16 Nisan 2015 Perşembe

Alize & Poyraz 14. Bölüm

İstanbul, her yaz olduğu gibi çok nemli bir gün yaşıyordu. Aslı’nın düğününün üstünden iki hafta geçmişti. Japonya yolcuları dönmüş, her gezdikleri yeri ballandırarak anlatıyorlardı. Tek sorunu yiyeceklerde yaşamışlar, biraz açlık çekmişlerdi. Ama en sonunda Türk lokantası bulup, afiyetle karınlarını doyurmuşlar, gezmeye yetecek enerjiyi depolamışlardı. O hallerini bile gülerek keyifle anlatıyorlardı. Neredeyse bir haftadır her görüşmeleri Japonya anılarının paylaşımı ile geçiyordu. Nemden bunaldıkları öğlen saatlerinde diyet amaçlı olmayan ama her yemeğin ağır gelmesi yüzünden salata tüketiyorlardı. Aslı biraz durgundu.
“İlk evli kavganızı mı yaşadınız?”
“Yoo, o da nereden çıktı?” Gerçekten şaşırmıştı.
“Yüzün asık da oradan çıktı.” Bu kez daha rahattı yanıt. Arkadaşlarının mutsuz olmasına dayanamazdı.
“Yok ya bir şey soracağım da kızmandan korkuyorum.” Ellerine bakıyor gerçekten çekiniyordu. Alize şaşkınlıkla, 
“Sor, kızmam.” 
Aslı, düğün gecesinde öğrendiği Tony ile ilgili konuşmak istese de vazgeçmişti. Alize, bunca yıl içinde sakladıysa onun için çok önemli olmalıydı. Ne zaman anlatmak isterse o zaman dinleyecekti. Şimdi artık hayatına yeni yön vermesi gerektiğini düşündüğü arkadaşına yardım etmeliydi. Buna da hayatında başka önemli birileri olup olmadığını sorarak başlayacaktı. Ne de olsa arkadaşı erkekleri gizlemek konusunda tecrübeliydi. Yeni bir gizli aşk olabilirdi!
“Faruk? Sen hep arkadaşım diyorsun ama o da öyle mi bakıyor olaya?”
“Elbette. Sana bile anlatamayacağım şeyler yaşamış Faruk. Söz vermesem anlatırdım inan. Ama çok acı çekmiş. Yeni yeni toparlıyor kendisini. Beni de bu dönemde halden anlayan erkek arkadaş yerine koyuyor.”
“Sen?” yine çekingenlik vardı sesinde.
“Ben ne?”
“Sen kendinden emin misin?”
“Aslı, benim için de Faruk kız arkadaş gibi. Bizim hiç bu kadar yakın olduğumuz erkek arkadaşımız olmamıştı. Galiba hata etmişiz. Çok samimi ama karşı cins değil sanki. Senin gibi o da.” Kesinlikle doğru söylüyordu.
“Benim gibi mi? Bana bak, ben o Faruk’u yolarım.” Neyse ki sorun yoktu ortada. Neşelenebilirdi.
“Aman be, sen de çaçaronluğa ne kadar meyillisin ya… Hayatım, asla sen olamaz. Sadece anlatmaya çabalamıştım. Yoksa dünya bir yana sen bir yanasın biliyorsun.”
“İnşallah senin evleneceğin erkek de Ercan gibi aramıza girmeye kalkışmaz. Bana bak önce benim onayımdan geçecek. Ben uygun bulmazsam asla evlenemezsin.”
“Eh, dünya bir yana sen bir yana dedik artık. Yularımı kaptırdım. Tamam, söz senin onayından geçecek.”
“Öğleden sonra ne yapıyorsun?”
“Ben büroda olacağım. İsmet Bey bir görüşmeye gidiyor.”
“İsmet Bey, senin çok başarılı olduğunu, soru köşesinin her hafta mektuplarla dolup taştığını söyledi. Hatta sırf soru cevap eki çıkartmayı düşünüyormuş.”
“Benden övgüyle mi bahsetti? Ciddi misin?” İsmet Bey, beğenisini arada sırada ifade eden ama abartmayan biriydi. Bunlar gerçekse ki Aslı asla yalan söylemezdi, işte bu durumda Alize kendisinden memnun olabilirdi. Patronunun gözüne gerçekten girmişti.
“Elbette ciddiyim. Şu ek dergi işini de ciddi olarak düşünüyor.”
“Dünkü toplantıda bahsetti ama tek olacağıma dair bir şey söylemedi. Tek başıma o kadar çok soruya yanıt yetiştirebilir miyim bilmiyorum. Sözde saatlerim daha rahat olacaktı. Az çalışıp çok kazanacaktım. Köleyim ben köle.” Sitemkâr konuşmaların ardındaki keyif belliydi.
“Hiç söylenme keyifle çalıştığını biliyorum. Soru kısmını da diğer yazılarını da evden yazabilirsin ama sen gelmeyi tercih ediyorsun. O yüzden köleliği bir yana bırak, zevkle çalışıyorum de.”
Alize, gerçekten de çok keyifle geliyordu işine. Hem de her gün sabah dokuzda dergide olmak için evden yedide çıkıyordu. Yine de yüksünmüyordu. Galiba asıl sorun, işe gitmeme lüksünün olmasıymış. Yoksa gitmemek değil. İşe başladığı günden beri sadece bir kez evde çalışmayı denemiş, ama daha verimsiz olduğunu fark edip ertesi gün yine dergide almıştı soluğu. Yemekten kalktıklarında öyle paydosunun bitmesine on dakika kalmıştı. Alize için öyle bir sınır yoktu ama Aslı’nın bölümü daha sıkı bir çalışma politikasına sahipti. Kahvelerini alıp, kendi bölümlerine gittiler.
Alize, kapıdan girerken sekreter hızla yanına geldi. “Alize Hanım, İsmet Bey’in eşi rahatsızlanmış. Randevusuna sizin gitmenizi istedi. Tüm görüşme detayı burada. Aşağıda şoför sizi bekliyor.” Sesindeki panik aşikârdı. Alize de korkuyla sordu.
“Eşi mi hastalandı? Nesi var? Kötü bir şeyi yok değil mi?”
Mürüvvet Hanım’ı tanımış ve çok sevmişti. Şu an algılayabildiği tek şey, Mürüvvet Hanım'ın hasta olduğu idi.
“Küçük bir kriz geçirmiş. Kalp olabilirmiş. Net bilgiyi alınca iletirim. Randevuya geç kalmayın lütfen. Dosyayı okursanız daha rahat olursunuz. İsmet Bey, durumunu izah edebileceğinizi, karşı tarafın sizinle görüşmek istememesi durumunda başka bir zaman yeniden görüşme için randevu ayarlayabileceğinizi de söylememi istedi.”
“Neden acaba? Firma kendisi kabul etmedi mi bu görüşmeyi?”
“Sanırım, İsmet Bey’in arkadaşı idi bugün görüşülecek firmanın sahibi. Samimiyetten alınmış bir randevuydu. Çünkü o firma asla röportaj vermez.”
“Aman bu devirde hala böyle kapalı kutu şirketler var mı?”
Alize, dosyayı kızın elinden almış, haber alır almaz kendisini de aramasını istemişti. İsmet Bey’i arayıp rahatsız etmek istememişti. Sonra öğrenir hangi hastanedeyse oraya giderdi. Aşağıda araba bekliyordu.
“Neden İsmet Beyle değilsiniz siz?”
“Ben yemekteyken telefon gelmiş. Taksiyle gitmiş. Sizi benim bırakmamı özellikle istemiş.”
Maslak tarafına gittiklerinden başka hiçbir şey bilmiyordu. Dosyayı açıp firma hakkında bilgi almak istediğinde ise hayal kırıklığı yaşadı. Çünkü dosya diye eline verilen evrakların arasında firmanın adı ve görüşülecek kişinin isminden başka hiçbir şey yoktu. Sina Kurt. Kurter Holding Yönetim Kurulu eş başkanı. İsmet Bey’in arkadaşı olduğunu tahmin ettiği kişi ile bu kadar hazırlıksız bir toplantıyı hiç beklemiyordu. Üstelik bu isim tanıdık geliyordu. Ama aklı hastalanan Mürüvvet hanıma takılı olduğundan mı acaba bir türlü anımsayamamıştı nereden bildiğini.  
Şoför bile benden daha çok şey biliyordur bu firma hakkında, diye düşünüyordu. Sormaya çekinse de en sonunda daha fazla rezil olamayacağını düşündü ve sordu. Yanılmamıştı. Şoför firmayı da son zamanlarda yaşananları da biliyordu. Hatta baba oğul çatışmasını bile duymuştu. Ama bunun söylenti olduğunu tahmin ettiğini de belirtmişti.
Kurter Holding, bir yıl sonra 50. yılını kutlayacaktı. Büyükbaba Savaş Bey kurmuştu firmayı. Zeytin ve zeytinyağı üreterek başladıkları ticarete, gıda sektöründe birçok ürün ile devam etmişler, et ürünleri ile de piyasa hâkim olup, pazar pastasının büyük dilimini kendilerine kesmişlerdi. Bir dönem yaptıkları akaryakıt işinden daha dedelerinin zamanında vazgeçmişlerdi. Şimdi şirketin başında olan büyük kardeş Sina Kurt, bir arkadaşı ile ortak beyaz eşya işine girmek istediğinde oğlu ile sürtüşme yaşamıştı. Oğlu, piyasada bulunan markalara karşı gelemeyeceklerini, ölü bir yatırım olacağını söylemişti. Baba-oğul arasındaki bu farklı düşünce, babanın zaferi ile sonuçlanmış ama sonuç hüsran olmuştu. Holding uzun yıllardan sonra ilk kez çok düşük bir kâr açıklamıştı. Bundan tüm ortaklar şikâyetçi olsa da, yatırım ile ilgili kararların verildiği yönetim kurulu toplantısında Sina Beyden yana oy kullandıkları için seslerini yükseltemiyorlardı.
Alize, İsmet Bey’in şoförünün bilgisine hayret etmiş, bunu da açıkça dile getirmişti.  
“İsmet Bey, yıllar önce izlediği bir filmden etkilenmiş. Sabrina… Sanırım izlemişsinizdir?”
“Evet izledim.” Üstelik sayısız kere izlemişti. Oradaki aşkı çok severdi. Uyarlaması olan yerli diziyi Aslı’dan dinlemiş ama izlememişti.
“İşte oradaki patron gibi bana firmalar hakkında bilgiler verir. Elbette bunu birlikte çalışmaya başlamamızın beşinci yılından sonra yapmaya başladı. Ama ben borsayla oynayan birisi olmadığım için bu bilgiler bende biraz genel kültür boyutunda kalıyor.”
“Çok güzel. İstesen borsada da kullanabilirmişsin.”
“Evet, ama dedim ya sevmem öyle şeyleri. Kumar gibi gelir bana.”
“Haklısın.”
Şoförün cep telefonu çalınca konuşmaya ara verdiler. İsmet Beydi arayan. Eşinin anjiyoya alınacağını, işi bitince hemen hastaneye gelmesini söylüyordu. Alize, şoförün verdiği yanıtlardan bunu anlamıştı. Toplantı sonrası taksiyle dönebileceğini söylese de bekleyeceğini, büroya bıraktıktan sonra hastaneye gideceğini söylemiş ve konuyu kapatmıştı. Bu arada, gün arası bir saat olmasının verdiği rahatlıkla tahminlerinden kısa sürede holding binasına ulaşmışlardı. Şoför dışarıda beklerken, Alize, bu ilk röportaj işine gitmek için güvenlikten geçiyordu.
Bir başka güvenlik görevlisi ile binanın yirmi beşinci katına çıktılar. Asansörden çıktıkları yer granitle kaplı oldukça büyük bir girişti. Bir görevli yanlarına yaklaştı. Alize, kendisini tanıtıp geldiği derginin adını verdi. Görevli ile birlikte koridoru geçip, cam kapılı bir odaya geldiler. Toplantı odasına alındığını anlayan Alize, ‘Bürolarında görüşemiyorlar mı?’ diye düşünüyordu. Görevli, Sina Bey’in birkaç dakikaya kadar geleceğini söyleyip yanından ayrılmış, giderken de çay ve kahve çeşitlerinin olduğu masayı göstererek dilediğini alabileceğini belirtmişti.
Randevu saatinden neredeyse on beş dakika erken geldiği için uzun süre bekleyeceğini düşünen Alize, kendisine kahve hazırladı. Konuklarının tercihlerine göre içeceklerini kendilerinin hazırlamasının değişik bir uygulama olduğuna kanaat getirdi. Birçok görevli görmesine rağmen damak tadına önem veren bir firmada olduğunu anlamak hoşuna gitmişti. Eh ne de olsa asıl işleri gıda sektörüydü. Diğer tüm işler gıdadan sonra geliyordu.
Gökdelenin tepesinden etrafı izlemeye başladı. Tek ya da iki katlı evlerin ne kadar küçük gözüktüğüne keyifle bakıyor, arabaların, oyuncak arabalardan bile küçük hallerine gülüyordu. Kahvesini yudumlarken arkasında duyduğu sesle olduğu yerde kaldı.
“Bunca yıldır o manzaraya bakarım ama komik hiçbir şey görmedim. Lütfen neye güldüğünüzü söyleyin de manzaranın tadını ben de çıkartayım.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder