1 Mayıs 2015 Cuma

Alize & Poyraz 30. Bölüm

Alize, telefonun ucunda donmuştu. “Nasıl? Ne diyorsun? Kalp krizi mi?” Ne diyeceğini şaşırmıştı. Dün akşam babası hakkında konuşmuşlardı. Sabah ise ölüm haberini veriyordu. Bu nasıl olabilirdi?

“Kendini öldürmüş, Alize.”

İşte bunu beklemiyordu. Ailenin laneti yine iş başı yapmıştı.

“Nasıl? Nasıl öldürmüş?”

“Sabah neden olduğunu bilmediğim bir nedenle otelden çıkmış. Kiraladığımız araba ile otelin arkasındaki koruluğun güney tarafına geçmiş. Orada arabasının içinde kendini vurmuş.”



“Poyraz, çok üzgünüm canım. Başın sağ olsun. Bu durumda ne söylenir bilemiyorum. Yanına geliyorum canım.”

“Gelmene gerek yok,. Yarın cenaze ile dönüyorum.”

“Geliyorum ben. Hatta odamdan çıktım bile. Birkaç saat sonra yanındayım. Annenler ne yapıyor?”

“Annem sinir krizi geçirmiş. Doktor sakinleştirici yapmış. Ilgın da onun yanında. Sen Özcan’a ulaş. O da geliyor. Birlikte gelin.”

Alize, telefonu kapatıp hemen Aslı’yı aradı. Düğünün iptali ile ilgili tüm işlemleri Aslı halledecekti.

“Kaderimiz bile benziyor canım arkadaşım. Benim düğünüm de bir cenaze ile ertelenmişti. Ama üzülme hayatım, Poyraz daha çabuk atlatacaktır. En uygun zamanı bulur yeniden düğün yaparsınız.”

Alize’nin şu an en son derdiydi düğün. O sevdiği erkeğin acısını paylaşmak istiyordu.
Annesini arayıp haber verdiğinde annesi de hemen iptallerle ilgili kendi akrabalarını aramaya başlamıştı. Üçüncü telefon Özcan’aydı. Gidişi ayarlamışlardı. İsmet Bey, Ankara’ya gitmeyecek İstanbul’da Baki’ye yardımcı olacaktı. Bir saat içinde neredeyse tüm organizasyonlar yapılmıştı. Alize, Özcan ile havaalanında buluştu. İkisinin de yüzünde aynı ifade vardı. Çok fazla konuşmadan Ankara’ya indiler. Otele kadar olan yolda ikisi de susuyordu.

Alize, danışmaya Poyraz’ın nerede olduğunu sordu. On birinci kattaki odasına ulaştığında Özcan da yanındaydı. Poyraz kapıyı açtığında iki gün önceki neşeli adamdan eser kalmamıştı. Alize’yi kollarının arasına alıp sımsıkı sarıldı. Sonra Özcan’ın baş sağlığı dileğini kısaca el sıkışarak kabul etti. Odada iki kişi daha vardı. Sivil polisler Poyraz’ın telefon bilgilerini almış, son birkaç soru daha sormuştu. Holdingin genel durumu ile ilgili soruları dürüstçe yanıtlamıştı. İntihar nedenini açıklığa kavuşturacak bilgiler edinmek için yapılan gayri resmi sorgu bittiğinde ikisi de baş sağlığı dileyip odayı terk etti. Alize, bu süre içinde tek kelime etmemiş, sadece Poyraz’ın elini tutmuştu. Özcan ise bir köşede oturmuş görüşmenin bitmesini beklemişti.

Poyraz, Alize ile konuşmadan önce Özcan ile konuşmayı daha uygun buldu.
“Bu intihar holdinge bağlı borsadaki şirketleri etkileyecek. Bu aralar çok sağlam durmamız lazım. Ben birkaç gün işlerle ilgilenemeyeceğim. Bugünkü ihaleyi de biz aldık ama imza için süre talep ettim. Durumu makul karşılayacaklardır. Sen de gerekli evrakları al, hemen şirkete dön. Burada yapılacak bir şey yok. Cenazeyi yarın ben getireceğim. Ortaklıkla ilgili dosyalar bu çantada. Babama ait son imza o. Ama bu durumda o anlaşmanın kısa sürede yeniden yapılması gerekir. Yine de karşı taraf sesini çıkartmadığı sürece bu imzalarla işe başlayalım. İhalenin artılarını daha sonra onlarla masaya oturduğumuzda yeniden değerlendiririz.”

Poyraz gayet soğukkanlı konuşuyordu ama içindeki fırtına gözlerinden okunuyordu. Şu an sadece kendisini değil tüm ortakları ve çalışanları düşünmek zorundaydı. Babasının morgdaki bedeni kendi özeliydi. Ama holding çalışanları ve onların aileleri her şeyden önce geliyordu.
Alize, acısını içine gömerek talimatları ailenin damadına sıralayan nişanlısına baktı. Sadece elini biraz daha sıktı. Poyraz, kendi elini sıkıca kavrayan yumuşacık parmaklara baktı. Sonra bakışlarını yüzüne kaldırdı ve sadece gözleri ile ‘iyi ki yanımdasın’ dedi.

Özcan, evrak çantasındaki belgelere baktı. Birkaç soru daha sorduktan sonra yine kısaca el sıkışıp odadan çıktı. Üç gündür görüşmemiş olan nişanlılar baş başa kalmıştı. Alize, gözlerindeki yaşların akmasına engel olamıyordu artık. Sevdiği erkeğe sarılmış sadece “Çok üzgünüm aşkım” diyebiliyordu. Daha önce yakınını kaybetmemiş biri olarak sadece babası ölse neler hissedeceğini düşünmeye çalışıp Poyraz’ı anlamak istiyordu. Düşüncelerde bile korkunçtu baba kaybı. Bir süre sonra Poyraz’ın da ağladığını hissetti. Hiç sesini çıkartmadan durdu kollarında. Sonra, çok sonra yavaşça başını kaldırdı. O çok sevdiği yüze, o yüzdeki yaşların izlerine baktı. Yavaşça öptü o yaşları. “Seni seviyorum.” dedi kısaca.

“Ben de seni seviyorum. Sana bunları yaşatmaya hakkım yok Alize. Seni seviyorum ama olmaz. Bir gün, benim ölüm haberimle yıkılmanı istemiyorum. Benim yüzümden acı çekmeni istemiyorum. İstediğin an nişanı bozduğumuzu ilan ederiz.”

Alize, bunu bekliyordu. Poyraz’ın kendisinden vazgeçecek kadar çok sevdiğini biliyordu. Ama buna izin vermeyecekti. Poyraz’ın yaşayacağı her olumsuzlukta yanında olacaktı. Buna bugün ve şu an başlayacaktı.

“Annen, babanla birlikte mutlu olduğu günleri siler atar mıydı bu acıyı yaşamamak için?” Bir an sustu sonra devam etti. “Senin yanında kalacağım. Sensizliğin ölümden beter olduğunu bilecek kadar uzun zamandır seni seviyorum. Kendini iyi hissettiğin bir zamanda düğünümüzü yapacağız. O zamana kadar da birlikte mutlu olacağız. Şimdi sadece bana sarıl.”

Poyraz, Alize’nin kararlı yüzüne baktı. Bu kadar sevilmek için mutlaka iyi bir şeyler yapmıştı. Alize’nin gözlerinde katıksız bir aşk vardı. Yaşların arkasında sevgiyle parlayan gözleri ile destek oluyordu sevdiğine. Sımsıkı sarıldı sevdiği kadına. Huzur bulduğu tek yer olduğundan emin olduğu kollarda hayat buldu yeniden. Mis gibi kokusunu içine çekti. Saçlarına küçük öpücükler kondurup kulağına eğildi “Seni dünyalara değişmem aşkım. İyi ki hayatıma girdin. İyi ki beni sevdin.”

Saat dört olmuştu. Bu süreçte defalarca kez hem otel odasının telefonu hem de cep telefonu neredeyse susmamıştı. Boşluklarda da Poyraz bir yerleri arayıp talimatlar veriyordu. Alize ise bir ara kısa bir boşluğu fırsat bilip oda servisine yiyecek soğuk bir şeyler söyledi. Poyraz’ın o saate kadar tek lokma yemediğinden emindi. Yanılmıyordu. Yiyecekleri gören genç adam bir an yüzünü buruşturdu. Sonra ise Alize’nin bakışları ile karşılaşıp sandviçlerden birini eline aldı. Hayat devam etmek zorundaydı. Aç kalmanın artık babasına bir faydası yoktu.

Suzan Hanım ve Aslı birkaç kez aramış uzaktan da olsa destek olmuştu. Alize de Neslişah Hanım ile Çok güç bir görüşme yapmış baş sağlığı dileklerini iletmişti. Ankara’da olduğunu öğrenince hiç olmazsa oğlunun tek olmadığını düşünüp rahatlamıştı. Ilgın, hem abisi, hem de yengesi ile konuşmuş her iki konuşmada gözyaşlarıyla sonuçlanmıştı. Ilgın annesinden de kötü durumdaydı. Kızların babalarına olan düşkünlükleri hep söylenirdi zaten. Alize, ne söylerse söylesin üzüntüyü hafifletemeyeceğinin bilincindeydi. Sadece dinliyordu.

Telefonlar biraz azaldığında nişanlısının yanına gitti. Beline sarıldı ve başını göğsüne yasladı.
Poyraz, kendisine sarılan narin bedeni sımsıkı sardı. “İyi ki geldin. Sensiz ne yapardım?”

“Ben ne yaptım ki?”

“Yanımda olmanın ne kadar önemli olduğunu bilemezsin. Seni görene kadar bu acıya dayanamam gibi geliyordu. Şimdi ise dayanma gücü veren biri var yanımda.”

Sözü bittiğinde eğilip yavaşça öpmeye başladı o aklından çıkmayan dudakları. Öpüşlerinde şehvet yoktu. Onun yerine karşılıklı sevgi ve anlayış vardı. Yumuşak öpüşler ile bir süre camın önünde kaldılar. Sonra Alize, kollarından sıyrıldı.

“Hadi biraz uzan. Ben telefonlara bakarım. Dinlen. Yarın çok yorucu bir gün olacak.”

“Uykum yok.”

“Uyu demedim uzan dedim. Dinlen biraz. Ben de çalışayım. Dergiye yetişmesi gereken yazılar var. Tuş seslerinden rahatsız olmazsın umarım.”

“Dergiyi bir yana bırak bizim üç gün sonra düğünümüz vardı. İptal etmemiz gerekir sanırım. Kızar mısın?” Elbette kızardı. Ama düğün de bu durumda yapılamazdı ki. ‘gönlünü sonra alırım’ diye düşünürken,

“Sen onları düşünme. Kızılacak durum mu bu? İptal için gereken kişilerle görüştüm. Çoğu işi Aslı halledecek. Bu arada Ercan aradı. Şey… Nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum ama cenaze öncesi otopsi isteyip istemediğini sordu. Polis intihardan emin olduğu için sadece kurşunu çıkartıp balistiğe gönderirmiş. Sırf bu yüzden birçok cinayetin intihar adı altında kapandığını söyledi. Ercan beyin cerrahı ama en yakın arkadaşı adli tıbbı seçti. Dilersen bu konuyu düşün.”

“Neden böyle söyledin? Şüphen mi var?” Kendisinin vardı! Alize'nin de olması şaşırtmayacaktı kendisini.

“Hayır. Evet. Yani şüphe duyacağım bir bilgim yok ama sen kafanın tamamen rahatlamasını istemez misin? Anlattığın kadarıyla dün her şey çok güzelmiş. Baban neden durup dururken intihar etsin?”

“Dedem de aynı şeyi yaptı. Bir önceki akşam benim düğünümde oynayacağından bahsediyordu, ertesi gün iki kutu ilaç içti. Lanetimiz bu işte. Kötü zamanda verilmiş kötü karar değil bu. En mutlu olduğu zamanda bile yapabiliyorlar. Babamla dün akşam konuştuğumda çok keyiflenmişti. Zararımızı tahminimizden kısa sürede kapatacağımızı anladığında çok mutlu oldu. Tüm işten çekilmeyi istediğini söyledi. Annemle dünya turuna çıkmaktan bahsetti. Sabah ise tek kurşunla kendi canına kıydı.”

“Polis emin mi intihardan?”

“Tabanca kendi ruhsatlı silahı! Parmak izine falan bakılacak ama şimdiki kararları intihar. Ölüm saati sabah altı ile yedi arası. O saatte orada ne işi olduğu meçhul! Neden otelden çıktı? Neden, madem intihar edecek, odasında yapmadı? Neden dışarıya çıktı? O koruluğa yakın yolda ne işi vardı? Bir sürü soru var ve bunların yanıtını kimse bilmiyor.”

“Bak işte ne kadar çok sorumuz var yanıtsız. Ercan’ı dinleyelim ve otopsi yaptıralım. Elbette kolay bir karar değil ama nedense içimden bir ses bunu yapmamızı söylüyor.”

“Annemle de konuşalım. O karar versin. Eğer isterse gömülmeden yaptırmamız lazım. Sonrası çok zor olur diye biliyorum.”

“Prosedürlerini bilmem ama bir an önce yaptırıp emin olalım. Tabii senin de şüphelerin varsa?”

“Artık var. Annemi ikna edelim ve yaptıralım. Sen Ercan’a söyle ne yapılması lazımsa ayarlasın.”

Alize, Ercan ile konuşurken Poyraz da yatağa uzanmıştı. Düzenli nefes sesinden uykuya daldığını anladı. Bilgisayarını açıp birkaç mektubu yanıtlayıp e-posta ile sekreterine ulaştırdı. Bir süre nişanlısının uyuyan yüzünü izledi. Daha fazla dayanamayıp yanına kıvrıldı. Poyraz yataktaki hareketten uyanmıştı. Alize’yi kendisine iyice çekip koluna yatırmış “Ateşle oynuyorsun aşkım” demişti. Ama sonra yeniden uyumaya devam etmişti. Alize, ateşle oynamıyordu. Sevdiği ile her şeyi paylaşmaktan öte amacı yoktu. Acılarını da, sevgilerini de, gerekirse vücutlarını da!

 Bir saat kadar sonra uyandı, Poyraz. Yanındaki düzenli nefesi dinledi. En acı gününde bile kendisine huzur verebilen kadına baktı. Doğru insandı Alize. Gerçek aşktı hissettikleri. Ama üzüleceğini bilerek bu aşka girmesi, en çok Poyraz’ı üzüyordu. Bir gün bu acının aynısını o da yaşayacaktı. Nasıl kıyacaktı sevdiğine? Nasıl onun da bilerek bu üzüntüyü beklemesine izin verecekti? Vazgeçirmeliydi. Alize’nin yoluna gitmesini sağlamalıydı. Bunu yapabileceğini düşünüyordu. Daha fikir aklındayken hissettiği acı o kadar dayanılmazdı ki. Yapamazdı. Kendisi vazgeçemezdi.

Alize’nin, yüzüne düşen saçlarını kulağının arkasına doğru attı. Tüm güzelliği ile ortaya çıkan yüzüne doyabilirmiş gibi baktı. Ufacık bir öpücüğü burnunun üstüne bıraktı. Orada belli belirsiz birkaç çil vardı. O çilleri tek tek öpmeye başlayınca Alize de uyandı. “Çillerini öpüyordum. Henüz bitmedi, kapat gözünü.”

“Çiller bitince duracak mısın?”

“Durmamı ister misin?”

“Hayır, beklemek falan istemiyorum Poyraz.”

“Ben de beklemek istemiyorum. Hele ki düğünümüz belirsiz bir tarihe ertelenmişken! Yine de burası doğru yer değil. Cumartesi gecesi benim evimde. Olması gereken yerde, zamanda ve olması gerektiği gibi! Kabul mü?”

“Elbette kabul.” Bir an bile düşünmemişti. Şu an bile sevişmeye hazırdı. Ama gerçekten yer ve zaman uygun değildi. Cumartesi gecesini düşünmek bile yanaklarını kızartmaya yetmişti. Yine de istekli olduğunu belli eder şekilde yanıt verdiğini biliyordu.

“Eve ne diyeceğim?”

“Senin Aslı gibi müthiş bir mazeretin var.”

“Doğru söylüyorsun. Beni idare edecektir.”

“İyi arkadaş idare etmeyi bilen arkadaştır. Hadi kalk, seni kollarımda gördükçe kendime verdiğim sözleri unutuyorum. Yemeğe inelim.”

“İnelim mi? Gazeteciler alt katı kaplamıştı. Eminim birkaç tanesi hala oradadır.”

“Of onları tamamen unuttum. Haklısın canım. Odaya isteyelim.”

Yemekleri gelene kadar kâh öpüşerek kâh konuşarak acı olayı düşünmeden vakit geçirdiler. Sustukları an ikisinin de ne düşündüğü ortadaydı ama dile getirmiyorlardı. Yemeklerini yerken neler yapacaklarını konuştular. Düğünün ertelenmesine üzülüp üzülmediğini soramıyordu Poyraz. Elbette üzülmüştür diye düşünüyordu. Ama bunu hiç dile getirmemişti. Bir kadın bu kadar kaprissiz ve verici olabilir miydi? Sevgi bu kadar hoşgörülü olabilir miydi? Üç gün sonra giyeceği gelinliği bile hazır olan bir genç kız, kimseye tek laf etmeden tüm organizasyonu iptal ettirmiş, bu konuda konuşmamıştı bile. Neler hissettiğini söylemesini istiyordu.

“Alize, düğünü dilersen öbür ay yaparız. Senin için uygun mu?”


“ Hayır, uygun değil.”


Poyraz duyduklarına şaşırmıştı. Neden o kadar sert yanıt vermişti ki? Vazgeçmiş olabilir miydi?

“Annenin bu kadar kısa sürede toparlanması mümkün değil. En azından düğünümüzde gülümsemesini isterim. O nedenle birkaç ay beklemeliyiz. Ama biz beklemeyeceğiz nasılsa. Senden o kadar daha ayrı kalamam aşkım. Sadece düğünü erteleyeceğim. Daha önce konuştuk, bu cumartesi bizim gecemiz.”

“Seni müzeye koyup sergilemek lazım! Sen gerçekten kapris kelimesinin anlamını bilmiyorsun.”


“Öğrenirsem pişman olursun. Kıskançlığım yeter bir de kaprisli olursam beni terk edersin.”


“Seni terk etmem mümkün değil. Damarlarımdasın artık. Bugün yanımda olmasına ihtiyaç duyduğum tek kişisin. Ilgın'ın hastalığında da mucizevî şekilde yanımdaydın. O an bana dünyaları verdin. Şimdi de acımı hafifletiyorsun. Senin verdiklerine paha biçilemez.”


“Sadece sevdiğim erkeğin yanındayım. Başka bir şey değil.”


“Hep sev beni.”


“Sen de beni”

Bir süre sadece öpüştüler. Elleri olmayacak yerlere kaymaya başladığında, Alize heyecandan nefes alamadığını hissetti. Bu kadar muhteşem şeyler hissedeceğini hayal bile etmemişti. Poyraz, zorla uzaklaşıp derin nefesler almaya başladı. “Elimi yüzüm yıkayıp geliyorum” dediğinde onun da kendisi kadar heyecanlandığını anladı. Birkaç dakika sonra odaya döndüğünde mini barı açıp içinden iki kutu meyve suyu alıp bardaklara doldurdu. Yüzünü yıkamak biraz sakinleştirmişti ama içindeki ateşi de söndürmek istiyordu. Şimdilik bunu soğuk meşrubatla yapmak zorundaydı.


“Oda tutalım mı sana?”


“Burada seninle kalmayı tercih ederim.”


“Derdin beni uyutmamak mı?”


“Uyuyacağız canım, yarın çok yorucu ve üzücü olacak. Ben koltukta uyurum.”


“Asla olmaz. Kollarımda olacaksın. Zor da olsa uyuruz nasılsa!”


“Ben de bunu demeni bekliyordum. Biraz yürüyelim mi? İstersen servis kapısından kaçarız.”


“O kapı otelin arka tarafındaki koruya bakıyor. Ben sabah koşarken babam arabada hayatına son veriyordu. İyi bir fikir değil canım.”


“Özür dilerim. Bilmiyordum.” gözleri yeniden dolmuştu.


“Özür dileyeceğin hiçbir şey yok. Babamın yaptığından sen sorumlu değilsin. O yüzden bilmediğin konularda kendini suçlu hissetme. Hadi biraz balkona çıkalım. Sonra da uyuruz.” Balkona çıkmadan önce yeniden sarılmış, dolan gözlerinden akmayan yaşları parmak uçları ile yavaşça almıştı. Aklından yine bir gün gelecek bu kadını babamın annemi üzdüğü gibi üzeceğim, düşünceleri geçmeye başlamıştı. Alize ise o gözlerde pişmanlık görüyordu.


“Buna izin vermeyeceğim.”

“Neye?”

“Senin böyle bir sonu seçmene! Bunun için ne yapılması gerekiyorsa yapacağım. Elbet bir gün hepimiz öleceğiz ama bu isteyerek olmamalı. Önümüzdeki hafta şu doktor işini halledelim. Mutlaka birlikte ve birkaç doktora gidelim.”

Poyraz, şanslı olduğunu biliyordu ama bu kadarını beklemiyordu. Alize, şansıydı. O şansı da çok iyi değerlendirecekti.

Cep telefonunun ekranında Naz’ın adını gördüğünde tereddüt etti. Alize de ekranı görmüştü. “Aç canım, duymuştur”

“Efendim Naz.”
“…”
“Evet, ne yazık ki doğru!”
“…”
“Alize yanımda.”
“…”
“Yarın kalkacak cenaze, yetişmeye uğraşma. O kadar kısa sürede yeniden dönmen lazım. Türkiye’ye geldiğinde uğrarsın.”
“…”
“Ağlama lütfen. O da seni severdi.”
“…”
“Evet, olması gerektiği gibi değildi ama yine de severdi.”
“…”
“Bir gün her şey yola girecek. İşte o zaman sen de hak ettiğin gibi sevileceksin.”
“…”
“Böyle düşünme. Asla sebep sen değilsin.”
“…”
“O zaman da sen değildin. Unutma sen daha hayatta yokken de bu aile birilerini kaybetti.”
“…”
“Anneme de, Ilgın’a da iletirim.”
“…”
“Tamam söylerim. Hoşça kal.”

Alize, tüm konuşmayı neredeyse nefes almadan dinledi. Özellikle sevgi kısımlarını! Naz neyi hak ediyordu da alamamıştı? Poyraz’ın konuşurken ki ses tonu neydi öyle? Naz kimdi? Alize, soruların beynine hücum etmesini engelleyemedi. Şimdi sırası değildi. Ama hepsinin yanıtını alacaktı.

“Kıskanç sevgilim, Naz sana da selamını iletmemi istedi.”

“Ciddi misin?”

“Evet. Cenazeye yetişemeyecek çekimleri yarım bırakamıyor ama Pazar günü gelecek. Onu karşılamaya gideceğim benimle gelir misin?”

“Kesinlikle gelirim.”

“Kıskanç mı dedim… Zır kıskanç”

“Öyle bir kelime yok.”

“Artık var.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder