4 Nisan 2015 Cumartesi

Alize & Poyraz 2. Bölüm

Sina Bey, oğlunu beklerken, olanları hala kabul edemiyordu. Aileye ait tatil köyünde, barı ve havuzu gören ama otel kısmının kendilerini göremediği uzak bir bölümde, aile için ayrılmış villalardan en başta olanda hummalı bir çalışma vardı. Tatil köyünün müdürü, güvenlik amiri ve doktoru odada bir aşağı bir yukarı yürüyen Sina beyi izliyorlardı. Yapılacak bir şey kalmamıştı. Odaya girdiklerinde Sina beyin babası Savaş Kurt, başı yastıktan düşmüş vaziyette uyuyor gibi gözüküyordu. Oysa son on sekiz saattir kendisinden haber alınamamıştı. Sabah odayı temizlemek için gelen kat görevlisi kapıda asılı ‘Rahatsız Etmeyiniz’ yazılı kartı görünce, öğleden sonra temizlik yapmak için geri dönmek üzere ayrılmıştı villanın kapısından. 

Öğleden sonra gelip kapıda yine aynı kartı asılı görünce şefine durumu bildirmişti. Kat görevlilerinden sorumlu şef ile otelin müdürü Faik Bey, güvenlik amiri, Sina Beye, babasının villasına gireceklerini haber verip içeri girdiklerinde alt katta kimseyi göremediler. 

Üst kata çıkıp yatak odasının aralık kapısından girdiklerinde Savaş Kurt’u yatağında buldular. Seslenmelerine yanıt alamayınca, Müdür Faik Bey, hemen telsiz ile doktoru aradı. Kimseye bir şey belli etmeden Savaş Beyin villasına gelmesini istedi. Bir yandan nabız almaya çalışıyor diğer yandan da Sina Beyi yeniden arıyordu. Güvenlik amiri odada hiçbir yere değmemeleri için herkesi uyardı. Çünkü Savaş Beyin yatağında üç ilaç kutusu vardı. Boş kutular, Savaş Beyin intihar ettiğini gösteriyordu.
Sina Bey odaya girdiğinde gördüklerine inanamadı. Müdürün ve tanımadığı diğer erkeğin bakışlarından babasının vefat ettiğini anladı. Üstelik kendi canına kıymıştı. Gördüklerini tam olarak kavrayamıyordu. Babası ölmüştü. İntihar etmişti. Çeşme’nin en zengin ailesinin temel direği intihar etmişti. Tam babasına yaklaşmak istediği an Faik Bey kolundan tutmuş, “Dışarıya çıkalım polis burayı temizlesin sonra babanızla vedalaşırsınız.” demiş, ilk kuşkularını belli etmişti.
“ Faik Bey, ne demek istiyorsunuz?”
“Bakın, Sina Bey, babanız tanıdığım kadarıyla intihar edecek bir adam değildi. O yüzden bu durum bana şüpheli geliyor. Polis gerekli incelemeyi yaptıktan sonra bizler de daha rahat hareket ederiz.”
Müdür, karakolu arayarak polis istemiş ama sivil gelmelerini özellikle rica etmişti. Savcı da gelene kadar hiç kimseyi odada dolaştırmadı. Emekli polis olan Faik Bey, intihar olduğundan emin olamayacaklarını bildiği için delillerin karışmasını istemiyordu.
Sina Bey ise kendisine destek vermesi için oğlu Poyraz’ı çağırmıştı. Eşi ve yengesi alışverişte olduğu için bu acıyı paylaşacak tek kişi, oğluydu. Erkek kardeşi İstanbul’da işleri takip ediyor, kardeşinin kızları ise dil eğitimleri için İngiltere’de bulunuyordu.
Poyraz, villadan içeri girdiğinde ters bir şeyler olduğunu anladı. Karşısındaki üç erkeğin de rengi beyazdı. Babası çok üzgündü. “Baba, dedeme bir şey mi oldu?”
“Poyraz, deden…” babası cümleyi tamamlayamayınca dedesinin öldüğünü anladı. Üç erkeğin de gözlerinin kaydığı yatak odasına doğru baktı. Yavaş adımlarla kapıya yaklaştığında Faik Bey, “Odaya polis gelene kadar girmemenizi rica edeceğim.” dedi.
Kapının ağzında durmuş, içeride yatan cansız bedene bakıyordu, Poyraz.
İdolü olan yetmişlik delikanlının ölmüş olabileceğine inanamıyordu. Daha dün akşam dede torun karşılıklı rakı yudumlamış, dedesinin deyimi ile yirmilik çıtırlardan konuşmuşlardı. “Horoz ölür, gözü çöplükte kalır” atasözü senin için mi söylenmiş, dede, dediğinde gevrek bir kahkaha ile “Kim ölmüş? Ben daha torunumun çocuklarına zamparalık öğreteceğim” demişti. İntihardan haberi olmayan Poyraz, dün yaptığı son konuşmanın şu anki ölüm ile dalga geçercesine beyninde yankılanmasına anlam veremiyordu. Hayat iki dudak arasından son çıkan nefes kadar kısaydı işte.
Tam o an dedesinin yatağındaki boş ilaç kutularını gördü. Hışımla babasına döndüğünde, omuzları düşmüş adamın hali, görüntünün aklına getirdiklerini doğrular şekildeydi. İntihar? Bunu kabul edemezdi. Dedesi böyle bir şey yapamazdı.
Kısa süre sonra alt kattan gelen seslerle toparlandı. Polis, bu varlıklı ailenin isteğini geri çevirmemiş sivil bir ekip göndermişti. Tüm oda didik didik incelenmiş, parmak izleri alınmış, savcının da gelip tespit yapmasından sonra gece karanlıkta cenazenin taşınması ve konukların olayı fark etmemeleri için savcıdan da izin alınmıştı. Polisler son incelemeler için diğer odalara da göz atmaya başlamışlardı. Her yerden parmak izi alınıyordu. Faik Beyin talebi de bu incelemede etkiliydi. İlaç kutuları intihar dese de, aklını kurcalayan bir şeyler vardı. O da odayı incelerken alt kattan iki kadının sesi gelmeye başladı.

“Baba, senin o çok sevdiğin büyük bamyalardan bulduk köy pazarında. Akşama biraz kızartıyorum. Sarımsaklı yoğurt da ister misin?” Poyraz annesinin şen şakrak sesini üst kattan dinliyordu. Biraz sonra o sesin değişeceğinden emindi. Yanındaki diğer kadın amcasının eşiydi. Ve o da üst kata sesleniyordu.


“Baba, sana kızartma yasak değil mi? Sen büyük gelinine bakma, yok kızartma falan sana.”


“Girme babamla aramıza”


Aşağıdan gelen bu neşeli sesleri, merdivenden inen Sina ve Poyraz susturdu. İki kadında yüzlerinden kötü bir şey olduğunu anladılar.


Neslişah Hanım, “Babam?” dedi. Eşinin yüzündeki ifadeden kayınpederine kötü bir şey olduğunu anladı. “Babama ne oldu? Sina, babama ne oldu?” sesindeki korku ve üzüntü tüm yüzüne yayılmıştı. Sina Beyin kısaca “Kaybettik” demesi ile olduğu yere oturdu. Nur ise, “Babam? Babam mı öldü?” diyerek bir Poyraz’a bir Sina’ya gidiyordu. En sonunda durdu ve “Nasıl?” diyebildi. Sina Beyin yanıtı, “İntihar etmiş galiba!” oldu. İki kadın da duyduklarına inanamadı. Savaş Bey, bu dünyada intihar edecek en son insandı! 


Bu arada olay yeri inceleme villadan ayrılmıştı. Savcı da gerekli belgeleri tamamladıktan sonra ifadeleri için tüm aileyi merkeze çağırmış ve villayı terk etmişti. Saat henüz yediydi ve her yer aydınlıktı. Cenaze üst katta duruyordu. Otopsi için adli tıbba götürülecek olan Savaş Beyin cansız bedenini hiçbiri görebilecek gibi değildi. Onu dünkü canlı, neşeli hali ile anımsamak isteyen aile, yaşananlara inanamıyordu. En sonunda Sina, hıçkırıklarla ağlayan karısını ve yengesini üst kata çıkarttı. Kapıdan bakan iki kadında uyur gibi gözüken ama dudakları soluk bir renge bürünmüş kayınpederi için dua etti. Sonra yine aşağıya inip, İstanbul’dan yola çıkan Baki Beyi beklemeye başladılar. 


Özel uçak kiralayarak İzmir’e gelen Baki Bey, iki saate yakın bir zamanda villanın kapısına gelmişti. İçeriye girdiğinde gördüğü manzara ile bir kez daha yıkıldı. Ailenin direği babaları gerçekten ölmüştü. Tüm yol boyunca, kötü şaka dediği gerçekle yüzleşince önce abisine sarıldı. Sonra karısının omzuna kolunu sarıp hıçkırıklarla ağlamaya başladı. Ailenin duygusal olanı hep Baki Beydi. Sina ise daha ağır başlı daha duygularını gizleyen bir yapıya sahipti. Poyraz da babasının bu huylarını kendisinde toplamıştı. Amcasının ağlamasını izlerken, ‘keşke ben de ağlayabilsem’ diyordu. Boğazındaki koca yumru konuşmasını bile engelliyordu. 


Okulu bitince, dedesi askere uğurlayacaktı kendisini. Nikâhında en önde duracak ve ilk o tebrik edecekti. Torununun çocuğuna en eski isimlerden birini koyup tüm aileyi deli edecekti. Şimdi ise tüm bunlar balon köpüğünün yok olduğu kadar kısa sürede imkânsız hale gelmişti. Dedesi ile asla paylaşamayacaktı bunları. Gözlerindeki yanmaya karşı koymadı. On sekiz yıl boyunca hep bir dayanak olarak gördüğü, dedesi için gözünden süzülmeye başlayan yaşları engellemedi. Yine de hıçkırıklarla değil sessiz ve sakin akan yaşlar kısa sürede kesildi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder