1 Mayıs 2015 Cuma

Alize & Poyraz 31. Bölüm

Sabah, morgdan cenazeyi almaya birlikte gittiler. Cenaze arabasının havaalanına kadar taşıdığı cenaze orada yetkililere teslim edilmişti. Ankara polisi dosyayı kapatmıştı. Resmi yazışmalar zaman alsa da deliller intiharı destekleyici nitelikteydi. Sina Kurt, kendi ruhsatlı tabancası ile intihar etmişti.

İstanbul’da başka bir cenaze arabası onları karşıladı. Poyraz, Alize’nin isteğine uydu. İlk önce adli tıbba gittiler. Alize gerekli her şeyi Ankara’dan telefonlarla halletmişti. Alp’in eşi Aylin’in babası adli tıpta çalışıyordu. Ankara’da yapılan otopsinin sonuçları henüz çıkmamıştı. İstanbul’da da hemen otopsi yapıldı. Tüm yetkililer devreye sokulmuş, birkaç saat içinde her şey olup bitmişti. Son rapor daha geç gelse de en hızlı sonuç alınan alkol, uyuşturucu, zehir gibi araştırmalar yapılmış, balistik sonuçları beklenirken de silahın ateşlenme açısı ölçümleri tamamlanmıştı. İlk görüntüler Ankara’daki sonuçlara çok yakındı. Aylin’in babası Hasan Bey, Ankara’dan, aracın tüm resimlerini istemişti. Kendi sonuçları ile arabanın konumunu karşılaştıracaktı. İşlemler bittiğinde cenazenin ikindiden sonra gömülebileceği netleşmişti.


Neslişah Hanım ile ilk karşılaşma herkes için çok yıkıcı olmuştu. Bir günde on yaş ihtiyarlamıştı o neşeli kadın. Gözleri kıpkırmızı, ağlamaktan şişmişti. Alize, bir gün bu halde olabileceğini düşündü. Sonra da kaderin ne yazdığını bilmediğini… Ya o önce ölürse? Poyraz, geride kalan olursa? Ya bir kazada hayatlarını birlikte kaybederlerse? Bilinmezi düşünüp hayatını karartmayacaktı. Tek bir gün bile olsa yaşayacak ve mutlu olacaktı. Buna kimse engel olamazdı’ Kendisi bile!

Nur Hanım da kıpkırmızı gözleri ile eltisinin kolundaydı. Baki Bey ise uzaklara dalıp giden bakışlarıyla sanki o kalabalığın içinde değilmiş gibiydi. Kuzenleri eşlerinin yanında amcalarına son vazifelerini yapıyordu.
Tüm iş camiası cenazedeydi. Çok kalabalık bir topluluk önce camide sonra da mezarlıkta aileyi yalnız bırakmadı. Ilgın ve annesinin gözyaşları hiç durmadı. Kısa süre önce tanıştığı ama çok sevdiği kayınpederinin ardından Alize de çok gözyaşı döktü. En acısı da toprağa verildiği andı. Poyraz babasını toprağa koyarken Neslişah Hanım fenalık geçirince Ilgın ve Alize kadını hemen uzaklaştırdı.

“Buna nasıl dayanılır? Bu acıya nasıl dayanılır?” sözlerinden başka bir şey dökülmüyordu dudaklarından. Alize hafif bir sesle “Güzel günleri, mutlulukları düşünerek” dedi. Haklıydı. Tek dayanak güzel anılardı.

Cenazedeki kalabalığın ve akrabaların bir kısmı dua için eve gelmişti. Korkunç bir koşuşturma vardı. Alize ve annesi de yardım etmek için koşturanlardandı. Aslı ile Ercan da mezarlığa gelmiş sonra da evdeki gruba katılmıştı. Dostlar kötü günlerinde de yalnız bırakmamıştı onları.

O gece eve döndüğünde annesi ile bir konuşma yaptı Alize. Çünkü Suzan Hanım, cenaze evinde Kurt ailesinin erkeklerinin başındaki laneti duymuştu. Kızı ile bu konuyu konuşmuş, Alize’nin kesin tavrından sonra susmaya karar vermişti. Kızı tek bir gün bile mutlu olacağı bir erkeği bırakmak istemiyordu. Aşkı bilen bir yüreği vardı Suzan Hanımın. Kızını anlıyordu. Hayatın neler getireceğini bilmeden yaşamıyor muyduk? İşte o da bu belirsizliğin içinde sayılı mutlu günleri yaşamak istiyordu. Kızından bunu alamazdı. “Umarım, bu vericiliğin ile üzülmeden mutlu yaşarsın.”

“Yaşayacağım”

Cuma günü Alize, sabah erkenden Poyraz’ı aradı. “Günaydın canım. Ev müsait mi? Gelebilir miyim?”

“Gelebilirsin tabii ama bekle şoför alsın seni.”

“Gerek yok. O size lazım olur bugün. Annen mezarlığa gitmek isteyecektir.”

“İstedi bile. Birazdan çıkacaklar. Sen gelir misin o zamana kadar?”

“Gelirim. Kapat hadi.”



Alize kapıyı çaldığında aradan kırk dakika geçmişti. Beklemişlerdi onu. Neslişah Hanımın yanına gidip sarıldığında “Ah güzel gelinim, acımızın arasında hiç aklıma gelmedi. Yarın sizin düğününüz var. Nasıl yapalım?”

“Anne, ben düğün ile ilgili her şeyi iptal ettim. Daha sonra karar veririz gününe. Sen bunları dert etme.”

“Poyraz, duydun mu neler diyor?”

“Biliyorum anne. Haklı da, dert etme. Biz sonra yaparız düğünümüzü.”

“Nikâh gününüz alınmıştı. Nikâhınız kıyın bari.” İkisi de birbirine baktı. Bu hiç akıllarına gelmemişti. Bu kadar acının içinde nikâh kıymak doğru muydu?

“Anne acelesi yok. Sen kendini iyi hissedince hepsini yeniden düzenleriz.”

“Ben yarın nikâhınız kıyılırsa daha iyi olurum. Baban sizin ayrı kalmanızı istemezdi. Çok seviniyordu oğlunu evlendireceği için.”

Alize, hem aklında hem kalbinde tartıyordu. Çok kişi önce nikâh yapıp sonra düğün yapıyordu. Neden olmasın, dedi. Poyraz’a baktı. O da aynı düşüncelerle kendisine bakıyordu. “Basından ve taziyeye gelenlerden gizli nasıl olacak?”

“Memuru buraya çağırırız. Nasılsa salona gelecekti. Üst kattaki odalardan birinde kıyılır. Böylece kimse de ne olduğunu anlamaz. Siz de ayrı kalmak zorunda kalmazsınız. Bir de bununla üzülmem ben de.”

“Anne emin misin?”

“Poyraz, inan çok eminim oğlum. Alize böyle oldu-bittiyi hak etmiyor ama ayrı kalmayı da hak etmiyor. Değil mi ki o tek kelime etmeden her şeyi iptal etti. Benim için bundan daha büyük bir saygı olamaz. O da en iyisini hak ediyor. Günü geldiğinde muhteşem bir düğün yapacağım gelinime. Şimdi, artık bu haberi babana da verelim. Ona kırgın olmadığımızı bilsin. Hadi çıkalım.”

Neslişah Hanım bir gün önceye göre çok daha iyiydi. En azından arada bir gözyaşları duruyordu.

Yolda Alize annesini ve Aslı’yı aradı. Cumartesi günü ile ilgili değişikliği söyledi. Annesi şaşırsa da dünürünün anlayışlı halini memnuniyetle karşıladı. Kocasını arayıp haber verdi. Ertesi gün kızları evleniyordu!

Daha sonra mezarlığa gidene kadar arada hıçkırık seslerinden başka bir konuşma olmadı. Herkes kendi düşüncelerine dalmıştı. Beykoz sırtlarındaki mezarlığa geldiklerinde Alize artık şüphelerinin arttığını hissediyordu. Oğlunun düğünü için hazırlıklarını yapan bir baba neden düğünden üç gün önce intihar etsin? Bu hastalık olamaz. Ya tehdit ediliyordu ya da kimsenin bilmediği büyük bir sırrı vardı. Tüm bunları araştıracaktı. Kendisine yardım edecek kişileri de tanıyordu.
Mezarlıkta kısa dualarının ardından, bir süre Neslişah Hanımı yalnız bıraktılar. Ilgın ve Alize, Poyraz’ın iki yanındaydı. Onlara baktıktan sonra ikisine birden sarıldı. “Sizleri çok seviyorum.” dedi.

Ilgın ıslak gözlerini kaldırıp önce abisine baktı. Sonra yengesinin yüzüne baktı ve yeniden abisine döndü, “Biz de seni çok seviyoruz” dedi. Tekrar yengesine baktığında yüzünde oluşan tebessüm Alize’yi de gülümsetti. Acı olaylar insanları daha çabuk yaklaştırıyordu. Neslişah Hanım yanlarına geldiğinde üçü hala sarmaş dolaş duruyordu.

“Hadi çocuklar gidelim. Babanıza yarın nikâhınız olduğunu anlattım. Şimdi de dünürümle konuşmam lazım. Böyle apar topar olduğu için bizi affetmesini isteyeceğim.”

“Elbette bize gidelim ama affedilecek bir şey yok. Bu sizi ve babamı mutlu edecekse, benim ailem de mutlu olur.”

“Benim de tek kızım var. Onun düğününün nasıl olmasını istediğimi biliyorum. O yüzden annen söylemese de hayal kırıklığı yaşıyordur. Hadi gidelim hem kahvesini içelim hem de gönlünü alalım.”

Alize, eve haber verip geleceklerini bildirdi. Annesi memnun olmuştu. Kısa oturup hemen dönmek zorundaydılar. Mezarlık ziyaretinde oldukları düşünüldüğünden uzun kalmaları mümkün değildi. Annesi dünürünü kapıda karşıladı. Poyraz’ı da öptükten sonra Ilgın’a sarıldı. Kahve suyu kaynamıştı. Yanına kurabiyelerden de koyup servis yaptılar. O sırada Neslişah Hanım da özürlerini diliyor, neden böyle bir nikâh istediğini açıklıyordu. Suzan Hanım, anladığını ve üzülmemesi gerektiğini söylediğinde, kayınvalidesinin yüzünün rahatlaması, acılı kadına daha yakın hissetmesine neden olmuştu, Alize’nin.
Eğer düşündükleri doğru ise belki de üzüntüsü çok daha fazla hafiflerdi.

Poyraz, yanında oturan kadına baktı. Yarın karısı olacaktı. ‘Yarından sonra ölüm bizi ayırana kadar, benim olacak’ diye düşünüyordu. Elini tutup yavaşça sıktı. Sonra yeniden bıraktı. İki annenin önünde üstüne tuhaf bir utangaçlık çökmüştü. Kimsenin, kendi annesinin bile, Alize hakkında, ona olan duyguları hakkında kötü düşünmesini istemiyordu. Kahveleri biter bitmez kalktılar. Alize de onlarla gitti. Orada daha çok ihtiyaç vardı kendisine. Tüm hafta izinliydi zaten. İsmet Bey, çok yakın arkadaşını toprağa vermenin üzüntüsünü yaşıyordu. Alize’nin de o evin gelini olması nedeniyle izin süresini uzatmıştı. Zaten Alize bulduğu fırsatlarda yazılarını hazırlayıp dergiye gönderiyordu. Son konuşmalarında Mürüvvet Hanım ile akşam geleceklerini söylemişti.

Alize, Poyraz’a, İsmet Beye, nikâhı haber verip vermeyeceğini sordu.

“İsmet Amca, haberi olmazsa beni yeğenlikten siler. Ona söyleyelim.”

“Bizi anlar değil mi?”

“Evet, en iyi o anlar. Yıllar önce şehrin göbeğinde kız kaçırmış adam o.”

“İsmet Bey mi? Neden?”

“Kayınpederinin sağcı, kendisinin solcu olması yüzünden! Eskiden çok daha fazlaydı iki tarafın birbirine üstünlük sağlama çabası! O dönemde karısını babasından istemiş, o da ‘Benim solcuya verecek kızım yok’ deyince Mürüvvet teyzeyi, alışveriş yaparken kaçırmış. Benim fikrimce Mürüvvet teyze planlamıştır o kaçma işini.”

“Haklı olabilirsin. Var o kadında dominant bir taraf. Dur ben biraz ders alayım ondan.”

“Sakın ha! Senin o millete kök söktüren İsmet Bey’in evde süt dökmüş kedi gibi. Beni de ona benzetirsin sonra.”

Onlar konuşurken kapı da devamlı çalıyor, taziye için gelenler ya da taziye telgrafları iletiliyordu. Elbette aralıksız çalan telefonlar tüm konuşmaları birkaç kez bölüyordu. Evdeki hizmetliler her şeye koşturuyorlardı. Poyraz bir ara tüm bu karmaşadan bunaldı. “Çıkalım buradan, evimize gidelim.” dedi. Alize, ‘evimiz’ kelimesini çok sevdiğini hissetti. Orası onlarındı. “Gidelim, canım.”

Poyraz, eve girer girmez bara gidip kendisine viski koydu. “Sen ne içersin?”

“Alkol almayacağım. Kendime kahve yapıyorum.”

Poyraz, bir dikişte kadehtekini bitirip, “Bana da yap kahve o zaman.”

“Sıkıntın ne Poyraz? Söyle bana.” Poyraz derin bir nefes aldı.

“Bak, bunu daha önce konuştuk ve bir karara bağladık ama benim içim rahat değil. Yarın evleniyoruz. Bu evlilik çocuksuz bir evlilik olacak. Tek bir gün bile benimle evlendiğin için pişman olmanı istemiyorum. Bunu hissettiğim an yıkılırım. Lütfen kendin için en doğru kararı ver.” O karardan korkarak devam etti. “Eğer, yapamam dersen seni anlarım. Üzülürüm ama kırılmam. İki büyük sorunum var ve bu iki sorun da seni çok üzecek şeyler. Yol yakınken kararını değiştir dilersen.”

Alize, ocağın başında nefes almadan dinliyordu. Sevgide tereddüt olmuyordu. Alize, ne sevgisinden ne de kararında şüphe duymuyordu. Ama Poyraz’ı bu konuda sonsuza dek susturmalıydı.

“Sana bu konuda son kararımı açıklıyorum. Konuyu açtığın iyi oldu. Nasıl söyleyeceğimi bilemiyordum. Haklısın. Senin iki önemli sorunun var. Birincisi aile laneti dediğin konu! Diğeri de çocuk sahibi olmak istememen. Tüm bunları defalarca kez düşündüm.”

Poyraz’ın rengi atmıştı. Ellerini sıkmaya başlamış, eklemleri beyazlamıştı. Burun delikleri hızla açılıp kapanıyordu. Oh olsun sana, dedi içinden. Vakit geçtikçe soğuk terler dökmeye başlamıştı. Alize bir süre ona baktı ve sustu.

“Kararın ne Alize?” Sesi o kadar çatallıydı ki zor anlaşılmıştı sorusu.

“Kararım… Bu konuyu bir kez daha açarsan, kaç yıllık evli olduğumuza aldırmam seni boşarım.”

“Ne?” doğru mu duymuştu? Evleneceklerini ve bir daha bunları konuşmaya gerek olmadığını söylüyordu yani?

“Duydun. Bu konu konuşuldu ve kapandı. Benim en ufak bir tereddüdüm yok.”

Poyraz tuttuğu soluğunu bıraktı. “Ömrümden ömür gitti. O kadar korktum ki beni terk edeceksin diye!”

“Hak ettin korkmayı. Sen beni bırakmadığın sürece seni bırakmam. Eğer senin tereddüdün varsa şimdi söyle. Yoksa sonsuza kadar sus.”

 “Ben başıma nasıl bir bela sardım? Tüm yönetim kurulu karşımda el pençe duruyor, ortaklarımın çoğu bakışımdan korkuyor, evlenmek için kendimi paraladığım kadın beni parmağında oynatıyor.” Sesi şimdi mutlulukla çınlıyordu.

“Daha yeni başladım hayatım. Sana neler edeceğim, göreceksin.”

“Sabırsızlıkla bekliyorum. Hatta şimdiden yapacaklarınızın demolarını görmek isterim.”

“Kahvem var, bitirmeden olmaz. Akşam için ne yemek istersin?”

“Seni”

“Hop yavaş beyefendi! Beni yarın akşamki mönü de bulacaksınız. Şimdi soruma yanıt alayım.”

“Şimdi yemek düşünemeyeceğim.”

“Öyle mi? Pekâlâ, acıkınca ne istediğinizi söyleyin, gereksiz kibarlıklara lüzum yok.”

“Alize iyi misin?”

“Elbette. Anımsamadın mı?”

“Neyi?”

“Bana ilk gün büronda aynen böyle demiştin.”

“İnanmıyorum sana. Bunu unutmayacak kadar çok mu kızmıştın?”

“Unutmama nedenim kızmaktan ziyade senden çok etkilenmek olmalı. Yoksa bir sürü densiz var senin gibi! Ama ben hiç birinin lafını iade etmek için kıvranmamıştım.”

“Aramızda yaşanan her şey bugünler içinmiş. Geçmişi boş ver artık. Gel evin son haline bak. Senin eşyaların da yerleştikten sonra daha da güzel oldu ev.”

“Biliyorum son halini.”

“Bilmiyorsun.”

Elinden tutup üst kattaki yatak odasına çıkartmıştı.

“Burayı gayet iyi biliyorum hem de.”

“İnan aşkım bilmiyorsun.”

Odaya girdiğinde ilk gözüne çarpan yatağın başucundaki resim oldu. Teknede dans ederken birbirlerine bakışlarını yakalamıştı o fotoğraf. Böyle bir poz vermemişlerdi.

“Nasıl?”

“Suat çekmiş cep telefonuyla. Daha o zaman nasıl bakıyormuşuz birbirimize? Geçen gün e-posta ile ulaştırdı bana. Ben de çerçevelettim.”

“Çok güzel.”

“Güzel olan sensin. O gece beni mahvetmiştin. Faruk’u da suya atmak için ölüyordum.”

“O gece ben de mahvolmuştum. Şimdi ise aynı derece mahvoluyorum. Hadi çıkalım bu odadan.”

“Öpmeden olmaz.”

Aşağıya inmeleri çok uzun sürdü. Ayrı geçecek son geceydi. Yine de defalarca kez öpüşmenin, her öpüşmede o yatağa biraz daha yaklaşmanın verdiği tat anlatılır gibi değildi. Bir gün sonra ise uzaklaşmalarını gerektiren hiçbir şey olmayacaktı aralarında. Hava bile giremeyecekti aralarına!

İki sevgili diğer evdekilerin kendilerine ihtiyaç duyacaklarını düşünüp evden çıktılar. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder