18 Nisan 2015 Cumartesi

Alize & Poyraz 16. Bölüm

Poyraz, toplantıya aklını veremiyordu. Takılı kaldığı noktanın ne olduğunu bulamıyordu ama bir şeyler vardı. Bir şeyler aklını kurcalıyordu. Yeniden neredeyse tüm görüşmeyi gözünün önünden geçirdi. Sanki noksan olan bir şeyler vardı. Bu arada odasının bir ucundaki toplantı masasının etrafında toplanmış ekip, yeni ürünle ilgili araştırma sonuçlarını aktarıyor, o da sanki dinliyormuş gibi kafasını sallıyordu. Oysa aklı az önce asansöre binen bayandaydı.

“Yüzüğü yok!”

“Efendim Poyraz Bey?” En yakınında oturan bölüm müdürü duyduğunu anlayamamış ve sormuştu.

“Yok, bir şey! Kendi kendime konuşuyordum. Siz devam edin.”

İşte buydu. Neden görüşürken fark etmemişti ki bunu? Çünkü emindi evli olduğundan. Gerçi şimdi de olmadığından emin olamazdı. Ya yüzük kullanmayı sevmiyorsa? Çünkü hiçbir şey yoktu, ne parmaklarında ne de bileklerinde. Sadece bir saat vardı. Belki alerjisi vardı. Çünkü kocası olan adamın elinde yüzüğü görmüştü. Bunu öğrenecek ve sonra rahat edecekti. Artık kendisini toplantıya vermesi gerekiyordu.



Alize, hastaneye geldiğinde İsmet Bey’i doktor ile konuşurken buldu. Önce uzaktan izledi sonra kendisini fark eden patronunun çağırması ile yanlarına gitti. Anladığı kadarıyla, Mürüvvet Hanımın tek damarında sorun vardı ve stend ile çözülmeyecek bir şey değildi. İçi rahatlamış olarak devamını dinlemeye başladı konuşmanın. Nelere dikkat etmesi gerektiğini, neler yememesi gerektiğini söylüyordu, İsmet Beyin arkadaşı olduğunu anladığı doktor. Sözleri bitince tanıştırdı ikisini. Yanılmamıştı. Eski arkadaştı ikisi de. O arada elinde kahve fincanlarının olduğu tepsi ile yanlarına bir başka erkek yaklaştı.

Alize, görür görmez Poyraz Kurt’un babası olduğunu anladı. İsmet Bey, tanıştırmak istediğinde de bunu belli etti. Göz renkleri hariç çok benziyordu baba oğul birbirine.

“Poyraz bey ile görüştüğümde ona sizin adınızla hitap etmiştim ama artık doğru isimle tanıştığıma memnunum. Sizin burada olacağınızı tahmin etmişti.” Sesi nasıl çıkmışsa Sina Bey merakla sordu.

“Hayırdır? Poyraz canınızı mı sıktı?”

“Yoo, hayır canımı sıkmadı. Ama İsmet Bey ve eşinin bu ani durumu, beni hazırlıksız yakalayınca benim açımdan olumsuz başlayan bir görüşme oldu.” Neden hala onu korumaya çalışıyordu?

“Bu aralar benim üstümdeki işleri almak için epey uğraş veriyor. Galiba haklı da? Son kararımın etkisi gazetelere sürmanşet oldu.”

“Hatalı karar vermek de bir meziyet. Tüm hayatını hiç karar veremeden geçiren insanlar var.”

Sina Bey, hastanede olduğunu unutup kahkahayı bastı ve “İşte bizim Baki! Doğru tespit diyeceğim ama kardeşim bozulacak. Duymaz değil mi? Bu bizim sırrımız olsun.”

“Elbette duymaz. Ama ben duyduğunu anlarsam, sizden şüphe ederim Sina Bey!”

“İsmet, bulmuşsun yine kendin gibi birini. Bu kız yaman.” Sesindeki sempati içtendi.

“Ben yanıma boş insan alır mıyım? Seni kendi silahınla vurdu!” İsmet Bey ve doktor gevrek gevrek gülüyordu.

“Öyle vallahi.”

Alize, onların şakalaşmalarına gülerek bakıyordu. Poyraz’ın babası oğluna dış görünüş olarak benziyordu ama çok daha sıcak ve içten biriydi. Şakadan da anlıyordu. Üstelik kelimelerinde tek bir iğneleme yoktu. Tabii, kendisi orada yokmuş gibi patronuyla çekiştirmelerini saymazsa…

“Ben Mürüvvet Hanım’ın yanına gireyim de siz de rahat rahat çekiştirin.” Diyerek, odaya doğru yürüdü. Lafları ile taş atsa da yüzünde gülücükler vardı. Arkasında kendisine beğeni ve sempati ile bakan üç erkek bırakmıştı. Mürüvvet Hanım’ın odasına girdiğinde, hasta görmeyi bekliyordu ama kocasından aşağı kalmayan Mürüvvet Hanım, saçlarına taktığı bantla ve muntazam yapılmış makyajıyla oturuyordu hasta yatağında. Bilmese refakatçi bile sanabilirdi.

“Gel hayatım gel, sıkılıyordum ben de.”

“Çok geçmiş olsun. Korkuttunuz bizi.”

“Ne var korkacak, ben sağlam kadınım. Bir şey olmaz. Sadece kocam olacak adama naz yapıyorum.” Naz kelimesini duyan Alize'nin aklına ilk gelen Poyraz ve sevgilisi Naz oldu!

Mürüvvet Hanımın kısa sürede toparlayacağı kesindi. Morali çok iyiydi. Alize de keyiflenmiş, İsmet Beyden önce o günkü görüşmeyi Mürüvvet Hanım’a anlatmıştı. Sina Bey’in oğlu olması dolayısıyla tanıyordu ve Alize’nin tepkilerine de hak veriyordu. Poyraz adı gibi sert eserdi. Ama tanıyınca o sert bakışların altındaki sevgiyi görürdü insan.

“Sizin isimleriniz ne kadar yakın ve ne kadar uzak. Rüzgâr ama ters karakterli!"

“Evet, gerçekten ters karakterliyiz. Çok sert biri! En başta şaka yapabilen biri olarak düşünmüştüm ama kısa sürede yanıldığımı anladım. Kovacaktı neredeyse beni.”

“Allah Allah o Naz’dan sonra mı böyle oldu bu çocuk?”

“Naz Hanım ile tanışmıştım. Çok kibar ve çok güzel bir kadın! Sanmam olumsuz etkisi olsun. Bence kendi yapısı kaba!” Gerçek duygularını bu keskin zekalı ve bakışlı kadından gizlemek istiyordu. Her an hislerini anlayabilirdi. O zaman da kendisine acıyabilirdi.

“Böyle değildi bu çocuk. Ama iki yıldır tanımakta güçlük çekiyoruz. Naz’ın ortaya çıkmasıyla değişti. Üstüne bir de amcasının intiharı eklenince hepten dengesi bozuldu.”

“Amcasının intiharını duymuştum?” Bildiğini söylemesi o aileye ait özeli kendisine anlatmasını engellemek içindi. Ama ters etki yapmış, biliyor olması Mürüvvet Hanımın rahatça konuşmasına neden olmuştu.

“Evet, iki yıl kadar önceydi. Baki o olaydan sonra hayata küstü. Önceden kızları ve damatları ile vakit geçiren, torun istiyorum diye tutturan adam, kızlarını aramaz sormaz oldu. Karısı ile de arasının kötü olduğu söyleniyor. Bak bu kısmı dedikodu. Hayatında başka kadın var, deniliyor. Onun için intihar etti deniliyor ama ben ne kendi kulağımla duydum ne de gördüm öyle bir şey. Sadece intiharın ardından çıkan bir laf bu! Aman! Bunu söylediğimi İsmet duymasın, beni hastanelik eder. Gerçi etti sayılır ama bu kez dayaktan elim kolum kırık gelirim.”

Alize, şakaya boğarak cümlesini bitiren kadına hafif bir tebessümle baktı. Ne İsmet Bey, sopa atacak adamdı, ne Mürüvvet Hanım, sopa yiyecek kadındı. Yine de Kurt ailesi hakkında duydukları kendisini rahatsız etmişti. Amcanın intiharı üzücüydü. İntihar zamanı ile Naz’ın ortaya çıkışı çok yakın olunca, ister istemez Baki Bey ile Naz arasında bir ilişki olabileceği aklına takılmıştı. Böyle bir şey varsa ve Naz sonra Poyraz ile birlikte olmaya başladıysa amca-yeğen arasında kötü bir savaş başlamış olabilirdi. Poyraz acaba bu bağlantıyı biliyor muydu?

Saçmaladığından emin oldu. Ne tarihleri biliyor, ne de insanları tanıyordu. Ufacık bir dedikodudan kocaman bir film senaryosu yaratmıştı. Çünkü aklının bir köşesinde Naz için, hiç olmayacak hayaller vardı. En kötüyü düşünmek ve buna inanmak kolay gelmişti. Ama kısa sürede mantığı devreye girdi ve saçmaladığına karar verdi.

Mürüvvet Hanım ile biraz daha lafladıktan sonra hemşirelerin gelmesi ile odadan çıktı. İsmet Bey ile Sina Bey hâlâ konuşuyordu. Onların yanına uğrayıp vedalaştığında, Sina Bey, Poyraz ile konuştuğunu, yazıyı merakla beklediğini söylemişti. Poyraz’ın dediklerini merak etse de açıkça soramadığı için, teşekkür etmiş ve ayrılmıştı yanlarından.

Poyraz ise bir işle ilgili babasını aramak zorunda kaldığından sıkkındı. Yılbaşından beri araları bozuktu. Yine de işe yansıtmamak için çok çaba harcıyordu ikisi de. O yüzden kırgınlıkları bir yana bırakıyor mesai saatlerinde iki yönetici olarak davranıyorlardı. Asıl konuyu konuştuktan sonra, İsmet Beyin eşi ile ilgili son durumu da sormuştu. Babası da “Gayet iyi, İsmet’in ateş parçası yazarı ile muhabbet ediyorlar içeride.” demişti. Poyraz ise gayri ihtiyari, “Alize orada mı?” diye sormuş, babası da oğlu ile uzun zamandır soğuk geçen konuşmalardan sonra böyle bir tepki beklemediği için devam etmişti. “Evet, az önce girdi içeri. Ama felaket biri, beni çok güzel payladı.”demişti. Poyraz tam gülümsemeye başlarken, babası ile olan sorunlar aklına gelmiş ve kısaca “Yakışıksız bir tepki olduğuna eminim.” demişti. Yine de babasının da kendisi gibi Alize’nin ateş parçası olduğunu düşünmesi hoşuna gitmişti. Elbette çok farklı açılardan!

Sina Bey, yine görünmez duvarı hissettiğinden konuyu uzatmadı. Sadece görüşme nasıl geçti diye sormuş, aldığı yanıtın aksine, genç gazeteciye, yazısının merakla beklendiğini ifade etmişti. Oysa Poyraz, iyi bir şey beklemediğini söylemişti!


Bir sonraki haftaya kadar ara sıra birbirlerini düşünseler de ne haber aldılar, ne rastlantı sonucu karşılaştılar. Ortak tanıdıkları İsmet Bey olsa da iki taraf da diğeri hakkında ona özel hiçbir soru sormadı, soramadı.

Dergi o gün çıkıyordu. İlk defa kendi başına yaptığı bir söyleşi, köşesinde yayınlanacaktı. Gerçi yazıya dökene kadar çok uğraşmış, İsmet Beyden, gereksiz alttan aldığı konuşmalar için fırçayı da yemişti. ‘Kendini ezdirme, her zaman karşına bir tanıdığımın oğlu çıkmayacak, ezer geçerler seni, soru bile soramazsın’ demiş, sonra da yazısını üç kez yeniden yazdırtmıştı. Şimdi ise o yazı kendi adı ile yayınlanmıştı. Öğleden sonra telefona yanıt verdiğinde, sekreterinin söylediği ismi doğru anlayıp anlamadığından emin olamadı. “Kurter Holding Genel Müdürü Poyraz Kurt hatta efendim.”

Poyraz Kurt, neden arıyordu?

Beğenmediği bir yeri mi vardı yazının? Heyecanlanmış, telefonu tutan eli terlemişti. Telefonu bağlamasını söylemeden önce koltuğunda dikleşti. Kendisine çeki düzen verdiğini fark edince de gülmeye başladı. Ama bu arada telefonu bağlamasını söylemişti. Tam kendisine gülerken, karşıdan Poyraz’ın sert esen sesi geldi. “Yine gülecek bir şeyler bulmuşsunuz Alize Hanım.”

“Poyraz Bey, merhaba! Bu kez çok uzakta aramadım güleceğim şeyi.” Kasıtlı olarak gülmeye devam ederek vermişti yanıtını. Nasılsa yakalanmıştı gülerken, şimdi inkâr etmenin manası yoktu.

“Sevindim.” Sevinmişmiş, aksine onu bu kadar neşelendiren şeyi çok merak etmişti. Sesi merakın ötesinde alay yüklüydü oysa!

“Buyurun, size nasıl yardımcı olabilirim?”

“Teşekkür etmek için aramıştım. Yazınızı tahminimden çok daha güzel bulduğumu belirtmek istedim. Gazetecilik okumamış biri için oldukça başarılısınız. Aslında sizi kızdırmak istesem, kim yazdı da adınızı kullanmanıza izin verdi, diye sorardım ama yapmayacağım.” Aksi mümkün değildi bu kadın kendisini hep ters konuşmaya itiyordu.

“Yapamazsınız zaten. İsmet Bey, o hale getirene kadar üç kez baştan sona yazdırdığına göre, asıl kızacağım kişi patronumdur. Sizin sıraya girmeniz lazım.”

Poyraz, iğnelemek isterken duyduklarından çok rahatsız olmuştu. Ne demek sıraya girmek? Neyin sırası? Karşıdan “Sinirimi çıkartacağım kişilerin sırası” denilince, sesli sorduğunu anladı. Bu olay, bu kadın yüzünden üçüncü kez başına geliyordu. Kendisini toparlayıp bilinçli sormuş gibi devam etti.

“İlk sırada değilsem, ikinciliği düşünmem bile. Bunu anlamış olmanız lazım. En çok bana sinirlenmediyseniz demek ki kendime çeki düzen vermem gerekiyor.”

“Daha önce birinci sıradaydınız ama İsmet Bey sizi alaşağı etti ne yazık ki.”

Alize hala sesindeki gülümsemeyi yok edemiyordu. Nedense onun sinirle konuşması kendisini eğlendiriyordu. Galiba bunda Mürüvvet Hanımın söylediklerinin etkisi vardı. İki yıl önceki Poyraz’ı tanımayı isterdi.
Görüşmede iş ile ilgili konuların haricinde bir şey konuşmamışlardı. Çünkü beyefendinin vakti kıymetliydi. O sözlerini anımsayınca bu kez gülümseme kendiliğinden silindi yüzünden.

“Önemli bir toplantıya girmek üzereyim, Poyraz Bey. Yazımı beğenmenize sevindim. Umarım daha sonra daha detaylı fikirlerinizin de alış verişini yapabiliriz.” Resmen, telefonu kapat artık diyordu.

Poyraz da bunu anladığı için dişlerini sıkmış, sinirini yatıştırmaya uğraşıyordu. Görüşmelerinde yaşattığı tüm olumsuzlukları bir bir iade etmişti Alize. Üstelik o sinir olmamışken kendisi bir şeyleri parçalama noktasına gelmişti. Yine de derin bir nefes aldı ve “Tekrar teşekkür ederim. Güzel yazılarınız devam eder umarım.”  dedi ve kısa bir vedadan sonra telefonu kapattı.

Yanağında bir kasın attığını fark ediyordu. Uzun zamandır bu kadar sinirlenmemişti. Hatta milyonlarca dolarlık yatırım fiyaskosunda bile bu kadar sinirlenmediğinden emindi. Çünkü o işin sonunu en başında görmüştü… Oysa bu kızla yaptığı iki görüşme de sonu belirsiz bir uçurum gibiydi. Kendisini toparladı ve o gün yurda dönen Naz’ı karşılamak için havaalanının yolunu tuttu.


Alize ise olmayan toplantı yalanı için kendisini kutluyordu. Çünkü telefondan gelen derin nefes sesi onu sinirlendirdiğini göstermişti. İlk görüşmeden aklında kalan hakaretlerin neredeyse tamamını ödetmişti. Bir tek “bir şey içmek isterseniz söyleyin” kısmı kalmıştı… En zor bunu ödetirdi. Bunun için bir yerde bir şeyler yeniliyor ya da içiliyor olmalıydı. Bu mümkün değildi işte. Değil miydi gerçekten? Kim bilir? 

1 yorum: