmesem de onlar ifade verecekmiş. Tek fark o ifadenin İstanbul’a gelmesi birkaç gün sürebilirdi. Yanımda Orkun Bey de olunca çok hızlandı her şey.”

“Orkun Bey mi? Hani şu geçen geceki yakışıklı polis mi?”

“Evet, o yakışıklı nedense pek yardımsever çıktı!” Ilgın'a bakarak gülüyordu.

“Alizeee!”

“Ne yani Ilgın Hanım, yalan mı? Çocuk sırf sana yaranabilmek için neler yaptı.”

“Şey anne yok vallahi bir şey. Ağabey, emin ol yok bir şey.” Ilgın hem annesine hem Poyraz’a bakıp kendisini savunmaya çalışıyordu. İkisi de sert yüz ifadesi ile Ilgın’a bakıyor konuşmuyordu. Alize ise sessizce duruyordu. En sonunda Poyraz “Yarın akşam bizdeki yemeğe gelmezsin o zaman sen.” Deyince Ilgın bir anda rahatladı. “Kızmadın mı?” diye sorarken sanki on üç yaşında yaramazlık yapmış bir çocuk gibiydi.

“Kızmadım tabii. Ayrıca öyle ateşli kendini savundun ki ‘bir şeyler olduğu’ çok net anlaşıldı. Yarın gelsin de doğru düzgün görüşelim bakalım bu beyle.”

“Anne sen de gelirsin değil mi?” diye sorduğunda Alize alacağı yanıtı biliyordu.

“Aslında yaptıkları için şahsen teşekkür etmeyi isterim ama sanırım bunun için biraz bekleyeceğim. Hem sonuca göre ikinci yemek daveti gerekebilir. Bu seferlik siz dört genç baş başa olun.”


Poyraz ile Alize kendi evlerine gitmek için kapıya yöneldiklerinde aradan bir saate yakın zaman geçmişti. İki genç de birbirlerinin kollarında hasret gidermek için daha fazla duramayacaktı. Kapıya yaklaştıklarında Alize, “Tulumba tatlısını çok severmiş. Nereden bulabilirim buralarda güzelini?” diye sordu. 
Ilgın'dan yanıt gecikmedi. “Ben alırım.” 

2 yorum: