15 Şubat 2015 Pazar

DOSTLAR APARTMANI 5.Bölüm

Başak, hem iltifata sevinmiş, hem de ne zamandan beri senli benli konuştuklarını anlayamadığı için kendisine şaşırmıştı. Samimi bir konuşma geçiyordu aralarında. Bu da çok hoşuna gidiyordu. Kahveleri bitmiş, aradan da neredeyse yarım saat geçmişti. İkisinin de bu hoş sohbeti bitirmeye niyeti yoktu. Tarık, bürosuna dönmesi için önemli bir nedeni olmamasına sevindi. Birlikte yemek yemeyi teklif ettiğinde, Başak da, son on beş dakikadır bu teklifi beklediğini belli etmeden kabul etti.

Arabaya bindiklerinde, nereye gideceklerine henüz karar vermemişlerdi.

“Çok uçuk bulmazsan, Çiçek pasajına gitsek? Uzun zamandır canım güzel bir midye dolma çekiyor. Yanında da bira? “

“Gündüz, mesai saatinde alkol alacaksın öyle mi? Seni Ergun Beye şikayet edeceğim.”

“Et de, “beni neden çağırmadınız?” sorusuna ne yanıt vereceğini de hesap et. En sevdiği şeydir midye dolma ile bira. Beni de o alıştırdı zaten.”

Tarık, bu samimi anlatımdan sonra yine midesinde kasılmalar hissetmeye başladı. Patronu ile haddinden fazla samimiydi. Aralarında bir şeyler olmuş muydu? Bunu nasıl sorabilirdi ki? Sessiz kalmış ama surat asmaya başlamıştı. Başak, asık yüzünü görünce alkol konusunda ciddi olduğunu düşünüp,

“İstersen sen seç yeri, bana uyar” dedi.




“Yok pasaj iyi. En yakın noktaya arabayı park edip biraz da yürümüş oluruz.”

“Tamam o zaman.” diyerek, her gittiklerinde arabayı bıraktıkları açık otoparkı tarif etmiş, sonra da pasaja doğru yürümeye başlamıştı.

Tarık, hala sessizce yürüyor ve yüzündeki asık ifadeyi yok edemiyordu. Geçmişin kötü anıları, neden her dakika canını sıkmaya başlamıştı? Bu kızla tanıştığından beri, geçmiş yakasını bırakmıyordu. Boyundan başka hiçbir benzerliği yoktu. Yine de aklına geçmişte yaşadıkları, hayal kırıklıkları gelip duruyor, Başak’ın hem yanında olmak istiyor, hem de etrafında olan erkekler yüzünden canı sıkılıyordu.

Ofiste yapılan ilk toplantıda, çok önemsememiş, sonradan aklına geldikçe canı sıkılmıştı. İş yerinde olan bir sürü erkek o toplantıda, Başak konuştukça hayran bakışlarla izlemişti. Şimdi de, patronu ile olan samimiyetini yansıtan konuşmalar devam ediyordu. İyi de, kendisi bunları neden dert ediniyordu. Tek yapmak istediği birlikte olmak, doyana kadar sevişmek değil miydi? Gerisi önemli değildi. Bir daha aynı hatayı yapmayacak, hayatına kimseyi kalıcı olarak sokmayacaktı.

Başak, Tarık’ın düşündüklerinden habersiz, vitrinlere baka baka yürüyordu. Spor malzemeleri satan bir vitrinde, parmaksız bir eldiven görmüş, hatta bir an duraklamış, ‘şimdi zamanı değil başka zaman alırım’ diyerek yürümeye devam etmişti. Tarık, bu duraklamanın neye yönelik olduğunu anlamaya çalışmış, soramamıştı. O vitrinde bu kızın ilgisini ne çekebilirdi?

Pasajda her zaman şirketçe geldikleri lokantanın önüne doğru yürümüş, kendisini tanıyan garsonlarla selamlaşmıştı. Hatta iki tanesine adı ile hitap edip, ayaküstü kısacık konuşmuştu. Tarık artık midesindeki kasılmalara alışmaya başlamıştı. Başka erkeğin yanında bu kadar rahat muhabbete giren bir bayanı da çok kafaya takmaya gerek yoktu. Tarık, kendi niyetinin ne kadar yerinde olduğunu anlıyordu. Başak ile birkaç kez birlikte olur, sonra yolları ayırırdı. Zaten bu süreçte reklam işleri de tamamlanmış olurdu. Kararını netleştirdikten sonra, bu yolda adım atmaya devam etti Tarık. Baştan çıkartacaktı bu kızıl saçlı güzeli.

Lokantaya oturduktan iki dakika kadar sonra işletme sahibi yanlarındaydı. Başak ile yine çok samimi bir şekilde muhabbet ediyor, bir yandan da Tarık’ı süzüyordu. Tarık bu bakışlardan sonra Başak’ın hayatında kaç erkek olduğunu kestirmenin mümkün olamayacağına karar vermişti. Bu kadar erkek, bir öğlen yemeği saatinde karşısına çıkıyorsa yirmi dört saatte kaç kişi ile karşılaşacağını hesap etmeye çalışmaktan vazgeçti. Sonra da kendi saçma denklemine güldü. Arabadan beri ilk defa gülümsüyordu. Başak bunu kaçırmadı.

“Nihayet güldün. Neye güldüğünü bu sefer de ben anlamadım.”

“Önemli bir şey değil”

“Komik bir şey! Önemli olup olmadığını bilemem… Neyse seni güldürdü ya, gerisi boş. Artık bira konusunda ciddi tepkilerin olduğunu düşünmeye başlamıştım.”

“Tepkim biraya değil. Ölçülü olunduktan sonra alkole karşı değilim. Surat asmamın nedeni başka. Buraya geldiğimizden beri o kadar çok kişi ile tanışıyor olduğunu anlamak biraz canımı sıktı. “


















“Anlayamadım. Buraya geldiğimizden beri konuştuklarım mı? Bu işletme Ergun Beyin eşinin ailesine ait. Az önce gelen Bey de Leyla ablamızın, kuzeni. Garsonlar da, yine onların akrabaları. Yani tanıdıklarım, patronun akrabası. Seni yabancı bir yere getirmedim. Kazıklanmayasın diye. Ama sen neler düşünmüşsün. Ayrıca onları tanıyor olsam ne olacak? Yemek yemeyecek misin? Yoksa surat asmaya devam edip, midye dolmaları boğazıma mı dizeceksin?”

“Dur biraz nefes al. Bu neydi böyle makineli tüfek gibisin. Sadece, etrafında olan erkeklerden dolayı sanırım biraz kıskandım seni. Bunda ne kötülük var ki?”

Başak, duyduklarının doğru olup olmadığını anlamak için, Tarık’ın gözlerine bakmaya başladı. Gözlerini kaçırmadığına göre doğru konuşuyordu. Yani, kendisinden etkilenmişti. Kıskançlık gösterecek bunu da itiraf edecek kadar hem de. Başak, bu arada masaya bırakılmış olan buz gibi birasından koca bir yudum aldı. Son duyduklarından sonra içi biraz serinlemişti.

“Çok hızlı ilerliyoruz, Tarık Bey, ne o öyle kıskanma lafları falan…”  derken gülmeye başlamış, kendisini flört havasına sokmuştu.

“Hızlı değil gayet de uygun adım ilerliyorum, Başak hanım. Çünkü sizden çok hoşlanıyorum. Bunu da saklama gereği duymuyorum. Ayrıca ben gerçekten kıskanç biriyim. İlk başta da, Ergun Beyi, senden uzak tutmam lazım.”

Başak, şaka ile karışık yapılan bu konuşmalardan memnundu, ta ki son cümleye kadar.

“Ergun Bey, yani patronum, benim babam gibidir. Tatlı serttir ama çok düşüncelidir. Eşi Leyla abla da bir nevi annelik yapar bana. Çocukları ile hafta sonları yürüyüşe giderim. Çocuklarının dağcılık merakları sayesinde tanışmıştık. İşi bulmamda da çocukları etkendir. O yüzden, ne Ergun Beyden ne de ailesinden uzaklaşmaya niyetim yok.” Sesinin ciddi ve sert bir tona büründüğünü fark etmemiş, ama yapılan konuşmaların gittiği yönü beğenmediğini de açıkça ortaya koymuştu. Ön yargılı bir başlangıca tahammülü yoktu. Tam cümlesini tamamladığında cep telefonu çalmaya başladı. Arayan, geçen hafta bir gece birlikte yemek yediği Yavuz’du. İçinden lanet etti, çalan telefona. Tam da zamanıydı. Önce açmak istemedi. Sonra, Tarık’ın bakışları altında yavaşça açtı telefonu.

“Merhaba, Yavuz. Teşekkürler iyiyim. Sen nasılsın?”

“…….”

“Müsait değilim. … Hayır önümüzdeki hafta da müsait olamayacağım. Yavuz, ısrar etmekle programlarım değişmiyor. Bu hafta sonu çok yoğunum, Pazartesiden itibaren de, şehir dışında olacağım…bilemiyorum… Tamam, müsait olunca ben seni ararım.” diyerek telefonu kapattı, Başak.

“Arayamazsın.”

“Ne demek arayamam?”

“Müsait olunca arayacaktın ya o telefondaki yapışkanı, arayamazsın.”

“Niye?”

“Başak, anlamazlığa gelme. Aramanı istemiyorum. Ayrıca ‘müsait olunca ararım’ dedin. Müsait olmayacaksın. Çünkü ben, birlikte olduğum bayanın başka bir erkeği aramasını asla kabul etmem.”

“Birlikte olduğun bayan?”

“Offff Başak, hadi beni yorma. Gayet iyi anladın. Az önce de itiraf ettim zaten. Senden çok hoşlanıyorum ve birlikte vakit geçirmek istiyorum. Eğer, sen de birlikte vakit geçirmek istiyorsan, benden başkaları ile konuşmaman gerektiğini kabul edersin. “

“Bu kısıt ne kadar kısıt? Yani ben böyle kısıtlamalara gelemem. Evet, ben de senden hoşlanıyorum. Birlikte olmak istiyorum ama ‘ona baktın bununla selamlaştın’ diye kavga çıkartırsan baştan vazgeçelim. Benim çevremde çok erkek var. Hepsi arkadaşım. Hepsiyle de muhabbet ederim. Fakat birisi ile birlikteysem, başka birisi ile asla flört etmem. Farklı anlamda muhabbet etmem. Baştan söylüyorum. Sonra tatsızlık çıkmasın.”

“Fazla açık sözlü değil misin? Hiç olmazsa, beni ikna edene kadar ‘tamam söz yapmam’ falan desene. Ne biçim kızsın sen böyle. Yani, şimdi ben, ‘yok ben buna katlanamam, bu iş başlamadan bitsin’ desem hiç dert edinmeyecek misin? Benim duygularımla neden böyle oynuyorsun?”

“Ben, böyleyim. Saçım kızıl, gözüm yeşil, üstelik de burnum çilli. Normal olmamı bekleme. Açık sözlüyüm. Üstelik ‘bu iş başlamadan bitsin’ dersen, buna üzüleceğimi söyleyecek kadar da açık sözlüyüm.”

Başak artık rahat rahat gülmeye başlamıştı. Ciddi gibi yapılan konuşmaların ardında yatan esprileri keyifle karşılamış, aynı tarzda yanıtlar vermişti. Bu adamdan gerçekten hoşlanıyordu. Birlikte olmak istiyor hatta fiziksel olarak da ilk defa birisini çekici buluyordu.

Tarık da, kendisi gibi yanıtlar veren bu kadına her geçen dakika daha çok ilgi duyduğunun farkındaydı. Derisine işlemiş gibiydi. Yemek yerken bile aklında olan o dudakları öpmek, o vücudu okşamaktı. Kafasındaki düşünceleri uzaklaştırıp yemeğe ve muhabbete odaklandı. Deniz ürünleri ile donatılmış masada neredeyse bir şey kalmamıştı. İkinci biraları söylemişler, doğal olarak da ikişer kere tuvaleti ziyaret etmişler, muhabbeti bitirip işe dönmeye hiç yeltenmemişlerdi.

Başak, Ergun Beyi aramış, “Patron, ben uzunnn bir yemekteyim. Tarık Beyle seyahati burada planlıyoruz” demiş, aldığı yanıttan sonra da aptal bir sırıtışla telefonu kapatmıştı. Patronu “Sen ne zamandan beri müşterilerle planlarını öğle yemeğinde yapıyorsun. Adamı rahat bırak. Zaten sabah karşımda aptalca bir bahane ile duruyordu. Aklını karıştırma müşterimin.” demişti.

“Kim kimin aklını karıştırıyor acaba?”

“Efendim?”

“Yok bir şey. Patron, senin aklını karıştırmamamı istedi. Bilmiyor ki asıl aklı karışan benim.”

“Öyle mi? Neden aklın karışıyor?”

“Çünkü senin hakkında hiç bir şey bilmiyorum. Yemeğin başından beri de benim hakkımda konuştuk. “

“Pazartesi, Antep yolculuğunda, benim hakkımda bilmen gerekenleri anlatmaya başlarım. Bugün sıra senin. Seni tanımaya devam etmek istiyorum. Dağcılık kısmına gelelim mi artık. Ne işin var öyle yüksek yerlerde? “

“Çocukluğumdan beri yüksek yerlere tırmanıyordum. Boşu boşuna tırmanmış olmayayım dedim, önce eğitimini aldım. Şimdi de ders veriyorum. Hafta sonları arkadaşlarla dönüşümlü olarak grupları eğitiyoruz. Bu hafta sıra bendeydi. Yeğenim yüzünden planları değiştirdim. Aslında Tufan’lar “hafta sonu bakarız biz Damla’ya” demişti ama, ilk haftadan yalnız bırakmak istemedim. Sonraki hafta mecbur bakacak Beyler benim güzelime.”

“Ben, Damla ile ne zaman tanışacağım? Bu kadar adı geçen güzeli tanımak istiyorum. “

Başak, bu kendini davet ettirme çabasından hoşlanmış, o da dolaylı bir cevap vermişti.

“Sizi görmeye uygun olduğu zaman için randevu ayarlarım.”

“Bu prenses teyzesinden de dişli çıktı sanırım. Ben, yarın akşam görmek istiyorum desem?”

“Ajandasına bakayım… evet yarın akşam olabilir. Fakat yanında yedek gömleğin olsun. Her an, seni yeni kreasyonunla görmek isteyebilir.”

“Anlayamadım?”

“Anlaşılmayacak ne var. Kusabilir demek istedim. Diş çıkartıyor, korkunç huysuzluklar yapıyor, ateşleniyor ve canı istedikçe kusuyor.”

“Anladım daha fazla detaya gerek yok. Ben tedbirli olurum, merak etme. Ayrıca kendi yeğenlerimden biraz tecrübeliyim. Ablalarımın çocukları var. Gerçi ufaklıklarında yanlarında çok fazla bulunamadım ama yine de yabancısı olmadığım olaylar bunlar.”

“Tamam, yarın akşam yemeğe bekliyoruz o zaman. Damla hanım ile sizi tanıştıralım. “ Başak, öğle yemeğinin sonuna gelirken, yarın akşam da evine davet etmiş olduğu bu adama, kendisini çok daha yakın hissetmeye başlamıştı. Midesinde kelebekler uçuşuyor, bazen heyecandan ne söyleyeceğini unutuyordu. Cumartesi akşamı saat yedi de evinde olabilmesi için adresi detaylıca yazmış, hatta yolu tarif bile etmişti.





Tarık, o gün sabahtan beri olan düşüncelerine döndü. Önce başkası ile evli olduğunu düşünüp, görmemek için işi başka firmaya vermek istemiş, tamamen rastlantı sonucu evli olmadığını öğrenmiş, birlikte yemek yemişler ve birbirlerinden hoşlandıklarını itiraf etmişler, Cumartesi günü buluşmaya karar vermişlerdi. Hepsi çok hızlı olan gelişmelerdi. Fakat Tarık hala bunu yavaş buluyordu. Çünkü tüm vücudu, Başak için istekle dolmuştu. ‘Bu iş Antep de biter. Birlikte oluruz ve kafamdan atarım.’ diye düşünüyordu. Antep de üç gün kalmayı planlamışlardı. Hazırlıklar ve çekimler derken koşuşturacaklar, akşam ise aynı otelde kalacaklardı. Keyifle ıslık çalarak ofisine girdi.





Cumartesi sabahı, erkenden kalkıp, Damla’nın karnını doyurup hazırlıklara başladı, Başak. O akşam için hem evi toparlaması hem de yemek yapması gerekiyordu. Kırmızı ete hayır diyecek bir erkek olmadığını düşünüp, menüyü et ağırlıklı hazırlamıştı. Yapması da kolaydı. Evi öğlene kadar temizlemiş, ara öğünlerini atlamamak için kendisine devamlı saat kurmuş, her saat çaldığında listeden ne yapacağına bakmıştı. İlk defa gündüz bir arada kalıyordu, Damlayla. Öğleden önce, öğlen ve öğleden sonra kısa kısa uyumuş, teyzesinin rahat çalışmasına imkan vermişti. Uslu bir çocuktu ve teyzesini, annesine benzettiği için çok daha uslu oluyor, hiç huysuzluk yapmıyordu.

Akşam saat altı olduğunda her şey hazırdı. Salatayı bile hazırlamış, sadece yağı limonu kalmıştı eklenecek. Kendisine yapıyor olsa erkenden koyardı yağı, limonu tuzu. Suyunun iyice çıkmasını sağlar, sonra da ekmeğini banardı. İlk defa evine gelen Tarık ile böyle bir yemek ortamı paylaşması mümkün değildi, elbette.

Saat yedi olduğunda, Damla da yeni giydiği tertemiz tulumunun içindeydi. Prenses de misafiri için süslenmiş, tepesinde uçuşan saçlarına, küçücük bir toka tutturulmuştu. Yediyi üç geçe zil çaldı. Başak, kapıyı açmadan önce kılığına baktı. Zaten üstünde yine kot pantolonu ve siyah atleti vardı. Saçlarını toplamaya niyetlenmemişti bile, çok kabarmasın diye, köpükle şekillendirmiş, beline doğru dalga dalga bırakmıştı. Dudaklarında her zamanki gibi parlatıcı, kızıl kirpiklerinde ise siyah rimel vardı. Hanımeli kokulu parfümünden çok az sıkmış, böylece hazırlığını tamamlamıştı.

Kapıyı açtığı zaman, kocaman kır çiçekleri demeti ile burun buruna geldi. Muzur bakışları ile çiçeklerin üstünden bakan, Tarık da, kot pantolon ve bisiklet yakalı siyah t-shirt ile gelmişti. Kıyafetlerinin tarz ve renk uyumları Başak’ı çok mutlu etti.

Çiçekleri alıp, içeri buyur ettiğinde, Tarık çok doğal bir şekilde yanağını öpmüştü. Yanağına değen dudaklar, tüm vücudunu titretmiş, eli ayağı birbirine dolanmıştı. Damla’nın olduğu yere geldiklerinde, biraz sakinleşmişti, Başak. Tarık, eğilmiş arabanın önünde, kendisine merakla bakan, güzelliği inceliyordu.

“Gerçekten prensesler kadar güzel. Teyzesine çok benziyor.” 



Başak, Damla üzerinden kendisine yapılan iltifata teşekkür edip, çiçekleri vazoya koymak için mutfağa gitmişti. Suyla doldurduğu vazoya çiçekleri yerleştirmiş, sonra ellerini tekrar ıslatmış ve ensesine hafifçe sürmüştü. İçinde başlayan yangını söndürmeye uğraşıyordu.

Vazo ile salona döndüğünde, Tarık’ın koltuğa oturup, Damla’nın arabasını kendisinden tarafa çevirip, onunla konuşup güldürmeye uğraştığını gördü. Çok hoş gözüküyorlardı.

“Yemek öncesi bir şeyler içmek ister misin?”

“Hayır, sağ ol. Açım ve bir an önce bir şeyler yemezsem, bu güzelliği yemeğe başlayacağım. Gerçekten çok güzel bir bebek. Allah nazarlardan saklasın.” dediğinde, Başak, kulaklarına inanamadı. Erkeklerin böyle şeylere dikkat ettiklerini bilmezdi.

Masa zaten hazırdı, yemek de pişmiş, fırından çıkartılmak üzereydi. Mezeciden aldığı birkaç çeşit meze ile ordövr tabağı hazırlamıştı. Yaz ayında çorba içmekten hoşlanmadığı için, misafirine de yapmamış, hafif zeytinyağlılarla başlamayı uygun bulmuştu.

“Yemek de ne içersin? Seçenek bol. Bira, rakı, şarap?”

“Sen ne içeceksin? Aynısından istiyorum.”

“Ooo bu olmadı. En sevdiğim bira ama senin rakıyı tercih edeceğini düşünüyorum. Hadi bu akşam rakı içelim.” dedi ve hemen kadehleri rakıyı buzu getirdi masaya. Tam oturacakları anda kapı çaldı. Başak, şaşkınlıkla kapıya baktı. Sonra, açmak için yerinden kalkarken “Hemen geliyorum” dedi. Kapıda, Şelale vardı. Aslı'da arkasındaydı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder