1 Şubat 2015 Pazar

OYUN 1. Bölüm







2008 Yılında yazdığım ilk hikayem. Sadece küçük yazım hatalarımı düzelterek yayınlıyorum. Çünkü eski yazılarım kendi gelişimimi takip ettiğim hatalarla dolu. 

Umarım keyif alırsınız. 




* OYUN *




"Baba, lütfen yine aynı tartışmaları yapmayalım! Onca yıl boşuna mı okudum? Diplomam örümcek ağı tuttu. Okula verdiğin o kadar para sokağa mı atılsın istiyorsun? Lütfen izin ver çalışayım. Kendime bir iş bulayım. Eğer, başaramazsam, söz bir daha ağzımı açmayacağım bu konuda"

"Duru, yeter tartıştığımız. Gel şirkette çalış diyorum sana. Neden inat ediyorsun? Yerin de, işin de hazır."

"Offf baba, hep aynı şey. Ben senin yanında çalışmak istemiyorum. Kendim bir iş bulmak ve o işte başarılı olmak istiyorum"

Son üç yıldır, benzer cümleler ile yapılan tartışma, asla bir sonuca bağlanamıyordu. Duru, öğrendiklerini unutmamak için, ders kitaplarını karıştırarak vakit geçiriyor ve internette gezip bilgilerini güncellemeye devam ediyordu. Babası ise, kızının inadını kıracağı günü bekliyordu. Tek çocuğu olması, işini kızına emanet edecek olması, onu bu kadar inatçı yapıyordu. İstanbul'un çok daha sakin olduğu günlerde alınmış, Suadiye’de bulunan, şimdi dört bir yanının apartmanlarla dolduğu, iki katlı bahçe içinde olan, 40 yıllık babadan kalma evlerinde, eşi ve kızı ile huzurlu bir yaşamları vardı. Yine babadan kalma oto yedek parçası üreten firmaları küçük bir atölyeden, yıllar içinde büyük bir fabrikaya dönüşmüş, rahat yaşamlarına devam edecek maddi kazancı daima sağlamıştı. Babasının uzun yıllardır İstanbul'da iş yapması sayesinde çevreleri gelişmişti.

Duru'nun en büyük sıkıntılarından biri de buydu. İş konusu her açıldığında, araya sıkışan cümlelerden biri "Bilmem kim amcanın yanında bir yer boşalmış, istersen yarın hemen başla" olduğu için, daha cümle başlarken babasını susturmayı öğrenmişti.

"Senin arkadaşlarının yanında da çalışmak istemiyorum, baba. Ben bilgimle bir iş bulmak ve tecrübe kazanmak istiyorum"

Yine ümitsiz bir çaba ile söylenen son söz... "Ya benim yanım, ya da, o iş... başka bir yerde çalışamazsın"

Anne Nisa Hanım ise, bu tartışmalarda taraf olmaktan çoktan vazgeçmişti. Çünkü baba kızın arasına girmek, kendisini üzmekten başka işe yaramıyor, iki inatçı keçi asla tavırlarından vazgeçmiyordu.






Yirmi beşinci yaş gününden önce babası doğum günü hediyesi ne istediğini sorduğunda,

"Bir yıl istiyorum baba" dedi Duru.



Şaşkın gözlerle bakan babası, "Anlamadım, neyin bir yılı?" dediğinde, Duru yeni bir tartışmaya hazırlandı.

"Baba, bana bir yıl hediye et. Bu bir yıl içinde, kendime uygun bir iş bulup çalışayım. Eğer, bu bir yılda başarılı olamazsam, söz veriyorum senin yanında işe başlayacağım. Fakat başarırsam, kendi ayaklarım üstünde durabilirsem, bir daha, ne iş yapacağım nerede çalışacağım konusunda tartışmayacağız."

Cümlesini tamamladığında, önce almayı unuttuğu nefesini içine çekti, sonra babasının yanıtını beklerken yavaş yavaş bıraktı...

"Bu konuyu daha önce defalarca konuştuk, Duru. Yine aynı tartışmaları yapmayalım lütfen. Doğum günü hediyesi ne istiyorsun bana onu söyle. İhtiyacından başka hediye kabul etmemen yüzünden bu soruyu soruyorum. Beni pişman etme. Alırım bir şey, ister kullanır ister atarsın"

Bu kadar sert bir yanıt beklemeyen Duru, annesinin yüzüne baktı, o yüzden bir medet aradığı çok açıktı. Nisa Hanım, yıllar sonra ilk kez bir tartışmalarına katılma ihtiyacı hissetti.

"Ahmet, Duru'nun talebi çok mantıklı! Böylece yıllardır süren manasız tartışmanız da sonlanacak. Başarılı olursa, istediğini yapabilecek, olamazsa da sen istediğine kavuşmuş olacaksın. Bunca okumanın ardından, evde oturması neye fayda sağlıyor. Bazen seni tanıyamıyorum. Sanki İstanbul'da değil de küçük bir kasabada yaşayan babalar gibi davranıyorsun. Hoş onların kızları bile Duru kadar itaatkâr davranmıyordur. "

Ahmet Bey, eşinden çıkış beklemediği için önce şaşırdı, sonra kahve fincanını da eline alarak, üst kattaki çalışma odasına çıktı. Duru, ucuna oturduğu koltuğa kendisini hepten bırakıp, yumuşak yastıkların arasına gömüldü.

"Öfffff anne ya, neden ulaşamıyorum babama bu konuda? Bu nasıl inattır böyle? Yirmi beş yaşındayım artık. İstersem, tek başıma yaşayabilirim ama ne senin ne de babamın üzülmesini istemiyorum. Her şey tatlılıkla hallolsun istiyorum. Fakat bu, her geçen gün zorlaşıyor. Neredeyse benden başka, evde oturup baba parası yiyen arkadaşım kalmadı. Çalışanları ziyaret etmek de beni artık mutsuz etmeye başladı. Onları iş başında görmek, sinirimi bozuyor"

Nisa Hanım, kızını çok iyi anlıyor ama iş dünyasını bilen kocasının korkularını da kabulleniyordu. Duru, adı gibi bir kızdı. Bir anne, daima evladını güzel görürdü ama Duru, gerçekten çok güzel bir kızdı. Omuzlarının altına kadar inen kızıla çalan kumral saçlarını anneannesinden almıştı. Ela gözler ise, annesinin yeşil, babasının kahverengi gözlerinin karışımıydı. Ne çok zayıf, ne de kiloluydu. Beslenmesine dikkat eder, günlük yürüyüşlerini düzenli yapar ve erken saatlerde uyurdu. Haftada bir veya iki gece arkadaşları ile gezmeye çıksa da, genelde ev kuşuydu. Nisa Hanımın en büyük korkusu, kızının evde daha çok vakit geçirip, istediği gibi bir damat getiremeyecek olmasıydı. Duru ise, gönül işlerinden uzaktı.

En son flörtünü üniversite de birinci sınıfta yaşamış, manasız telefon muhabbetleri ve boş boş gezmelerden sonra vakit kaybının derslerine olumsuz etkisini görmüş ve okul bitene kadar bir daha kimse ile çıkmamıştı. Gelen bazı tekliflerin ise ardında neler yattığını tahmin ettiği için, hiç birini kabul etmemişti.

Etkileneceği erkeğin bir gün karşısına çıkacağına inanıyordu. Romantik bir yanı olmasına rağmen, hayata daha gerçekçi gözlerle bakmayı seçiyor ve bir gün gerçekten değecek bir erkeğe aşık olup evlenmek istiyordu. Bu sürecin ise ne zaman yaşanacağını hiç dert etmiyor, anne ve babası gibi bir evlilik yapmak istiyordu. Çevresinde bulunan çapkınlarla işi yoktu...

Anne kız ayrı ayrı düşüncelere dalmışken, babası merdivenlerden ağır ağır indi. Genelde tez canlı olan Ahmet Beyin, bu inişi bile birçok anlam yüklüydü. Önemli bir karar vermiş ama verdiği karardan çok da mutlu olmamıştı. Nisa Hanım da Duru da, bu inişin ardından önemli bir konuşma yapılacağını anlamış, gözlerini dikmiş, Ahmet Beyin salona gelmesini bekliyorlardı. Yan yana oturan anne-kızı, karşısına alacak şekilde tekli koltuğa oturdu. Boş fincanını yine yavaş hareketlerle sehpaya bıraktıktan sonra arkasına yaslandı. Vakit kazanmaya çabaladığı belliydi.

Duru, umutlanmak istemiyor, yine de midesinde kelebeklerin uçuşmasını engelleyemiyordu. Soran gözlerle babasına baktı bir süre. Ahmet bey de, kahve rengi gözlerini kızının yüzünde gezdirdi...

Sonra yavaşça... "Şartlarım var." dedi.

Duru, ne diyeceğini bilemedi bir süre. Sonra yavaşça,

"Her şeye razıyım, baba" dedi...

"İş yaşamının birinci kuralı, Duru Hanım, karşınızdakinin teklifini duymadan, asla bir şeyleri kabul etmeyin" babasının cümleleri, Duru'yu her geçen an daha da mutlu ediyordu. Bu sefer başarmıştı galiba, bu iş olacaktı!

"Haklısın baba, ama bu kabulüm senin şartlarına. Sen, bana yapamayacağım bir şey sunmazsın" diyerek babasının gönlünü almaya çabaladı.

Ahmet Bey, yine sıkıntılı ifade ile kızına baktıktan sonra, "Öncelikle, dış görünümün değişecek" dedi...

Duru, şaşkın gözleriyle önce babasına, sonra annesine baktı, "Anlamadım, nasıl?"

"Dış görünümün, erkeklerin aklını başından alacak kadar güzel. O nedenle, öncelikle bu görüntüden kurtulacaksın. Saçını kestirir misin, toplar mısın bilemiyorum bir şeyler yap. Numarasız bile olsa gözlük kullanacaksın. Makyaj olarak sadece, toprak rengi ruj ve rimel midir nedir o... Başka bir şey sürmek yok... Hele parfüm falan hiç yok... Ayrıca, kıyafetlerin.... hepsi değişecek... Sana iş kıyafetlerini beraber alacağız ve alınanlara asla itiraz etmeyeceksin. Arkadaşların ile gezdiğin zamanlar ne yaparsan yap ama iş ararken ve çalışırken sözümden çıktığın anda anlaşma bozulur. Ve unutma, sen bu şartları başından kabul ettin"

Duru, ağzı açık babasını dinliyordu. Babası kendisine hiç mi güvenmiyordu? Bu nasıl olacaktı. Fiziksel görüntüsü yüzünden iş vereceklerini mi sanıyordu kendisine. Bu kadar sığ mıydı iş ortamı? Ne yani, her çalışan güzel kadın taciz mi ediliyordu? Yok artık, babası bu sefer gerçekten abartmıştı.

"Ne demek abarttım?" dediğinde, son cümlesini babasının yüzüne karşı söylediğini anlayıp, kıp kırmızı kesilmişti.

"Baba, seni anlamaya çalışıyorum ama bu kadarı çok fazla. Tüm patronları aynı kefeye koymuş olmuyor musun?" Tam, 'Sen de patronsun, böyle mi davranıyorsun?' diyecekken, son anda kendisini tutmuştu. Yanında çalışanların, babasını ne kadar sevdiğini ve saydığını biliyordu. Bu cümle babasını kırmaktan öte bir anlam taşımazdı. Biraz sakinleştiğinde, bu şartların aslında kendisini vazgeçirmek için ileri sürüldüğünü anlayarak daha yumuşak bir sesle,

"Kabul ediyorum" dedi...

Bu sefer şaşırma sırası babası ile annesindeydi. Birbirlerine baktıkları an, ikisi de bu işin altından kalkacak bir kızları olduğunu anlamanın üzüntü ve sevincini aynı anda yaşadılar. Ahmet Bey, şartlarını sıralarken ret yanıtı alacağından emindi. Şimdi ise, daha çok şart koşmadığı için üzülüyordu. Çünkü bu inatçı kız, bu işin altından kalkarsa, tüm hayalleri yerle bir olacak, belki de emekli olduğunda aile işini satmak zorunda kalacaktı.

Nisa Hanım ise, kızının nihayet istediğini aldığını düşünüp mutlu olmuştu. Eşinden de destek bulamayan Ahmet Bey, biraz da sinirle,

"Daha bitmedi" dedi... "Son bir şartım daha var... Bu bir yılı, kendine ait bir evde geçirmen lazım... Madem ayaklarının üstünde durman gerekiyor, hodri meydan"





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder