17 Nisan 2015 Cuma

Alize & Poyraz 15. Bölüm

Alize, önce sesi tanıdı. Ama “O” olamaz, dedi. ‘Ben yaşlı birisi ile görüşeceğim’. Bu rastlantının iğne deliğini de geçerdi. Geçmezdi! Çünkü Kurter Holding adını ilk kez Aslı’nın düğününde duymuştu. Bunu nasıl anımsayamadığına hayıflanıyordu. Hiç olmazsa bu randevuya daha hazırlıklı gelmiş olurdu. Yine de o ise, ‘elini sıkmamayı’ düşündü. Aslı'nın düğününde kendisine yaptığını yapmak istiyordu. Elbette tüm bunları bir yana bıraktı.
Yavaşça fincanı yanındaki masaya bıraktı ve sesin sahibine döndü. Yanılmamıştı. Karşısında gri gözlüsü duruyordu. Üstelik onda da şaşırmış bir ifade yoktu. Kendisini burada görmek normal miydi?
“Merhaba. Manzaraya değil arabalara gülüyordum. Ve sanırım sizinle daha önce karşılaştık. Sina Bey mi?” 
Poyraz, odanın dışında bir an durup içeriye öyle girmişti. Alize'yi hemen tanımıştı. O duruşu, o saçları nerede olsa tanırdı artık! Poyraz, bu karşılaşmadan çok memnun olduğunu hissediyordu. Bir daha nerede nasıl göreceğini bilmediği kehribar gözlüye rastlamıştı. Elbette ikinci düşüncesi, kocasının bu görüşmeden kendisi kadar memnun olmayacağı idi. Üstelik bu güzel bayan, kendileri ile görüşmeye gelirken hiçbir ön bilgiye sahip olmadan gelmişti! İlginçti. İsmet amca, bacaklarının güzelliği ile personel alıyorsa, vay o derginin haline, diye düşünüyordu. Elbette bunları düşünürken o beğendiği bacakların yazlık bol bir pantolonun içinde gizli olmasının hiç önemi yoktu. Çünkü plajdaki hali, hâlâ gözlerinin önündeydi. Kendisini ayıplamayı sonraya bırakıp anın tadını çıkartmaya karar verdi.
“Sina, babamın adı! Ben, Poyraz Kurt! Evet, ortak bir tanıdığımızın düğününde karşılaşmıştık.” Sesi içindekileri asla yansıtmıyordu. Soğuk ve mesafeliydi.
“Alize Başar. Memnun oldum.” Aynı şekilde yanıtlamıştı. Soğuk ve mesafeli! Az önceki gülen yüzden ve neşeli sesten eser kalmamıştı.
“Memnun oldum.” Demiş ve kısa ama sert bir şekilde elini sıkmıştı. Her ikisi de o düğünden önce de birbirlerini gördüklerini söylemek istememişti. Sanki geçmişi anmak şu an içinde bulundukları durumu yadsımak olacaktı. Artık o günleri konuşmak ikisi için de uygun değildi. Susmak en doğrusuydu.
‘Poyraz ve Alize!’ Ortak tarafları rüzgâr ismi olmalarıydı ama biri sert ve önüne kattığını yıkan bir rüzgârdı! Diğeri ise sıcak yumuşak ve aranılan bir rüzgârdı. Yani neredeyse taban tabana zıttı ikisi de. Ama ortak kararları sessizce almak ve uygulamak ikisinin de kendi içinde verdiği karardı. Birbirlerinin isimleri ile ilgili tek kelime etmemişti ikisi de. Tanışmanın ardından kısa sayılmayacak bir süre geçmiş ikisi de düşüncelerinden sıyrılamamıştı. Poyraz o ana dönen ilk kişi oldu.
“İsmet Bey ile babamın görüşmesi gerekiyordu ama galiba ikisi de başka işlerin peşinde koşmayı tercih ettiler.” Gereksiz konuşmalara tahammülü olmadığını, vakit kaybetmek istemediğini belli eder bir şekilde hemen konuya girmişti. Alize de aynı şekilde yanıt verdi. O kadar kolay harcatmazdı İsmet Beyi…
“İsmet Beyin eşi ufak bir rahatsızlık geçirdi. Hastanedeler. O nedenle ben katıldım görüşmeye.” Poyraz, sert çıkışına üzülmüştü bunu duyunca. Hem İsmet Amcası hem de eşi kendisi için de çok özel insanlardı. Sırf Alize’ye ters davranmak uğruna yakışıksız bir durumda kalmıştı. Yine de taviz vermedi.
“Öyle mi, geçmiş olsun dileklerimi iletirseniz sevinirim. Umarım iyidir?” Sesine pişmanlığı yansıtmadı ama ilgisi içtendi. 
“Babam da sanırım onun yanına gitti. Bu da neden birbirinden habersiz iki kişinin görüşmek zorunda kaldığını açıklıyor. Buyurun lütfen odama geçelim. Oradaki manzara da oldukça eğlenceli!”
Alize, ses tonundaki alayı hissetmişti. Ama bunun kendisine mi yoksa babasına mı yönelik olduğunu anlayamadı. Yine de kibarca gülümseyerek tuttuğu kapıdan çıktı. Çok yakınından geçtiği için burnuna gelen parfümün, sert görünümüne ne kadar uygun olduğunu düşünüyordu. Neredeyse durup içine çekecekti. Kendisini toparlamak için tuvalete gitmeyi ve elini yüzünü yıkamayı çok istiyordu ama imkân yoktu. Poyraz hafifçe öne geçmiş yol gösteriyordu. 
Arkasından yürürken, iki hafta önceki karşılaşmalarını anımsadı. Yanında uzatmalı sevgilisi ile düğüne katılmıştı. Bu sevgilisi ile evlenmeyi düşünüyor olduğunu gösterir miydi? Düşünmüyorsa ne olacaktı? Alize, aklından geçen hastalıklı düşünceleri kovalamak için başını sallamış, onun bu hareketini kendilerini ayna gibi yansıtan camlardan Poyraz da izlemişti. O güzel kafanın içinde neler geziyordu acaba?
Aynı katta az önce bulunduğu odanın sol tarafında kalan, içine ufak bir evi alabilecek kadar büyük büroya girdiklerinde Alize şaşkınlığını gizleyemedi. Dilinin ucuna kadar gelen ‘Tenis kortu nerede?’ sorusunu zorla yuttu. Zaten arkasından yürürken aklından geçen, omuzlarının ne kadar geniş olduğuydu. Bir de saçma sapan konuşmaya başlarsa, görüşmenin fiyaskoyla sonuçlanacağı ortadaydı. Yine de on iki yaşından beri bilinçaltında yaşattığı aşkı ile aynı mekânda olmak, çok tuhaf duygular yaratmıştı. Elbette artık ulaşılmazdı. Yanında olması bir şey ifade etmiyordu. Onun hayatında bir kadın vardı. Yasak elmaydı…  
Poyraz, yolu göstermek için önden yürümüş, genç kadının zarif hareketlerle kendisini takip ettiğini fark etmişti. Naz da çok zarif yürüyordu. Bu genç bayan da mankenlik yapmış olabilir diye düşünmeye başladı. Boyu ve fiziği uygundu. Büyük ihtimalle, dergiye de kendisine hayran bir para babası sayesinde girmişti. Şimdi de işin magazin tarafına dalarlar, Naz ve kendi arasında yaşananları sorgular dururdu. Ekonomi konuşacak değildi ya?
Alize, kendi hakkında düşünülenlerden habersiz, girdiği odayı izliyordu. Manzarası gerçekten mükemmeldi. İstanbul içinde bu kadar gökdelenin arasında manzarası ormanlık olan bir yer bulmak mucize gibiydi. Cama doğru birkaç adım attığını fark eden Alize, kendisine hâkim olup gösterilen koltuğa doğru döndü.
“Dilerseniz, camın önündeki masada da konuşabiliriz ama bu koltuklar kadar rahat değildir.” Yine alay ediyordu.
“Teşekkür ederim, masanızdan alıkoymayayım sizi. Burada da rahatlıkla konuşabiliriz. Çıkmadan önce bir dakika kadar bakıp manzarayı hafızama alırım.”
Poyraz, yanıta şaşırmıştı. Bu genç bayanda kendisini şaşırtan bir hava vardı. Çok çekiciydi ve yıllar önceki çocuksu ifadesi yerini daha olgun bir ifadeye bırakmış olsa da, tavırları bazen içindeki çocuğu ortaya koyuyordu. Poyraz, yıllardır hayranlıkla anımsadığı gözlere uzun uzun bakmak istiyordu. Zorla kafasını çevirdi.  
O an ekranının alt köşesinde yeni e-posta geldiğini haber veren pencere açıldı. Naz’ın adını görünce hemen açtı. Naz, akşam uçağı ile Paris’e gideceğini haber veriyordu. Erken kaçarsa yemek yiyebileceklerini son durumu konuşacaklarını da eklemişti.
Son durum? Daha ortada bir durum yoktu. Kafasının karışıklığından başka bir şey yoktu. Nasıl çözeceğini bilemediği bulmacanın daha çok ufak bir kısmı aydınlanmıştı. Şimdi ise hayatına yeni bir bulmacayı sokuyordu. Önce özür diledi ve kısacık bir yanıt ile Naz’a iyi yolculuklar diledi. Yoğundu ve uğurlayamayacaktı. Gerçi Naz alışmıştı bu durumlara.
Alize, yüzünde oluşan tebessüme takılı kalıp gözlerini Poyraz’dan ayıramadığını fark ettiğinde aradan birkaç dakika geçmişti. Gri göz… Yıllardır aslında mavidir diye kendisine telkinde bulunduğu gözler gerçekten gri idi. Hem de koyu bir duman grisi idi. Aklını biraz daha böyle şeylere takarsa zaten kötü başlayan görüşme daha da kötü bir hal alacaktı. O uçuk gülümseme mutlaka okuduğu özel bir yazıyla ilgiliydi. O özel kişi de büyük ihtimalle Naz Hanım idi. Gereksiz bir sertlikle kayıt cihazını ve arabada hazırlamaya çalıştığı sorularını çıkartıp masaya koydu.
“Başlamadan önce ne içersiniz?” Yine yüzünde aynı sert ifade vardı.
“Teşekkürler şimdilik bir şey almayayım. Az önce içtim.” O kadar sert verdiği yanıt yerini bulmuş olmalıydı.
“Tekrar sormama gerek kalmadan canınız istediği an söyleyin lütfen. Gereksiz kibarlıklarla vakit kaybetmeyelim.” Neden bu kadar terslemek istiyordu ki onu? Ne kabahati vardı? Sakin olmak için kendisini uyardı Poyraz.
Alize, bu cümleyi doğru duyduğundan emin olamadı. ‘gereksiz kibarlık’
“Elbette, vaktinizi çalmayayım daha fazla ve sorularıma başlayayım. Öncelikle firmanızın bilgileri bende yok. Sizinle ilgili bu kadar kısa sürede ulaşabildiğim bilgilerinde doğru soruları sormamda ne kadar etkili olacağını bilemiyorum. Yine de bu haftaki sayıya yetişmesi için iptal edilmemiş bu görüşmeden olumlu bir şeyler çıkartacağıma inanıyorum.”
“Umarım.” Aslında ummuyordu. Bunu da belli ediyordu. Alize, bozulduğunu hissetti. Derin bir nefes aldı. Göğüsleri ciğerlerine dolan hava ile kabarmıştı. Kabaran göğüslerin oluşturduğu manzarayı başkası da ilgi ile izliyordu. Evet, kendisini ayıplayacağı şeylere bir yenisini eklemişti. Alize o bakışları fark etmemişti. Heyecanını gizlediğini umduğu ses tonu ile sorularına başladı.
“Poyraz Bey, aile şirketinde görev almak, başarınızı arttırdı mı? Yoksa daha profesyonel bir yönetimi tercih eder miydiniz?”
“Bu sorunuz bizim profesyonel olmadığımızı mı ima ediyor?” İşte yine yapmıştı. Güzel bir soruya farklı anlamlar yüklemeye çalışmıştı. Alize ise soğukkanlılığını korumaya çabalayarak,
“Öyle algılamanıza üzüldüm ama hayır. Birçok aile şirketi bugün büyük başarılara imza atıyor. Yine birçok şirkette sadece aile içi kaprisler yüzünden batıyor. Siz büyük bir holdingsiniz ve aynı zamanda babanız ile amcanız eş başkanlık yaparken siz de genel müdürlük yapıyorsunuz. Öğrendiğim kadarıyla, amcanızın iki damadı da şirketinizde görevli. Üstelik yine yönetim kurulundalar. Aile içi çatışmalar ya da benzer olaylar yaşanmıyor mu? Yaşanıyorsa nasıl çözüm buluyorsunuz?”
“Şirketin kurucusu dedemdi. Ölene kadar da tek idareci oydu. Babam büyük erkek olmasına rağmen, aile içinde işler yaşa göre değil beceriye göre dağıtılırdı. İşin yaratıcı kısmında amcam çok başarılıdır. Dâhiyane diyeceğimiz fikirler bugün bile ondan çıkar. Babam ise daha çok işin yatırım kısmı ile ilgilenir.”
“Ya siz?” Bu gereksiz bir soruydu. Yanıtını bildiğinden emindi.
“Ben de babama benzemişim sanırım. İşin parasal kısmı, ne zaman neye yatırım yapılması gerektiği gibi konularda ben daha başarılıyım.”
“2008 yılı için nasıl bir yatırım stratejisi çizdiniz?”  
Poyraz, hayretini gizlemeye çalışıyordu. Çünkü hala magazinsel soru gelmemişti. Yine de bir iki sorudan sonra hayatlarına karışacak soruların geleceğinden emindi. Bu soruya da içtenlikle yanıt verdi.
“2008 başında, ufak bir kriz yaşadık holding olarak.”
“Beyaz eşya işi mi?”
“Öğrenmişsiniz. Çok da hazırlıksız değilsiniz!” bu kez içtendi sözlerinde.
“Hazırlığım yeterli değil ama firmanız hakkında bu bilgiler gizli olmadığı için bu kadarını ben bile öğrendim. Yine de sizin yaşadığınız krizin gerçek nedeni bu muydu teyit etmek isterim. ”
“Gerçek neden o elbette. Babam ile nadiren ters düştüğümüz konulardan biriydi. Ne yazık ki haklı olan ben oldum. Hala o işteki kayıpları telafi etmek için uğraşıyoruz.” 
“Telafi edeceğinize inanıyor musunuz? Yoksa o zararı başka şekilde mi karşılayacaksınız?”  
“Telafi edeceğiz. Fabrika binalarının gerekenleri elde tutulur, gerekmeyenler satılır. Üretimli tamamlanmış olan ürün, kârsız iç piyasaya satılır. Servis ağı için anlaşmalar yapılır. Böylece kısa sürede o zarar minimize edilir. Yani ima ettiğiniz gibi farklı yollarla zarar telafi etmiyoruz.” Alize yanıtın son kısmına bozulsa da soruyu soran kendisiydi. Diğer sorusuna geçti.
“Diğer yatırımlarınız ile ilgili beklentiniz nedir?” Sorular ilerledikçe Poyraz’ın ‘mankenden gazeteci’ teorisi zayıflıyordu. Alize, ekonomi ile ilgilenmiş, ailesi dışında özel hayatı ile ilgili tek soru sormamıştı. Tabii şimdilik! Hala beklemedeydi…
“2008 sonu küresel kriz beklentisi bizim için de geçerli. Tedbirlerimizi ona göre alacağız.”
“Mesela?”
“Bunları söylemek doğru mu acaba? Çünkü bu kararlar her firma için aynı şekilde sonuç vermez. Ben kısaca bahsedeyim. Sene sonuna doğru nakitte kalmaya bakacağız. Döviz hareketlerine göre belki kısa süreli alım satımlar yapabiliriz. Ama üründe stok yapmaya pek taraftar değiliz. Üretimi normal seyrinde devam ettireceğiz. Kriz çıkınca alım gücü düşeceği için stoklar zarar oluşturur.”
“İşsizlik mi bekliyorsunuz?”
“Mutlak olacaktır. Bu ülkede işverenler, her zaman kriz kelimesinde işçi çıkartır.”
“Ya siz?” damarına basan sorular sormaktan keyif aldığını hissediyordu.
“Gerekli haller dışında böyle bir uygulamaya gitmedik.” Çok kapalı bir yanıttı. Alize de doğal olarak en kötüsünü algıladı. Az önce kendisini, bunu ima ettiği için neredeyse azarlamıştı, şimdi ise itiraf ediyordu. Bu yanıttan sonra sesindeki sertliği gizleyemeden sorularına devam etti.
“Gerekli haller dediğiniz, kârınızın düşmesi mi?” Poyraz da o sert tınıyı alıp, aynı sertlikte verdi yanıtını.
“Sizin için çalışan birilerini, sırf az kâr ediyorsunuz diye işten çıkartırsanız, yediğiniz yemeğin vebalini ödeyemezsiniz. Kastettiğim, işinde hata yapan, şirkete kasıtlı zarar veren kişiler. Zorunlu hal budur.”
Alize, aldığı yanıttan sonra bu işte ne kadar acemi olduğunu kabullendi. İlk kez böyle bir görüşme gerçekleştiriyordu ve yüzüne gözüne bulaştırmıştı. Sıkılgan ve özür diler bir sesle devam etti. Firmayı ve yönetim şeklini bilse daha önce araştırma yapmış olsa işçi çıkartma politikalarını öğrenir böyle gereksiz durumlar yaratmazdı. Yine de kendisini savunmak için ufak bir açıklama yapmayı uygun buldu.
“Bildiğim kadarıyla Türkiye’de işler daha farklı yürüyordu. Acemiliğime ve bilgisizliğime verin lütfen.” Poyraz, sesindeki üzüntüyü algılamış, sert ses tonunu yumuşatmıştı.
“Siz nerede yaşıyordunuz Alize Hanım?” Alaycı sormak istemiş ama bu kez başaramamıştı. Gerçek bir merakla sordu. Sonra da düştüğü duruma şaştı. Özel soru soran kendisi olmuştu. Daha detaylara girmemek için kendisini dizginledi.
“Altı yıl İngiltere’de kaldım. Ekonomi okudum ama bizim ülkemizin ekonomisi ne yazık ki dünya standartlarına göre işlemiyor.”
Poyraz, Alize’nin ekonomi saptamalarından çok altı yıldır yurt dışında olmasına takılmıştı. Bu kız ne ara gitmiş okumuş ve evlenmişti? Hızlıydı. Çok hızlıydı! Sonra hatalı düşüncelerine kapak olan yanıtı algıladı. Ekonomi okumuştu. Elbette! İsmet Bey iş bilmez birini yanında çalıştırır mı? 
“Haklısınız. Türkiye’de işler farklı yürür. Bu kriz de farklı yaşanacaktır. Şirketler tedbirleri erken alırsa zarar görmeden ya da çok küçük zararlarla atlatır ama dünya daha büyük sarsıntılar yaşayacaktır.” 
Birkaç soru daha yöneltip yanıtları aldıktan sonra birkaç soru ile de firmanın tarihçesini öğrendi. Görüşmenin sonuna geldiğinde,
“Poyraz Bey, tahminimden uzun süren bu görüşme için özür dilerim. Verdiğiniz yanıtlar için de teşekkür ederim. Bir aile şirketinde profesyonelliği gösterdiğiniz için de ayrıca tebrik ederim. Neden bazı şirketlerin çok daha başarılı olduğunun kanıtı gibi oldu bu söyleşi.”
Poyraz, tüm görüşme boyunca soğuk havanın sıkça estiği odada, son dakika konuşmasının içten mi yoksa sadece klişe veda sahnesi mi olduğunu çözememişti. Yine her zamanki tutumuyla soğukça yanıt verdi.
“Önemli değil. Bir sonraki toplantıya girene kadar olan süremin azalmasından başka olumsuzluk yok.” Ters davranmak mutlu ediyordu kendisini. Neden mutlu olduğunu bilmiyordu ama!
 Alize, ‘Bu adamı camdan atsam kaç yıl yatarım acaba?’ diye düşünüyordu. İlk görüşmesinde ‘tek başına’ ve bu kadar ‘ters’ biri ile yaptığı görüşmenin yine de iyi olduğunu düşünüyordu. Üstelik hiç hazırlıksızdı bugün. Kendisi ile gurur duyarken işittiği sözler tüm moralini yerle bir etmişti. Yine de bunu belli etmeyecekti. Karşısındaki onun Tony’si değildi artık. Zaten yakından o kadar da benzemiyordu. Tony’nin gözleri hep gülerdi. Bu adamın ise, tek gülümsediği zaman e-postasına yanıt verdiği zamandı. Düşüncelerinde boğulmadan ayağa kalktı ve elini uzattı. O da artık gülmüyordu. Kısaca teşekkür edip sertçe sıktı uzanan eli. Sonra da kapıya kadar geçirmesini beklemeden hızlı adımlarla yürüdü. Tam kapının koluna elini uzattığında arkasından yetişmiş olan Poyraz da uzandı. Ellerinin çarpışmasını önlemek için hemen geri çekti Alize. Poyraz, genç kadının o şekilde gitmesini istemiyordu ama yapacağı bir şey yoktu. Evli kadınlar ona göre değildi.
Kibarca kapıyı açıp çıkmasını bekledi. Sonra arkasından biçimli vücudu izledi. Ve kendisine kızdı. Başkasının kadınını izleyecek ve hayaller kuracak kadar alçalmış mıydı? Yine de o pantolon ve gömleğin içindekileri anımsıyor ve aklına üşüşmelerini engelleyemiyordu.
Alize, asansöre doğru emin adımlarla yürüdü. İzlendiğini biliyordu. Çünkü kapının kapandığını duymamıştı. Gerçi uzaklaştığında duyabileceği kadar bir ses de çıkartmazdı o koca ahşap kapı. Yine de içinde bir his, izlendiğini söylüyordu. Hafifçe başını çevirdiğinde yanılmadığını anladı. Poyraz hala kapıda duruyordu. Kendisini neden izliyordu? Hayır, izlemiyordu. Sadece odasına gelen kişileri bekliyordu. Nedense hayal kırıklığı duymuştu. Saçmalamaya başlamadan asansörün gelmesi için dua etmeye başladı.
Oysa yanılmamıştı, Poyraz onu izliyordu. Üstelik yeni grubun odasına yaklaştığını fark etmeyecek kadar da dalmıştı. Sonra son kez baktı ve odasına girdi. Alize ise kapı kapanırken bir kez daha bakmıştı. Kapalı kapı ile birlikte hayallerini de kapattı.  Asansörle hızla aşağı inerken yazısını nasıl hazırlayacağından başka bir düşüncesi yoktu. Ekonomi bilmekle, bunları halk diline uyarlamak farklı şeylerdi. Dergide göreve başladığından beri bunu öğreniyordu. Ama ilk işi hastaneye gitmekti. İsmet beyi ve eşini merak ediyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder