10 Mayıs 2015 Pazar

Alize & Poyraz 40. Bölüm

Neslişah hanım üst kata çıkarken daha fazla dayanamamış “Ne haltlar karıştırıyorsunuz?” demişti. O asil kadının ağzından çıkan lafa kıkırdamaya başlamıştı Alize. “Anne, ne ayıp! Hiç öyle bir şey yapmıyoruz. Alt tarafı Orkun Beyin Ilgın’a olan zaafını kullanıyoruz.”

“Ben halt diyorum ayıp oluyor, siz bir erkeği kullanıyorsunuz ayıp olmuyor öyle mi küçük hanım? Eeee nasıl bir kullanma bu? Kızımın başı derde girmez değil mi?”

“Anne az uyanık değilsin! Yok, ben yoklamamı yaptım. Ilgın da bu konuda yardımcı olmak istiyor.”



“Hadi hayırlısı. Damadımın polis olacağını hiç ummazdım.”

“Anne, dur daha bu akşam tanıştılar. O kadar kısa sürede damat olup olmayacağını bilemeyiz.”

“Diyene bak. Tanıştıktan ne kadar zaman sonra evlendiniz? Üç ay mı?”

“Sana bir sır vereyim mi? Ben Poyraz’ı çok uzun zaman önce tanıdım. O zamanlar ben on iki yaşındaydım ve göğüslerim hiç yoktu. Ama oğlunun tüm zamanı iri göğüslülerle geçiyordu.”

“Ay evet bir dönem tüm kız arkadaşları iri göğüslüydü. Onlardan birini eve getirecek diye aklımız çıkardı.”

“Neyse ki sonunda orta yolu buldu.”

İki kadın da kahkahalarla gülüyordu. Hem sinir bozukluğu hem de içinde bulundukları ortam gülücüklerin ardına saklanmıştı.

“Sen uyu ben de polisi boş bırakmayayım. Ne de olsa Ilgın artık benim de kardeşim.”

“İn hadi. Kurda kuzu teslim ettik biz de.”

“Ilgın mı kuzu?”

“Hayır, o Kurt… Unuttun mu soyadımız Kurt.” Bu kez daha yüksek sesle gülüyorlardı.

“Anne, sen az cin değilsin biliyorsun değil mi?”

“Biliyorum tabii.”

“İyi geceler.”

“İyi geceler”


Alt katta, kahveler hazırlanmış, iki genç karşılıklı oturmuş konuşuyorlardı. Alize merdivenlerden inerken ikisine baktı. Yakışıyorlardı. Ailenin tüm çocukları gibi Ilgın da uzundu. Poyraz gibi simsiyah saçları vardı. Annesinden aldığı yemyeşil gözleri ile canları yaktığı ortadaydı. Orkun da yananlardan olma yolunda emin adımlarla ilerliyordu. Kahveleri içerken havadan sudan konuştular. Saat sabaha karşı dört olmuştu. Artık iki kızında gözleri kapanıyordu.

Orkun ayağa kalkıp verdiği rahatsızlık için özür diledi. Kahve için teşekkür etti. İkisine de kartını uzattı. Kartın arkasına ise özel cep telefonunu yazmayı unutmamıştı. Mazereti de “Aklınıza bir şey gelirse bana hemen ulaşabilmeniz için” diye açıklamıştı. Sonra Alize’ye dönüp, “Bu gece burada mı kalacaksınız? Evinize gidecekseniz size kapıya kadar eşlik edeyim.”

“Eve gideceğim. Çok teşekkürler.”

Kapıya geldiklerinde Ilgın ile Orkun tokalaşmıştı. Alize ise Ilgın’a sarılmış kulağına “Hayırlı işler” demişti. Bahçeden yürüyerek kendi evine doğru giderken “En hızlı nasıl çıkar Poyraz?” diye sordu.

“Onun yapmadığına dair şahit bulmamız lazım. Bu da o saat için çok zor ihtimal.”

“Ama o saatte orada başkaları da spor yapıyormuş. Bunu bana söylemişti. Hatta ‘benim gibi iki deli daha vardı ama benden yaşlıydılar’ demişti. Demek ki en azından iki şahidimiz var. Ben yarın Ankara’ya uçuyorum. O adamları bulacağım.”

“Sen hiçbir yere uçmuyorsun. Ben birilerini gönderirim.”

“Orkun. Çok sağ ol ama ben de gideceğim. Kocamı o delikten... Şey yani… Anladın işte. Kocamı kurtarmam lazım.”

“İnan bunu senin kadar olmasa da ben de istiyorum. O yemek şart oldu.”

“Bu akşam gayet iyi muhabbet ediyordunuz! O yemeğe ihtiyaç var mı gerçekten?”

“Tekrar bir araya gelmek için ve ağabeyi ile daha doğru düzgün tanışmak için var. Sen de arada tampon görevi görürsün. Eminim Poyraz Bey benim hakkımda çok kötü düşünüyordur.”

“Poyraz, pozitif biridir. İş ortamı hariç asla saldırgan değil. O yüzden rahat ol. Yine de o yemeği zaten borçlu olacağım sana. Hadi git sen de dinlen. Yarın kim gidecekse bana da bildirir misin? Orada bulurum onları.”

“Anlaşıldı. Kesin kararlısın gitmeye.”

“Kesinlikle.”

“O zaman yarın birlikte gidelim. Ne kadar çabuk gidersek o kadar iyi.”

“Çok sevindim. Çok teşekkür ederim.”

“Ben teşekkür ederim. Poyraz Bey de Ilgın da çok şanslı.”

“Ben de şanslıyım. Öğleden sonra uçalım. Ailemle görüşmem lazım. Merak ederler yarın gazeteleri okuyunca. Zaten neler yazılacağını tahmin etmek bile ürkütüyor beni.”

“Aldırma. Suçluyu bulunca hepsi bir anda değişir.”

“Sen de inanıyorsun artık kocamın suçsuzluğuna!”

“Evet, tuhaf ama gerçekten inanıyorum.”

“Teşekkürler. İyi geceler.”

“İyi geceler.”

Alize, eve girdiğinde telefonu çalıyordu. Hemen cebinden çıkarttığında ekrana bakmasına bile gerek olmadan açtı ve konuşmaya başladı. “Senin hakkında konuştuk canım.” dediğinde karşısındaki Ilgın’ın nefesini bıraktığını duydu.

“Alize, anlat çabuk.”

“Ooo bu ne merak. Kızım benim kocam hapiste. Ben zor durumdayım. Senin aklın fikrin gönül işlerinde!”

“Doğru söylüyorsun. Üstelik daha babamı toprağa vereli ne kadar oldu? Ben nasıl böyle saçmaladım Allah’ım.” Ilgın'ın keyifsiz sesi gelince takıldığı için pişman olmuştu bile.

“Ilgın, şaka yapıyorum. Bildiğim tek şey var. Kalp kendi başına çalışıyor. Hiçbir şeyi, yere zamana göre sıraya koymuyor. En çok sevdiği de olur olmaz zamanda aşk okları yollamak. Orkun da senden çok hoşlandı. Başarılı bir genç ve sağlıklı bir erkek! Daha ne olsun? Üstelik o kadar genç yaşına rağmen birim amiri olmuş bile. Cinayet masasında o kadar hızlı yükselmek için iyi iş çıkartmak lazım. Böyle bir adam da sana karşı boş değilse? Bize ne yapmak düşer? Susmak düşer!”

“Öyle mi diyorsun? Kendimi kötü hissettim bir an!”

“Hissetme. Poyraz bunu çok iyi anlar. Baban da bu durumu anlayacak insandı. Baban anneni çok sevmiş. Poyraz da aşkı biliyor!” cümlesi kendisini bile kızartmıştı.

“Evet, ağabeyim âşık. O kadar belli ki. Önceki kız arkadaşları ile hiç böyle değildi. Şey… Yani sen de gazetelerden falan biliyorsun değil mi? Pot kırmadım umarım.”

“Biliyorum canım. Ama senden bunları duymak beni daha da rahatlattı.”

 “Benim de içim rahatladı. Hadi uyu artık.”

“Ben yarın annemlere gideceğim. Sonra ufak bir işim var belki bir ya da iki gün eve gelmeyebilirim. Merak etmeyin. Cep telefonum hep açık olacak. Annene de söylersin. Ben unuttum söylemeyi. İyi geceler.”

Alize, gerçekleri tam olarak söylemese de merak etmeyecekleri kadar açıklama yapmıştı. Gecenin geri kalanında deliksiz uyudu. İçi rahattı. Kocası en kısa sürede yanında olacaktı. Hisleri yine iş başı yapmıştı. 

Sabah, kahvaltısını yapıp evden çıktı. Diğer evlere uğramadan hemen arabasın atlayıp, kaçar gibi gazetecilerin önünden geçti. Kimseyle konuşacak hali yoktu. Ailesinin evine geldiğinde annesi telaşlı babası sakindi.

“Alize, nedir bu olanlar kızım? Poyraz’ı nasıl tutuklarlar?”

“Anne, inan bu prosedür. Delil yok ellerinde. Tek olan Poyraz’ın aynı saatlerde koşuya çıkmış olması. Sina beyin oda telefonundan ve cep telefonundan yaptığı görüşmeleri inceleniyor. Çünkü gerçek katilin o saat için orada bulunmasını istemiş olması lazım. Aksi halde biri zevk için öldürmüş demektir. İşte o zaman işimiz zor. Ama görüşmeler incelendiğinde ipucu bulacağımızdan eminim. Sizler rahat olun. En kısa sürede çıkacak Poyraz hapisten.”

“Sen öyle diyorsan!”

“Anne, inan korkulacak bir şey yok. Hem polis işin üstüne çok özenle eğiliyor.”

“Umarım sen haklı çıkarsın.”

“Baba, ben arabayı garaja bıraktım. Seninki ile havaalanına bırakır mısın? Gazeteciler takip etti. Ankara’ya gitmem lazım ama izlemelerini istemiyorum.”

“Neden Ankara’ya gidiyorsun?”

“Aklımda bir şeyler var. Eğer işe yararsa yarın akşama bile Poyraz çıkabilir.”

“Kızım sen ne anlarsın bu işlerden. Bırak polis halletsin.”

“Anlamam zaten. Yanımda o yüzden sivil polis olacak. İçiniz rahat olsun. Benimki sadece kendimi boş oturuyor hissetmemek için.”

“Tamam, ama dikkatli ol. Gerçekten zevk için öldüren biri ise sen de tehlikedesin demektir.”

“Hiç sanmam öyle bir cinayet olduğunu.”

“Dikkatli olun da bir de sizlere üzülmeyelim.”

Alize, uçak saatine yakın bir zamana kadar annesi ile kaldı. Hatta uzunca bir süre camın önünde oturdu. Karşılıklı kahve içtiler. Sonra da annesine, kendi üstündeki bluzu verip saçlarını atkuyruğu yapıp, sabahtan beri oturduğu koltuğa oturttu. Mutfak kapısından garaja gitti. Babası da ön kapıdan garaja doğru yürüdü. Alize, arabaya bindiğinde ön koltukta yere çömeldi. Babası takip edilmediğini söyleyene kadar da kalkmadı. Annesi zaten koltuktan kalkmamış, kızının taklidini yaparak yarım saat kadar oturmuştu.

Ankara uçağına bindiklerinde Orkun da tedirgindi. Eli boş dönmek istemiyor ama sabahın o saatinde koşan kişileri göreceğinden emin olamıyordu. Yine de en az iki sabah orada olacaklardı. Alize ise daha rahat gözüküyordu. Bu kadının olaylara bakışına hayran kalmıştı. Son derece soğukkanlıydı. Hep olumlu taraftan bakıyordu. Böylesinin işi rast gider, diye düşündü. Yanılmıyordu da. Olayları çok zorlamayan oluruna bırakan ama tüm bu süreçte hep olumlu düşünen Alize, bu kez de şanslıydı. İçine doğanları yaşayacağına inanıyordu.

Ankara’ya indiklerinde neredeyse saat yedi olmuştu. Karınları aç olduğu için ikisi de odaya yerleşmeden yemek salonuna yürüdü. Aynı katta karşılıklı iki oda tutmuşlardı. Komi bavullarını çıkartırken onlar da yemek seçmeye başladı. Alize o gün Poyraz’ı görmemişti ama bunun nedeni gazetecilere yakalanmamaktı. Gereksiz sorularla sinirini bozmak istemiyordu. Hatta gazeteleri bile okumamıştı. Saçma sapan yazıları okumak ne kazandıracaktı?

Orkun ile yediği akşam yemeği keyifli geçmişti. Hoş sohbet bir gençti. Üstelik başarılı bir geçmişi de vardı. Orkun, Ilgın hakkında konuşmak istiyor ama bir türlü lafı getiremiyordu. En sonunda Alize, “Bu hafta bu iş biterse hemen ertesi akşam bana geleceksin yemek için. O yüzden ne kadar çabuk halledersek o kadar iyi sanırım.” Diyerek kapıyı açtı. Orkun da o kapıdan girip Ilgın hakkında sorular sormaya başladı. Aslında Alize de çok yakından tanımıyordu. Ama yine de elinden geldiğince yanıtladı. Sonra da en sevdiği konudan konuşmaya döndü yine. Poyraz’dan…

Sabah 5.30 da saati çaldı. Hemen kalktı ve karşı odayı aradı. Orkun uykulu sesle “Kalktım” dedi. Yarım saat sonra ikisi de koruluktaki koşu parkurundaydı. Üstlerinde eşofmanları ile ısınma hareketleri yapıyorlardı. Aslında koşmaya gelmemişlerdi ama dikkati çekmemek için spor yapacaklardı. Bir süre sonra kendileri gibi spor için gelmiş bir kadın gözüktü. Bu olamaz dedi Alize. Poyraz ona iki erkekten bahsetmişti. Kısa bir beklemenin ardından bir genç erkek koruluğun ucunda gözüktü. Yanlarına yaklaştığında Orkun, kısaca selam verip kendini tanıttı. Sonra da cinayet gününü anımsatıp, o sabah burada kimleri gördüğünü sordu. Günü zor bela anımsasa da sabah kimlerle karşılaştığını anımsayamadı. Yine de düşüneceğini ve bir şey anımsarsa kendilerine ulaşacağını söyledi. Orkun hemen kartını verdi. Alize ise adama “Anımsamanızı istediğimiz erkek gerçek gri gözlü. Hep de gri eşofman giyer. Belki bu bilgiler yardımcı olur.” Dedi. Kafasını sallayıp uzaklaşan adamın ardından baktılar.

“Umutsuz vaka!”

“Dur bakalım. O sabah koşan yaşlı erkekleri görenleri ya da tanıyanları bulabiliriz sanırım”

“Umarım.”

“İlk defa kötümser mi görüyorum seni?”

“Asla! Ben kötümser olmam. O hatayı bir kere yaptım. Poyraz’ı kaybetme tehlikesini kendi karamsarlığım yüzünden yaşıyordum. Şimdi ise içime doğan bir his yüzünden öyle konuştum. Bu sabah biraz boşa geçecek gibi geldi bir an.”

“Altıncı hissin kuvvetli midir?”

“Bazen! Yok… çoğu zaman.”

“Anladım. Eh o zaman bugün bir şey çıkmazsa asla üzülmeyeceğim.”

“Anlaştık. Yarın sabah işlem tamam.”

İki saate yakın aynı noktada bir aşağı bir yukarı yürüdüler. Her yeni gelen sabah sporcusuna aynı şeyleri sordular. Ama kimisi o sabahı anımsamıyordu. Kimisi de o erkeği.
“Ya benim kocam anımsanmayacak adam mı? Allah Allah. Eminim bu erkekler kıskançlıktan öyle diyorlar.”

“Alize, çok komiksin. Belki de o adamlar Poyraz Beyle hiç karşılaşmadılar.”

“Ya sen de kocama Poyraz de. Sonra korkarsın ondan! Ama biz bizeyken komik oluyor ondan bey diye bahsetmek.”

“Korkmam lazım mı?”

“Eee kız kardeşi ise konu, korkman lazım!”

“Teşekkür ederim içimi ferahlattın.”

En sonunda açlıktan karınları guruldayarak otele döndüler. Alize dizüstü bilgisayarını yanında getirmişti. Bağlantı kurup işleri lobiden yapmaya karar verdi. Aynı şekilde Orkun da bilgisayarını açmış, akşamdan beri gelen mesajlarını kontrol ediyordu. Bir süre sonra ikisine de miskinlik çökmüştü. Uyumak için odalarına çıktılar. Akşamüstü ilk aşağı inen Alize oldu. Uyku mahmurluğunu atmak için koyu bir kahve aldı. İşine geri döndü. Bir sürü mektup yanıtlamış, bu haftaki sayıya yetiştirmişti. İsmet Beye telefon açmadığını anımsadı. Hemen arayıp konuyu anlattı. İsmet Bey gazeteleri okumuş ama elbette inanmamıştı. O da tanıdıklarını devreye sokmuş Poyraz’ın içeride rahat etmesi için elinden geleni yapmıştı. Alize’nin Ankara’da olduğunu öğrenince de bol şans dilemişti. Mürüvvet teyzenin de selamı var, diye ekleyip kapatmıştı telefonu. Sonra Ilgın’ı aradı, Alize. Daha fazla gizlemek istememişti. Hem de onun soruları varsa sormak için de iyi fırsattı. Tam Ilgın ile konuşmaya başladığında Orkun asansörden çıktı. Alize gözü ile takip ederken telefonla konuşmaya devam etti.

“Canım, ben Ankara’dayım.”

“Ankara’da mı? Ne işin var orada?” Ilgın’ın sesinde gerçek bir merak vardı. Ağabeyi hapisteyken yengesi Ankara’ya cinayet mahalline mi gitmişti?

“Gülmeyeceksen söylerim.”

“Gülmem.”

“İz peşindeyim.”

“Bir dedektifliğin kalmıştı. Ne izi?” tahminleri doğru çıkınca gülmeye başladı.

“Poyraz’ı o sabah gören birilerini bulmaya çabalıyorum.”

“Ciddi misin? Keşke beni de alsaydın yanına!”

“Annenin yalnız kalmaması için almadım.”

“Sen tek başına ne yapabilirsin ki?” Asıl sormak istediğini soramıyordu.

“Sağ ol, ne kadar güveniyorsun bana!”

“Yok, öyle demek istemedim. Yani anladığın bir konu değil, demek istedim.”

“Biliyorum canım, sana takılıyorum.” Bu arada Orkun yanına gelmişti.

“Üstelik tek de değilim, başarılı bir birim amiri bana yardımcı oluyor.” Ilgın telefonun ucunda derin bir nefes alınca Alize gülmeye başladı. Orkun da karşısındaki koltuğa oturmuş konuşmayı dinliyordu.

“Orkun mu yanında? Ciddi misin?”

“Elbette ciddiyim. Bak telefonu istiyor veriyorum.” Oysa Orkun’un öyle bir talebi olmamıştı. Aklından geçirmiş ama söze dökememişti. Alize’nin altıncı hissi gerçekten kuvvetliydi. Telefonu eline aldığında önce ne diyeceğini şaşırdı. Sonra selamlamayla başlamaya karar verdi.

“Ilgın Hanım, nasılsınız?” Sesi mi titremişti? Kendini toparlamak için yutkundu. Alize’nin onu izliyor olması da işleri zorlaştırıyordu.

“Teşekkürler Orkun Bey. Siz nasılsınız? Hafta sonu tatilinizde de bizim için çalışıyor olmanız ne hoş.”

“Hafta sonu tatilimi önceki akşam işimi iyi yapmamı isteyen bir bayan bu hale getirdi!” ‘güzel bir bayan’ diyecekti ama utanmıştı.

“Özür dilesem bir anlamı olur mu?”

“Özür dilemekle olmaz. İstanbul’a dönüşte yeniden konuşuruz bunu.”

Ilgın, duyduğu sesle mutlu olmuş, o sesteki görüşme isteğini duymak heyecanlandırmıştı.

“Elbette, bekliyorum telefonunuzu.”

 “Şimdi yengenize veriyorum. İyi günler.”

Aslında geri vermek istemiyordu ama kendi telefonu çalmaya başlamıştı. Alize, karşıdan gelen Ilgın’ın “İnanamıyorum, o da benden etkilenmiş” sözlerine gülümsedi.

 “Dememiş miydim? Demek çok hoşuma gider biliyor musun?”

“Alize, şu işler yoluna girsin, dile benden ne dilersen?”

“Ooo ödül büyük.”

“Sus ya anlayacak.”

“Yok, anlamaz, telefonu çaldı ciddi bir konuşma yapmaya başladı.”

“Alize, bir şey isteyebilir miyim?”

“Elbette canım.”

“Eğer, bir bayanla… Şey yani özel bir bayanla konuştuğunu falan anlarsan bana söyle olur mu? Tahammül edemem kandırılmaya.”

“Kesinlikle haberin olacak.”

Vedalaşıp telefonu kapattıktan sonra son konuşma için Aslı’yı tuşladı.

“Kızım sen neredesin? Saatlerdir telefonun kapalıydı. Şimdi de meşgul. Artık pabucum dama atıldı, demek bile fazla. Hepten unutuldum.”

“Aslı’m, canım. Seni unutmam mümkün değil ama gazeteleri okuduysan ortalık toz duman.”

“Okuduğum andan beri defalarca kez aradım. Tabii bizim evdeki tembel gazeteyi öğlen alınca ben de çok geç haberdar oldum. Anneni aradım. Mutlaka haberleri vardır dedim. Onlar olmasa kafayı yerdim. Ankara'ya gitmişsin! Nedir son durum?”

“Hayatım, sen dertlenme. Ben o kocayı hapislerde çürüsün diye almadım. En kısa sürede çıkartacağım.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder