2008 Yılında yazdığım ilk hikayem. Sadece küçük yazım hatalarımı düzelterek yayınlıyorum. Çünkü eski yazılarım kendi gelişimimi takip ettiğim hatalarla dolu.
Umarım keyif alırsınız.
* OYUN *
"Baba, lütfen yine aynı tartışmaları yapmayalım! Onca yıl boşuna mı
okudum? Diplomam örümcek ağı tuttu. Okula verdiğin o kadar para sokağa mı
atılsın istiyorsun? Lütfen izin ver çalışayım. Kendime bir iş bulayım. Eğer,
başaramazsam, söz bir daha ağzımı açmayacağım bu konuda"
"Duru, yeter tartıştığımız. Gel şirkette çalış diyorum sana. Neden inat
ediyorsun? Yerin de, işin de hazır."
"Offf baba, hep aynı şey. Ben senin yanında çalışmak istemiyorum. Kendim
bir iş bulmak ve o işte başarılı olmak istiyorum"
Son üç yıldır, benzer cümleler ile yapılan tartışma, asla bir sonuca
bağlanamıyordu. Duru, öğrendiklerini unutmamak için, ders kitaplarını
karıştırarak vakit geçiriyor ve internette gezip bilgilerini güncellemeye
devam ediyordu. Babası ise, kızının inadını kıracağı günü bekliyordu. Tek
çocuğu olması, işini kızına emanet edecek olması, onu bu kadar inatçı
yapıyordu. İstanbul'un çok daha sakin olduğu günlerde alınmış, Suadiye’de
bulunan, şimdi dört bir yanının apartmanlarla dolduğu, iki katlı bahçe içinde
olan, 40 yıllık babadan kalma evlerinde, eşi ve kızı ile huzurlu bir
yaşamları vardı. Yine babadan kalma oto yedek parçası üreten firmaları küçük
bir atölyeden, yıllar içinde büyük bir fabrikaya dönüşmüş, rahat yaşamlarına
devam edecek maddi kazancı daima sağlamıştı. Babasının uzun yıllardır
İstanbul'da iş yapması sayesinde çevreleri gelişmişti.
Duru'nun en büyük sıkıntılarından biri de buydu. İş konusu her açıldığında, araya
sıkışan cümlelerden biri "Bilmem kim amcanın yanında bir yer boşalmış,
istersen yarın hemen başla" olduğu için, daha cümle başlarken babasını
susturmayı öğrenmişti.
"Senin arkadaşlarının yanında da çalışmak istemiyorum, baba. Ben
bilgimle bir iş bulmak ve tecrübe kazanmak istiyorum"
Yine ümitsiz bir çaba ile söylenen son söz... "Ya benim yanım, ya da, o
iş... başka bir yerde çalışamazsın"
Anne Nisa Hanım ise, bu tartışmalarda taraf olmaktan çoktan vazgeçmişti.
Çünkü baba kızın arasına girmek, kendisini üzmekten başka işe yaramıyor, iki
inatçı keçi asla tavırlarından vazgeçmiyordu.
Yirmi beşinci yaş gününden önce babası doğum günü hediyesi ne istediğini
sorduğunda,
"Bir yıl istiyorum baba" dedi Duru.
Şaşkın gözlerle bakan babası, "Anlamadım, neyin bir yılı?"
dediğinde, Duru yeni bir tartışmaya hazırlandı.
"Baba, bana bir yıl hediye et. Bu bir yıl içinde, kendime uygun bir iş
bulup çalışayım. Eğer, bu bir yılda başarılı olamazsam, söz veriyorum senin
yanında işe başlayacağım. Fakat başarırsam, kendi ayaklarım üstünde
durabilirsem, bir daha, ne iş yapacağım nerede çalışacağım konusunda
tartışmayacağız."
Cümlesini tamamladığında, önce almayı unuttuğu nefesini içine çekti, sonra
babasının yanıtını beklerken yavaş yavaş bıraktı...
"Bu konuyu daha önce defalarca konuştuk, Duru. Yine aynı tartışmaları
yapmayalım lütfen. Doğum günü hediyesi ne istiyorsun bana onu söyle.
İhtiyacından başka hediye kabul etmemen yüzünden bu soruyu soruyorum. Beni
pişman etme. Alırım bir şey, ister kullanır ister atarsın"
Bu kadar sert bir yanıt beklemeyen Duru, annesinin yüzüne baktı, o yüzden bir
medet aradığı çok açıktı. Nisa Hanım, yıllar sonra ilk kez bir tartışmalarına
katılma ihtiyacı hissetti.
"Ahmet, Duru'nun talebi çok mantıklı! Böylece yıllardır süren manasız
tartışmanız da sonlanacak. Başarılı olursa, istediğini yapabilecek, olamazsa
da sen istediğine kavuşmuş olacaksın. Bunca okumanın ardından, evde oturması
neye fayda sağlıyor. Bazen seni tanıyamıyorum. Sanki İstanbul'da değil de
küçük bir kasabada yaşayan babalar gibi davranıyorsun. Hoş onların kızları
bile Duru kadar itaatkâr davranmıyordur. "
Ahmet Bey, eşinden çıkış beklemediği için önce şaşırdı, sonra kahve fincanını
da eline alarak, üst kattaki çalışma odasına çıktı. Duru, ucuna oturduğu
koltuğa kendisini hepten bırakıp, yumuşak yastıkların arasına gömüldü.
"Öfffff anne ya, neden ulaşamıyorum babama bu konuda? Bu nasıl inattır
böyle? Yirmi beş yaşındayım artık. İstersem, tek başıma yaşayabilirim ama ne
senin ne de babamın üzülmesini istemiyorum. Her şey tatlılıkla hallolsun
istiyorum. Fakat bu, her geçen gün zorlaşıyor. Neredeyse benden başka, evde
oturup baba parası yiyen arkadaşım kalmadı. Çalışanları ziyaret etmek de beni
artık mutsuz etmeye başladı. Onları iş başında görmek, sinirimi bozuyor"
Nisa Hanım, kızını çok iyi anlıyor ama iş dünyasını bilen kocasının
korkularını da kabulleniyordu. Duru, adı gibi bir kızdı. Bir anne, daima
evladını güzel görürdü ama Duru, gerçekten çok güzel bir kızdı. Omuzlarının
altına kadar inen kızıla çalan kumral saçlarını anneannesinden almıştı. Ela
gözler ise, annesinin yeşil, babasının kahverengi gözlerinin karışımıydı. Ne
çok zayıf, ne de kiloluydu. Beslenmesine dikkat eder, günlük yürüyüşlerini
düzenli yapar ve erken saatlerde uyurdu. Haftada bir veya iki gece
arkadaşları ile gezmeye çıksa da, genelde ev kuşuydu. Nisa Hanımın en büyük
korkusu, kızının evde daha çok vakit geçirip, istediği gibi bir damat
getiremeyecek olmasıydı. Duru ise, gönül işlerinden uzaktı.
En son flörtünü üniversite de birinci sınıfta yaşamış, manasız telefon
muhabbetleri ve boş boş gezmelerden sonra vakit kaybının derslerine olumsuz
etkisini görmüş ve okul bitene kadar bir daha kimse ile çıkmamıştı. Gelen
bazı tekliflerin ise ardında neler yattığını tahmin ettiği için, hiç birini
kabul etmemişti.
Etkileneceği erkeğin bir gün karşısına çıkacağına inanıyordu. Romantik bir
yanı olmasına rağmen, hayata daha gerçekçi gözlerle bakmayı seçiyor ve bir
gün gerçekten değecek bir erkeğe aşık olup evlenmek istiyordu. Bu sürecin ise
ne zaman yaşanacağını hiç dert etmiyor, anne ve babası gibi bir evlilik
yapmak istiyordu. Çevresinde bulunan çapkınlarla işi yoktu...
Anne kız ayrı ayrı düşüncelere dalmışken, babası merdivenlerden ağır ağır
indi. Genelde tez canlı olan Ahmet Beyin, bu inişi bile birçok anlam
yüklüydü. Önemli bir karar vermiş ama verdiği karardan çok da mutlu
olmamıştı. Nisa Hanım da Duru da, bu inişin ardından önemli bir konuşma
yapılacağını anlamış, gözlerini dikmiş, Ahmet Beyin salona gelmesini
bekliyorlardı. Yan yana oturan anne-kızı, karşısına alacak şekilde tekli
koltuğa oturdu. Boş fincanını yine yavaş hareketlerle sehpaya bıraktıktan
sonra arkasına yaslandı. Vakit kazanmaya çabaladığı belliydi.
Duru, umutlanmak istemiyor, yine de midesinde kelebeklerin uçuşmasını
engelleyemiyordu. Soran gözlerle babasına baktı bir süre. Ahmet bey de, kahve
rengi gözlerini kızının yüzünde gezdirdi...
Sonra yavaşça... "Şartlarım
var." dedi.
Duru, ne diyeceğini bilemedi bir süre. Sonra yavaşça,
"Her şeye razıyım, baba" dedi...
"İş yaşamının birinci kuralı, Duru Hanım, karşınızdakinin teklifini
duymadan, asla bir şeyleri kabul etmeyin" babasının cümleleri, Duru'yu
her geçen an daha da mutlu ediyordu. Bu sefer başarmıştı galiba, bu iş
olacaktı!
"Haklısın baba, ama bu kabulüm senin şartlarına. Sen, bana yapamayacağım
bir şey sunmazsın" diyerek babasının gönlünü almaya çabaladı.
Ahmet Bey, yine sıkıntılı ifade ile kızına baktıktan sonra, "Öncelikle,
dış görünümün değişecek" dedi...
Duru, şaşkın gözleriyle önce babasına, sonra annesine baktı, "Anlamadım,
nasıl?"
"Dış görünümün, erkeklerin aklını başından alacak kadar güzel. O
nedenle, öncelikle bu görüntüden kurtulacaksın. Saçını kestirir misin, toplar
mısın bilemiyorum bir şeyler yap. Numarasız bile olsa gözlük kullanacaksın.
Makyaj olarak sadece, toprak rengi ruj ve rimel midir nedir o... Başka bir şey
sürmek yok... Hele parfüm falan hiç yok... Ayrıca, kıyafetlerin.... hepsi
değişecek... Sana iş kıyafetlerini beraber alacağız ve alınanlara asla itiraz
etmeyeceksin. Arkadaşların ile gezdiğin zamanlar ne yaparsan yap ama iş
ararken ve çalışırken sözümden çıktığın anda anlaşma bozulur. Ve unutma, sen
bu şartları başından kabul ettin"
Duru, ağzı açık babasını dinliyordu. Babası kendisine hiç mi güvenmiyordu? Bu
nasıl olacaktı. Fiziksel görüntüsü yüzünden iş vereceklerini mi sanıyordu
kendisine. Bu kadar sığ mıydı iş ortamı? Ne yani, her çalışan güzel kadın
taciz mi ediliyordu? Yok artık, babası bu sefer gerçekten abartmıştı.
"Ne demek abarttım?" dediğinde, son cümlesini babasının yüzüne
karşı söylediğini anlayıp, kıp kırmızı kesilmişti.
"Baba, seni anlamaya çalışıyorum ama bu kadarı çok fazla. Tüm patronları
aynı kefeye koymuş olmuyor musun?" Tam, 'Sen de patronsun, böyle mi
davranıyorsun?' diyecekken, son anda kendisini tutmuştu. Yanında
çalışanların, babasını ne kadar sevdiğini ve saydığını biliyordu. Bu cümle
babasını kırmaktan öte bir anlam taşımazdı. Biraz sakinleştiğinde, bu
şartların aslında kendisini vazgeçirmek için ileri sürüldüğünü anlayarak daha
yumuşak bir sesle,
"Kabul ediyorum" dedi...
Bu sefer şaşırma sırası babası ile annesindeydi. Birbirlerine baktıkları an,
ikisi de bu işin altından kalkacak bir kızları olduğunu anlamanın üzüntü ve
sevincini aynı anda yaşadılar. Ahmet Bey, şartlarını sıralarken ret yanıtı
alacağından emindi. Şimdi ise, daha çok şart koşmadığı için üzülüyordu. Çünkü
bu inatçı kız, bu işin altından kalkarsa, tüm hayalleri yerle bir olacak,
belki de emekli olduğunda aile işini satmak zorunda kalacaktı.
Nisa Hanım ise, kızının nihayet istediğini aldığını düşünüp mutlu olmuştu.
Eşinden de destek bulamayan Ahmet Bey, biraz da sinirle,
"Daha bitmedi" dedi... "Son bir şartım daha var... Bu bir
yılı, kendine ait bir evde geçirmen lazım... Madem ayaklarının üstünde durman
gerekiyor, hodri meydan"
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder